Ayaklarına zincirler takılmış.
.. Elleri kelepçeli… Ve arkasında sürekli itilmekte… Belli bir istikamete doğru hem gidiyor, hem de bağırıyor: ‘Gitmem ben o beldeye! O şehre inanmıyorum!’
Yanına bir görevli geliyor ve kulağına şunları fısıldıyor: ‘Bu yol o menzile çıkar. Ama, sen bilirsin, ister inana inana git, ister inanmaya inanmaya… Tercih tamamen sana ait!…
İsteğine bağlı olmayan işlerde, her insan: mahkûm!
Her an nefes alıyor: Havaya esir…
Ne ciğerlerine el atabiliyor, ne yıldızlara: Elleri bağlı…
Yer çekimiyle arza raptedilmiş: Kaçmaktan mahrum…
Ve nihayet, dünya onu kabre götürüyor: Gitmeye mecbur…
Bir asi mahkûm kalkıyor, ‘ben gitmem’, diyor. ‘Âhirete inanmıyorum’ diyor Bilmiyor ki, İnanmamak âhirete gitmeye değil, cennete girmeye mâni…
Alaaddin BAŞAR
Aımerikalı bir ilim adamı olan Michael Hart’ın “Tarih’te 100 Büyük Adam” “The Greates 100 in History” adlı eseri, batı dünyasında büyük çalkantılara yol açmıştı.
Bu eserde adı geçen 100 büyük insan, bir kompüter aracüığıyla tespit edilmişti.
Acaba gelmiş geçmiş en yüce insan kimdi ve kompüterin ekranında, hangi isim okunuyordu?
Dünya İlahî bir aşk ile mevlevî gibi derilmiş ve onları 33 yıl boyunca tev-
Ne hızlı dönerek bizi gece ile gündüz arasında bocalatıyor.
Ne de yavaş dönüp, atmosferi soğuk fırtınalara boğduruyor.
Bu dönüşle birlikte dünya yeni seherlere kavuşurken, her an bir başka yerden yükselerek ebediyet müjdesi veren ezanlar, Allah Resulünün kim olduğunu, bütün kâinata ilân ediyor.
Böyle bir şeref kime nasip?
Ve böyle açık bir mucize nerede görülmüş?
“İnsanlık tarihinin en etkili 100 kişisi,^
Mütevazı bir çetrtden gelen Muhammrd dünyanın
Hz.Muhommed tarihte her bakımdan başarıya ulaşmış en büyük kişidir”
İşte M.Hart’ın bir çok ülkede fırtınalar koparan kitabı. Kompüterle belirlenen gelmiş geçmiş en büyük yüz (100) kişinin anlatıldığı bu kitaptaki ük sırayı yüce Peygamberimiz almaktadır.
Dünyanın her ülkesi böyle bir mucizeden hisse alırken, Amerikalı bir ilim adamı olan Michael Hart, dev bir araştırma yapmaktadır. Bu araştırmada, gelmiş geçmiş bütün büyük insanların kabiliyetleri, mücadeleleri, icraatları ve muvaffakiyetleri bir kompüterin hafızasına kaydedilecek ve insanların en büyüğü, matematiğin tarafsız gerçeği doğrultusunda tespit edilecektir. Ayrıca bu araştırmada, yeryüzüne ışık tutan insanların l’den 100’e kadar sıralaması yapılacaktır.
Hart’ın gerekli bilgileri kompüterin hafızasına kaydetmesi aylar sürer ve çalışmalar tamamlanınca sonuç düğmesine basılır.
Michael Hart, sonucu heyecanla beklemektedir. Kompüterden çıkan mekanik sesler birbirini takip eder ve nihayet ekrana, gelmiş geçmiş en yüce insanın ismi yazılır.
- MUHAMMED (S A V)
Araştırma, sonuç olarak büyük çalkantılara yol açarken, Michael Hart mutaassıp çevresi tarafından tenkid ediliyordu. Ancak o, bu kişilere sadece kompüteri göstermekle yetiniyor ve onun tenkid edilmesi gerektiğini söylüyordu.
Kompüter sonuçları ve programlama esasları, daha sonradan defalarca gözden geçirilmesine rağmen ekranda görülen isim değişmedi.
- MUHAMMED (S.A.V)
Kompüter ekranlarına yansıyan bu ismin büyüklüğü, artık dünyanın her ülkesi tarafından tartışmasız bir şekilde kabul edilmektedir. Hatta müs- lümanlarla yıldızı bir türlü barışmayan Fransızların dünya çapındaki Le Foint dergisi dahi, O Zat’ı (S.A.V) “1979 yılının insanı” olarak seçmiştir.
29 Aralık 1979 tarihli Fransız gazeteleri bu haberi verirken, seçimin sebebini şöyle açıklıyorlardı.
“Çün/cü O Zat (S.A.V) (571 – 632) yılları arasında yaşamış olmasına rağmen dünyadaki tesiri çığ gibi büyümekte ve yüzmilyonlarca insan. O’nun gösterdiği yoldan yürümektedir. ”
Evet yukarıdaki hâdise son derece ibret vericidir ve ondan alınacak dersler vardır.
“Bir insanın, vefatından 1342 sene sonra ve üstelik bir batı ülkesinde “O yılın insanı” olarak seçildiğini düşünecek olursanız, O Zat’ın (S.A.V) dâvasının bütün asırlar ve insanlar için geçerli olduğunu anlayacak ve O’nun Allah Resulü olduğunun bir başka ispatını göreceksiniz.
Yazımızın başında geçen bir ifade yi, burada tekrar edeceğiz
Böyle bir şeref, kime nasip?
Ve böyle acık bir mucize, nerede görülmüş?
Evet, gelmiş geçmiş insanların en büyüğü olan O Zat’ın (S.A.V) muba
Dr. Mah. Celâl EDİZ
i\ surlulann başşehri Ninova’da dünyaya gelen Yûnus (A.S.), bu beldenin halkına peygamber olarak gönderilmiş’ve onları 33 yıl boyunca tev- hicje davet etmişti. Ancak, Peygamber olduğu zaman 30 yaşında bulunan Yûnus Aleyhisselâma, bu süre içinde 100 bin kişilik kavimden sâdece 2 kişi tâbi olmuş, diğerleri ise puta tapmaktan (çoğu inat yüzünden) bir türlü vazgeçmemişti. Bunun üzerine, Yûnus (A.S.) Allahın emriyle 3 veya 40 gün sonra kavminin başına büyük bir azap geleceğini haber vererek Ni- nova’dan ayrıldı.
Haber verilen azap günü geldiğinde, her tarafı siyah bulut ve dumanlar kapladı. Ad Kavmini helak eden rüzgarın uğultusunu andıran korkunç sesler duyuluyordu. Bütün kurtuluş kapılarının kapandığını görenler, îman etmek üzere Yûnus (A.S.)’ı aramalarına rağmen bulamadılar. Çünkü Yûnus (A.S), Ninova’yı Rabbinin izni olmadan terketmiş ve böylelikle efendisini terkeden bir köle durumuna düşmüştü.
Yûnus (A.S)’ın bindiği gemi, kıyıdan uzaklaştıktan bir müddet sonra durmuş ve hareket edemez olmuştu. Bu durum, gemideki denizciler tarafından uğursuzluk olarak nitelendirildi ve gemide, efendisinden kaçan bir kölenin bulunduğu şeklinde yorumlandı. Daha sonra bunun tespiti için çekilen kura, Yûnus (A.S)’a isabet etmiş, o da hatasını anladığı için denize atılmaya razı olmuştu.
Yûnus, (A.S) denize atıldıktan bir süre sonra büyük bir balık tarafından yutuldu. Ancak balığın karnında nefes alabiliyor ve bütün zerratıyla dûa ediyordu. Sanki gece, deniz ve ba
lık, onun aleyhinde ittifak etmişlerdi. Ve kendisini ancak, bu üçüne birden aynı anda hükmeden Zât kurtarabilirdi. Nitekim Yunus (A.S) hatalarını îtiraf ederek Cenab-ı Hak’ka iltica etti ve şu şekilde bir münâcaatta bulundu:
“Lâ ilahe illâ ente subbâneke innî Kuntu minez-zâlimin”.
“Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Ben nefsine zulmedenlerden oldum.”
Saffat suresinin 143, 144 ve 145 ayetleri, meâlen şöyledir.
“Eğer teşbih edenlerden olmasaydı”
“(İnsanların) yeniden diriltile- cekleri güne kadar, onun (balığın) karnında kalırdı!”
“ama balığın karnında bizi andı, teşbih etti. Biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık.
Evet Cenab-ı Hak, samimi müna- cât sonunda kavmiyle birlikte Yûnus Peygamberi de bağışlamış ve O’nu Selâmete ulaştırmıştır.
Hz. Yûnus Aleyhisselâmın kıssası,
çeşitli yönleri ile elbette ibret vericidir.
Ancak insanın bir balık tarafından yutulması ve onun karnından sağ olarak çıkabilmesi, inkârcılarca aklın alamayacağı bir hadise şeklinde nitelendirilebilir.
Fakat 1891 yılının sonbaharında, Falkland adaları çevresinde cereyan eden bir hâdise, o inkârcıları susturacak mahiyettedir.
Bu hâdisenin yaşandığı gemi. “Star of the East” adlı bir balina gemisiydi. Gemi, çok iyi bir av sonucunda ambarlarını tıka basa doldurmuş dönüyordu. Gemidekiler Falkland adalarının açıklarında iken, o ana kadar rastlamadıkları kadar büyük bir erkek Kaşalotla karşılaştılar. Tayfalar herşeyi göze alarak bu balinayı avlamak istiyorlar ve büyük bir heyecanla güvertede koşuşuyorlardı. Fakat balinaya yaklaşıldığında, aniden kabaran bir dalga, tayfa James Bartley’i denize sürükledi. Denize hemen iki sandal indirildiyse de bütün araştırmalar boşa gitti ve Bartley’den ümit kesildi. Balinanın avlanması saatlerce sürdü, ancak sonunda zıpkınlanarak güverteye çekildi. Tayfalar, ustura kadar keskin bıçaklarla harekete geçtiler. Birdenbire içlerinden biri, anormal bir şişkinlik
arzeden mideye işaret etti. Bu şişkinlik, bazı balinaların midelerinde rastlanan anber yağı olmalıydı ve bu kadar yağ, bütün gemicileri zengin edecekti.
Bıçaklar şişkin mideyi yarmaya başlayınca heyecan arttı ve tayfalardan aniden bir hayret nidası yükseldi. Çünkü bu şişkinlik, saatlerce önce denizde kaybolan James Bart- ley’den başkası değildi. Ve Bart- ley, balinanın mide öz sularından bembeyaz olmuş vücuduna rağmen hâlâ yaşıyordu.
Bartley, kendisine gelene kadar bir buçuk gün geçti ve hemen sahile ulaştırılarak tedaviye alındı. Tayfaların sahilde anlattıkları hadise, önce alay edilerek karşılandı. Ancak Bartley muayene edilince, doktorlar onun bali nanın mide usarelerine mâruz kaldığını kesin olarak tesbit ettiler. Bundan sonra James Bartley, senelerce parmakla gösterilerek, o zamana kadar görülmüş en müthiş deniz macerasının kahramanı olarak anıldı ve bu hâdise, Amerikalı Yazar Kate Smith tarafından bütün dünyaya duyuruldu.
Günümüzde balinaların 1 tona kadar yiyecek alabilen midelerinde oksijen bulunduğu ve bunun bir insana en az 24 saat yeteceği, ansiklopedik bilgi olarak verilmektedir.
Tayfa James Bartley, balinanın karnında yaklaşık birgün kalmıştı. Bu süre, tefsirlerde Yunus’un (A.S.) kaldığı rivayet edilen süre ile uygunluk arzetmekte ve bu hadiseye, ilmî bir kıymet daha katmaktadır.
(Esbab-ı Nüzul adlı eserin 9. cildinde, Yunus Aleyhisselâmın kuşluk vakti balığın karnına düşüp, Akşam üzeri kurtuldğu rivayet edilmektedir.)
Yapılan son araştırmalara göre eğer Yûnus (A.S.)’ı yutan balık balina ise, bunun İspermeçet balinası olma ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü bu balinaların başı, vücud uzunluğunun üçte birini teşkil edecek kadar büyüktür.
Kaptan Jacques Cousteau, bu konuda özel bir sualtı araştırması yapmış ve son derece enteresan sonuçlar elde etmiştir.
