Tasavvuf Felsefesi

Tasavvuf Felsefesi

Tasavvuf Felsefesi

Tasavvuf Felsefesi:

Tasavvuf, bir İslâm düşünüşüdür. Yaratılışın sırlarım, Tanrı varlığıyle insan, evren arasındaki ilişkiyi inceleme, buna bir yanıt arama gereksinmesinden doğmuş bir felsefedir. Temeli «vahdet-i vücut» (tek varlık) inancına dayanır.

Bu felsefeye göre:

Yaratan (Tanrı) ile, yaratılan (evren), aynı şeydir: Tanrı. Tann’dan başka bir varlık yoktur. Bu evren, bütün varlıklarıyle, Tann’ngfcıbir görünüşü, bir yansımasıdır. Her şey Tanrı’dan gelir, Tann’ya döner. İnsJ^ aslına, kopup geldiği tek varlık olan Tann’ya dönme özlemi ve çabası içindedir. Aslına ulaşma acısını duyar; ona kavuşmak için çırpınır.

Medrese düşünüşüne, şeriat yolunda olanlara göre Tann ve evren, ayn ayrı varlıklardır. Tann, insanlan, evreni yaratmıştır. O, onlardan ayn, onlann üstünde bir güçtür, bir yaratıcıdır; onlann sahibidir. Sofilere göre Tann’yı ve evreni birbirinden ayn, böyle iki varlık olarak görmek «ikilik»tir. Bu, yanlış bir bakışla varılmış olan bir sonuçtur.

Salt güzelliğin (hüsün), olgunluğun (kemal), iyiliğin, ölümsüzlüğün kendi olan Tanrı, bu nitelikleriyle görünmek, varlığını göstermek; «kendisini görecek göt» ve «sevecek gönüller» ister. Bu eğilimini gerçekleştirmek diler. «Adem» denilen yokluğa bakar. Tann’nın «Adem» denilen «yokluk» ya da «hlçlik»teki bu görünüşü, evreni ‘meydana getirir. Evren, suda ya da aynadaki yansımalara benzer; Tann’nın bir yansımasıdır. Evren, Tanrı cevherini taşıma oranıyle değerlenir ve dörde aynlır: Cansızlar, bitkiler, hayvanlar ve insan.

Tann, kendini en çok «İnsan»da belirtmiş, kendi cevherini onda yoğunlaştırmıştır. insan, bu bakımdan evrenin özü, ruhtj, gözbebeğidir. Tanrı’yı sevebilecek gönül, onda vardır. Tanrı’yı o duyar. Şeyh Galip’in:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

(Kendine hoşça, önemle bak; çünkü sen, evrenin özüsün; varlıkların gözbebeği olan insansın sen).

Dizeleri bunu belirtir. Tasavvufçulann bu görüşü, hiç bir ayırım yapmadan bütün insanlığı kapsar; bütün insanlığı aynı sevgiyle kuşatır.

Tann varlığındaki olgunluk, güzellik, iyilik, ölümsüzlük nasıl bilinecektir? Kuşkusuz ki kendi karşıtlanyle. Bu bakımdan, evrende, bunlann yamsıra, geçici olarak, kötülük, çirkinlik ve ölümlülük vardır. Ruhumuz, nasıl Tann cevherine bağlıysa; bedenimizin, somut varlığımızın da, bu dünyanın geçici olan şeylerine, zenginliklerine, beğeni ve eğlencelerine, yüksek mevkilerine, kötülüklerine tutkusu vardır. Bunlar, insandaki Tann cevherini örten, onu duymamıza engel olan «adem» öğeleridir. Sofî, bu maddesel tutkulardan sıyrılmak, ruhunu temizlemek; dünyanın geçici (fâni) tutkularından, eğlencelerinden uzaklaşmak, annmak ister vo kendi nefsiyle savaşa girer. Bunun için tasavvufu «her iyi ve yüksek huyu almak, her kötü huyu bırakmak» ilkesine bağlarlar. Bu çetin yolu aşabilen in-

