Johannes Andreas
1867 – 1928 DanimarkalI Hekim
Sağlıklı hücrelerin kanserli hücrelere dönüşmelerini deneysel olarak göstermesiyle tanınır.
Baba mesleğim seçen Fi- bıgcr, 23 yaşında Kopenhagen Üniversitesini bitirerek hekim oluyor, daha sonra Berlin’de R. Kocfı »e E. von Behring gözetimindi çalışmalar yapıyordu.
O günlerin problemi, çevredeki öğelerin kimilerindeki değişiklerle kanserli hücrelerin oluşacağının bilinmesine rağmen yapay kanserleşme ile bunun gösterilememesiydi. Kırk yaşına gelmişti ve son on yıldır patolojik anatomi kurumunda çalışıyordu. Bir gün kemelerin (Ratlus, bir cins sıçan) mide dokularını incelerken içlerinin tümörlerle kaplanmış olduğunu görüyordu. Kelebek tümörü denilen bu kabarık oluşumları iplik kurtlarında da (Nematode) görmüştü. Keme midesindeki oluşum iplik kurtlununkine benziyordu. O halde, tümörün nedeni bu parazit olmalıydı. Bu, gerçekten doğru olabilir miydi! Yoğun bir keme avı başladı, fakat 1200 kadarı üzerinde yapılan incelemeler hiçbir ek kanıt sağlamadı. Acaba, iplik kurtları kemelere geçmeden önce bir aracı mı kullanıyorlardı? Doğrudan yapılan araştırmalar sonuç vermiyordu; fakat 1878 yılında yayınlanan bir raporda iplik kurtlarının hamamböceklerinin de (Periplane- ta americana) parazitleri olduğundan söz ediliyordu. Belki de bu böcekleri yiyen kemeler iplik kurdu parazitlerini de almış oluyorlardı. Sıra bu gibi kemelerin bulunmasına geliyordu. Herkese haber veriliyor, kulaklarım açık tutmaları isteniyordu. Nihayet bir şeker fabrikasında bu hamamöceklerini yiyen kemeler ele geçiriliyor, yakalanan 61 kemeden 40 tanesinin midelerinde iplik kurdu bulunuyor ve bunlardan da 7 keme tümörlü çıkıyordu.
Bunun üzerine Fibiger çalışmalarını sürdürüyor ve altı yıl sonra (1913’te) iplik kurdu larvalarıyla parazitlenmiş hamamböcekle- rıyle beslenen kemelerin tümörler oluşturacaklarını ileri sürüyordu, Nobel Ödülü Kurulunca “kuşağımızca deneysel tıp bilimine yapılan en büyük katkı” olarak nitelendirilen bu çalışma 1926 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü alıyordu. O günden bu güne değin lııç kimse Fibıgcr’ın tümorlenmenin neden çabuklaştığı buluşuna kaışı çıkmamakla birlikle iplik kurtlarının boylc olağandışı bııyü- ııırli’ii’ ni’ilcıı iil.ıt.ıjjiııı kalıııl rılı,mtwl<ı>,‘lıı
4J
1868 – *1934 Alman Kimyacı
Yapay yollarla elementlerini bir araya getirerek amonyak üretimini gerçekleştirmesiyle ünlüdür.
Doğumunda annesini kaybeden Haber, tamamen babasının etkisi altında yetişiyor, özellikle tuz üretimi ve ticaretinin inceliklerini öğreniyordu. O da Emil Fisher gibi daha genç yaşlarda kimyaya ilgi duyuyor, Üniversite eğitimini Hoffman’ın gözetiminde Berlin’de tamamlıyordu.
23 yaşında kimya doktoru olan Haber, daha 30 yaşını bitirmeden de kimya profesörlüğüne atanıyorçiu. Daha çok Ostvvald ve Arrhenius tarafından kumlan fiziksel kimyaya yönelen Haber, elektro kimyada önemli çalışmalar yapıyor ve eriyiklerin asitliğini ölçen gerecini düzenliyordu. İnce bir cam çubuğun ucundaki elektrik er- kilinin (potansiyel) saptanmasına dayanan bu gereç ile aynı yıl Sren- sen’in- (pH) dediği özelliği, çabucak ve kolaylıkla ölçebiliyordu.
