Bilim Ve Teknik Adamları Eskilerden Bir Anı

Johannes Andreas

1867   – 1928 DanimarkalI Hekim

Sağlıklı hücrelerin kanserli hücrelere dönüşmelerini de­neysel olarak göstermesiyle tanınır.

Baba mesleğim seçen Fi- bıgcr, 23 yaşında Kopenhagen Üniversitesini bitirerek hekim oluyor, daha sonra Berlin’de R. Kocfı »e E. von Behring gözetimindi çalışmalar yapıyordu.

O günlerin problemi, çevredeki öğelerin kimilerindeki değişik­lerle kanserli hücrelerin oluşacağının bilinmesine rağmen yapay kan­serleşme ile bunun gösterilememesiydi. Kırk yaşına gelmişti ve son on yıldır patolojik anatomi kurumunda çalışıyordu. Bir gün keme­lerin (Ratlus, bir cins sıçan) mide dokularını incelerken içlerinin tümörlerle kaplanmış olduğunu görüyordu. Kelebek tümörü deni­len bu kabarık oluşumları iplik kurtlarında da (Nematode) görmüştü. Keme midesindeki oluşum iplik kurtlununkine benziyordu. O hal­de, tümörün nedeni bu parazit olmalıydı. Bu, gerçekten doğru ola­bilir miydi! Yoğun bir keme avı başladı, fakat 1200 kadarı üzerinde yapılan incelemeler hiçbir ek kanıt sağlamadı. Acaba, iplik kurtları kemelere geçmeden önce bir aracı mı kullanıyorlardı? Doğrudan yapılan araştırmalar sonuç vermiyordu; fakat 1878 yılında yayınla­nan bir raporda iplik kurtlarının hamamböceklerinin de (Periplane- ta americana) parazitleri olduğundan söz ediliyordu. Belki de bu böcekleri yiyen kemeler iplik kurdu parazitlerini de almış oluyor­lardı. Sıra bu gibi kemelerin bulunmasına geliyordu. Herkese ha­ber veriliyor, kulaklarım açık tutmaları isteniyordu. Nihayet bir şeker fabrikasında bu hamamöceklerini yiyen kemeler ele geçiriliyor, ya­kalanan 61 kemeden 40 tanesinin midelerinde iplik kurdu bulunu­yor ve bunlardan da 7 keme tümörlü çıkıyordu.

Bunun üzerine Fibiger çalışmalarını sürdürüyor ve altı yıl son­ra (1913’te) iplik kurdu larvalarıyla parazitlenmiş hamamböcekle- rıyle beslenen kemelerin tümörler oluşturacaklarını ileri sürüyor­du, Nobel Ödülü Kurulunca “kuşağımızca deneysel tıp bilimine yapılan en büyük katkı” olarak nitelendirilen bu çalışma 1926 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü alıyordu. O günden bu güne değin lııç kimse Fibıgcr’ın tümorlenmenin neden çabuklaştığı buluşuna kaışı çıkmamakla birlikle iplik kurtlarının boylc olağandışı bııyü- ııırli’ii’ ni’ilcıı iil.ıt.ıjjiııı kalıııl rılı,mtwl<ı>,‘lıı

4J

1868  – *1934 Alman Kimyacı

Yapay yollarla elementle­rini bir araya getirerek amon­yak üretimini gerçekleştirme­siyle ünlüdür.

Doğumunda annesini kaybeden Haber, tamamen babasının et­kisi altında yetişiyor, özellikle tuz üretimi ve ticaretinin incelikleri­ni öğreniyordu. O da Emil Fisher gibi daha genç yaşlarda kimyaya ilgi duyuyor, Üniversite eğitimini Hoffman’ın gözetiminde Berlin’­de tamamlıyordu.