uan Hlmo/lftn exnr- a r\t=> Tonn Va-mıcn v. Icpfldi VarllttinlU

kavuşmuş, onda kaybolmuş bir su gibidir. Bu ruh yüceliğine ulaşma, Tann’ kendi varlığında duyma, akıl yoluyle değil; aşk ve sezgi yoluyle, gönülle olur Ünlü Sofi Hallac-ı Mansur’un «enel-Hak» (ben Hakk’ım) diyebilmiş olması, b'” olgunluğa ulaşmış olmasının bir sonucudur. Bu yücelikteki insan, Tann’yla görür Tanrı’yla duyar. Yunus Emre’nin, «Senin ile bakayun, seni göreyim Mevlâ» sözü, bu özlemi duyurur.

Tasavvuf Edebiyatı:

Çeşitli yorumlan, yanında Yunanca «sofos» (hikmet, felsefe) sözcüğünde geldiği de ileri sürülen «sofi» ve ondan türeyen «tasavvuf» sözünün bir felse” terimi olarak ilkin VIII. yüzyılda ortaya çıktığı; bu felsefenin, İslâm dini y düşünüşüyle birlikte, bu yüzyıla değin gelip geçmiş çeşitli din, düşünüş ve in nışlardan izler taşıdığı; eski Yunan filozofu Eflatun’un idealizminden geniş ça ta etkilendiği biliniyor, ilk «tekke», VIII. yüzyılda, Şam yakmlannda açılmıştı «Sofi» sözü ilk olarak aynı yüzyılda yaşamış olan Küfeli Ebu Haşim için kull mlmıştır. Türklerde ilk sofi, XII. yüzyılda, Orta Asya’da, Horasan’da yaşamış ol ‘ şair ve tarikat kurucusu Ahmet Yesevî’dir. Hece ölçüsüyle, ulusal nazım biçi leriyle ve halk diliyle yazdığı «Hikınet»ler, kısa zamanda Türk dünyasına; XII yüzyılda da Anadolu’ya, yayılmıştır. Gezici dervişler yoluyle ve bu manzumeler «Yesevîîik», kendini duyurmuş, yerleşmiş; Anadolu’da, başta Bektaşîlik olmak üz re, kurulan öbür tarikatleri etkilemiştir.

Anadolu, bu çağlarda, siyasal çalkantılar içinde bulunuyordu. Moğol akın’ n, haçlı seferleri, Türk – Bizans çatışmalan, beyliklerin kendi varlıklarını ko: ma çabalan; Moğol saldınsından kurtulmak için Orta Asya’dan Anadolu’ya g“ lerin başlaması; can, mal güvenliğini sağlayacak devlet otoritesinin yetersizi” Anadolu’da huzursuz bir ortam yaratmış; doğudan gelen din ve tarikat adam? nmn kaynaşmasına, tekkelerin kurulmasına, huzursuzluk içinde bulunan hal1′ kendine manevî bir kurtuluş yolu aramasına yol açmıştır. Halk, böylece, y’ yeni açılan tekkeler çevresinde toplanmış, onların manevî havası içinde bir av ma yolu aramıştır. Kurulan tarikatler (Bektaşîlik, Mevlevîlik, Hurufîlik vb.) A dolu’nun, daha çok kültür merkezlerine yayılmış, buralarda genişlemiştir. Me rese ve şeriat anlayışının getirdiği «Tann korkusu» yerine, «Tann sevgisi»ni i tiren tekke düşünüşü, kısa zamanda geniş halk topluluklarını kazanmayı ve ke di çevresine çekmeyi başarmıştır, (bkz. Bektaşîlik, Mevlevîlik, Hurafîlik).