Kusto’nun daha sonra bütün dünya televizyonlarında, “Yunus Peygamberi yutan balık” adıyla yayınlanan bu araştırmasına göre, bir insanın, ağırlıkları 500 kiloya kadar olabilen Çentikli Hani balıkları tarafından yutulması, hiç de zor değildir. Çünkü bu balıklar sahip oldukları ağız ve sindirim sistemi yardımıyla, kendi boylarına yakın balıkları yutabilmektedir.
Yûnus Peygamberin bir balık tarafından yutulması ve o karanlık âlemden sağ olarak çıkabilmesi, Rabbimi- zin kudretine göre elbette ağır değildir.
Evet milyonlarca yavruyu annesinin karnında 9 ay muhafaza eden ve o karanlık ve dar âlemde onları besledikten sonra zamanı gelince gün ışığına çıkaran Rabbimiz, bir Peygamberini de, yine kendi emrinde olan bir balığın karnında muhafaza eder ve zamanı gelince, kullarının ibret alması için gün ışığına çıkarır.
Bizler, hadiselerden ibret almasını bilmeli ve o yüce kudrete karşı boyun eğmeliyiz.
Haki VüudMm? |
H ıriştiyan bir ailenin oğlu olan küçük Ömer’in hikâyesi, daha 18 aylıkken başlamıştı. Ailesi, Kabus – hi’deki Hıristiyanların devam ettikleri Many Lands Kilisesine, Omerle birlikte giderlerdi. Fakat 18 aylık Ömer, daha kiliseye girer girmez feryadı basıyor ve ancak kiliseden çıktıkları takdirde susuyordu. Ömer’in bu hâli, özellikle babasının dikkatini çekmiş ve onu düşünmeye sevketmişti.
Ömer’in babası olan Samana Kum- bilumbilu, hâdiseyi anlatırken,
“Bu çocukta gerçekten garip hâller vardı” diyor. “Meselâ ailemizden biri hastalandığında Ömer elbise ve ayakkabılarını çıkararak lavaboya gider, abdesti andıran bir tür temizlikten sonra onlar için dua ederdi. Ömer’e bu tür hareketlerle ne yaptığını sorduğumuzda, ağzından sadece “Ijamu” kelimesi çıkıyordu.”
Önceleri bu kelimeyi duyduğumuzda gülüp geçerdik, diyor. Zira Lunda dilinde böyle bir kelimenin olmadığını biliyorduk.
Ancak, Ömer’in mânâsını bilmeden tekrarladığı bu kelimenin, daha sonra “İslâm” demek olduğunu öğrenince hayret ettik.
Ömer yürümeye ve konuşmaya başladıktan sonra da kiliseye gitmemekte direndi. Babasına, kendi ibadet yerlerinin kiliselerden farklı olduğunu söylüyor ve “oraya girerken ayakkabılarımızı çıkaracağız” diyordu.
Babası “Ömer’in bu sözlerine de bir mânâ verememiştik,diye devam ediyor. Ancak davet edildiğimiz bir câmi- ye gittiğimizde, bir defa daha şaşırdık ve oraya ayakkabısız girildiğini hayretle gördük.
Ömer’in ilk defa câmi görmesine rağmen söylediği sözler, babasının İs- lâmiyeti kabul etmesi için son bir îkaz vazifesi görüyor.
4 yaşındaki Ömer, henüz ismini bilmediği için, câmiyi göstererek şöyle demişti.
— İşte benim kilisem. .
Ömer ve ailesi şimdi İslâmiyetle şereflenmiş durumdadır
M uhteşem güzelliklerle süslenmiş Ölüm ânı, çok değişik ve özel
bir kelebeğin ölmesine üzülüyor ve bir andır. Ben bü ânı, hastalarım-
onun yok olduğunu zannediyorsanız, da çok teferruatlı olarak incele-
iyi bilin ki yanılıyorsunuz. Çünkü o, dim.
bir süre sonra toprağın hayat do- Kurtuluş ümidi olmayan bir hasta-
lu sinesinden bir gül goncası ola- lıkla, son âna gelen hastalarda neler
rak fışkıracak ve çürüyen kana- olur?
