wiki

ABBÂSÎLER

Alm. Abbasiden, Fr. Les Abba- sides, Ing. Abbasides. Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs’ın soyundan gelen ve Eme- vîlerin yerini alan halîfeler sülâlesi. Bu hânedâna ilk atalarına nisbetle “Hâşimîler” de denilmektedir. Abbâsîlerin iktidâra gelmesi, Emevî idâre- sinden memnun olmayan grupların lider kadrolarının yoğun propagandası ve bunların etrâfında toplanan büyük bir kitlenin faâliyeti neticesinde mümkün olmuştur. Gerçekten de Emevî hânedâ- nından İkinci Velid’in halifelikten hal’ edilmesiyle âile arasında iç mücâdele ortaya çıkmış ve yıllardan beri Emevîlerin hâkim olduğu Sûriye ikiye bölünmüştü. Neticede bu ihtilâf çok büyüdü ve son Emevî Halîfesi İkinci Mervân, Dımaşk’ı terk ederek kendisine hilâfet merkezi olarak Harran’ı seçti. Emevîler arasındaki iç mücâdeleler sırasında Abbâsî Hânedânından Ali bin Abdullah’ın oğlu Muhammed, Humeyme’de gizli olarak halîfeli
ğin kendi âilesine geçmesi düşüncesi ile faâliyet- lerde bulunuyordu. Bu arada cemiyeti arasına sızmış olan muhâliflerini ortadan kaldırdı. Onun tesbit ettiği prensiplere göre bu hareket başarıya ulaştığında Ehl-i beytten her kim halîfe seçilirse ona râ- zı olunacaktı. Muhammed bin Ali’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu İbrâhim çok teşkilatçı ve iyi bir idâreciydi. Emevîlere karşı çıkış hareketini yürütmesi için Ebû Müslim’i kendi tarafına çekerek Horasan’a gönderdi. Ebû Müslim’in Horasan’a giderek hareketin idaresini ele alması, Abbâsîler için bir dönüm noktası olmuştur. Nitekim bölgedeki elverişli durumdan faydalanan Ebû Müslim, kısa zamanda Horasan’ı Emevî tarafdarlarından temizledi. Ebû Müslim bundan sonra Rey’e yöneldi. Karşısına çıkan Emevî kuvvetlerini yendi. Ni- hâvend’i ele geçirerek Irak’a yaklaştı. Doğuda bu olaylar olurken Halîfe İkinci Mer- van, İbrâhim’i tutuklatarak Harran’da hapsettirdi. Vefâtına kadar burada hapis hayâtı yaşayan İbrâhim, yerine kardeşi Ebü’l-Abbâs’ı tâyin ettiğini bildirmişti. Ebü’l-Abbâs Abdullah bin Muhammed yakınlarını da yanına alarak kendi tarafına geçmiş olan Küfe şehrine gitti. Horasanlılar, 28 Kasım 749 Cumâ günü Küfe Câmiinde Ebü’l-Abbâs’a bîat ettiler. Ebü’l- Abbâs halîfe olarak okuduğu ilk hutbede hâkimiyet hakkının Abbâsîlere âid olduğunu çeşitli delillerle îzâh etmeye çalıştı. Ebü’l- Abbâs bundan sonra şiîlerin çoğunlukta bulunduğu Küfe şehrinde durmayı kendisi için tehlikeli bularak karargâhını Hammâm-A’yen’e nakletti. Bu sırada Ebü’l-Abbâs’ın, Abbâsî hilâfetinin kuruluşunda büyük rolü olan Ebû Seleme el-Hallâl ile arası açıldı. Ancak Ebû Müslim’in yardımıyla onu da ortadan kaldıran Ebü’l-Abbâs böylece hâkimiyeti tamâmen ele geçirdi. Bu sırada, Halîfe İkinci Mervan, Sûriye ve el-Cezîre Araplanndan topladığı büyük bir ordu ile harekete geçmişti. Ebü’l-Abbas’ın amcası Abdullah bin Ali, bu orduyu büyük Zap Irmağı kenarında karşıladı. 16 Ocak 750 târihinde başlayan savaş, aralıksız on gün devâm etti. Bu sırada Mervan’m birlikleri arasında anlaşmazlık ve kumandanlar arasında ihtilâfların çıkması üzerine Abdullah savaşı kazandı. Bu zafer, Sûriye kapılarını Abbâsîlere açtı. Başta Dımaşk olmak üzere o havâi ideki bütün kaleler birer birer Abbasî ordusuna teslîm oldu. Nitekim savaş sonunda Harran’a çekilen Halîfe Mervan burada da tutunamıyacağını anlayarak, Dımaşk’a oradan da Ürdün’deki Ebü- futrus’a kaçtı. Ancak onu tâkib eden birlikler, Yukarı Mısır’da Bûsîr adı verilen yerde yetişerek kendisini çevirdiler. Halîfe Mervan ümitsizce gir