Adını, kimya laboratuvarlarında kullanılan ısıtaca veren Bun- sen’den de dersler gören Haber, bu ısıtacın neden bu kadar yaygın kabul gördüğünü merak ediyor, ısıtacın alevinde oluşan kimyasal olayları incelemek istiyordu. Gazlar içindeki tepkimelerin incelenmesi defnek olan bu merakı, O’nu üne kavuşturan çabalarının başlangıcını oluşturuyordu.
Yirtnirtci yüzyılın başlarında kimyacıları oyalayan sorunların başında, havadaki azottan nasıl yararlanılacağı geliyordu. Çünkü azot, gübre ve patlayıcıların üretimi için önemli bir madde idi ve daha çok Kuzey Şili çöllerindeki nitrat yataklarından (biriKintilerinden) elde ediliyordu. Bu yatakların dünya sanayi merkezlerine uzak oluşu, çoğb zaman sorunlar yaratıyordu. Fakat beşte dördü azot olan hava her yerde bulunduğuna göre, bundan geniş ölçüde yararlanmanın bir yolu bulunmalı ve ucuz azot elde edilmesi gerçekleşmeliydi.
Azot ve hidrojen bir araya getirilerek amonyak üretilebilirdi; fakat bü doğrudan doğruya yapılabilseydi, o güne kadar gelmiş geçmiş kimyacılardan en az biri tarafından başarılmış olurdu. Haber, doğrudan bir çözüm aramanın sorıuç vermeyeceğini bildiği için, matematikte problem çözüm yollarından biri olan “Yardımcılar Yön- temi’ni” kullanmayı kararlaştırıyordu. Birçok sınama ve denemeden sonra Haber, bu yardımcıları demir ve basınç olarak bulan Haber, demiri katalist (kendi tepkimeye katılmayan fakat diğer element veya bileşiklerin tepkileşmelerini sağlayan element veya bileşik) olarak kullanıp, azot ve hidrojen tepkileşmesini basınç altında yaparak, amonyak elde edebiliyordu. Bu şekilde elde edilen amonyak, artık gübre ve patlayıcılar üretiminde kullanılabiliyordu. Sonraları Bosch’un çalışmalarıyla havadaki azotun saptanması daha da kolaylaşıyordu.
Haberin buluşuna dayanan bu gelişmenin büyük yararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında görülüyordu. İngiliz donanması, Şili yataklarından Almanya’ya doğal nitrat bileşikleri getiren gemilerin yollarını Itesıyor ve I9lfi yılında Almanya’nın patlayıcı iirotemcyeceğini
Mjll IUHİ
3tn bu’ı ıuyo lı ellik. sa< scf î her o sll’fl ~r: n” vey J bt! ri ıg’m ya| tıg. (ılı linde gt -tikte”m er tek * ık deli! lerin b> bırtemv yedi « elik uz |
nlerin b’-bıHern ırçekteı ayı <rc karşıt Iproblerc olan id iunun itin çok ısa s 11 erinde (deneyle* yapı ın |
VJ‘ »»■ ……… , . _ rınıî) bilimsel değerinden dol ıcr 1918 v,. N:„ el K ile onurlandırılıyor,ancak s Paylaştırdığı ir. ıcı lim çevrelen bu ödüllendirr ay *;.(rjı çıkıyordu. ka:. re Sonra Bergius’ıjn, kömü > * i irojenleştiı^rek t» çok şiği Haber yöntemiyle elde >-trı rsi, buluşun yılm • .avs? ğım, yaygın ku’lanış alante ı “dıı unu da göste yorc |
|
|||||||||
|
|||||||||
Wm rr- İt mu
———— ,……………… wııım va ilin……… fafdllllll« Ulrtll wu ydlIŞfTüMıin nçaç-
niyle 1930 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü’nü alıyordu. Ileriki yıllardı Hıpten’ln varlığını gösteriyordu. Hapten çok küçük organik moleküllerdi. ancak başka bir protein molekülü ile karıştırılınca karşıt maddilerin üretimini sağlıyordu (karşıt madde vücuda giren yabancı maddeler« karşı vücudun kendini savunmak amacıyla ürettiklerinin genel ıdı). Yapısı belli hapteni albümin gibi proteinlerle karıştırarak eser mik- ırdıkl haptenin karşıt madde üretimini büyük ölçüde etkilediğini |öıterlyordu,
Yem buluşlıra götüren çalışmalarını ileri yaşlarında da sürdürüyor, ‘0 yışındı (Rh) faktörünü buluyordu. (Rh), Alyanaklı maymun (Rhe- uı) adından kısaltmaydı. Bu faktörün varlığı veya yokluğu (eriythro- umoıll fetalis) denilen çocuk düşürme, beyin tahribatı ve sarılık has- »lıklırını belirliyordu. (Rh) faktörü varsa kimi önlemler alınması gere- :lyordu. İlk gebelikten sonra annelerin kanlarının tamamının değiştiri- K#Jl böylece anlaşılıyor, anne ikinci gebeliği korkusuzca göze Ubıilyordu.
İPEMANN, lanı
B<S9 1941 Umun Zoolog
Ceninin (embriyo) gelişmesi raurd.ı düzenleyicilerin etkile- ııı ulumasıyla ünlüdür.
Speııunn, kitap yayıncısı •m babasının yanında, daha ık küçıik yaşta hemen hemen ■ı konu ile tanışıyor ve ilgileniyordu. Tıp, botanik, zooloji ve Rönt- ıı’ın yönetiminde fizik eğicimi görü yor,fakat bu konuların içinde yanımı dolduran zooloji oluyordu. Nitekim Boveri’nin gözetimindeki lışmaları sonucu Spemann, yirnıi altı yaşında zooloji dalındaki dok- rasırıı tamamlıyordu.
Bıyolop dalında o zamanlar cevabı aranan soru, cenini rasıl geliştirdi, 1880 yıllarında, döllenmiş yumurtanın yatay bir simetri düzlemi- gort ikiye bölündüğü bilmiyordu. Eğer bu iki yarıdan birisine kızdı- uııı ıjjııe sokulup öldürülürse, kalan hücre, ceninin uzunlamasına ya- bolum’inii oluşturuyordu. Bu nedenle, ileride hangi parçalardan olu- ıjjjıııı, döllenmiş yumurtanın içindeki bir düzen yönetiyordu. Hatta İm yumurta döllenmeden önce, neyin ne olacağının belirlendiği dü- ııulcbılırdi. Bu, yüzyıl önce VVolffun ileri sürdüğü “her şeyin önceli pbnlandığı” kuramını doğruluyordu.
Daha sonra yürütülen deneyler, ilk bölünmeden hatta beşinci bölmeden sonra bölünen iki yarının birbirlerinden ayrılması halinde, r ıkı yarının dı ayrı ayrı geliştiklerini; fakat daha küçük ceninler oluştuklarını gösteriyordu. O halde, hücrenin içinde gelişmeyi yöneten “yaşam gürü” olmalıydı. Bu gücün ne olduğunu bulmaya yönelen pmanıı, lıcm yaşam hem de matematik problemlerinin çözümünde ,rrlı ve çok önemli olan bir yöntem uyguluyordu. Yönteminin teli, her adımda “şu veya bu yapılırsa ne olur, nasıl bir sonuca ulaşı- vorı.sıımı sormaktı.
SpeıiMiın, ikiye bölünmüş hücrelerden birini öldürüp yerinde bı- ııjjıııd.1 ve hücreleri birbirlerinden ayırdığında, bölünmeyi sürdüren er yarının hücrelerinin, komşu hücreleri de etkilediğini gözlüyordu, nevili (,0/beheği, beyin hücrelerinden oluşuyordu ve yakınındaki deri ırlrıı tir gomıerreği yaparak, göz tamamlanıyordu. Eğer gözbebeği »n Uımrli’i ılı-nnın ^/mi’neğı yapan yerinden daha u/aklara aşıla- — y „ vımufvıvu, uu Mjuı^u uuı.1 uıcruüM eiKiıenme
kuramı “her hücrenin ne olacağı önceden planlanmıştır” diyen VVolffun düşüncesini geçersizliğini gösteriyordu.
