İMANDA YAKİN KAYNAKLAR :
Yakîn kelimesi lügatte: Suyun havuzda durgunlaşıp hiç bir hareket göstermeden ayna gibi berrak bir hal alması, mânasına gelir. İslâm dininde ise yakîn kelimesi: Kalbin herhangi bir hakikat karşısında durulması, sükûnet göstermesi, anlamında kullanılır, Bunu imana tatbik edince, inanılacak şeylere kalbin yatması ve şüpheden uzaklaşması mânası ortaya çıkar. Bu itibarla imanda aranan tasdik, kalbin yakîn kuvvetine dayanır.
Yakîn’in zıddı inkârdır. Yakîn ile inkârın ortası, şüphe, tereddüt, zan ve ihtimal durumlarını gösterir. Buna kalbin hüküm vermeme hâli denir. (5) Yakîn, şüphe ve tereddüdün sıfıra indiği noktadan başlıyarak sonsuza doğru kemal yönünden gelişme ve ilerleme gösterir.
İman hususunda yakîn ile inkâr arasındaki orta yol muteber sayılmaz. Muteber sayılan, kesin olarak şüphe ve tereddüt gölgesi taşımıyan yakîn- dir. Kalbin tasdiki böyle bir yakîne dayanmalıdır. Aksi takdirde kalbde imanın hakikati beliremez.
İslâm dininde iman edilmesi icap eden şeylere karşı insanın kalbine gelen yakîn, taklit, istidlal ve tahkik adını verdiğimiz üç kaynaktan doğar, iman da kendisini doğuran kaynaklara göre taklidî iman, istidlâlî iman ve tahkiki iman adını alır. Şimdi bunları kısaca görelim.
Taklidî iman: İnanılacak şeyleri aile ve muhitten telkin ve taklit suretiyle kabullenmeye taklidî iman denir. Bu çeşit imanda aklî ve ilmî delil yoktur. Yeni iman çağına giren çocuklar ile hiç bir vakit aklî ürperiş duymadan, küçük de olsa ilmî bir istidlâl yapmadan yaşayan halk kütlelerinin imanı bu kabiledendir. Yalnız, bu çeşit iman istidlâlî ve tahkikî imana giden yolun başlangıcıdır. Bu yol hiç bir zaman kapalı değildir. Kapalı olursa, o zaman taklidî iman, son taklid yani, taklid-i sırf olur ki, bunun Allah Teâlâ indinde değeri pek azdır.
Taklidî iman ile mü’minler safına karışan öyle mukallit mü’minler var-, dır ki, en basit bir düşünce veya en küçük bir delil ile, kalbine yerleştirdiği yakîn, onu istidlâlî imana sahip bir mü’minden daha ileri götürebilir.
İstidlâlî iman: İlmî görüş ve delillerle iman hakikati elde edilince, böyle imana istidâli iman adı verilir;. İstidlâlî imandan imanın hakikati ya aklî delillerle veya naklî delillere dayanarak elde edilir.
Aklî deliller — insanın düşünce kabiliyetine bağlı olup —- kâinattaki varlıkların durumunu ilmî metodlarla tetkikden sonra kalbe gelen bir takım fikir ve ilhamlarla insanı istidlâlî imana götürür. Bu deliller ilmî metodlarla formülüze edildiğinden ispatçı ve değişmez vasıflara sahiptir. Astronomi, coğrafya ve biyoloji gibi ilimlerde aklî delilleri çokça bulmak mümkündür. Naklî delillere gelince, bu deliller Kur’an-ı Kerîm’de pek çoktur. Meselâ:
«De kij Göklerde ve yerde neler var, baksanıza…» (6)
«Yoksa onlar boşu boşuna mı yaratıldılar? Yahut yaratanlar kenciileri mi? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar, Hayır, onların yakîni yok.» (7) âyetlerinde olduğu^gibi…
Gerek aklî deliller ve gerekse naklî deliller, fikirleri uyandırarak insanları hayat kanalı içinde berzahî âleme şuurlu yürümenin klavuzluğunu yaparlar. Bu klavuzu bulabilmek için insan aklının düşünce pınarından bir yudum tatması kâfidir.