23 yaşında kimya doktoru olan Haber, daha 30 yaşını bitirme­den de kimya profesörlüğüne atanıyorçiu. Daha çok Ostvvald ve Arrhenius tarafından kumlan fiziksel kimyaya yönelen Haber, elek­tro kimyada önemli çalışmalar yapıyor ve eriyiklerin asitliğini ölçen gerecini düzenliyordu. İnce bir cam çubuğun ucundaki elektrik er- kilinin (potansiyel) saptanmasına dayanan bu gereç ile aynı yıl Sren- sen’in- (pH) dediği özelliği, çabucak ve kolaylıkla ölçebiliyordu.

Adını, kimya laboratuvarlarında kullanılan ısıtaca veren Bun- sen’den de dersler gören Haber, bu ısıtacın neden bu kadar yaygın kabul gördüğünü merak ediyor, ısıtacın alevinde oluşan kimyasal olayları incelemek istiyordu. Gazlar içindeki tepkimelerin incelen­mesi defnek olan bu merakı, O’nu üne kavuşturan çabalarının baş­langıcını oluşturuyordu.

Yirtnirtci yüzyılın başlarında kimyacıları oyalayan sorunların ba­şında, havadaki azottan nasıl yararlanılacağı geliyordu. Çünkü azot, gübre ve patlayıcıların üretimi için önemli bir madde idi ve daha çok Kuzey Şili çöllerindeki nitrat yataklarından (biriKintilerinden) elde ediliyordu. Bu yatakların dünya sanayi merkezlerine uzak olu­şu, çoğb zaman sorunlar yaratıyordu. Fakat beşte dördü azot olan hava her yerde bulunduğuna göre, bundan geniş ölçüde yararlan­manın bir yolu bulunmalı ve ucuz azot elde edilmesi gerçekleşmeliydi.

Azot ve hidrojen bir araya getirilerek amonyak üretilebilirdi; fakat bü doğrudan doğruya yapılabilseydi, o güne kadar gelmiş geç­miş kimyacılardan en az biri tarafından başarılmış olurdu. Haber, doğrudan bir çözüm aramanın sorıuç vermeyeceğini bildiği için, ma­tematikte problem çözüm yollarından biri olan “Yardımcılar Yön- temi’ni” kullanmayı kararlaştırıyordu. Birçok sınama ve deneme­den sonra Haber, bu yardımcıları demir ve basınç olarak bulan Ha­ber, demiri katalist (kendi tepkimeye katılmayan fakat diğer ele­ment veya bileşiklerin tepkileşmelerini sağlayan element veya bile­şik) olarak kullanıp, azot ve hidrojen tepkileşmesini basınç altında yaparak, amonyak elde edebiliyordu. Bu şekilde elde edilen amon­yak, artık gübre ve patlayıcılar üretiminde kullanılabiliyordu. Son­raları Bosch’un çalışmalarıyla havadaki azotun saptanması daha da kolaylaşıyordu.

Haberin buluşuna dayanan bu gelişmenin büyük yararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında görülüyordu. İngiliz donanması, Şili yatak­larından Almanya’ya doğal nitrat bileşikleri getiren gemilerin yolla­rını Itesıyor ve I9lfi yılında Almanya’nın patlayıcı iirotemcyeceğini

Mjll IUHİ


3tn bu’ı ıuyo lı ellik. sa< scf î her o sll’fl ~r: n” vey J bt! ri

ıg’m ya| tıg. (ılı linde gt -tikte”m er tek * ık deli! lerin b> bırtemv yedi « elik uz

 

nlerin b’-bıHern ırçekteı ayı <rc karşıt Iproblerc olan id iunun itin çok ısa s 11 erinde (deneyle* yapı ın

 

VJ‘ »»■                              ……… , .           _

rınıî) bilimsel değerinden dol ıcr 1918 v,. N:„ el K ile onurlandırılıyor,ancak s Paylaştırdığı ir. ıcı lim çevrelen bu ödüllendirr ay *;.(rjı çıkıyordu. ka:. re Sonra Bergius’ıjn, kömü > * i irojenleştiı^rek t» çok şiği Haber yöntemiyle elde >-trı rsi, buluşun yılm • .avs? ğım, yaygın ku’lanış alante ı “dıı unu da göste yorc

 