O halde, belirli organların oluşumunu düzenleyen “yaşam gücü” ne idi! Bir düzenleyicinin (planlayıcının) olduğu kesindi: fakat bu gizem kimi kimyasal maddelerde saklı olabilirdi. Sağlam hücrelerin komşu hücreleri etkilemesi, salgıladıkları kimyasal maddeler sayesinde gerçekleşiyor, bacaktan alınan deri, yaralanmış dudağa aşılandığında dudak ilk şeklini tamamlayacak biçimi alıyordu. Spemann bu düşüncesinin geçerliliğini bir ömür boyu süren çalışmaları/la gösteriyor, kurbağa cenini sinirdokusundan aldığı hücreleri, semenderde sinirdokustı geliştirmek için kullanıyordu. Spemann hücreleri, zarar görmüş bağırsakların onarılmasında kullanıyor; yani hücrelerin, taşındıkları yerin hücre yapısına uyum gösterdiklerini ispatlıyordu.
Spemann’m zamanında, Starling ve Bayliss tarafından ileri sürülen “hornıon” kavramı artık inanılan ve güvenilen bir gerçekti. O halde, ceninin gelişmesi hormonların denetiminde olmalıydı, başka bir deyişle; hücrede “yaşam giicü” ya da “önceden planlanmış olma” söz konusu değildi. Spemann araç ve gereçlerini kendi yapar, çok düzgün balık ağları örer, edebiyattan iyi anlardı. ‘’Doğayı öğrenmek isteyenlerin bir de sanatçı damarı olmalıdır,” “yalnız öğretmen, öğrencilerimden de öğrenirim,” diyen Spemann, biyolojiye yaptığı katkılar nedeniyle 1935 yılı Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülüyle onurlandırılıyordu.
PREGL,
Fritz
1869 – 19B0 AvusturyalI Kimyacı
Banka» bir tabanın oğlu olarak küçük şeyleri gözardı etmemeyi öğrenen Pregl, ayrıntılara önem verilen bir ortamda yetişiyordu. Babasının ölümü üzerine annesi ile birlikte Graz’a. gelen Pregl, burada hekimlik diploması alıyordu. Bir süre sonra öğretim görevlisi atanıyor ve Ostvvald’ın gözetiminde fiziksel kimya alanında bazı araştırmalara katılıyordu.
Pregl, hekimlik yaptığı günlerde, özellikle göz ameliyatları üzerinde duruyor; fakat Leibzig’de Ostwa!d ile yürüttükleri araştırmaları unu- tar,,ıyordu. Döndüğü araştırmalarına da safra asitleriyle yeniden başlıyordu. Bu asitler çok karmaşık bileşiklerdi ve karaciğerden ancak çok az miktarlarda elde edilebiliyorlardı. Gerçi Pregl bu araştırmalarını tıp açısından yürütüyordu ama, yavaş yavaş kimya alanına kaydığını biliyordu. Araştırmalar ilerledikçe endişeleri artıyor, gözle bile görülemeyecek kadar az miktarda elde edebildiği safra asitlerinin yapılarını nasıl saptayabileceğine karar veremiyordu. Ya çok miktarda safra asidi elde etmeliydi ya da bu çok yetersiz miktarları analiz edebileceği yeni bir yöntem bulmalıydı. Geriye baktığında kimyasal bir bileşiği analiz etmek için Justus von tiebig’in en az bir gram ile çalıştığını saptıyordu.
Büyük miktarda safra elde etmenin pahalı ve zaman alıcı olacağını düşünerek ikinci yolu; yani, çok küçük miktarları duyarlı bir düzeyde analiz edebileceği yeni yöntemler bulmaya koyuluyordu. Cerrahlıkta ustalaşan ellerini kullanarak son derece duyarlı bir terazi yapıyor, kullandığı diğer cam araç ve gereçlerin çok küçük boyutlarda üretimi için cam ustası W. Kuhlmann’ın işbirliğini sağlıyordu.
1911 yılında artık 7 ile 13 miligramlık miktarları bile analiz edebilecek yöntemi geliştiriyor, bunun üzerinde daha da çalışarak 2.5 mili- gramlık bileşikleri bile ele alabilecek dıucye ııl.ışıymdıı Boylere, inik
yan Pregl, bu hizmetleri nedeniyle 1913 1 Nobel Ci alıyordu.
DALEN, |
Niels Gustaf ^
1869 – 1937
İsveçli Mühendis X
Birçok buluşu yanında özel- 4U k ‘
likle gündüz kendiliğinden sönen ‘ M ve hava kararınca kendiliğinden
yanan deniz feneri buluşuyla J ünlüdür.
Geciken eğitimi nedeniyle ancak 27 yaşır ıakina niıiı
bilgisini artırmak ve araştırma yapmak için , h’e gidijet
asıl merakı bir çiftçi olan babasının tarlada ahçedlek, lükleri giderek makinaları yapmaktı.
İsviçre’deki çalışmaları sırasında, sıcak 1 ile çalışa
kompresörlerde ve hava pompalarında çeşı1 -¡leştim e!
O zamanlar gemicilik oldukça ilerlemiş; fakat izciler ¡<;ii
olan fenerler, ihtiyaçları ucuza karşılayacak, zeye h«nıı
inişti. Deniz fenerlerinde odun, kömür, ga ;ı yakar»t
döremi çoktan geçmiş, artık asetilen lambi kullanılır
kat fenerlere sürekli asetilen sağlamak ve hı iman biri
durmak, dolayısıyla onun da ihtiyaçlarını siin karşılartjal leyen problemlerdi.
Önce, taşınması bile çok tehlikeli olat etilen (:ırl
mek gerekiyordu. Taptığı birçok deneyden ra Daleıı,
zülmüş asetileni “Aga” dediği binlerce gö;. kli bir ire
mosferlik basınç altında emdirmeye zorlayın Aga’nıır II
lik kaba, hacminin on katı kadar asetilen sı abiiec;ej;iı
Böylece taşıma sırasındaki sarsıntıların pattı -a yol aı:ri miş oluyordu.
İkinci problem fenercinin ihtiyaçlarını I ılamak w
yakıp söndürme görevini üslenecek bir düzci ılmaktı. I!’
len, bir lamba içine dört demir çubuk yerle1, ordu. W
ikisi siyah, dıştaki ikisi de parlak -enklerı e;- liyah reni
daha fazla emdiğinden genleşmesi farklıydı. * düz siyiıfı
ha çok genleşerek asetilen kapağını kapıyor ece de da
lerek açıyor ve böylece kılavuz alev lerıeı ı cıyordu,
Bu buluşu gemicilikte ve limanların giı te yönejtill
yararlı olduğu için Dalen’e “gemicilerin kor cusu” şd
“Aga” maddesi ile doldurduğu ve taşınırken ı len patları
massan” adını verdiği tanklarla önlediği ha , laboraltıı
patlamada gözlerini yitiriyor, fakat bu durur rağmen ı;
nı sürdürüyordu. 1912 yılı Nobel Fizik Öd. lün iki ¡w
la’nın ödülü geri çevirmesi üzerine, buluşları >ün bile k len onurlandırılıyordu.
RİCHARDS,
Theodore Wllllan,
1868 – 1928 Ametlkalı Kimyacı
Birçok elementin atom ağır- ıklarım çok duyarlı düzeyde ölç- nesiyle ünlüdür.
Ressam bir baba ile ozan ve yazar bir annenin oğlu olarak doğan ııands’ın, bu konularda; hatta müzikte de yetenekli olduğu küçük yaşta bel akat gözü yukarılarda olan Richards gökbilinci olmak istiyordu. Göz! ‘eki bozukluk Richards’ın bu isteğini engelliyor; öğretmeni Josiah P. C e’un özenle hazırlanmış dersleri, O’nu kimyaya çekmeye yetiyordu. [
7 yaşında sınıf birincisi olarak üniversiteyi bitiren Richards, üç yıl sı oktor oluyordu.
Dünya’da kimya alanında yapılanları iyi izleyen Richards, o günlı «-iementlerin atom ağırlıklannın saptanması için çabaların sürdüğünü >r; hatta Rayleigh’in aynı konu üzerindeki titiz araştırmalarından h; iyordu. Bu nedenle doktora konusu, oksijenin atom ağırlığının hidr nkine oranının çok duyarlı bir biçimde saptanmasıydı.
Doktoradan sonra bilgisini artırmak için Almanya’ya giden, Viktor Me stvvald ve Nemst gibi ünlüler ile çalışan Richards’ı, dikkatli ve titiz aştırıcı olarak gören bilim çevreleri, Almanya’da profesörlük teklifi ılunuyoriar; fakat O , ülkesinde çalışmayı yeğliyordu.
Meslek yaşamının otuz yılını elementlerin atom ağırlıklannın do jtanmasına ayıran Richards ve arkadaşları, 60 kadar element için duy saplamalar yapıyorlardı. Bu çalışmalarıyla Stas’ı da geride bırakan f ~ ds, tamamen kimyasal yöntemlerle yaptığı incelemeleriyle, gümüşün at rlığını 107.93 değil, doğruya daha yakın olarak 107.88 buluyordu. U2 ları kapsayan bu çalışmalar, 1914 yılı Nobel Kimya Ödülü uriandırılıyordu.
Bu çalışmalarla, kimyasal yöntemlere dayalı atom ağırlığı saptama ifnaları noktalanıyor, yeni bir çağ başlıyordu. Richards’ın, çeşitli kaynı fan elde ettiği kurşunun atom ağırlığında farklılıklar olduğu buluşu, < sonra Soddy’nin deneyleri ile doğrulanarak, izotoplar kuramı doğuyorc izotoplann varlığını Soddy’nin fiziksel ve Richards’ın kimyasal yönd termeleri, atom ağılıklarının, kimyasal hesaplamalarda önemli olmal Jkte, temel veriler sayılmamaları gerektiğinin belirtisiydi. Nitekim, bu sonra dikkatler elektromanyetik yöntemlerle atom kütlelerinin ölçi ¡ine yöneliyordu. Atom ağdıkları bu yöntemlerle daha sağlıklı olan tanıyor, böylece yeni açılan atom fiziği çağı ile Richards’ın yöntemle mlerini yitiriyordu.
ve iNa ufdJMtn nvvıuıı ^uı…………………. —
hastalığı, tiroitteki iyot konsantrasyonunu ölçere tiroi seri %90 isabetle teşhis edilmektedir.
İnsan vücudunu oluşturan tüm elemanlar, itro j dımı ile incelenebilir, alınan ışın dozu bir röntgjc çek kadardır. Elemanın miktarı % + 2 bir hata ili1 »yleı Karaciğerde I gr’a kadar Fe ve 150 mg’a, dar aranabilir.
Örneğin vücuttaki azot miktarını tayin ıı;ı tüm 11………………………
bir siklotrondan gelen ışınlara maruz bırakılır, I mi1 niye sonra N atomları gama ışınları vermeye & ¡ar, I lar gama ölçerler (gama kaptörleri) ile ölçüle < vıi toplam N verilebilir. Aynı şekilde vücut kalsıyı ıu ö lir. Hastalık halinde vücudun M ve Ca toplanı ikta | şir ve değişmeler nötron yöntemi ile belirl«:ı lilir.
Nötronlar kanser tedavisinde de kullanılma* adır 1938’de Kaliforniya, Berkeley’de habis tümörSı n sil larda nötron ile tedavisine başlandı. 1943’e (o ır 2″ ı bu yöntemle tedavi edildi. Fakat I948’de Dr. ‘ >ne’ ( lamalarından, tümörle birlikte tümörün çevre1 ıdek ” ı dokularında zarar gördüğü anlaşıldı. Nötron’m ! eda1 lanılması 10 yıl gecikti. SSCB ve diğer bazı üjk erdi nu üzerindeki araştırmalar devam etti. Nötr nlart -‘i çok pahalı idi. Fakat son yıllarda yeni bir r ıran ;ı
bulundu. Califomium – 252 radyo – izotopıi Calif 1————
252 tedavisi kafadaki yüzeysel tümörlerde %,:ı ora i- leşme sağlamaktadır. Sovyet araştırıcıları ye reni n- tem geliştiriyorlar nötron ışınlamasından örn has n- serli organda birikici ve aynı zamanda nötroiı ukala d- deler verilmektedir. Bu ise tümörlerin not nla ini çok hızlandırmaktadır.
Demek ki nötronlar da insanlar gibi çofc sğişı lana hizmet edebilir, öldürebilir ve yaşatabilir, !,raşt >t-‘ ron, işçi nötron ve tedavi edici nötron, öle üci | ı’- dan çok daha iyi bir isme sahiptir.