Tahkikî iman: İlâhî bir tecelli ile gönül derinliklerinde imanın hakikatinin belirmesidir. Kalblere akan yakîn nuru her zaman taklidî veya istidlâlî olmaz. Bazı kimselerde kalb âlemi, cihanın hâlikına açılır. İnsanın iç âlemindeki ruhanî inkişaflar bu açılışın sebebini teşkil eder. Kalbin böyle bir yakîne mâlik bulunabilmesi için itmi’nan yani tam kanaat denilen bir makama sahip olması lâzımdır. Bu bakımdan tahkikî iman, inanılacak şeylere tam bir varıştan ibaret olarak kabul edilir. Böyle bir imana sahip olabilmek emir ve nehıylere tamamen riayet etmekle mümkündür,. Yukarıda kısaca gördüğümüz üç çeşit iman, tam mânasiyle birbirinden ayrılmış değildir. Taklidî imana sahip bir kimsede istidlâlî ve tahkikî imanın pırıltılarını bulmak her zaman mümkündür.
İMANIN BÖLÜMLERİ :
İslâmiyet bir insanın kısa zamanda iman etmesi için:
«Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed, Allah’ın resulüdür.» demeyi kâfi görmüştür. Bu inanışta, bütün inanılması lâzım gelen şeyleri zımnen kabullenmiş, açıkça itiraf ve tasdik vardır. Allah’a ve peygambere inanmak ancak bu şekilde makbul olur. Aksi takdirde sadece, bir Allah ve peygamber tanımakla iman tahakkuk etmez. İman, Allah Teâlâ tarafından tebliğ etmiş olduğu şeylerin hepsinde, hazret-i Muhammed (S.A.V.) in doğru olduğunu tasdik etmek* olduğuna göre bu tasdik iki surette yapılır. 1 — İcmalen (İcmalî iman), 2 — Tafsilen (Tafsili iman). İcmal, hükümleri belirtmemek; tafsil ise hükümleri ayrı ayrı belirtmek demektir. Buna göre: İcmalî iman: İman edilecek şeylerin hepsine kısaca ve toptan iman etmeye denir. Bu suretle yapılan iman bir nefes alış verişi kadar kısa ve kolaydır. Bu kolaylık:«Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed, Allah’ın resulüdür.» demeyi kâfi görmüştür. Bu inanışta, bütün inanılması lâzım gelen şeyleri zımnen kabullenmiş, açıkça itiraf ve tasdik vardır. Allah’a ve peygambere inanmak ancak bu şekilde makbul olur. Aksi takdirde sadece, bir Allah ve peygamber tanımakla iman tahakkuk etmez. İman, Allah Teâlâ tarafından tebliğ etmiş olduğu şeylerin hepsinde, hazret-i Muhammed (S.A.V.) in doğru olduğunu tasdik etmek* olduğuna göre bu tasdik iki surette yapılır. 1 — İcmalen (İcmalî iman), 2 — Tafsilen (Tafsili iman). İcmal, hükümleri belirtmemek; tafsil ise hükümleri ayrı ayrı belirtmek demektir. Buna göre: İcmalî iman: İman edilecek şeylerin hepsine kısaca ve toptan iman etmeye denir. Bu suretle yapılan iman bir nefes alış verişi kadar kısa ve kolaydır. Bu kolaylık:
«Şehadet ederim ki: Allah’tan başka ilâh yoktur; ve yine şehadet ederim ki, Muhammed onun kulu ve resulüdür» demektir. Kelime-i tevhid’den farkı şehadet sözünün söylenmesidir.
İslam dininde gerek kelime-i tevhid ve gerekse kelıme-i şehadet iman komprimesi gibidir. Bu iki ibarenin İçinde inanılacak şeylerin hepsi gizlidir. Bunları kalben tasdik eden bir kimse, Hazret-i Peygamberin gerek emir, gerek yasak ve gerekse haber mahiyetinde olarak Allahü Teâlâ tarafından her ne tebliğ buyurmuşsa hepsinin hak ve doğru olduğuna iman etmiş sayılır; mü’min olur ve küfür dairesinden kurtulur.
İcmalî iman ile iman eden bir kimse, İslâmın diğer emirlerini öğrenemeden ölse cennet ehlinden olur. Lâkin, yaşadığı müddet zarfında tafsilî imana doğru gitmesi şarttırHerhangi bir kimse, «Allahtan başka ilâh yoktur
derse yine mü’min sayılır. Çünkü, burada Allah Teâlâ’yı tanıma itirafı altında peygambere iman hakikati vardır. Zira, peygambere dayanmıyan A llah’a itikad, tam olarak kabul edilmez. Allah’a imanın makbul olabilmesi, öteki iman esaslarının Allah itikadına bağlı bulunması itibariyledir. Bundan dolayıdır ki Hazret-i Peygamberimiz:Allah’tan başka ilâh yoktur diyen kimse cennete girer» buyurmuştur; İcmalî imanını tafsilî imana yükseltmek isreyen bir mü’min âmentü cümlesini kalbi ie tasdik edip dili ile söylemesi lâzımdır. Âmentü:
«Ben, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek haktır. Şehadet ederim ki: Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve yine şehndet ederim ki: Muhammed onun kulu ve resulüdür.» demektir. Bunda imanın altı esasını açıkça görmekteyiz.