dındaki motifler, moleküllerin Eğer ölüm kesin bir son olsaydı, bu
değişmesi ile pembe bir gülün hastalar yavaş yavaş sönecek ve önce
kadife tenine işlenecektir. Ve zihni kabiliyetler kaybedilerek sıra ile
böylelikle, kelebeğin kanadındaki ilâ- bütün sistemler duracaktı,
hi zikir, kaldığı yerden gül kokusuyla Halbuki bu gün tıp, “ölüm iyiİiği”ni
sonsuzluğa açılacaktır. İnsandaki kesinlikle kabul ediyor,
ölüm hadisesini, işte bu tefekkür tarzı Ölüm anında, önce zihinde akılal-
içinde ele almaya çalışacağız. maz bir gelişme olur. Kulaklar daha
Şuna inanmalısınız ki, kainattaki uzakları duyarken, gözler öteleri sey-
herşey, insanın ölümsüzlüğü üzerine reder ve gözbebekleri, yeni bir gerçe-
yaratılmıştır. Bir elma veya bir buğday ğin seyrini ilân edercesine büyür. İn-
tanesi, insanın ölümsüzlüğünü âdeta san hafızası ise, olağanüstü bir netlik-
bilmekte ve bu yüzden insana erişebil- le, hayatın adeta hızlı bir band şeridini
mek ve insan hücrelerine dönüşmek sunar.
için can atmaktadır. 35 yıllık dok- Ve iman sahipleri ölürlerken, o
torum. Son 20 yılımı İse kanserli andaki bütün acılardan kurtulur-
hastaların tedavisiyle uğraşarak 1ar. En güçlü ilâçlarla durdura-
geçirdim. İşte sîzlere, bu hüviye- madiğimiz acılar diner ve yüzler,
timle de ölümü anlatmak istiyo- bambaşka bir mutluluk havasıy-
rum. la tebessüm eder.
Halbuki insan sadece maddeden Ölüm anında, acaba zihinler neden
ibaret olsaydı, zihinler son anda tam yeni bir sefere çıkma zevki içinde net-
mânâsıyla iflâs edecekti. ¡eşerek açılmakta ve bedene neden
Ölüm anındaki en hayret verici yeni bir hayat tarzı gelmektedir?
olaylardan biri de, ağır hastalar- Bunun izah tarzı, beyinde hücre
da dayanılmaz kokuların, birden- faaliyetleri sona erer ve maddî hayat
bire kaybolmasıdır. biterken, zihin dediğimiz kompüter
Bir hastam, yemek borusu kanseri- programlarının, matematik bir gerçek
ne yakalanmış ve daha sonra akciğer- olarak ruhun emrine girmesidir,
lerine yayılan kanserin kokusu, daya- Ölümün insanlar için ebedi
nılmaz hale gelmişti. Bu hastanın ko- saadete açılan bir kapı olduğunu
kusu, ölümüne bir saat kala tamamen gösteren milyonlarca imân sa-
kayboldu. Bu değişikliği, hastanın hiplerinden biri de, (Jlubatlı Ha-
yakınlarıyla birlikte ilmî bir zabıt halin- san değil miydi? Gördüğünde Fâ-
de tesbit ettim. tih’i ağlatan o mübarek şehidin
En önemli tesbitlerimden biri de, yüzü, kızgın yağlarla haşlanmış
kemik kanserine yakalanan bir hâs- vücuduna saplanan oklara rağ-
tamla ilgilidir. Bu hastam, aynı za- men, acaba neden tebessüm edi-
manda akciğer metastazları sebebiyle yordu?
devamlı olarak oksijen almak zorunda Ve eğer insan sadece maddeden
olduğundan, içinde bulunduğu zor ibaretse, Ulubatlfnın yüzü neden ızdı-
şartlardan ötürü, ölürken Kelime-i şe- rapla buruşmamıştı?
hâdet getirememe endişesi içindeydi. Ulubatlı’nın ve milyonlarca
Bu hastam, ölümünden bir saat önce iman sahibinin ölüm anındaki o
oksijen cihazını attı ve hiç bir nefes zo- zarif tebessümleri, bambaşka ve
ru çekmediğini söyledi. Ve daha son- nurlu bir âleme geçişin bizlere
ra akılalmaz birşekilde doğrularak verilmiş olan mesajından başka
ayağa kalktı. Ölümün yeni bir do- birşey değildir?
ğuş olduğunu açıkça dile getiren Siz, hiç kafesi açılan bir kuşun
bu rahmetli hastamın durumunu ağladığını gördünüz mü?
da, ilmî bir zabıtla tesbit ettim. Ölüm, işte o kafesin açılışıdır.