MORGAN, Thomas Hunt 1866-1945 Amerikalı Genetikçi

IDSTEINER,

1-1943
rlkalı
ısturyalı)
im

n kanlarını gruplandırarak
ıtiyacı olanların kimlerden
ılabileceklerini bulmasıyla
ür.

lası Viyana’nın ileri ge-

jzetecilerinden olan Landsteiner, köklü bir temel eğitin
p fakültesini bitirerek hekim oldu. Fakat Emil Fischer \
tsch gibi seçkin öğretmenlerin ve konularının (kimya) etkisi
jrum, Karl’ın çeşitli olayları ve sorunları kimya gözlükle
ıe neden oluyordu. Nitekim daha sonraki günlerde bal
ımunoloji bilim dallarındaki çalışmalarında karşılaştığı p
imya problemi gibi düzenliyordu,
zyıllardan beri süregelen kan kayıplarından ölümleri önlı
ıdan insana, hatta hayvanlardan insana kan aktarmaya gır
jek çoğu başarısız olmuştu. Yılların acı deneyleriyle i
ı uygun olması gerektiği artık anlaşılmıştı. “Uygun” s<
nilir bir tanımının yapılamamış olması, karşılaşılan ölü
^nedeniydi. O halde, Landstein’ın problemi “uygunu” b
tanımlamaktı.

er insan kanı farklıydı. Bu farklılık içerdikleri proteinle
undandı. Fakat kimi insanların kan proteinlerindeki bu f;
ik değildi. Bir insanın kan serumu (hücreleri ve pıhtılaş

ri alınmış kan) başka bir insanın alyuvarlarıyla (eritrosıı

a pıhtılaşma oluyordu. Ancak kimi karışımlarda bu ola)
du. Acaba, pıhtılaşma olan ve olmayan kanların özelli)

isteiner, çok çeşitli insanlardan aldığı kanlarla denemeli
: ana kan grubu: A, B, AB ve 0 ayırıyordu. Bu gruplarıı
erinde pıhtılaşma oluyor, kimilerinde olmuyordu. O halde
lan kişi, AB ve 0 kan gruplarından kan alabilirdi. Böylece,

^eden saptanan insanlar arasında kan alışverişi, bu bilgile

korkusuzca yapılabilirdi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Wm rr- İt mu


 

———— ,……………… wııım va ilin……… fafdllllll« Ulrtll wu ydlIŞfTüMıin nçaç-

niyle 1930 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü’nü alıyordu. Ileriki yıllar­dı Hıpten’ln varlığını gösteriyordu. Hapten çok küçük organik mole­küllerdi. ancak başka bir protein molekülü ile karıştırılınca karşıt mad­dilerin üretimini sağlıyordu (karşıt madde vücuda giren yabancı mad­deler« karşı vücudun kendini savunmak amacıyla ürettiklerinin genel ıdı). Yapısı belli hapteni albümin gibi proteinlerle karıştırarak eser mik- ırdıkl haptenin karşıt madde üretimini büyük ölçüde etkilediğini |öıterlyordu,

Yem buluşlıra götüren çalışmalarını ileri yaşlarında da sürdürüyor, ‘0 yışındı (Rh) faktörünü buluyordu. (Rh), Alyanaklı maymun (Rhe- uı) adından kısaltmaydı. Bu faktörün varlığı veya yokluğu (eriythro- umoıll fetalis) denilen çocuk düşürme, beyin tahribatı ve sarılık has- »lıklırını belirliyordu. (Rh) faktörü varsa kimi önlemler alınması gere- :lyordu. İlk gebelikten sonra annelerin kanlarının tamamının değiştiri- K#Jl böylece anlaşılıyor, anne ikinci gebeliği korkusuzca göze Ubıilyordu.

İPEMANN, lanı

B<S9 1941 Umun Zoolog

Ceninin (embriyo) gelişmesi raurd.ı düzenleyicilerin etkile- ııı ulumasıyla ünlüdür.