Bu din – tasavvuf ortamı, edebiyatı da etkiler. Bu tarikatlerin inanışları duygu ve düşüncelerini yansıtan bir edebiyat meydana gelir. Bu akım bir yanı* aruz ölçüsüyle; Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımı bir dille, Divan edebiye geleneği içinde, onun b^^olu olarak gelişirken; öbür yandan tümüyle ulu | olan Tekke edebiyatımJPragurur. Hece ölçüsüyle, dörtlüklerle, halk diliyle y” lan ve Divan şiirinin karşısına bu ulusal görünüşüyle çıkan bu «ilâhî»ler, «nefes»! tekkelerde, özel besteleriyle söylenirdi.

Tasavvuf edebiyatı, kendi içinde gelişirken, dile, yeni terimler, semboller, cazlar getirmiştir. Bu edebiyatta «aşk», «şarap», Tanrı sevgisini, Tann aşkı «dost», Tann’yı; «giizeliik-hüsn», Tanrı güzelliğini; «meyhane», Tann görünü nü (tecelli), tekkeyi; «pîr» (ihtiyar), tarikat kurucusunu, şeyhi; «saki» (içki S nan), mürşidi, şeyhi; «mâşuk» (kendisine âşık olunan, sevgili), yine Tann’yı si geler. Tasavvufun getirdiği bu mecazları, mecazlı söyleyişleri, yalnız tasavv şairleri değil; din dışı, aşk, şarap, kadın üzerine şiirler yazan sanatçılar da k lanmış, dünva tutknlarrm aşklarını saran ıra monlıano +10-,,

Bu sanatçılardan, edebiyatımızı çokça etkilemiş olanlar şunlardır: Sultan Veled (XIII. yy.), Şeyyat Hamza (XIII. yy.), Aşık Paşa (XIII, XIV. yy.), Gülşehrî (XIII., XIV. yy.), Nesımî (XIV. yy.), Hacı Bayramı Veli (XIII., XIV. yy.), Kay-gusuz Abdal (XV. yy.), Eşrefoğlu (XV. yy.), Hatayi (Şah İsmail Safevî), (XVI. yy.), Pîr Sultan Abdal (XVI. yy.).

YUNUS EMRE

~ / /

İLÂHİLER

I

Dervişlik der ki bana Sen derviş olamazsın Gel ne diyeyim sana’

Sen derviş olamazsın

Derviş bağrı baş gerek Gözü sulu yaş gerek Koyundan yavaş gerek Sen derviş olamazsın

Doğruya varmayınca Mürşide ermeyince Hak nasip etmeyince Sen deıviş olamazsın

Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek Sen derviş olamazsın

Dilin ile söversin Hem mâniden okursun Var yok yere kakırsın Sen derviş olamazsın

Derviş Yunus gel imdi Ummanlara dal imdi Atamana dalmayınca ^Sen derviş olamazsın
(Yunus Emre Divanı, Abdülbaki Gölpmarlı, 194

Eğer bir mü’minin kalbin yıkarsan Hakk’a eylediğin secde değildir

Hakk’ı arar isen kalbinde ara Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir

Ülfeti Ouil t ti

Emr-i İlâhîye muti’ olagör Hind ü Yemen ile Beç’te değildir

Kabul et Yunus’un ergen sözünü Tezcek gelir başa geç de değildir

(Yunus Emre Divanı, Abdülbaki Gölpmarlı, 1948)
Din – Tann konulan üzerine söylenen manzumelere «İlâhî, nefes» denir. Bu tip şiirler bestelenerek, tekkelerdeki törenlerde, makamıyle söylenirdi. Yunus Emre, İlâhîlerini, çoğunlukla, koşma tipine uyan dörtlüklerle yazmıştır. Gazel biçiminin etkisiyle, hece ya da aruz ölçüsüne uyarak yazdıkları da çoktur. Birçok İlâhîleri her iki biçime de uyar. Yunus Emre üzerinde çalışıp şiirlerini derleyen araştmcılar, onun, hece ölçüsüyle ve ulusal nazım biçimiyle yazdığı İlâhîlerine; dörtlükleri beyitler biçimine getirerek «musammat gazel» görünüşü vermişlerdir.