Tafsilî iman: İman edilecek hususların hepsine ayrı ayrı açık ve geniş bir surette iman etmek demektir. Bu itibarla icmalî imandan daha açık ve*da- ha geniştir.
Bir insana mü’min denilebilmesi için, o insanın Allah Teâlâ hazretlerinin varlığına ve birliğine, Hazret-i Muhammed’in (S.A.V.) peygamberliğine şeksiz ve şüphesiz inanmış olması lâzımdır. İcmalî imanın bu hükümlerini yerine getiren kimsenin, dinin diğer hükümlerini ve iman edilmesi lâzım
olan şeylerin herbirini birer birer öğrenmesi ve onlara iman etmesi farzdır. Zira icmalî imanda kalmak bir mü’min için yeterli değildir. Tafsilî iman, mü’minin imanını kemale erdirmesi bakımından üç merhale arzeder. Bu merhalelere imanın mertebeleri adı verilir. Bu mertebeler sırasiyle şöyledir: Birinci mertebe: Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine, yegâne hâlık ve mâbud olduğuna; Muhammed’in (S.A.V.) Allah’ın kulu ve resulü olduğuna ve ahiret gününe kesin olarak inanmaktır,. Dikkat edilecek olursa burada icmalî imana, âhiret gününe iman ilâve edilmiştir. Bu itibarla evvelce anlattığımız icmalî imana nazaran tafsilî imanın bu birinci mertebesi daha açık ve daha geniştir.
İkinci mertebe: Birincisinden daha geniş olup âmentünün içine aldığı esasları ihtiva eder. Yâni, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeğe ve kadere iman etmek demektir. Bu hususta Kur’an-ı Kerîm’de*«Ey iman edenler, Allaha, O’nun peygamberine ve gerek o peygamberine âyet âyet indirdiği kitaba, gerek daha evvel indirdiği kitaba iman (da sebat) edin. Kim Allahı, meleklerini, kitablarını peygamberlerini, âhiret gününü inkâr ederek kâfir olursa o, muhakkak ki (doğru yoldan) uzak bir sapıklıkla sapıp gitmiştir.» (8) buyurulmuştur. Burada kaderin zikredilmemesi ona hassaten büyük bir önem verilme- sindendir. Diğer taraftan evvelce görmüş olduğumuz peygamberimizin iman hakkındaki hadîs-i şeriflerini de, bu arada zikredebiliriz. Zira onda, imanın bütün esasları diğer mertebelere nazaran daha açık ve geniş ifade edilmiştir. Üçüncü mertebe: Kitap ve sünnet ile bildirildiği kesin olarak bilinen ve tevatür yoluyla zamanımıza kadar gelen haberlerin ve hükümlerin hepsine, ayrı ayrı iman etmek tafsilî imanın üçüncü mertebesini teşkil eder. İman edilmesi gereken şeylerle, amelî hükümler yani, namaz, zekât, oruç, h^cc ve diğer farzlar, helâl ve haram olan şeylerin hepsine inanmak, onları tasdik etrnek tafsilî imanın üçüncü mertebesinin içine girer. Bu mertebe, tafsilî imanın en geniş ve en şumûllü olanıdır. Bu itibarla diğerlerinden daha sağlam ve daha önemlidir.
Tafsilî imanın üçüncü mertebesini Kur’ân-ı Kerîmedeki:
«(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürünüz: Birr (ve taat bu) değildir. Fakat birr, Allaha, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malı (nı Allah) sevgisiyle (yahut mala olan sevgisine rağmen) akrabaya yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmış misâfirlere), dilenenlere ve. esirleri (kurtarmıya) veren, namazını dosdoğru kılan, zekâtı (nı) veren…» (9) âyet-i kerîmesi er> güzel şekiTde bize gösterir. Bir gayr-i müslim insan, icmalî iman ile İslâm dairesine girer, yani müs- lüman olur. Tafsilî imana doğru gittikçe imanı olgunlaşır ve kemal sahibi olur. Görülüyor ki, tafsilî imanın bu üçüncü mertebesi, diğer mertebelerden daha geniş ve dinî hükümleri daha açık olarak izah etmektedir,. Tabiatiyle böyle bir iman diğer şekilde olanlardan daha efdaldir. imanın derece ve mertebeleri her şahsın imkân ve kaâbiliyetine göre değişir. Bu itibarla her şahıs kendi istidat ve kaabiliyetine göre imanından mes’ul ve onunla mükelleftir.