Speııunn, kitap yayıncısı •m babasının yanında, daha ık küçıik yaşta hemen hemen ■ı konu ile tanışıyor ve ilgileniyordu. Tıp, botanik, zooloji ve Rönt- ıı’ın yönetiminde fizik eğicimi görü yor,fakat bu konuların içinde ya­nımı dolduran zooloji oluyordu. Nitekim Boveri’nin gözetimindeki lışmaları sonucu Spemann, yirnıi altı yaşında zooloji dalındaki dok- rasırıı tamamlıyordu.

Bıyolop dalında o zamanlar cevabı aranan soru, cenini rasıl gelişti­rdi, 1880 yıllarında, döllenmiş yumurtanın yatay bir simetri düzlemi- gort ikiye bölündüğü bilmiyordu. Eğer bu iki yarıdan birisine kızdı- uııı ıjjııe sokulup öldürülürse, kalan hücre, ceninin uzunlamasına ya- bolum’inii oluşturuyordu. Bu nedenle, ileride hangi parçalardan olu- ıjjjıııı, döllenmiş yumurtanın içindeki bir düzen yönetiyordu. Hatta İm yumurta döllenmeden önce, neyin ne olacağının belirlendiği dü- ııulcbılırdi. Bu, yüzyıl önce VVolffun ileri sürdüğü “her şeyin önce­li pbnlandığı” kuramını doğruluyordu.

Daha sonra yürütülen deneyler, ilk bölünmeden hatta beşinci bö­lmeden sonra bölünen iki yarının birbirlerinden ayrılması halinde, r ıkı yarının dı ayrı ayrı geliştiklerini; fakat daha küçük ceninler oluş­tuklarını gösteriyordu. O halde, hücrenin içinde gelişmeyi yöneten “yaşam gürü” olmalıydı. Bu gücün ne olduğunu bulmaya yönelen pmanıı, lıcm yaşam hem de matematik problemlerinin çözümünde ,rrlı ve çok önemli olan bir yöntem uyguluyordu. Yönteminin te­li, her adımda “şu veya bu yapılırsa ne olur, nasıl bir sonuca ulaşı- vorı.sıımı sormaktı.

SpeıiMiın, ikiye bölünmüş hücrelerden birini öldürüp yerinde bı- ııjjıııd.1 ve hücreleri birbirlerinden ayırdığında, bölünmeyi sürdüren er yarının hücrelerinin, komşu hücreleri de etkilediğini gözlüyordu, nevili (,0/beheği, beyin hücrelerinden oluşuyordu ve yakınındaki deri ırlrıı tir gomıerreği yaparak, göz tamamlanıyordu. Eğer gözbebeği »n Uımrli’i ılı-nnın ^/mi’neğı yapan yerinden daha u/aklara aşıla- —                     y „                                            vımufvıvu, uu Mjuı^u uuı.1 uıcruüM eiKiıenme

kuramı “her hücrenin ne olacağı önceden planlanmıştır” diyen VVolffun düşüncesini geçersizliğini gösteriyordu.

O halde, belirli organların oluşumunu düzenleyen “yaşam gücü” ne idi! Bir düzenleyicinin (planlayıcının) olduğu kesindi: fakat bu gizem kimi kimyasal maddelerde saklı olabilirdi. Sağlam hücrelerin komşu hüc­releri etkilemesi, salgıladıkları kimyasal maddeler sayesinde gerçekleşi­yor, bacaktan alınan deri, yaralanmış dudağa aşılandığında dudak ilk şeklini tamamlayacak biçimi alıyordu. Spemann bu düşüncesinin geçer­liliğini bir ömür boyu süren çalışmaları/la gösteriyor, kurbağa cenini sinirdokusundan aldığı hücreleri, semenderde sinirdokustı geliştirmek için kullanıyordu. Spemann hücreleri, zarar görmüş bağırsakların ona­rılmasında kullanıyor; yani hücrelerin, taşındıkları yerin hücre yapısına uyum gösterdiklerini ispatlıyordu.

Spemann’m zamanında, Starling ve Bayliss tarafından ileri sürülen “hornıon” kavramı artık inanılan ve güvenilen bir gerçekti. O halde, ceninin gelişmesi hormonların denetiminde olmalıydı, başka bir deyiş­le; hücrede “yaşam giicü” ya da “önceden planlanmış olma” söz ko­nusu değildi. Spemann araç ve gereçlerini kendi yapar, çok düzgün ba­lık ağları örer, edebiyattan iyi anlardı. ‘’Doğayı öğrenmek isteyenlerin bir de sanatçı damarı olmalıdır,” “yalnız öğretmen, öğrencilerimden de öğrenirim,” diyen Spemann, biyolojiye yaptığı katkılar nedeniyle 1935 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülüyle onurlandırılıyordu.

PREGL,

Fritz

1869 – 19B0 AvusturyalI Kimyacı

Banka» bir tabanın oğlu olarak küçük şeyleri gözardı et­memeyi öğrenen Pregl, ayrıntı­lara önem verilen bir ortamda yetişiyordu. Babasının ölümü üzerine annesi ile birlikte Graz’a. gelen Pregl, burada hekimlik diploması alıyordu. Bir süre sonra öğre­tim görevlisi atanıyor ve Ostvvald’ın gözetiminde fiziksel kimya alanın­da bazı araştırmalara katılıyordu.

Pregl, hekimlik yaptığı günlerde, özellikle göz ameliyatları üzerin­de duruyor; fakat Leibzig’de Ostwa!d ile yürüttükleri araştırmaları unu- tar,,ıyordu. Döndüğü araştırmalarına da safra asitleriyle yeniden başlı­yordu. Bu asitler çok karmaşık bileşiklerdi ve karaciğerden ancak çok az miktarlarda elde edilebiliyorlardı. Gerçi Pregl bu araştırmalarını tıp açısından yürütüyordu ama, yavaş yavaş kimya alanına kaydığını bili­yordu. Araştırmalar ilerledikçe endişeleri artıyor, gözle bile görüleme­yecek kadar az miktarda elde edebildiği safra asitlerinin yapılarını nasıl saptayabileceğine karar veremiyordu. Ya çok miktarda safra asidi elde etmeliydi ya da bu çok yetersiz miktarları analiz edebileceği yeni bir yöntem bulmalıydı. Geriye baktığında kimyasal bir bileşiği analiz et­mek için Justus von tiebig’in en az bir gram ile çalıştığını saptıyordu.

Büyük miktarda safra elde etmenin pahalı ve zaman alıcı olacağını düşünerek ikinci yolu; yani, çok küçük miktarları duyarlı bir düzeyde analiz edebileceği yeni yöntemler bulmaya koyuluyordu. Cerrahlıkta ustalaşan ellerini kullanarak son derece duyarlı bir terazi yapıyor, kul­landığı diğer cam araç ve gereçlerin çok küçük boyutlarda üretimi için cam ustası W. Kuhlmann’ın işbirliğini sağlıyordu.

1911 yılında artık 7 ile 13 miligramlık miktarları bile analiz edebi­lecek yöntemi geliştiriyor, bunun üzerinde daha da çalışarak 2.5 mili- gramlık bileşikleri bile ele alabilecek dıucye ııl.ışıymdıı Boylere, inik

yan Pregl, bu hizmetleri nedeniyle 1913 1       Nobel Ci alıyordu.

DALEN,                                                                                     |

Niels Gustaf                                             ^

1869  – 1937

İsveçli Mühendis                                                                     X

Birçok buluşu yanında özel- 4U                             k ‘

likle gündüz kendiliğinden sönen ‘   M ve hava kararınca kendiliğinden

yanan deniz feneri buluşuyla                                   J ünlüdür.

Geciken eğitimi nedeniyle ancak 27 yaşır     ıakina niıiı

bilgisini artırmak ve araştırma yapmak için ,          h’e gidijet

asıl merakı bir çiftçi olan babasının tarlada ahçedlek, lükleri giderek makinaları yapmaktı.

