ACIKMADAN AÇLIK REJİMİ
Her iki görüş de haklı olabilir. Ancak kesin olan bir şey varsa açlık rejiminin tekrar eski önemine kavuştuğudur. Am- bulant açlık rejimi tutan hastalara bakan doktorların sayısı gittikçe artıyor ve şu sırada Almanya’da 29 klinik, hastalarına açlık rejimi uygulamaktadır. Açlık rejiminin yararlarına inanlara göre bu usulle her türlü hastalık, doğal olarak en başta şişmanlık tedavi edilebilir.
Açlık, insanlık tarihi kadar eski, hatta yaşamla aynı yaştadır denebilir. Şöyle de düşünülebilir: Açlık canlıların hayatta kalma becerisinin bir parçasıdır. Zira haftalarca hatta aylarca süren açlık, özellikle yırtıcı hayvanların senelik yaşamlarının bir parçasıdır. Bir çok hayvanın açlığa dayanma yeteneği olmasaydı, yeryüzünden silinir giderlerdi. Zaten doğada, her zaman ve düzenli yiyecek bulmak kolay değildir.
Dağ keçisi, geyik veya bazı küçük kemirgenler gibi yükseklerde yaşayan dağ hayvanları, güz aylarında vücutlarında yağ toplayarak ve kışın her yerin karlarla örtüldüğü günlerde bu yağı harcayarak yaşamlarını sürdürürler. Ve hatta bu hayvanların çiftleşme zamanlan çoğunlukla aç kaldıkları bu aylara rastlar. Özellikle erkekler dişileri paylaşmak için zodu kavgalara girerler. Bu olay da göstermektedir ki, açlık tüm yaşam faaliyetlerinin azaldığı değil, aksine yukardaki örneklerde de görüldüğü gibi, enerjinin açığa çıktığı bir dönem olmaktadır.
Aynı yaşam özelliklerine balıklar, kuşlar ve kambur bal’ nalar gibi memeliler de sahiptirler. Göçmen kuşlar yaz son na doğru gereksinimlerinden fâzla yiyerek, depoladıklan en* ile hiç durmadan 5.000 km yol katedebilirler. Tüm yırtı hayvanlar, hiç bir şekilde besin depolamadıkları halde, av 1 lamadıklarında haftalarca açlığa dayanabilirler.
Hayvanlarda olduğu gibi, insanlar da aç kaldıklannda edilmiş olan enerjilerini harcayarak yaşamlannı sürdürme ö liklerine sahiptirler. Zamanımızda Avusturalya’da veya A ka’da hala bazı yerli kabileler, yiyecek yönünden çevrele“ uyum sağlayacak yaşamlarını sürdürmektedirler.
Açlık Rejimi: Bıçaksız Ameliyat
Herkesin bildiği bir diğer açlık rejimi her kim ha nırsa iştahını yitirir, gerçeğinden kaynaklanır. Hastalanan köpek veya kedi gözden uzak bir yerlere sığınıp gün’ bir şeyler yemezler. Hastalanan bir insan da genellikle kalmak ister, sunulan yemekleri iştahsızlıktan dolayı der. Hasta olan bir canlı, içgüdüsel olarak doğru olanı
maktadır: açlık rejimi. Hastalığa yakalanan vücut, sindirim işiyle uğraşıp gücünü harcamak istemez. Bunun yerine, daha önce depo ettiği enerjiyi.; yani depo ettiği yağ tabakalarını kullanmayı yeğleyerek, tüm gücünü hastalığa karşı seferber eder.
Hasta insanların açlık rejimi ile tedavisi yönteminin unutulmaktan kurtarılıp, tekrar güncel olmasını Dr. Otto Buc- hinger’e borçluyuz. Dr. Buchinger, yakalandığı ağır bir hastalık nedeniyle açlık rejimine başlar. Ağır bir eklem romatizmasına yakalanan Buchinger’in hastalığı kronik bir dumm alır, ayrıca kas erimesi, karaciğer büyümesi ve arka arkaya tekrar eden safra kesesi iltihaplanmaları görülür. Dr. Buchinger bu hastalıkları arka arkaya iki defa açlık rejimi yaparak yenmesini başarır.