Yaşadığı XIII – XIV. yüzyılın Anadolu Türkçesiyle (Oğuzca) yazan Yunus Emre, Türk edebiyatının büyük şairlerindendir. Divanının değişik baskılan varılır. Bir kısam İlâhîleri Adnan Saygım tarafından bestelenerek bir «Oratoryo» meydana getirilmiştir (1946).

Yeni harflerle yayımlanan Yunus Emre Divanları:

Yunus Emre Divanı, Burhan Toprak, 1933, 1934, 1960. Yunus Emre Divanı, Abdülbaki Gölpmarlı, 1943, 1948. Yunus Emre ve Tasavvuf (Divaniyle birlikte» 1961.), Abdülbaki Gölpmarlı. Yunus Emre, Bütün Şiirleri, Cahit Öztelli, 1971.
1 — İslâm dünyasında «derviş», bir tarikata giren, kendini o tarikatın törelerine, kurallanna bağlayan kişidir. Bunlar, taç ve hırka giyer, teber ve keşkül taşırlardı. Birinci manzumede bu konuyu işleyen Yunus Emre, dervişliği nasıl lanıtıyor? O, nasıl bir yaşayış içinde olmalıdır? «Dövene elsiz, sövene dilsiz-gerekmek; bağn baş (yaralı), gözü yaş olmak» sözlerinden ne anladınız?

2 — Şaire göre, yukarıda söylenen nitelikleri nefsinde gerçekleştirmek, der-vly olmağa yeterli inidir? «Doğruya varmak, mürşide ermek, Hak nasip etmek» vn «ummana dalmak» sözlerinin bir sofî, bir derviş için anlamı nedir?

^ — Yunus Emre’nin, kendi kişiliğini öne sürerek, dervişte, daha geniş an-Imıııylc insanda aradığı nedir?

4 —■ İkinci manzumede, aynı konuya başka bir yönden, dıştan içe eğilerek Imkıyor. Sofilerin başlanna giydikleri taç, kutsallık taşır; onu, lâyık olmayanlar ( İHyıynmu/.lur. Şairin, birinci beyitte söylemek istediği nedir? Kızdıran «od», kı-
Yardımcı Bilgiler:
Metin Üzerinde İnceleme:

Yunu^’un aşağıdaki dizelerim buradakiyle karşılaştırınız:

Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil

5 •_ £ofî, derviş, her şeyden önce bir gönül adamıdır. Gönül yıkılmaz Tan-/ n evidir. Gönül eri, dünyanın bütün paslarından arınmadıkça ona «Hak»’ tecelli etmez- aJ103^ bütün kötülüklerden, geçici tutkulardan arınmış «kâmil insari»

: gönüllerin^ Tanrı nura ışır. Onu artık başka yerde aramak, gerekmez. /

İkinci manzumede bu düşünüşle ilgili beyitleri bulup gösteriniz.

5_0u manzumede Yunus’un nasıl bir insan görüşü var?

7_ J kinci manzumeyi biçim, ölçü, nazım birimi yönlerinden birinciyle karşılaştırmış İkincisi, hangi özellikleriyle Divan manzumelerine benziyor? Ne bakımdan onlardan ayrılıyor?

__x—- 1 — Yunus Emre’de okuduğunuz manzumelerin dili, XIII.,

V Dil- XIV. yüzyıldan çağımıza gelen dildir. Bu dilin ağızdan ağ-za, yazıdan yazıya yüzyılları aşıp gelirken ufak tefek d&–” ğişikliklere uğradığını; her çağın söyleyişinden az çok etkilendiği^ düşünebiliriz. Yunus’taki güzel Türkçenin temel yapısında bunlar •önemli s^y^maz- Kimi manzumelerinde, tasavvufun ve İslâm kültürünün getirdiği yaba1101 sözcüklerin çokça bulunmasına karşın, o, halkın diliyle yazmıştır.

Okudu6unlLZ iki manzumede, yabancı sözcükleri bulup gösteriniz; bunların halkın diline de geçmiş dinle ilgili sözler olduğunu belirtiniz.

2_ Jîirinci manzumenin ilk dörtlüğünde geçen «ne diyeyim sana»; beşinci

«dörtlüğündeki «mâniden» <manadan, anlamdan) okursun», «var yok yere kakırsın»

sözlerinin anlamı nedir?

3_pördüncü dörtlükteki «Derviş gönülsüz gerek» sözüyle şair ne demek

istemiştir-? Buradaki «gönülsüz» sözüyle «kalpsiz», «yüreksiz» sözleri arasındaki

-anlam aynhklarım belirtiniz ve bu sözcükleri birer tümcede kullanınız.

4_ Jkinci manzumenin ikinci beytinde geçen «kalbin» sözcüğü, ismin hangi

halindedif? Bugünkü söyleyişe göre dizedeki eksikliği tamamlayınız.

5__ tfOIagör» yüklemi, iki fiilden yapılmıştır: Ol-a-gör. Öbür örnekleri: Gel-

smeğegör, gidedur, bakakaldı gibi. Dördüncü beyitte geçen bu fiildeki «gör» söz-«cüğü, fii)g nasıl bir anlam katıyor? Bu tip fiillere ne ad verilir?

III

Ey dost senin yoluna Canım vereyim Mevlâ Aşkmı kamayaym Oda 0&yim Mevlâ

Beni sana vereyın

Sensiz beni.nideyin

Ben.senuı hazretıne , i A

Bensız varayım Mevla

Benden bana yakmsm Canımdan sevgilisin

TÜRK VE BATI EDEBİYATI 511

1,

birT rk

Bir cür a muş edeyim ’ , (

E«el-Hak çağıruban u’M‘5îtWT

Dart’^gideyim Mevlâ M&yh»nâk vl&pf,

Meşayihe varaym Kılmcmı alaym Kendi nefsim boynunu Kendim vurayım Mevlâ

Ger beni senin için

Yetmiş kez öldüreler

Bin kez dahi ölmeğe

Razı olayım Mevlâ ,

Yunus eydür benliği Aradan tamedeyin Senin ile bakayım Seni göreyim Mevlâ

(Yunus Emre Divanı, Abdülbaki Gölpmarlı, 1948)’
Yunus Emre, bu manzumesinde kendini dünyaya bağlayan soyut ve geçici varlığından sıyrılmak; denizi arayan,, ona ulaşıp onda kaybolan akarsular gibi, nefsini Tanrı varlığında yok etmek, «fenafillah»a ermek duygusunu dile ge-

l irmiştir.

«Oda girmek», İbrahim Peygamber’e telmihtir. Söylendiğine göre, Hazret-i İbrahim’in babası, Nemrut’un veziriydi. Bu görevi yanında putçuluk da yapar, put yapıp satarmış. İbrahim Peygamber: «Benim Tanrım, yeri göğü yaratandır; bu putlar olamaz» der ve bir gün puthaneye giderek putları kırar, Tanrı birliği İnancım yaymaya çalışır. Bunun üzerine Babil hükümdarı Nemrut, onu ateşe attırır; fakat ateş, Tann’nın isteğiyle soğur ve İbrahim, kendini bir gül bahçesinde görür.

«Enelhak», «ben Hakk’ım» demek. Bu, ünlü İslâm Sofisi Hallaç Mansur (858 -922)’un sözüdür. Sofilerin inanışına göre, evrende Tanrı varlığından başka varlık yoktur. Her şey ondan bir görünüş, bir parçadır. Kendi varlığının Tann varlığından bir zerre olduğunu duyabilmek, Sofî için «fenafillah» derecesine ulaş» inaktır. Mansur, bu olgunluğa ulaştığım anlatmak istemiş, fakat sözü yanlış anlaşılarak «Allahlık» iddiasında bulunduğu sanılmıştır. Bu yüzden, Bağdat’ta kentlisine bin değnek vurulmuş, elleri ayaklan kesildikten sonra asılarak öldürülmüş ve cesedi yakılmıştır.

«Vahdet», «birlik» demek, Evren, bir tek varlıktan oluşmuştur, o da Tann’-dır. «Şarap», Tann aşkının simgesidir.
1 — Bu manzumede, dost, canım vereyim, aşkım koma-yayın, beni sana vereyin, benden bana yakınsın, canımda® sevgilisin gibi sözlerin çevrelediği bir aşk teması işlen-
Yardımcı

Bilgiler-.
Metin Üzerinde İnceleme;

Yunus Emre’nin bu manzumesinde mecaz aşkın etkileri duyuluyor mu?

2 — Şairin özlediği nedir? Buna kavuşmaya tasavvuf dilinde ne denir? Bu özlemi belirten dizeleri gösteriniz.

3 — Benliği aradan çıkarmak, Tann ile bakmak, oda girmek, dara girmek sözlerinden anladığınızı açıklayınız.

4 — ikinci dörtlükteki «ben» sözlerini şair hangi anlamlarda kullanmıştır^* Bu dörtlüğün ilk dizesindeki «ben» sözüyle, dördüncü dizedeki «ben» sözü üzerinde düşününüz. Bunlardan hangisi bizi bu dünyanın gelip geçiciliğine bağlayan somut, hangisi ruhsal varlığımızı belirtiyor?

5 — «Vahdetin şarabından bir cür’a nuş etmek (bir yudum içmek)» sözünü tasavvuf açısından açıklayınız.

—— 1 — Manzumede kimi fiil kiplerinin değişik çekimlerini

Qj|. göldünüz: Komayayın, vereyin, nideyin, edeyın gibi. Bu

fiillerin bugünkü söylenişlerini ve kipini söyleyiniz.

2 — Geçmiş yüzyıllarda -üben, -uban ekiyle görülen bağ-fiiller, bugünkü Türkçemizde -erek, -arak ekiyle. karşılanıyor. Yunus Emre’de gördüğünüz çağıruban (çağırarak) gibi. Buna başka Örnekler gösteriniz. Bu, sözcük, kendinden sonra gelen hangi sözcüğün anlamına etki yapıyor?

3 — Türkçe olup, bugün dilimizde kullanılmayan ya da değişik biçimde kullanılan sözcükleri bulup gösteriniz.

4 — Aşkım komayayın sözündeki komayayın fiili hangi anlamda kullanılmıştır?

IV

Ne gülersin şu dünyada Ecel gelip ölmesi var Şol uzanıp yattığımız Bir gün viran olması var

Ecel gele bir gün bize Yaptığımız yine boza Şol gül gibi civan taze Benizlerin solması var

Sular bizim nurlarımız Hep tükenir sözlerimiz Bakaduran gözlerimiz Toprak ile dolması var

Bir £etek tuttun ise Rah-ı Hakk’a gittin ise Hayr ü şer ne ettin ise Varıp anda bulması var
Derviş Yunus budur sözüm Hak’tan yana tutgıl yüzün

1 — Okuduğunuz bu manzumede yaşama sevgisi ve ölüm teması işlenmiştir. Yunus Emre’nin mistik yanının güçlü olduğunu biliyoruz. Onda Tanrı aşkı, bir ana duygudur; fakat Tanrı’mn bir yapıtı olan dünyayı da sever. Yaşamdan uzak değildir. Dünyayı, güzellikleri sevmekte Tann’yı arayıp bulma vardı;

o sevgiliye kavuşma, onun varlığında kendini unutma, yok etme vardı. Fakat ölüm düşüncesi onun da yüreğini dağlamıştır. Ecel, bir gün bizi, belki en güzel çağımızda yakalayacak, yaptıklarımızı bozacak, gül benizli tazeleri solduracak; bakan, gören, seyreden, seven -gözlerimiz, gönüllerimiz toprakla dolacak; gülen yüzlerimiz gülmez, konuşan dilimiz söylemez olacak; ecel denen yırtıcı kuş, bir gün bizim de kanadımızı yolacak.

Yunus Emre’nin bu söyleyişinde dünyanın bütün güzelliklerinden, yaşama isteğinden, günün birinde koparılmanın içten gelen acısı var. Dünyaya sevgi var. Manzumenin baştan üç dörtlüğünü ve son iki dizesini bu açıdan inceleyiniz.

2 — Bu dünyadan bir gün göçüp gidecek olan kişioğluna, son iki dörtlükte Yunus Emre ne söylüyor? Verdiği öğüt nedir?

3 — Hayr ü şer etmek. Hak’tan yana yüz tutmak sözlerini açıklayınız.

1 — «Şol uzanıp yattığımız bir gün viran olması var. Ba-kadııran gözlerimiz toprak ile dolması var» sözlerinin eksiklerini tamamlayınız. –

2 — «Var» redifli dizelerde hangi sözcük yüklem görevindedir? Bu sözcüğün öbür zamanlan hangi fiille çekimlenir? Bir iki örnek veriniz.

3 —■ Eski metinlerde -gil, -gıl ekleriyle yapılmış emir kipleri görülür. Bu ekler, emir kipinin ikinci tekil şahsına ulanmakta ve anlamı pekiştirmektedir. Son

* dörtlükte gördüğünüz tutgıl gibi. Siz de buna birkaç örnek veriniz.

4 — Yine eski dilimizde -leyin, -layın eki görülüyor. Bu ek (gibi) yerini tutmaktadır. Yunus’un İlâhîlerinde bunun güzel örnekleri var. Burada ve öbür man-Humelerde bu sözcükleri bulunuz.

5 — «El etek tutmak» deyiminin anlamını söyleyiniz. Dilimizde «el etek» sö-rüyle ilgili, zengin anlamlı deyimler var: (Bir şeyden) el etek çekmek, (birisinin) •teğtne düşmek, eteğine kapanmak, eline eteğine yapışmak ve el etek öpmek gibi. Htı devimleri birer tümcede kullanınız ve anlam ayrılıklarım söyleyiniz.
V SEÇMELER

1

Acep şu yerde var m’ola Şöyle garip bencileyin Bağrı başlı gözü yaşlı
Metin Üzerinde İnceleme:

Meğer iki gökte yıldızım Şöyle garip bencileyin

Nice bu dert ile yanam Ecel ere bir gün ölem Meğer ki sinimde bulam Şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin
2

Şöyle hayran eyle beni Aşkın oduna yanayım Her nereye bakar isem Gördüğüm seni sanayım

Senin kokun duydu canım

Terkin vurdum şu cihanın Bilmezem ayıt mekânın Seni kanda isteyeyim

Kaynar denizleyin canım Oynar gemileyin tenim İki deniz arasında Gark oluban uşanayım
3

Ne varlığa sevinirim pPyokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içeni Mecnun olup dağa düşem Şensin dün ü gün endişem

Toprağım anda çağıra Bana seni gerek seni

4

Hak’tan inen şerbeti İçtik elhamdülillâh Şol kudret denizini Geçtik elhamdülillah

Kuru idik yaş olduk Ayak idik baş olduk Kanatlandık kuş olduk Uçtuk elhamdülillâh

Taptuk’un tapısında Kul olduk kapısında Yunus miskin çiğ idik Piştik elhamdülillâh

5

ilim ilim bilmektir îlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Bu nice okumaktır

Dört kitabın manası Bellidir bir elifte Sen elifi bilmezsin Bu nice okumaktır

Yunus Emre der hoca Gerekse var bin hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir

6

Severim ben seni candan içeri Yolun vardır bu erkândan içeri

Beni bende demen bende değilim Senin aşkın beni benden alıpdur Ne şirin dert bu dermandan içeri Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat mârifet andan içeri Süleyman kuş dilin bilir dediler Süleyman var Süleyman’dan içeri
Dil:

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*