Yeni Rehber Ansiklopedisi 15
diği mücâdele sırasında öldürüldü (Ağustos 750). Aynı yılın sonlarında Vasıt’ta Emevî hânedâmndan İbn-i Hubeyre de teslim olunca, Emevî hilâfeti târihe karıştı. Ancak Emevîlerden Abdurrahman bin Muâviye, Ispanya’ya geçerek Endülüs Emevî Devletini kurdu. Ağustos 750 târihinde Mervan’ın öldürülmesi üzerine Ebü’l-Abbâs es-Saffah’ın halifeliği, Endülüs hâriç, bütün İslâm ülkelerinde kabûl edilerek kesinleşti. Eski Enbar şehrini imâr eden Es-Saf- fah, burayı devletinin hilâfet merkezi yaptı. Halîfe Saffah dört yıl süren hilâfeti boyunca, ülke içinde çıkan isyanlarla uğraştı. Nitekim onun hilâfetini tanımak istemeyen Kuzey Afrika’da Berberî- ler, Basra ve çevresinde Hâricîler, Fars’ta Bes- sam bin İbrâhim, Sind’de Mansur bin Cumhur ve Mâverâünnehr’de Ziyâd bin Sâlih isyân etmişlerdi. Ancak Ebü’l-Abbâs bu isyanların hepsini bastırarak oğlu Mansur’a iç problemlerini halletmiş sağlam bir devlet bıraktı. (754). Hazret-i Abbâs’ın torununun torunu olan halîfe Ebü’l-Abbâs yumuşak huylu, ağır başlı, hayâ ve iyilik sâhibi bir insan idi. Verdiği sözü mutlaka ve zamânında yerine getirirdi. Cömertliği dillere destan olup, bu hâli dolayısıyla kendisine “Saffah” lakabı verilmiştir. Hilâfet makâmında dört sene dokuz ay kaldıktan sonra vefât eden Halîfe Ebü’l-Abbâs es- Saffah’ın ölümü ile yerine oğlu Mansûr geçti (Haziran 754). Heybet, cesâret, ileri görüşlülük bakımından Abbâsî halîfelerinin en seçkinlerinden
olan Mansûr, henüz Saffah’ın hayatta olduğu dönemde bile onun güçlü bir desteği ve yardımcısıydı. Halife Mansûr ilk olarak Bağdat şehrini kurarak başkent yaptı. Bâzı halîfeler, Samarra ve başka merkezlerde ikâmet etmelerine rağmen, Bağdât asıl merkez olarak nihâyete kadar devâm etti. Bu arada yaptığı muhârebeler ve kazandığı zaferlerle nüfûz ve itibârı devamlı artan Ebû Müslim gün geçtikçe halîfeye olan bağlılığını azaltıyordu. Halîfe gönderdiği nasihat yollu mektûpların bir işe yaramadığını görünce, Ebû Müslim’i öldürttü. Ebû Müslim’in öldürülmesi üzerine, bilhassa nü- fûzunun kuvvetli olduğu Horasan ve başka yerlerde çeşitli isyânlar görüldü ise de hepsi bastırıldı. Halîfe Mansûr 775 senesinde hac etmek üzere giderken yolda hastalanarak vefât etti. Mansûr, vakar ve güzel ahlâk sâhibi idi. Halka karşı gâ- yet yumuşak ve hoşgörülü olmasına karşılık, devlete karşı hareket edenleri aslâ affetmezdi. Mansûr’un ölümünden sonra oğlu Mehdî halîfe oldu. O zamâna kadar kuruluş dönemini geçirmiş olan devlet onun zamânında kuvvetlendi. Hazine zenginleşti ve halkın hayat seviyesi yükseldi. Devleti içerisinde ıslahatlarda bulundu. Fevkalâde yargı işlerine bakmak için bizzat mahkeme kurduran ilk Abbasî halîfesidir. Yolcuların barınması ve korunması için Mekke yolu üzerinde konaklama mahalleri yapılmasını emretti. Bunlardan mevcûd olanlarını iyileştirdi, kullanılır hâle getirdi. Bağdâd ile diğer İslâm beldeleri arasındaki posta işlerini düzene koydu. Ayrıca veziri Abdul