Dr. Buchinger açlık rejimini ilk keşfeden kişi olmamakla birlikte çok değerli bir hizmette bulundu: Binlerce hastasında açlık rejimi ile tedavi yöntemini deneyerek, daha çok hangi hastalıkların tedavisinde etkili olduğunu ortaya koydu. Düşük kan basıncı dışında tüm hastalıkların tedavisinde açlık rejimi olumlu sonuç vermiştir.
Ben şahsen her hangi bir hastalığın nedeni ile değil, merak ettiğim ve bizzat denemek için açlık rejimi yaptım. İlk defasında bir hafta, ikinci defasında ise üç hafta rejfin yaptım. Sonuçta fazla kilolarım dışında hiç bir kaybım olmadı, aksine bir takım kazançlarım oldu:
o bir konu üzerine dikkatimi daha iyi toparlayabildim,
o duygu ve düşünce alemim daha hassas oldu,
o günlük telaş ortadan kalktı ve
o düzenli, sakin bir çalışma hayatına kavuştum.
AÇLIK REJİMİ VE AÇLIK GREVİ
Rejim uzmanı Dr. Helga Büchler açlık rejimi ile açlık grevi arasındaki büyük farkı şöyle dile getiriyor: “Açlık rejimi ile açlık grevi arasındaki fark insanın aldığı tavıra bağlıdır. Açlık rejimi kendi isteğimizle olmaktadır ve olumlu bir olaydır. Açlık grevinde ise insanın bir şeyleri zorla elde etme isteği vardır ve bir tür savaş vermektir, her savaş öfke ve kızgınlık demektir. Öfke ve kızgınlık mide salgılarını arttırır, mide salgıları ise açlık duygusu yaratır.”
AÇLIK REJİMİ IMASIL YAPILMALI
Açlık rejimine, ilk bir veya iki gün sadece meyve yiye- k başlanmalıdır. Böylec^ ilk günlerde midenin kıyısında kö- sinde kalmış olan et parçalarının çürümesi önlenir ve sin- lerek yok edilir. En iyisi, midenin ve barsakların eczane- e bulunan glaubem tuzu ile iyice temizlenmesiyle rejime anmalıdır. Bu rejim sırasında kesinlikle katı yiyecekler mamalıdır. Sadece ve istenildiği kadar su, maden suyu, veya kaynatılmış sebze suyu alınabilir. Açlık rejimi sıra
sında alkollü içki ve sigara alışkanlıkları bırakılmalıdır.
Rejimin ilk günü, vücudumuzda şu gelişmeler olur: Kandaki şeker oranı düşer, durum beyine iletilir “besin al!”. Eğer midemizde hala mide özsuları varsa açlık duyarız. Bu duygu, bazı insanlarda baygınlık derecesinde kuvvetli olur. En zor günler rejimin başlamasından sonraki 2. ve 3. günlerdir. Zira bu günler vücudun yeni dumma uyum sağladığı günlerdir. Adeta gripe yakalanmış gibi başağrısı, sırt ağrısı ve kaslarımızda şiddetli ağrılar duyarız. Ama bir süre sonra durum değişir. Açlık duygusu ve vucuttaki diğer ağrılar tümüyle ortadan kaybolur. Gerçekten açlık rejimi yapmak isteyen kişi hiç açlık duymaz, mideye artık katı yiyecek gelmediği için, bu organımız özsu salgılamayı iyice azaltır ve bağırsaklar da çalışmasını durdurur. Şimdi neler olduğunu Dr. Lütz- ner’den dinleyelim: “Vucut artık dışardan yiyecek beklentisine son vermiştir. Mide ve bağırsaklarda ne bir guruldama ne de iştah kalmıştır. Vücut artık kendi içindeki depoya yönelmiştir; ferahlamış ve adeta hürriyetine kavuşmuştur. Akşama ne yiyeceğim, yarın ve ertesi gün yemek için neler almalı gibi, insanı bağlayan ve düşündüren konular artık akla gelmemektedir.
VÜCUT VE RUH TEMİZLİĞİ
Yirmi ve daha fazla gün yapılan açlık rejimlerinde “açlık krizi” gelebilir. Kişi kendisini kırgın, yorgun ve aşırı duyarlı hisseder. Aslında bu krizler sağlık belirtileridir. Bu krizler hastalıklı ve zararlı dokuların vücuttan söküldüğü ve kanla birlikte dolaştığı anlardır” diyor Dr. H. Lützner ve devam ediyor; “bu zararlıların vücudumuzdan atılmasıyla birlikte, krizler de tamamen kaybolur gider. Artık vücut iyice ferah- lamıştır ve insan kendi iç alemine yönelmiştir; uyku sırasında rüya görmeler artmış, geçmişi anımsama kabiliyeti yükselmiş, duygu ve düşüncelerimiz hassaslaşmıştır. Bazı kişilerde koku alma duygusu artar. Fakat bizzat rejim yapan kişi de doğal olarak pek hoş kokmayabilir. Bu koku vücuttaki zehir ve yaramaz dokuların dışarı atılmasıyla ilgilidir. Bu nedenle rejim sırasında ağız sık sık temizlenmeli ve daha sık banyo yapılmalıdır.”
Açlık rejimi bitince, en önemli safha; yani vücudun tekrar yenilenmesi dönemi başlar. Bu geçiş dönemi, rejim süresinin 1/3’ü kadar sürmelidir. Önemli olan vücudun, doğal olarak en başta midenin sindirim işlerine yavaş yavaş alıştırmasıdır. Rejimin bozulması, olgun bir elma ile yapılmalı ve bu çok ağır yenilmelidir.
“Vücut temizliği için ve fazla kiloları vermek için herkes açlık rejimi yapmalı mı?” sorusuna, uzmanlar değişik yanıtlar vermektedirler. Beslenme uzmanı B .Hahn “açlık rejimini, sadece şişman kişiler yapmalı ve süre olarak 2-3 haftayı aşmamalı” diyor.
P.M.’den çev: IMuri GÜLDALI
\ 790’lara kadar tüm dünyada, 18. yüzyılda öncelikle Avrupa’da birbirinden çok farklı uzunluk ölçüleri kullanılıyordu. Şehirlerarası ilişkiler arttıkça, farklı uzunluk ölçülerini kullanmanın yarattığı kargaşa da kendini göstermeye başladı. Kargaşadan ençok rahatsız olan ülke Fransa oldu. Bu kargaşa İngiltere’de, yoktu; Onlar 13. asırdan beri demirden yapılmış bir “yard” temel alan uzunluk ölçüleri kullanıyorlardı. Bir “yard” her yerde üç “feet” ve her “Feet” 12 inçti. Bu nedenle İngiliz Krallığı, Fransa’nın I790’da yaptığı ölçülerin standartlaştırılmasını teklifini benimsemedi. Bu işi tek başına üstlenen Fransız Bilimler Akademisi, tüm uluslarca kabul edilebilecek ölçü sistemleri saptama çalışmasına başladı ve uzunluk ölçü birimi olarak, değişik teklifler raasından Dünya çevresinin temel alınması benimsendi: Buna göre 1.791’de
I metre, Ekvator – Kutup arasındaki bir boylam çemberi uzunluğunun 10 Milyonda biri olarak tanımlanmıştı. Pratikte meridyen uzunluğu ölçülemediği için o zaman Akademi, Paris’ten geçen meridyenin Dunkirk-Barselona arasındaki kısmını ölçerek, I metre uzunluğunu bulmuş ve Fransa’da metrik sistemin uygulaması başlamıştır. Diğre taraftan, metrenin daha doğru belirlenmesi için Kral XVI. Louis, 1792’deJ. Delamb- ne ve P. Mechain adlı iki mühendisi bir boylam çemberinin uzunluğunu ölçmekle görevlendirdi. Avrupa’da o zaman sürüp giden» savaşlar arasında, iki mühendisin ağır ve karmaşık aletleriyle boylam çemberi ölçümüyle uğraşması, oldukça zor ve bir bakıma da komik olmuştur. Bu iki mühendis çok defa casus diye tutuklanmışlar, canlannı zor kurtarmışlardı. Bilimler Akademisinde bu ölçülerin standartlaştırılması projesini yürüten meşhur Lavoisier ise Kral’a ters düştüğü için “Devrimin bilim adamına ihtiyacı yoktur” sözüyle giyotine gönderilmiştir. Altı yıl sonra 1798’de, iki mühendis meridi- yen ölçümünü yüzbinde üç doğrulukla tamamlamışlardı. Bu ölçüme dayanarak belirlenen metre, Dünya’nın basıklığı yanlış bir değerle hesaba katıldığı için olması gereken dçğerden
0, 2 mm daha kısa olarak saptanmıştır. Platinden yapılarak saklanan bu 0,2 mm kısa metre, 1799’dan itibaren 90 yıl uzunluk ölçü birimi olarak yaygın bir şekilde kullanıldı.
I790’lı yıllarda Fransız Bilimler Akademisi, sade ölçü bi- j Metre, başlangıçta bir boglamçczz | berinin 40 Milyonda birine eş uzunhik- j ta alınan standart demir bir çubuğun i uzunluğuydu: Bugün ise ışığın 1/2 ! 792 458 saniyede aldığı gol olarak 1 bul edilmektedir. 1790larda kullanıl- { maga başlandığından bugüne kadar i metregle ölçüm ganılgısu binde birden
0 10 milgarda bire indirilmiştir. Bu da j bugün, Dünga-Ag arasındaki uzaklık f ölçümünde bile, bir cm.den daha faz-
la ganılgı gapmamak demektir.
rimleri üzerine değil; fakat kullanılan sayı sistemi üzerine de temel yenilikler yapmak istemişti. Öncelikle sayımda I2’li bir sistemin kullanılması önerilmişti. Bu, aslında her türlü ölçüm için daha kullan işliydi; çünkü 10 sayısı sadece 10, 5,
1 ve I ile tam bölünebilirken, 12 sayısı 12, 6, 4, 3, 2 ve I ile tam olarakbölünebiliyordu. Bu öneri, ne yazık ki yasallaştırılıp uygulanamadı; çünkü halkı yeni sistemde aritmetik öğrenmeye zorlamak gerçekten zordu. Diğer taraftan Akademi, zaman ölçümünde kullanılan sistemin de 10’luk sistem olmasını,uzunluk ölçü sistemiyle uyum sağlanması açısından önerdi. Bu öneriye göre, bir haftanın 10 gün, bir günün 10 saat, bir saatin 100 dakika, bir dakikanın da 100 saniye sayılması isteniyordu. Bu öneride genelde benimsenmemiş ve 1795’te öneriden resmen vazgeçilmiştir. Öte yandan, 10’luk sistemde standart uzunluk ve ağırlık ölçülerinin de kabul edilip benimsenmesi kolay olmamıştır. Örneğin Fransa’da 10’luk sistemdeki standart ölçü birimlerinin I795’te yasayla kabul edilmesine karşın, halkın zorlamasıyla 1812’de Napolyon tarafından eski ölçü birimlerinin kullanılmasına geçilmiştir. 10’luk sistemdeki standart ölçü birimlerinin tekrar kabul edilmesi, 1840 yılında gerçekleşmiştir. Ölçü birimlerinden 110’luk sistemin kullanılmasına, Hollanda’da !820’de, Yunanistan’da I836’da Türkiye’de 1926 yılının sonunda ve İngiltere’de 1978 yılında başlanmıştır
1889’da standart metre yeniden yapılıp tanımlandı. Yeni metre, milyonda bir hata ile eski metre ile aynı uzunluktaydı; fakat eskisinden iki önemli farkı vardı: Birincisi platin
– iridyum alaşımından yapılmıştı. İkincisi de boyu eski b: metreden fazla, fakat üzerine kazılmış olan iki çizgi arasr daki uzaklık (milyonda bir hata ile) eski bir metreye eşi ^ Yeni standart metre, İngiltere’de 30 tane yaptırılmıştı, yıllarda metreyi benimseyen 29 ülke vardı. Standart me İngiltere’de yapıldığı halde, İngilizler metreyi benimsemen
Yeni standart metre I889’da ağırlık ve uzunluk ölçü üzerine yapılan uluslararası toplantıda kabul edildiği ay,. rikalı fizikçiler Michelson ve Morley, uzunluk ölçü biriı metrenin, ışığın dalga boyu cinsinden yeniden tanımla leceğini öneriyorlardı. Buna karşın, platin – iridyum olan standart metrenin 1889’dan sonra tam 71 yıl k
mına devam edildi. Yeni öneriye göre metre, belli dalga boyunda seçilen bir ışığın dalga boyunun şu kadar katı diye tanımlanacaktı. Bildiğiniz gibi ışınımın tayfındaki sapma veya soğurma çizgilerinin yeri (göreli dalgaboyu) büyük bir doğrulukla saptanabilir. Fakat bir ışınım tayfında çok sayıda çizgi vardır ve çizgilerin çoğu, ayn ayrı görülemeyen birden fazla çizginin birleşimiyle oluşmuştur.
Metrenin yeni tanımında, hangi koşullarda hangi madde ışınımının tayfındaki hangi çizginin dalga boyu tenlel alınmalıydı ve bu yeni tanıma gerçekten gerek varmıydı? Yanıtı karmaşık olan bu sorunlar nedeniyle, tam 71 Yıl beklendi. Ortada bir gerçek vardı. Işığın dalga boyuna göre tanımlanacak olan metre artık sıcaklık, nem gibi atmosfer koşullarından etkilenmiyecek ve asıl önemlisi, müzelerde saklanması gereği olmayacaktı. Sonunda 1960 yılında belli bir krypton izotopu içeren tüpten salınan ışınımın tayfındaki en belirgin çizgi temel alınarak, metre yeniden tanımlandı. Bu tanıma göre bir metre, belirlenen tayf çizgisinin dalga boyunun 1650 763 73 katı alınmıştır. Yeni metrenin yanılgısı bir milyarda dördü geçmiyordu. Bu, Dünyanın ekvator uzunluğunun ölçümünde sadece 16 cm yanılgı yapmak demekti.
1960 yılında, yeni standart metrenin tanımlanıp kabul edildiği yıl laser keşfedildi. Keşfinden bir süre sonra değişik amaçlarla kullanımı için, laser ışığının frekansını belli bir yerde tutabilecek yöntemler ve düzenekler geliştirildi. Bu yolla, tayfta, frekansı (dolayısıyla dalga boyunu) belirli dar bir çizgi elde edilebiliyordu. Laser ışığıyla istenen dalga boyunda ışınımın elde edilebilmesi ve elde ediliş kolaylığı, standart metrenin yeniden tanımını gerektiriyordu. Krypton lambasının yerini laser alacaktı.