İsviçre’deki çalışmaları sırasında, sıcak          1 ile çalışa

kompresörlerde ve hava pompalarında çeşı1        -¡leştim e!

O zamanlar gemicilik oldukça ilerlemiş; fakat       izciler ¡<;ii

olan fenerler, ihtiyaçları ucuza karşılayacak,           zeye h«nıı

inişti. Deniz fenerlerinde odun, kömür, ga             ;ı yakar»t

döremi çoktan geçmiş, artık asetilen lambi             kullanılır

kat fenerlere sürekli asetilen sağlamak ve hı           iman biri

durmak, dolayısıyla onun da ihtiyaçlarını siin karşılartjal leyen problemlerdi.

Önce, taşınması bile çok tehlikeli olat             etilen (:ırl

mek gerekiyordu. Taptığı birçok deneyden           ra Daleıı,

zülmüş asetileni “Aga” dediği binlerce gö;.             kli bir ire

mosferlik basınç altında emdirmeye zorlayın        Aga’nıır II

lik kaba, hacminin on katı kadar asetilen sı            abiiec;ej;iı

Böylece taşıma sırasındaki sarsıntıların pattı -a yol aı:ri miş oluyordu.

İkinci problem fenercinin ihtiyaçlarını I           ılamak w

yakıp söndürme görevini üslenecek bir düzci     ılmaktı. I!’

len, bir lamba içine dört demir çubuk yerle1,         ordu. W

ikisi siyah, dıştaki ikisi de parlak -enklerı e;-         liyah reni

daha fazla emdiğinden genleşmesi farklıydı. *     düz siyiıfı

ha çok genleşerek asetilen kapağını kapıyor        ece de da

lerek açıyor ve böylece kılavuz alev lerıeı ı              cıyordu,

Bu buluşu gemicilikte ve limanların giı         te yönejtill

yararlı olduğu için Dalen’e “gemicilerin kor            cusu” şd

“Aga” maddesi ile doldurduğu ve taşınırken ı      len patları

massan” adını verdiği tanklarla önlediği ha          , laboraltıı

patlamada gözlerini yitiriyor, fakat bu durur         rağmen ı;

nı sürdürüyordu. 1912 yılı Nobel Fizik Öd.          lün iki ¡w

la’nın ödülü geri çevirmesi üzerine, buluşları >ün bile k len onurlandırılıyordu.

RİCHARDS,

Theodore Wllllan,

1868 – 1928 Ametlkalı Kimyacı

Birçok elementin atom ağır- ıklarım çok duyarlı düzeyde ölç- nesiyle ünlüdür.

Ressam bir baba ile ozan ve yazar bir annenin oğlu olarak doğan ııands’ın, bu konularda; hatta müzikte de yetenekli olduğu küçük yaşta bel akat gözü yukarılarda olan Richards gökbilinci olmak istiyordu. Göz! ‘eki bozukluk Richards’ın bu isteğini engelliyor; öğretmeni Josiah P. C e’un özenle hazırlanmış dersleri, O’nu kimyaya çekmeye yetiyordu. [

7 yaşında sınıf birincisi olarak üniversiteyi bitiren Richards, üç yıl sı oktor oluyordu.

Dünya’da kimya alanında yapılanları iyi izleyen Richards, o günlı «-iementlerin atom ağırlıklannın saptanması için çabaların sürdüğünü >r; hatta Rayleigh’in aynı konu üzerindeki titiz araştırmalarından h; iyordu. Bu nedenle doktora konusu, oksijenin atom ağırlığının hidr nkine oranının çok duyarlı bir biçimde saptanmasıydı.

Doktoradan sonra bilgisini artırmak için Almanya’ya giden, Viktor Me stvvald ve Nemst gibi ünlüler ile çalışan Richards’ı, dikkatli ve titiz aştırıcı olarak gören bilim çevreleri, Almanya’da profesörlük teklifi ılunuyoriar; fakat O , ülkesinde çalışmayı yeğliyordu.