Yeni Rehber Ansiklopedisi 16
ABBÂSİLER
lah’a bütün vâlilere gönderilmek üzere, vergi veren kimselere haksızlık etmemeleri için tâlimat- nâme yazdırdı. HalîfeMehdî döneminde Bizans’a karşı başarılı seferler düzenlendi. Bu arada Merv şehrinde ortaya çıkan ve ilâhlık taslayan El-Mukan- na’nın başlattığı isyân bastırıldı. Mehdî’nin 785 yılında vefâtı ile yerine oğlu Hâdî halîfe oldu. Hâdi; uyanık, gayretli, cömert, büyük işler yapmaya kâbiliyetli, kuvvetli, tuttuğunu koparan cesûr bir zâttı. Ancak saltanat müddeti çok kısa sürüp 786 yılında vefât etti ve yerine kardeşi Hârûn Reşîd halîfe seçildi. Halîfe Hârûn Reşîd dönemi (786-809), Ab- bâsîlerin en parlak zamânı oldu. O, Yahyâ bin Hâ- lid el-Bermekî’yi tam yetkiyle vezirliğe getirdi. Yahyâ, iki oğluyla birlikte devleti bir hükümdâr gibi yönetti. Çıkan ayaklanmaları bastırdı. Bizans’a karşı olan seferlere büyük ehemmiyet veren Hârûn Reşîd, bunlardan bâzılarına bizzât kendisi de katılmıştır. 790 yılında Mısır’dan Kıbrıs üzerine yürüyen İslâm donanması, Antalya açıklarında karşısına çıkan Bizans donanmasının büyük bölümünü batırmış ve donanma komutanlarını esir etmiştir. 797 yılında bizzât sefere çıkan Hârûn Reşîd, Ankara’ya kadar ilerledi. Ancak İmparatoriçe İrene’nin isteği ve yıllık vergi vermeleri kabûlü ile sulh yapıldı. Fakat Nikeforos’un imparator olmasından sonra Bizans, antlaşmayı fesh etti. Bunun üzerine Halîfe, ikinci Bizans seferine çıktı. Kendisi Heraklea (Ereğli) Kalesi üzerine yürürken bâzı komutanlarını da diğer kaleler üzerine gönderdi. İmparator Nikeforos, Halîfe’nin karşısına çıktı ise de, tutunamadı ve sulh istedi. Halîfe kış
mevsiminin gelmesi üzerine imparatorla, yıllık haraç göndermesi şartıyla antlaşma yaptı. Ancak sözünde durmayan imparator, ertesi sene Abbâsîlerin elindeki Tarsus üzerine büyük bir ordu gönderdi ve Tarsus işgâl edildi. Huduttaki Bizans kaleleri sağlamlaştırıldı. Bu olaylar üzerine güçlü bir ordu ile Bizans üzerine üçüncü seferine çıkan Hârun Reşîd Ereğli, Tuvana ve daha bir çok kaleleri fethetti. Tuvana’da bir câmi inşâ ettirdi. Bu arada Balkanlarda da Bulgarlar tarafından sıkıştırılan İmparator, Halîfe’nin yaptığı fetihleri kabûl etmek, tahkîm ettirdiği kaleleri yıktırmak ve haraç vermek şartıyla yeni bir sulh yapmaya mecbur oldu (806). Hârûn Reşîd, devletin idârî teşkilâtında bâzı değişiklikler yaptı. Vilâyetleri küçülterek daha kolay idâre edilir bir hâle getirdi. Merkez teşkilâtında bâzı divânlar kurarak bunları vezîre bağladı. Daha önce vâlilere bağlı kâdıları müstakil hâle getirdi. Ancak onlara merkezdeki baş kâdıya (kâ- dı-ül kudât) hesap verme mecbûriyetini koydu. Bu dönemde başkâdı, İmâm-ı Azam hazretlerinin talebesi İmâm-ı Yûsuf rahmetullahi aleyh idi.