Yeni öneriye göre, aslında uzunluk ölçü birimi, zaman ölçü birimi cinsinden tanımlanacaktı ve bu karmaşık bir işti. Uzunluk kavramını anlamak kolaydı ya; zaman nasıl olacaktı? Bu yeni tanımlama, tam 23 yıl beklendi ve yanılgısı en az bir milyarda dört olan metreyle, 1983 yılına kadar ölçüm yapılmaya devam edildi.
Bugün zaman, diğer tüm fiziksel büyüklüklerden daha doğru olarak ölçülebilmektedir. 1967’de zaman ölçümünde sizyum saati (caesium dock) kullanılmasının standart ölçü olarak kabul edlmesinden sonra, saniye 10.000 milyarda bir (1/10) yanılgı ile ölçülebiliyor. Bunun anlamı, zaman ölçümünde 300.000 Yılda, sadece I saniye ölçüm yanılgısı yap- nak demektir. Biliyorsunuz, birbirinden oldukça uzak iki nok- a arasını ışığın katetme süresi ölçülürse, noktalar arasında- k uzaklık kullanılarak, ışık hızı bulunabilir, Fakat iki nokta anıını, yanılgısı büyük olan bir metre ile ölçmüşseniz, ışık hızını da o kadar yanlış bulursunuz. Yakın zamana kadar ışık hızının daha doğru bulunmasını kısıtlayan neden buydu. Son on yıldır, ışık hızı artık metreden bağımsız olarak bulunuyor. Bir laser ışığının frekansı ve dalga boyu bağımsız olarak ölçülüp, iki değer çarpıldığında ışık hızı bulunuyor. Bugün ışık hızı için bulunan en doğru değer, saniyede 299.792.458.6 metredir. 1983’te Amerika Ulusal Standartlar Bürosunca bulunan bu ölçümün yanılgısı, sadece 30 cm dir.
Ay’a bir laser ışığı gönderilse, oradan geri yansıyıp bize ulaşan ışık için geçen süre saptansa, bunun ışık hızıyla çarpımı ışığın yansıdığı Ay yüzeyine o andaki uzaklığınızı çok doğru olarak verecektir. Diyebiliriz ki, bugün bilim, Ay uzaklığını metreden daha doğru ölçebilmektedir.
Uzaklık ölçümünde kullanılan ücgenleme (treangulation) yöntemi, yakın gök cisimlerinin uzaklığını bulmada da kullanılır. Fakat dünya üzerindeki üçgen tabanı, büyük yanılgılı standart metreyle ölçüldüğünden, gök cisminin uzaklığı daha büyük yanılgı içerir. Önce, metreyi daha doğru ölçmemiz gerekmektedir.
Görüldüğü gibi, uzaklık ölçümünde ışık hızından yararlanılabilir. Çünkü zaman ve ışık hızı, daha doğru ölçülebilmektedir. Işığın hızı, frekansıyla dalgaboyunun çarpımına eşit olduğundan, metre zaman cinsinden tanımlanabilir. Işığın bir saniyede 299.792.458,6 m yol gittiğini bildiğimize göre, açıkça bellidir ki, I metre, ışığın 1/299.729.458.6 saniyede aldığı yoldur.
Standart metrenin zaman cinsinden bu yeni tanımı, 1983 takvimi’nin üçüncü haftasında Paris’te ölçü birimleri üzerine yapılan uluslararası toplantıda kabul edildi. Yalnız bu yeni tanımda ışığın boşluktaki hızı, evrensel bir sabit olarak 299.792.458 metre/saniye alındı. Bu değer gelecekte yenilendiği sürece, metrenin uzunluğu da değişecek. Örneğin, ışığın yukarıdaki değerden daha hızlı yol aldığı gösterilirse, metrenin uzunluğu artacaktır, Yukardaki tanıma göre yapılan uzunluk ölçümlerindeki yanılgı, sadece 10 Milyarda bir kadardır. Bu da dünya — Ay arasındaki uzaklık ölçümünde, bir cm.den daha fazla yanılgı yapmamak demektir.