Meslek yaşamının otuz yılını elementlerin atom ağırlıklannın do jtanmasına ayıran Richards ve arkadaşları, 60 kadar element için duy saplamalar yapıyorlardı. Bu çalışmalarıyla Stas’ı da geride bırakan f ~ ds, tamamen kimyasal yöntemlerle yaptığı incelemeleriyle, gümüşün at rlığını 107.93 değil, doğruya daha yakın olarak 107.88 buluyordu. U2 ları kapsayan bu çalışmalar, 1914 yılı Nobel Kimya Ödülü uriandırılıyordu.

Bu çalışmalarla, kimyasal yöntemlere dayalı atom ağırlığı saptama ifnaları noktalanıyor, yeni bir çağ başlıyordu. Richards’ın, çeşitli kaynı fan elde ettiği kurşunun atom ağırlığında farklılıklar olduğu buluşu, < sonra Soddy’nin deneyleri ile doğrulanarak, izotoplar kuramı doğuyorc izotoplann varlığını Soddy’nin fiziksel ve Richards’ın kimyasal yönd termeleri, atom ağılıklarının, kimyasal hesaplamalarda önemli olmal Jkte, temel veriler sayılmamaları gerektiğinin belirtisiydi. Nitekim, bu sonra dikkatler elektromanyetik yöntemlerle atom kütlelerinin ölçi ¡ine yöneliyordu. Atom ağdıkları bu yöntemlerle daha sağlıklı olan tanıyor, böylece yeni açılan atom fiziği çağı ile Richards’ın yöntemle mlerini yitiriyordu.

ve iNa ufdJMtn nvvıuıı ^uı…………………. —

hastalığı, tiroitteki iyot konsantrasyonunu ölçere tiroi seri %90 isabetle teşhis edilmektedir.

İnsan vücudunu oluşturan tüm elemanlar, itro j dımı ile incelenebilir, alınan ışın dozu bir röntgjc çek kadardır. Elemanın miktarı % + 2 bir hata ili1 »yleı Karaciğerde I gr’a kadar Fe ve 150 mg’a, dar aranabilir.

Örneğin vücuttaki azot miktarını tayin ıı;ı tüm 11………………………

bir siklotrondan gelen ışınlara maruz bırakılır, I mi1 niye sonra N atomları gama ışınları vermeye & ¡ar, I lar gama ölçerler (gama kaptörleri) ile ölçüle < vıi toplam N verilebilir. Aynı şekilde vücut kalsıyı ıu ö lir. Hastalık halinde vücudun M ve Ca toplanı ikta | şir ve değişmeler nötron yöntemi ile belirl«:ı lilir.

Nötronlar kanser tedavisinde de kullanılma* adır 1938’de Kaliforniya, Berkeley’de habis tümörSı n sil larda nötron ile tedavisine başlandı. 1943’e (o ır 2″ ı bu yöntemle tedavi edildi. Fakat I948’de Dr. ‘ >ne’ ( lamalarından, tümörle birlikte tümörün çevre1 ıdek ” ı dokularında zarar gördüğü anlaşıldı. Nötron’m ! eda1 lanılması 10 yıl gecikti. SSCB ve diğer bazı üjk erdi nu üzerindeki araştırmalar devam etti. Nötr nlart -‘i çok pahalı idi. Fakat son yıllarda yeni bir r ıran ;ı

bulundu. Califomium – 252 radyo – izotopıi Calif 1————

252 tedavisi kafadaki yüzeysel tümörlerde %,:ı ora i- leşme sağlamaktadır. Sovyet araştırıcıları ye reni n- tem geliştiriyorlar nötron ışınlamasından örn has n- serli organda birikici ve aynı zamanda nötroiı ukala d- deler verilmektedir. Bu ise tümörlerin not nla ini çok hızlandırmaktadır.

Demek ki nötronlar da insanlar gibi çofc sğişı la­na hizmet edebilir, öldürebilir ve yaşatabilir, !,raşt >t-‘ ron, işçi nötron ve tedavi edici nötron, öle üci | ı’- dan çok daha iyi bir isme sahiptir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*