Samarra Büyük Câmiinin genel görünüşü. Abbâsî halîfesi Mütevekkilin 848 ile 852 seneleri arasında yaptırdığı, içeriden 240 metre boyunda ve 156 metre eninde olan Samarra Camii, dünyanın en geniş câmisi olup, toplam 38.000 metrekarelik bir alanda kurulmuştur. Câminin kuşatma duvarları, ortalama 15 metre yüksekliğinde ve 2,5 metre kalınlığında olup tuğladandır. Câminin kuzey tarafından 27 metre uzaklıkta Malviye adı verilen büyük minaresi koni biçimli bir yapıdır. Üstüne minarenin etrafında dönen bir rampa ile çıkılır.
ABBÂSÎLER
Hârûn Reşîd, ilim ve sanata çok ehemmiyet veriyordu. Zamânında Bağdât, dünyânın en meşhûr ve en muhteşem şehirlerinden biri hâline geldi. Halîfenin sarayında ilim ve fikir adamları, sanatkârlar toplanır ve onun huzûrunda münâzara ederlerdi. Halîfe onları maddî ve mânevî bakımdan desteklerdi.
Hârûn Reşîd, Horasan’da isyân çıkaran Râfi bin Leys’i ortadan kaldırmak üzere ordusunun başında giderken yolda hastalandı. Yerine oğlu Me’mûn’u velîahd tâyin ettiğini bildirdikten sonra, 24 Mart 809 târihinde kırk dört yaşındayken vefât etti.
Hârûn Reşîd’in ölümünden sonra oğullan arasında başgösteren halîfelik kavgasında Emin’i İraklılar, M e’mûn’u ise İranlılar destekledi. Emin’in hilâfet merkezine hâkim olmasına karşılık, Me’mûn da Horasan bölgesine yerleşerek bağımsız hareket etmeye başladı. Emin’in üç yıl kadar devâm eden kısa halîfelik müddeti kardeşi ile mücâdele içerisinde geçti. Bu sebeple Emîn dışa karşı askerî bir harekâta girişemediği gibi, içte de idâri, fikrî ve îmâr sâhalarında bir gelişme gösteremedi.
Emîn’in 813 yılında öldürülmesi üzerine bütün ülke Me’mûn’un halîfeliğinde birleşti. Me’mûn başta Irak olmak üzere imparatorluğun çeşitli bölgelerinde çıkan ayaklanmaları bastırdı. Sâdece El-Bazz ve civârında başgösteren Bâbek ayaklanması sürdü. Me’mûn hilâfeti döneminde bilhassa Anadolu’yu fethetme gâyesini ön plânda tuttu. Bu sebeple 830 yılından îtibâren devletin askerî kuvveti daha ziyâde Anadolu’ya yöneltildi. Halîfe Me’mûn fethettiği Bizans şehirlerine müslüman- lan iskân etmek ve böylece fetihleri dâimî hâle getirmek istiyordu. Ancak 833 yılında ölümü üzerine bu tasavvurunu gerçekleştiremedi.
Halîfe Me’mûn, bilhassa saltanatının son yıllarında Türkleri birlikleri arasına almaya başlamış
Abbâsî halîfesi Müstansır tarafından on üçüncü yüzyılın b a sla rın d a k u m la n B aâ H at M îîstflnsıriuvA M orlresAsi
Dokuzuncu asırda yapılmış, Abbâsîlere ait Özel sırlı bir kase. Irak’ın Samarra şehrinde bulunmuştur.
ve ölümünde bunların sayısı 8-10 bini bulmuştu Nitekim Me’mûn’un ölümünden sonra kardeşi Mu’tasım bu Türk kuvvetlerinin desteği sâyesin- de hilâfet makâmına geçti. Mu’tasım da ağabeyi gibi çeşitli Türk ülkelerinden birlikler getirmeye devâm ederek kısa zamanda ordunun büyük kısmını Türklerden meydana getirdi. 836’da Samar- râ şehrini kurarak Türk birlikleriyle berâber hilâfet merkezini oraya nakletti. Böylece 892 yılına kadar devâm edecek olan Samarrâ devri başlamış bulunuyordu. Halîfe Mu’tasım döneminde yıllardan beri devâm eden Bâbek isyânı bastırıldı. Bizans üzerine başarılı seferlere devâm edildi. Dicle’ye yeni kanallar açtırıp zirâati geliştirdi. Dikkatli ve tutumlu idâresi sonucu, vefât ettiğinde haleflerine milyonlarca dinâr ve dirhem bulunan dolu bir hazîne devretti.,
Halîfe Mu’tasım’ın ölümünden sonra (842), başa geçen Vâsık (842-847), Mütevekkil (847- 861), Muntasır (861-862), Müstain (862-866), Mu’tez (866-869), Mühtedi (869-870) ve Mu’te- mîd (870-892) dönemlerinde devletin her köşesinde ortaya çıkan isyânlar, merkezî otoriteyi zayıflattı. Devlet içte ve dışta sarsıntılar geçirmeye başladı. Nitekim bu dönemde Kuzey Afrika’da siyâsî bir güç olarak ortaya çıkan Fâtimîler, doğuya doğru ilerlemeye başladılar. Karmâtîler, Irak ve Hicaz bölgelerini tehdît ederken, Sacoğulları Azerbaycan’da bağımsızlık kazandılar. Ancak Abbâsî hilâfeti için bütün bunlardan çok daha kötü bir gelişme 945 yılında Büveyhîlerin Bağdât’ı işgâl etmeleri olmuştur. İranlı ve şiî bir hânedan olan Bü- veyhîler, dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru Fars, Hûzistan, Kirman ve Kûhistân bölgelerinde
ABBÂSÎLER
hâkimiyet kurmuşlardı. Büveyhîlerin Bağdât’ı işgalinden sonra Abbâsî halîfelerinin hiç bir maddî gücü kalmadı. İktidar, Büveyhîlerin eline geçti. Bü- veyhîler, Abbâsî halîfelerini sâdece dînî bir lider olarak başta tutuyorlar ancak istediklerini tahttan indirip istediklerini çıkarıyorlardı. Bağdât artık İslâm dünyâsının bir merkezi olmaktan çıkmıştı. Bu durum yaklaşık bir asır kadar devâm etti. On birinci yüzyılın ortalarında Büveyhîler eski güçlerini kaybettiler. Bu dönemde Türk asıllı Büveyhî komutanı Arslan el-Besâsîrî, Bağdât’a hâkim olarak hutbeyi Fâtimî halîfesi adına okutmaya başladı. Bu sırada İran’da güçlü bir devlet kurmaya muvaffak olan Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdât’a girerek Abbâsî Hânedânını şiî hâkimiyetinden kurtardı ve Halîfe Kâim Biemrillah’a büyük hürmet gösterdi. Halîfe de Tuğrul Beye Sultan ünvânını vererek onun siyâsî ve askerî hâkimiyetini tanıdı. Selçuklular, Abbâsî hilâfetini siyâsî bakımdan şiî hânedânla- rının tahakküm ve tehdidinden kurtarmakla kalmadılar; yeni bir öğretim müessesesi olan medreseleri kurarak fikrî bakımdan da onlarla mücâdeleye giriştiler. Böylece Selçuklular sâyesinde Abbâsî hilâfeti Fâtimîlerin tehdidinden kurtulmuş oluyordu. Zamanla Selçukluların zayıflamaları ve hilâfete Muktefi (1136-1160) ve Nâsır (1180-1225) gibi dirâyetli şahısların geçmesi üzerine Abbâsîler tekrar güçlenmeye başladılarsa da, eski kudretli hâle gelemediler. Diğer taraftan Moğollar Cengiz Han idâresinde Çin’e karşı yaptıkları akınlardan sonra, 1218 yılından îtibâren batıya yönelerek İslâm dünyâsını istilâ etmeye başlamışlardı. Ha- rezmşâhlar Devletini ortadan kaldıran Moğollar, Semerkant, Buhâra, Taşkent, Harezm ve Belh gibi şehirleri yerle bir ettiler. Cengiz’in 1227 yılında ölmesinden sonra da Moğol istilâ hareketi devâm etti. Nitekim torunu Hülâgû 1258 yılının Ocak ayında Bağdât önlerine geldi ve şehri kuşattı. Mukâvemetin çâresiz olduğunu gören halîfe Mu’tasım teslim oldu (10 Şubat 1258). Ancak Bağdât’a giren Moğollar, dünyâ târihinin en büyük
tahribatını yaptılar. Halîfe, yanındakilerle birlikte idâm edildi. Dört yüz binden fazla Müslüman kılıçtan geçirildi. Mescidler medreseler yerle bir edildi. Milyonlarca İslâm kitâbı yakılarak külleri Dicle Nehrine serpildi. Böylece beş asırdan beri devâm eden Bağdât-Abbâsî hilâfeti sona erdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir