Afrika
Asya’dan sonra dünyanın ikinci büyük kıtası. Afrika kıtası Asya’dan Süveyş kanalı, Süveyş körfezi ve Kızılde- niz’le, Avrupa’dan Cebelitarık boğazı ve Akdeniz’le ayrılır. Batıda Atlas okyanusuyla, doğuda Hint okyanusuyla sınırlıdır. Ayrıca, kıyılardan oldukça uzaktaki adalar da Afrika’nın parçası sayılır: Hint okyanusunda Madagaskar, Mauritius, Réunion, Zanzibar, Pemba adaları ve Komor adaları; Atlas okyanusunun kuzey kesiminde Kanarya adaları, Cabo Verde adaları ve Madeira adaları; Atlas okyanusunun güney kesiminde Ascension adaları ve Saint Helena adası; Gine körfezinde (Bk. GİNE KÖRFEZİ) Annobon ve Bioko adaları ile Sao Tome ve Principe adaları. İnsanlığın ilk dönemleriyle ilgili bilinen en eski fosiller Afrika’da, özellikle de Tanzanya’da bulunmuştur. Ayrıca, kıtada dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan eski Mısır uygarlığı gelişmiştir. Fenikelilerin Akdeniz kıyısında, Atlas dağlarının kuzeyinde Kartaca’yı ve öteki kent-devletlerini kurmalarıyla aynı dönemde, yani İ.Ö. I. binyılda, Mısır’ın etkisi de Nil’in güneyine, günümüzdeki Sudan’a yayılmıştır. Roma egemenliği döneminde (İ.Ö. 1. yy. – İ.S. 7. yy.) Kuzey Afrika, Avrupa’nın etkisi altına girmiştir. VI. yy’dan başlayarak Arap kültürü ve İslâm dini, Afrika’nın kuzey kıyısı ile Büyük Sahra’nın güney kenarındaki bölgenin kentleri arasındaki ticaret yollarını izleyerek Büyük Sahra’nın ötesine yayılmış ve bu bölgede Ortaçağ’da, aralarında Gana, Mali, Kanem-Bornu ve ve Songhay krallıklarının da bulunduğu bir dizi güçlü Afrika krallığı önemli ölçüde gelişmiştir. Daha güneydeki yağmur ormanlarındaysa, XIV. yy’dan sonra Aşanti, Benin, Kongo, Oyo ve Dahomey krallıkları kurulmuş ve Afrika’nın sömürgeci devletler arasında paylaşılmasına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Orta Afrika’nın doğusundaysa Ankole, Bu- ganda, Bunyoro, Luba ve Lunda krallıkları kurulmuştur. Yeniçağ’da Afrika’nın Avrupalılar tarafından sömür
Kökeni eski Mısır’a dayanan Afgan tazısı, aslında bir av köpeği olmakla birlikte, ülkemizde özellikle süs köpeği olarak yetiştirilir.
mm* ■ » ■ — le kolayca hareket edebilen, koku almaktan çok görerek avlanan birkaç av köpeği ırkından biridir. Boyu 61- 71 cm’yi, ağırlığı 22-27 kg’ı bulur. Çeşitli renklerde olabilen uzun ipek gibi tüyleri başının üstüne kadar uzanır. Bedeninin geri kalan kesimine oranla çok daha az tüylü olan kuyruğunun ucu yukarı kıvrıktır.
106 AFRİKA
KUZEY DENİZİ
loskova
HAZAR feŞNİZI
İSPANYA
Madeira Casabianı
Ceb Tuy&fca
T rablusgarb
Kanarya Ad
Bıngazı
TARAFSIZ BÖLGELİBYA
Yengeç
Dönencesi
MORİTANYA Nuakşol f ‘~)
NİJER ’Agactez , Omdûrman Hartum • Aœch^_
tamako Wagadugu \
JRKIÑA FASO
ei-Ubeyd
SUDAN
N’ Camena
Kanovv- •
NiNf NİJERYA / • Abuj^
! Lagos
Porto-Novp > KAM
BISSAU^’ Conakı , Har gey sa FİLDİŞİ KIYISI * Addis Ababa Freetown1
Monrovia^
‘Y ao uni
KONGO ^^KisanganV
Ekvator
imbura ‘Mombasa
Poınte-Noır
’Kanang^
TANZANİYA
AFRİKA
ANGOLA Lobito, , AntsirananaEn yüksek ya da en derin Ndola
ZAMBİYA Lusaka«
’Huambo
Namibyaönemli başkentler ïantyré ¿stone’ T oa&áí
Antananarívgfr,Tsumeb< Bulavàyi
maur’itíu s RÉUNÍON¡j»* BOTS VAN A “ KALAHARI /~Ç0tu Gaborone y .Wwdhc iï Oğlak Dönencesi .Tolíare Walvis Bay’ — TS~4r’ ” ” rVFaradofay Deniz Düzeyi tnnesburg
Bloemfontein* t
GÜNEY AFRİKA
BUYUK ./VXABFOO > ‘ •
’Durban
:/-*ï5ôrt Elizabeth
© 1979 Rand MÇNally 4 Co. A-580000-772 -4
AFRİKA 107
Yüzölçümü: 30 330 000 km2; dünya karalarının % 22’si. Nüfusu: 661 000 000 (1990 tah.); dünya nüfusunun % 12’si. Nüfus yoğunluğu.— km2’ye 22 kişi. Yıllık nüfus artış oranı (1990): % 2,9. Kıyıları: 30 500 km. Yükseldikler: En yüksek yeri.— Kilimancaro dağı, 5 895 m.; en alçak yeri.— Assai gölü, deniz düzeyinin 155 m altında. En kuzey noktası: Ben Sakka burnu, Tunus, 77°46’K. En güney noktası: Agulhas burnu, Güney Afrika Cumhuriyet 34°52’G. En doğu noktası: Hafun burnu, Somali, 51°26’D. En batı noktası: Almadies burnu, Senegal, 17°32’B. Başlıca ırmakları: Nil, Kongo (Zaire), Nijer, Zambezi, Oranj, Volta. Başlıca gölleri: Victoria, Tanganyika, Nyasa (Malavi), Nasır, Kariba, Çad, Turkana (Rudolf). Başlıca sıradağları: Atlas, Ruvenzori, Drakensberg, Kamerun. Başlıca çölleri: Sahra, Kalahari, Namib. Siyasal bölümlenme: 53 bağımsız ülke; Batı Sahra’nın (eski İspanyol Sahrası) durumu tartışmalıdır; Güney Afrika Cumhuriyeti 4 “homelands bağımsız ilan etmiştir; 2 İspanyol denizaşırı toprağı; çok sayıda bağımlı ada. En büyük kenti: Kahire (6 452 000 nüf.; 1992 tah.). En işlek limanları: Durban, Lagos, İskenderiye, Darüsselam. En kalabalık ülkesi: Nijerya (118 800 000 nüf.; 1990 tah.)
geleştmlmesini Portekizliler başlatarak, XV. ve XVI. yy’larda ticaret merkezleri kurmuşlardır; amaAvrupalı- Jar “karanlık kıta” diye adlandırdıkları kıtanın iç kesimlerine XIX. yy’a kadar ulaşamamışlardır. XX. yy’ın başlarında aşağı yukarı bütünüyle Avrupa’nın egemenliğine giren kıtada, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 48 ulus bağımsızlığını elde etmiş, ne var ki sömürgecilik döneminden sonra kurulan bu sınırları gelişigüzel belirlenmiş, birbirinden farklı siyasal sistemlerle yönetilen, çeşitli sorunlarla dolu ülkelerin ekonomileri, sanayileşmiş dünyaya bağımlı kalmıştır. Afrika halkları, ırkları, dilleri, dinleri ve siyasal sistemleri, kültürleri ve gelenekleri çok farklı, karmaşık bir mozaik oluşturmaktadırlar. YÜZEY ŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR Afrika’nın temel doğal özellikleri, tarihini ve gelişmesini de etkilemiştir. Kuzeydeki kıyı bölgesi, kıtanın geri kalan kesiminden dünyanın en büyük çölü olan Büyük Sahra’yla ayrılır. Kıyı çizgisi oldukça düzdür; az sayıda büyük koy, haliç ve liman olarak kullanılabilecek girinti içerir. Irmakların çoğunda, kıyı yakınında çağlayanlar ve çavlanlar vardır; bunlar geçmişte sömürgecilerin iç kesimlere ulaşmalarını engelledikleri gibi, günümüzde de ırmak ulaşımı olanaklarını sınırlamaktadırlar. Büyük Sahra’nın güneyinde kalan Afrika’da, kıyılar boyunca
uzanan dar kıyı ovası, Gine körfezi boyunca çoğunlukla bataklıklarla kaplıdır; Angola’dan Kap’a kadar çoraktır; Kızıldeniz kıyısı boyunca kuleye doğru da bataklık, ormanlık ya da çoraktır. Arkasında, Afrika yüksek yaylasının ucunu oluşturan dik sarplıklar ve sıradağlar yükselir. Afrika’da, Güney Amerika’daki And dağları ya da Asya’daki Himalayalar gibi önemli bir sıradağ sistemi yoktur. Bununla birlikte, çok sayıda küçük sıradağ, Afrika kalkanını kaplayan düzlüklerin ve hafif dalgalı yapıların tekdüze görünümünü çeşitlendirir. Kuzeybatı Afrika’daki Atlas dağları batıdan doğuya doğru Tunus, Cezayir ve Fas’ı aşarlar; Fas’ta Cebel Tubkal’da en yüksek noktalarına (4 166 m) ulaşırlar. Güney Afrika Cumhuri- yeti’nin doğu kesiminde ve Lesotho’da, yükseltileri 3 000 m’yi aşan Drakensberg dağları yükselir. Afrika yüksek yaylası Etyopya’dan güneybatıya doğru Angola’ya ve Namibya’ya kadar uzanır, Etyopya kütlesi, Doğu Afrika yaylasını, Ruvenzori dağlarını (Ay dağları), Zambiya’daki Munchinga dağlarını ve Angola’daki Bihe yaylasını içerir. Yarı etkin bir yanardağ, aynı zamanda da Afrika’nın en yüksek doruğu olan Kilimancaro dağı (5 895 m) ve gene yanardağ kökenli Kenya dağı (5 199 m) ile Elgon dağı (4 321 m) da bu yaylalarda yükselirler. Büyük Sahra’da Tibesti dağ kütlesi ile Ahaggar ve Air dağları yer alır. Kamerun dağları, Batı Afrika’nın en yüksek dağlarıdır. Gine ve Liberya’daki Futa Calon dağında, Nijer ırmağının ve Batı Afrika’nın en uzun ırmağı olan Senegal ırmağının yukarı kolları doğar. Bütün bu yüksek bölgelerin arasında bir dizi basık tortul havza yer alır; bunların başlıcaları arasında Büyük Sahra’nın güney kenarındaki Nijer, Çad ve Sudd ırmaklarının havzaları, ekvator Orta Afrikası’ndaki Zaire (Kongo) ırmağının havzası ve Güney Afrika’daki Kalahari çölü sayılabilir. Afrika’nın en ilgi çekici topoğrafya özelliklerinden biri, Büyük Rift Vadisi’dir. Ortadoğu’daki Lut gölünden güneyde Mozambik’e ve Svaziland’a kadar yaklaşık 6 900 km boyunca uzanan, yüksek yaylaları yararak geçen bu dev çöküntünün kuzey kesimini, Afrika ile Arabistan yarımadası arasında yer alan Kızıldeniz doldurmuştur. Orta kesimi, Etyopya’yı ikiye bölerek Turkana (Rudolf) gölü yakınında ikiye ayrılır: Batı kolu Uganda’da bir yay çizerek Nyasa (Malavi) gölüne kadar uzanır; tabanında MobutoSese Seko (Albert), Edward, Ki- vu ve Tanganyika gölleri yer alır; doğu kolu Kenya’dan ve Tanzanya’dan geçip, Nyasa gölü yakınında yeniden batı koluyla birleşir. Büyük Rift Vadisi’nin yamaçlarının yükseltisi yer yer 3 200 m’yi aşar; yer yer de vadinin tabanıyla aynı düzeyde kalır. Yerbilim. Afrika eski granitler, şistler ve gnaystan oluşan büyük bir billursu platformdur. En eskileri 3,2 milyar yıl önceden kalmış olan granit, şist ve gnays tabakaları bakır, çinko, kurşun, uranyum, elmas ve pek çok ender metal gibi zengin ve çeşitli madenler içerir.Çok eski dönemlerde Afrika, günümüzdeki Avustralya, Antarktika, Güney Amerika, Madagaskar ve Hindistan yarı-kıtasını da içeren ve Gondvana kıtası diye adlandırılan dev boyutlu kıtanın bir bölümünü oluşturmuştur. Jura çağının son dönemlerinde ve Tebeşir devrinin ilk dönemlerinde, söz konusu toprak kütleleri birbirlerinden ayrılmışlardır. Ama öteki kıtalara oranla Afrika yerbilim açısından daha istikrarlı olmuş, Güney Amerika, kıtadan yaklaşık 80 milyon yıl önce, Arabistan yarımadasıysa yaklaşık 20 milyon yıl önce kopmuştur. Gondvana kıtasının çatlayıp parçalanmasıyla Afrika’nın sarp kıyı çizgisi ve pek derin olmayan iç denizlerin doldurduğu çöküntüler oluşmuş, akarsular derin boğazlar açarak kendilerine yeni yataklar açmıştır. Do
108 AFRİKA
(Üstte) Afrika’nın en yüksek dağı olan Kilimancaro, Kenya’daki Amboseli Ulusal Parkindaki çayırların (ya da savanaların) yanı başında 5 895 m’ye yükselir. Büyük Sahra’nın güneyindekiçok çeşitli yaban hayvanının yaşadığı savanaların, Afrika topraklarının % 40’ını kapladığı tahmin edilmektedir.
(Altta) Batı Etyopya’daki dağlık bölgede, Niİin en büyük kolu olan Mavi Nil’in oluşturduğu, kıyıları gür bitki örtüsüyle kaplı görkemli bir çağlayan.
AFRİKA 109
Yarı çorak, dağlık Kuzey Afrika ile yağışlı, tropikal orta Afrika arasındaki karşıtlık çarpıcıdır. Marakeş’e giden yol Fas’taki Yukarı Atlas dağlarında, 2 100 m yükseltideki Tizi n’Test geçidinden (üstte) geçer. Ekvator Afrikası’ndaki yağmur ormanları (altta) toprağın üstünde canlı bir tavan oluşturur. Mevsimler arasındaki hafif değişiklikler dışında, yağmur ormanlarında iklim sıcak ve yağışlıdır.
110 AFRİKA
ğu Afrika’da ve Güney Afrika’daki geniş alanlar yanardağ akıntılarıyla örtülmüştür. Tebeşir devri sona erince, Kuzeybatı Afrika’daki tortul kayaçlar büyük ölçüde kıvrılmış ve bir dizi dağoluş evresinde yükselerek Atlas dağlarını (bu dağlar, yerbilim açısından Avrupa’daki Alpler sisteminin parçasıdırlar) oluşturmuştur. Kuzey Afrika’nın yanında, günümüzdeki Akdeniz’i Gine körfezine bağlayan bir dizi kıta üstü deniz oluşmuş, bunlar arkalarında yaygın kalker ve kumtaşı alanları bırakmışlardır. Afrika kalkanındaki kırılmalar, Büyük Rift Vadi- si’ni oluştururken, bazı toprak parçalarının çökmesi, buna karşılık başkalarının üste çıkıp yükselmesi, yanardağ gereçlerinin yeryüzüne çıkmasına yolaçmış, böy- lece Kilimancaro ve Kamerun dağları oluşmuştur. Gondvana kıtasının varlığının son 100 milyon yılında, Güney Afrika’yı Dwyka buzul alanı kaplayarak, bil- lursu yüzeyi temizlemiş ve sürüklediği gereçlerle yüzlerce metre kalınlığında tabakalarla oluşturmuştur. Bu buzul döneminden sonra, Güney Afrika yavaş yavaş ısınmış, Kalahari ve Karroo havzalarında uzun bir tortul birikmesi dönemi başlamış, daha sonra da bu tortullar, kalınlığı 7 600 m’yi aşan bazalt akıntısı tabakalarıyla örtülmüştür. İklim. Afrika’nın büyük bölümünde, tropikal iklim egemendir. Kıtanın yalnızca kuzey ve güney uçları ile Et- yopya’daki ve Doğu Afrika’daki yüksek kesimlerde, dar sınırlı astropikal ve ılıman iklim bölgeleri gözlenir. Batı Sahra’ya (Kanarya akıntısı) ve Namibya’ya (Bengu- ela akıntısı) paralel akan soğuk deniz akıntıları, bu kıyılardaki ovaların sıcaklığını biraz düşürür. Uzun ve yüksek dağ dizileri ya da havanın önünü kesecek başka engeller bulunmaması nedeniyle, tropikal hava bütün kıta boyunca serbestçe dolaşır; dolayısıyla iklim değişiklikleri çok yavaş gerçekleşir. Gine körfezi kıyıları Atlas okyanusuna bakan ekvator ovaları, sarp dağlar ve Madagaskar’ın doğu kesimi, en çok yağmur alan yerlerdir: Ortalama yıllık yağış 2 032 mm’yi aşar. Afrika’nın en çok yağış alan yeri Kamerun’un batı kesimidir: 10 160 mm. Ekvatordan kuzeye ve güneye doğru ilerlendikçe Büyük Sahra, Kalahari ve Namib çöllerinde, yağışlar iyi
ce azalır: Bu bölgelerde yıllık ortalama yağış 150 mm’nin altındadır. İklimdeki en değişken öğe, sıcaklık değil, yağıştır; dolayısıyla verimli toprakların, bitki örtüsünün ve nüfusun dağılımı da yağışlara bağlıdır. Afrika’nın büyük kesimi, gün geçtikçe kuraklaşmaktadır. Afrika’da başlıca altı iklim çeşidi ayırdedilir; bunlar, ekvatorun çevresinde kuşaklar halinde yayılırlar. Yağışlı tropikal iklimde, sıcaklık sürekli yüksektir. Bu iklim kuşağından hemen sonra yağışlı-kurak tropikal iklim ya da savana iklimi gelir; niteleyici özelliği, uzun bir kurak mevsimi (güneşin alçak olduğu dönem), kısa ve yağışlı bir yaz mevsiminin izlemesidir. Savanaları tropikal boz- kır iklimi izler; bu kesimlerde yağışlar azdır ve yıldan yıla büyük ölçüde değişir; sık sık uzun kuraklıklar olur. Batı Afrika’daki bozkır alanları Sahil (Sahel) diye adlandırılır; bu sözcüğün anlamı çölün “kıyı”sıdır. Afrika iklimleri arasında en az yağış alan ve sıcaklığın en yüksek olduğu iklim tipi, tropikal çöl iklimidir; günlük sıcaklık farkları 10 °C’ı aşabilir. Afrika’daki en yüksek sıcaklık 57,8 °C’la Libya çölünde kaydedilmiştir. Fas, Cezayir ve Tunus’un kıyı bölgelerinde, Güney Afrika’da Ümit burnu kıyısında, küçük Akdeniz iklimi bölgeleri yer alır. Güney Afrika’daki Natal kıyısı boyunca da, dar bir yağışlı astropikal iklim kuşağı bulunur. Akaçlama. Afrika’nın başlıca ırmakları kıtanın yukarı bölgelerinde, okyanuslara dökülmeden önce de kıyılardaki yüksek bölgelerde, derin boğazlar açarlar. Çav- lanlar, çağlayanlar ve yağışların mevsimden mevsime değişmesinden ötürü akışlarının düzensiz olması, ırmak ulaşımını büyük ölçüde engeller. Kıtanın büyük hidrolik potansiyelinin (Kongo ırmağı tek başına, dünyanın hidroelektrik enerji potansiyelinin % 13’ünü temsil eder) yalnızca çok küçük bir bölümünden elektrik elde etmede yararlanılır. Dünyanın en uzun ırmağı Nil (6 650 km), ekvator Doğu Afrikası’nda, Burundi ve Uganda’da doğar. Victoria gölünden geçerek, Sudan’daki bataklık Sudd (ırmak ulaşımını engelleyen, Beyaz Nil’e özgü bitki) bölgesini aşar. Altı çağlayan oluşturduktan sonra, 25 000 km2’lik bir deltayla Akdeniz’e dökülür. Nil’in en büyük
0 | u m ‘ JIN * > km
AFRİKA YAĞIŞYILLIK ORTALAMASI
M ilim etre
r>(XX) 1 2m
MHX) |2()
2(XX) S S 8 H
1 ,(XX> j r——–40
5(X) I———|20
250 ———1 10 „ — . ,
20° 0.«
AFRİKA BİTKİ ÖRTÜSÜ
Tropikal yağmur ormanı ■ Astropikal yapraklarını dökmeyen orman Tayga ya da Ku/ey kutbu ormanı
□ Akdem/ bitki örtüsü
J Tropikal çayır ve savana
Ilıman ıklım çayırları (otlak, bozkır bitkileri, pampa)
0 KXM _>(**) km
AFRİKA 111
45 113 40 40 b H h i 104 35 | | | h iın l| | ııii|||||H ı
OŞMNMHTAEE O . Ş M N . M H T A E E K A ■ ■ ■ ” ^ i -111 | T 1 i l > 8 25
S o kot o, Nijerya Lusaka, Zambiya
Duala, Kamerun
r ^ 86 40 p—-i “ DGOOOOOoa; i J i * .
OŞMNMHTAEEKA 32 10 B —-j
■ bU^ ■■
■■■■””””■■■I
Durban, Güney Afrika Cumh.
Ş M frl M H
F° 104
95
86
77
68
59
50 41
32 ■ 0
El Kufra, Libya
Afrika’da birbirinden ayrı 6 merkezle ilgili yıllık iklim çizelgelerii, kıtadaki farklı iklim bölgelerini göstermektedir. Kırmızı dikdörtgenlerle aylık sıcaklık ortalamaları, mavi dikdörtgenlerle aylık yağış ortalamaları belirtilmiştir. Kamerun’daki Bonny körfezi kıyısında yer alan Duala’hın iklimiyağışlı tropikal cm Tunus kenti, Tunus ¡„ iklimdir; kuzeybatı Nijerya’da bir ticaret merkezi olan Sokoto, bozkır iklimi etkisindedir; Zambiya’nın orta kesiminde yer alan başkent Lusaka’da, yağışlı-kurak tropikal iklim egemendir; Kuzey Afrika’daki’ Tunus’un başkenti ve başlıca limanı olan Tunus, Akdeniz iklimi etkisindedir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, Hint okyanusu kıyısında yer alan Durban kentinin iklimiyağışlı astropikal iklimdir; Büyük Sah ra’da bir vahada kurulmuş el-Kufra’da, çöl iklimi egemendir.
kolu Mavi Nil, Etyopya’daki Tana gölünü besleyen akarsularla birlikte doğar ve Hartum’da Beyaz Nil’le birleşir. Günümüzde Asuan barajı ve Nâsır gölü, aşağı Mısır’da nüfusun yoğun olduğu tarım alanlarına su verilmesini düzenlemektedir. Afrika’nın ikinci büyük ırmağı Zaire ya da Kongo (4 670 km), Nil’den daha büyük bir alanı akaçlar. Ubangi, Kasai, Kvango, vb. birçok kolla beslenir. Kongo havzasının çevresini dolanıp, Billur dağlarını yararak Atlas okyanusuna dökülür. Afrika’nın üçüncü büyük ırmağı Nijer (4 185 km), Batı Afrika’da Futa Calon kütlesinde doğar; Mali’de Cof havzasını geçerek, kuzeydoğuya doğru akar, Zimbabve ile Zambiya arasındaki dar boğazdan geçerek, Mozambik’in orta kesiminde Hint okyanusuna ulaşır. Oranj ırmağı (2 100 km) Drakensber’den doğar; batıya doğru akarak Güney Afrika Cumhuriyeti’ni boydan boya aşıp, Atlas okyanusuna dökülür. Afrika’nın en büyük ve en derin gölleri Doğu Afrika’da Büyük Rift Vadisi üstünde yer alırlar: Kuzeyden güneye doğru, vadinin batı kolunda Mobuto Sese Seko (Albert), Edvvard, Kivu ve Tanganyika gölleri; doğu kolunda Turkana (Rudolf), Natron ve Eyasi gölleri. Tanganyika gölü, dünyanın ikinci derin gölüdür (1 436 m). Büyük Rift Vadisi’nin iki kolu arasında da, Afrika’nın en büyük gölü olan Victoria gölü yer alır (69 481 km2). Çad gölü, Nijerya ile Çad arasında yer alan son derece sığ bir göldür; yüzölçümü yağışlara bağlı olarak çok büyük ölçüde değişir. Toprak yapısı. Afrika’nın pek az yerinde verimli topraklara rastlanır. Yağışlı tropikal bölgelerde, toprağın üst tabakalarındaki kireç, potasyum, fosfor ve hümüs, seller
le sürüklenip götürülür; yüksek sıcaklıklar da bakterilerin etkinliğini artırır. Sonuçta geriye demiri ve aliminyu- mu çok, verimsiz, sert bir toprak kalır; bu toprakta bitkilerin kolay kolay kök salmamaları, yüzey suyunun hızla derinlere akıp gitmesine | yol açar. Kurak bölgelerde toprak ince, taşlı, çok kireçli ve az hümüslüdür. Afrika’da en zengin topraklarsa, akarsuların kenarındadır. En zengin, en yaygın ve en verimli alüvyon toprakları Senegal’de, Nijer’in orta bölgelerinde ve aşağı Cu- ba’da, Orta Sudan’da, Mavi Nil ve Beyaz Nil’in kolları ile Nil deltasında bulunur. Bu bölgelerde geniş kapsamlı sulama projeleri geliştirilmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, Kenya ve Kamerun’un bazı kesimlerinde, alüvyon kökenli olmayan, çoğunlukla yanardağ gereçleriyle karışık verimli topraklara rastlanır. Ayrıca, kıtanın iklim bölgelerinin çoğunda, ağır tarım gereçlerinin kullanılması gibi teknoloji aşırılıkları ve aşırı işletme sonucunda, milyarlarca hektar verimli toprak yozlaşmıştır. Bitki Örtüsü. Afrika’daki doğal bitki örtüsünün çok büyük bölümü insanlar ve yetiştirdikleri hayvanlar tarafından değişikliğe uğratılmıştır. Sahil bölgesinde aşırı otlatma, kısa çayırların çevre dengesini bozmuş ve çölün yayılmasını hızlandırmıştır. Yapı gereçleri, tarım alanı ve otlak elde etmek için ormanlar ve çayırlar kesilmiş ve yakılmıştır. Batı ekvator kuşağındaki tropikal ormanda maun, tek, abanoz, kauçuk, yağ palmiyesi gibi değerli keresteli ağaçlar yetişir. Pek çok halicin kıyısı, mangrov bataklıklarıyla kaplıdır. Yağmur ormanlarının güneyinde ve kuzeyinde, tropikal çayırlar ya da savanalar uzanır; bu bitki örtüsünün niteleyici türleri akasya ve bao- bab ağaçlarıdır. Yağış alma oranı azaldıkça, savanalar
112 AFRİKA
AFRIKA İKLİM BÖLGELERİ
Yağışlı tropikal iklim
Yağışlı-kurak iklim
I Bozkır iklimi
~j Çöl iklimi
Akdeniz iklimi
1 Yağışlı astropikal iklim
\ [ | Yüksek bölgeler
AFRİKA YERBİLİM
| D Ö RD Ü N CÜ ZAMAN
U Ç U N C U ZAMAN
| İKİNCİ ZAMAN İBBII BİRİN Cİ ZAMAN farklılık
BİRİNCİ-ZAM AN Usl
■ H BİRİN Cİ ZAMAN – Alt
| P R EK A M B R IY EN
j a Etkin yanardağ oluşumu
da cılız çayırlara, dikenli çalılığa, hattâ çöle dönüşür. Çöllerde, geniş alanlarda sağa sola serpilmiş gibi duran, hurma ağacı, çeşitli dikenler, vb. kurakçıl bitkiler dışında hiçbir bitki yetişmez. Akdeniz iklimi bölgesinde çam, ardıç ağacı, mantar meşesi, sedir ve zeytin ağaçları yaygındır. Hayvan topluluğu. Afrika’daki hayvan topluluğu kalabalık, tür bakımından son derece çeşitlidir ve ilkel hayvanlar ile daha gelişmiş hayvanların birarada yaşadıkları gözlenir. Fil gibi hayvanlar Afrika’da geliştikten sonra, günümüzde Süveyş kanalının bulunduğu yerden Asya’ya geçip dağılmışlardır. Asya’daki filler, maymunlar, bazı tropikal kuş türleri, tropikal Afrika’da yaşayanlarla büyük benzerlikler gösterir. Gerçekten Afrika’nın yerlisi olan hayvanlar arasında yerdomuzu, sekreterkuşu, Nil bataklıklarında yaşayan balinabaşlı leylek sayılabilir. Afrika’daki yağmur ormanlarında goriller, şempanzeler, maymunlar, yaban domuzları ve bongolar, bataklıklarda timsahlar, suaygırları, kertenkeleler, yılanlar ve aralarında flamingolar, pelikanlar, balıkçıllar, leylekler de bulunan çok sayıda kuş yaşar. Doğudaki ve güneydeki çayırlar, dünyanın en büyük fil, gergedan, vahşi hayvan, zürafa, zebra, manda ve antilop sürüleri ile çevrelerinde dolaşan arslan, leopar, panter, sırtlan, çakal gibi yırtıcı etçillerle doludur. Çayırlarda büyük sayıda kuş türüne rastlanır: Toy kuşu, doğan, devekuşu, vb. Ne var ki, denetimsiz avlanma hayvan nüfusunu, özellikle de, dişleri için öldürülen fillerin ve gergedanların sayısını, önemli ölçüde azaltmıştır. Afrika’daki böcekler ve öteki omurgasızlarda da, büyük hayvanlar kadar büyük bir çeşitlilik gözlenir. Uyku hastalığının (Bk. TRİPANOSOMA HASTALIĞI) taşıyıcısı olan ceçe sineği ve sıtma taşıyıcısı olan sivrisinekler, insanların ve besledikleri hayvanların yerleşebilecekleri toprak alanını büyük ölçüde sınırlar. Kıtada en sık rastlanan yılanlar arasında kobra, piton ve mamba sayılabilir. Afrika’da günümüzdeki büyük hayvan rezervleri Tanzanya’da Serengeti Ulusal Parkı, Kenya’da Tsavo Parkı ve Amboseli Rezervi, Güney Afrika Cumhuriye
tinde Kruger Ulusal Parkı’dır. Su kaynakları. Dünyanın hidroelektrik potansiyelinin yaklaşık % 40’ı Afrika’da, bunun da aşağı yukarı yarısı Zaire’dedir. Pek çok Afrika ülkesi, az sayıda ve büyük baraj kurmayı, çok sayıda küçük baraj kurmaya yeğlemişlerdir. Afrika’nın en büyük hidroelektrik tesisleri Mısır’daki Asuan barajı (yılda 10 milyar kWs üretir), Mozambik’teki Cabora Bassa barajı (18 milyar kWs), Zaire’deki İnga barajı, Gana’daki Akosombo Barajı, Nijerya’daki Kainci ve Jos barajları ve Kamerun’daki Edea barajıdır. Asuan barajı, Kariba barajı (ürettiği elektirik Zambiya ile Zimbabve arasında bölüşülür) ve Güney Afrika’daki Oranj barajı gibi az sayıda baraj ve hidroelektrik tesis, eletrik üretiminin yanı sıra sulama, balıkçılık ve toprağı koruma amaçları için de su sağlamaktadır. Yeraltı gelir kaynakları. Afrika,yeraltı gelir kaynakları|3a- kımından çok zengindir; ne var ki, maden yataklarının, çok küçük bir bölümü işletilmektedir. Sömürgecilik döneminde madencilik önemli ve yüksek kazanç sağlayan bir etkinlik olmuştur; günümüzde de planlama ve işletmenin büyük bölümü uluslararası şirketlerin elindedir. Az sayıda istisna dışında, Afrika’da çıkarılan madenler ve petrol, işlenmeden yurt dışına gönderilir ve gerek yerel sanayinin gelişmesine, gerek genel ekonomik reformların artmasına katkıda bulunmazlar. Aralarında petrol konusunda Liberya ve Moritanya’nın, bakırda da Zambiya’nın yer aldığı pek çok ülkenin dış gelirlerinin büyük bölümü madencilikten sağlanır. Afrika’da maden yatakları bakımından en zengin, üstelik bu yatakların modern yöntemlerle işletildiği ülke, Güney Afrika Cumhuriyeti’dir: Dünyada bilinen en büyük manganez, platin, krom, vanadyum, altın ve alüminyum filizi rezervlerinin bulunduğu Güney Afrika Cumhuriyeti, dünyanın en büyük krom, antimuan ve manganez üreticileri sıralamasında da birinci sırada yer almaktadır. Başlıca petrol ve doğal gaz rezervleri Cezayir, Libya, Mısır’da, Nijerya, Gabon ve Angola’nın kıyı bölgelerin- dedir. Afrika’nın kömür, özellikle de çelik üretiminde kullanılan maden kömürü rezervleri sınırlıdır: Bilinen
AFRİKA 113
en büyük rezervler Güney Afrika Cumhuriyeti, Zim- babve, Mozambik ve Nijerya’dadır. Uranyum çok yaygın olmakla birlikte, önemli yataklar Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijer, Namibya ve Gabon’dadır. En büyük demir filizi yatakları, Güney Afrika Cumhuriyeti, Liberya, Moritanya, Angola ve Cezayir’de bulunmuştur. Dünyanın en önemli bakır üreticileri Zambiya, Zaire ve Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. Dünyada bulunan en büyük krom, antimuan ve manganez rezervlerinin yanı sıra, Afrika’da çok büyük boksit (Gine), elmas (Güney Afrika Cumhuriyeti, Botsvana), kobalt ve çinko yatakları da vardır. Toplum yapısı. Afrika’da karmaşık bir halklar, diller ve kültürler mozaiği gözlenir. Kıtadaki devletlerin pek azı, etnik açıdan türdeştir ve pek azında güçlü bir ulusal birlik duygusu gelişmiştir. Yüzyıllar boyunca geleneksel değerler ağır basmış, Afrikalılar kendilerini öncelikle ve özellikle kendi kabilelerinden ya da halklarından olanlarla özdeşleştirmiş, farklı bir dil konuşanlardan ya da farklı bir kültürden olanlardan uzak durmuş ya da onlarla savaşa tutuşmuşlardır. Yerli kültür mozaiği göz önüne alınmadan sömürgeciler tarafından çizilen keyfi sınırlar da, Afrika halkının bölünmüşlüğünü daha da artırmıştır. Afrika’da nüfus eşitsiz bir biçimde dağılmıştır. En yüksek nüfus yoğunlukları Gine körfezi kıyılarında, Nil’in aşağı kıyılarında, Doğu Afrika’daki yüksek alanlarda ve Madagaskar’ın kuzey kıyısında, ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabve ve Zaire’deki kentler ile madencilik bölgelerinde görülür. Nüfus yoğunluğunun en düşük olduğu yerlerse çöller, yüksek dağlar ve ekonomik olanakların çok sınırlı olduğu sık ormanlardır. Büyük Sahra devletlerinde ağır basan topluluklar Araplar, Berberiler ve Tuaregler’dir. Kentlerin dışında yaşayan Berberiler geçimlerini tarımla, Tuareglerse göçebe hayvancılıkla sağlarlar. Büyük Sahra, bu halklar ile
(Üstte) Eski Mısırlılar döneminden bu yana kullanılan bir araç olan “şaduf”la (ilkel bir bostan kovası) Cezayir Sahrası’ndaki bir kuyudan su çeken bir köylü.
(Altta) Hızlı akışlı Zambezi ırmağını Victoria çağlayanlarından sonra kesen Kariba barajı. Barajın arkasında oluşan göl (Kariba gölü) dünyanın en büyük yapay göllerinden biridir. Üretilen hidroelektrik enerji Zimbabve ile Zambiya arasında bölüşülmektedir.
114 AFRİKA
(Üstte) Renklitüylerden yapılmış saç süslemesiyle genç bir Masai. Nil kökenli hayvan yetiştiricileri olan göçebe Masailer, gelenek-göreneklerini titizlikle korumuşlardır.
(Altta) Nijerya’da Kano kentinde, yakın döneme kadar geleneksel feodal hükümdarları olan emiri, korumalarıyla geçerken selamlayanlar. Günümüzde bir eyalet merkezi olan Kano, eskiden güçlü ve bağımsız bir devletin başkentiydi.
çoğunluğu siyah olan güneydeki halklar arasında etkili bir engel oluşturur. Sahil bölgesinde, yerleşik çiftçiler ile hayvancılıkla uğraşmış olanlar bir arada yer alır. Bunlar arasında en önemli topluluklar Hausalar, Fulaniler, Bambaralar ve Voloflardır. Afrika Boynuzu’nda (Somali ve DoğuJ Etyopya)lçobanlıkla geçinen Somalililer, ¡G alalar, yukarı Nil kıyılarındaysa Dinkalar ve Nuerler ağır basar. Yoğun biçimde yerleşilmiş olan Gine körfezi kıyılarında, sözcüğün gerçek anlamıyla yüzlerce etnik topluluk yaşar; her birinin kendi dili, toprakları, kültürü ve değerleri vardır. Sayıca en kalabalık olanlar arasında Nijerya’daki Yorubalar ve İbolar, Gana’daki Aşantiler, Fildişi kıyısı ve Liberya’daki Krular sayılabilir. Seyrek nüfuslu olan ekvator Afrikası ormanlarında Fanglar ve Ba- ,tekeler, Pigmeler, vb. yaşar. Doğu Afrika’daki savanalarda yaşayan Masailer, Kikuyular ve Kambalar gibi hayvancılıkla geçinen halklar, geçmişte otlaklar ve hayvan sulama yerleri için sık sık savaşmışlardır. Victoria gölünün kuzey kıyısında yer alan yoğun biçimde yerle- şilmiştarım alanlarında ağır basan topluluklar, Luolarve Bagandalardır. Güney Afrika Cumhuriyeti, Zambiya ve Zimbab- ve’deki kent alanları bir yana bırakılırsa, Zaire’nin güne-, yinde kalan bölgede, etnik çeşitliliğin azalma, nüfus yoğunluğunun da düşme eğilimi gösterdiği söylenebilir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde on yerli halk yaşar; bunların en kalabalıkları Natal’deki Zulular ve Kap eyaleti-
AFRİKA 115
Afrika kıtasında yaşayan halklar arasında (soldan sağa), Fas’ta ve öteki Kuzey Afrika ülkelerinde yaşayan, farklı kültürlerini titizlikle koruyan Berberiler, XVII. yy. ortalarında Ümit]burnunalyerleşmiş Avrupa kökenli Afrikanerler, atalarının Afrika’nın güney kesimine yerleşen ilk halk oldukları sanılan Sanlar ya da Buşmanlar gibi birbirinden çok farklı topluluklar vardır.
Berberiler 5er berilİerberiU
Berberiler
Berberiler
Kabiliyeliler
Tuareg let.
ŞonğâTylar
:ulanilet Kanurı
Amharalar S om2îile; Sidamojar Galİalar/
^9lar
Kolälar V Mongolar
‘Kongojır lundiler
Kubalar
Lundalar )
Kimbundular Çukvelefr
.Yaolar
Loziler)vamb plar
Şonajal J Tşyanalar\ Ndebeleler Ton\Hotantol
AFRİKA V ETNİK ÖBEKLER VE KABİLELER
Hami kc kenti
Nlil kökenli
Sudan kökenli
Gine Kıyısı kök
Bantu kökenli
Malaya-Polinezya kök.
Hint-Avrupa kök.
Koysan kökenli
Issız alan
□
□ □
□ □
nin doğu kesimindeki Ksosalardır: Güney Afrika Cum- huriyeti’ndeki Afrikanerler, HollandalIların ve Fransızların soyundan gelirler. Svaziland, Lesotho ve Bots- vana kıtada eşine ender rastlanan, etnik bakımdan son derece türdeş devletlerdir. Bu devletlerin halkını sırasıyla Svaziler, Sotholar ve Tsvanalar oluşturur. Çorak Namibya’nın halkı, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen
Sanlar (Buşmanlar) ile Hererolar, Damaralar ve Ovam- bolardan oluşur. Afrika’nın güney kesimindeki öbür önemli topluluklar arasında Zimbabve’deki Makonde ve Makualar, Malavi’deki Yaolar, Angola’daki Ovim- bundular sayılabilir. Madagaskar’ın nüfusu Betsimisara- kalar ile ataları 2 000 yıl kadar önce Güneydoğu Asya’dan gelmiş olan Merinalardan ve Betsileolardan olu
116 AFRİKA
şur. Afrika’da yaşayan, ama Afrika asıllı olmayan halklar arasında, Güney ve Doğu Afrika’daki, özellikle de Güney Afrika Cumhuriyeti ve Kenya’daki Avrupalılar ile Güney Asyalılar, başkentlerin çoğundaki Avrupalılar ve Güney Asyalılar, ataları Gine körfezi kıyısındaki kentsel alanlara ticaret yapmak için yerleşmiş az sayıda Suriyeli ve Lübnanlı sayılabilir. Diller. Afrika’da konuşulan dillerin sayısıyla ilgili tahminler son derece çeşitlidir; 800-1 700 arasında. Genel olarak beş temel dil öbeği bulunduğu kabul edilir. İçlerinde Berberice, Kuşice, Sami dili, Çad dili ve Kopt- ça’nın (ya da Kıptice) da bulunduğu Afrika-Asya dilleri, Kuzey Afrika’da ve Afrika Boynuzu’nda ağır basarlar. Niteleyici “klik” sesi ağır bastığı için “Klik dilleri” diye
Togo’daki bir açıkhava okulunda öğrenim gören çocuklar. Bu Batı Afrika ülkesinde, 7-14 yaş arasındaki çocukların yaklaşık % 55’i öğrenim görmekte, öğretim kurumlanılın yaklaşık yarısı dinsel misyonlar tarafından işletilmektedir.
adlandırılan dillerin başlıca örneği, Afrika’nın güney kesiminde yaşayan Hotantoların konuştukları Hoisan’dır. Nijer-Kongo dilleri, Büyük Sahra’nın güneyinde kalan Batı Afrika’da, Kongo havzasının büyük kesiminde ve Afrika’nın güneyinde yaygındırlar; başlıcaları arasında Batı Afrika’da konuşulan Svahili, Çonga ve Bemba dilleri sayılabilir. Sudan dilleri öbeği Kanuri, Songhay, Tur- kana ve Masai dillerini içerir. Madagaskar’da konuşulan Malezya-Polinezya dilleri, günümüzden 2 000 yıl kadar önce Güneydoğu Asya’dan gelmiştir. (Bk. AFRİKA DİLLERİ, AFRİKA-ASYA DİLLERİ.) Bu diller mozaiğinin üstüne sömürgecilik döneminde İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Portekizce, Almanca ve Hindistan yarı-kıtası dilleri de eklenmiştir. Bütün eski İngiliz sömürgelerinde (resmî dilin Svahili olduğu Tanzanya dışında), İngilizce ya resmî dildir ya da iki resmî dilden biridir. Büyük Sahra’nın güneyindeki eski Fransız sömürgelerinin çoğunda, Fransızca resmî dildir. Büyük Sahra’daki devletlerde resmî dil Arapça’dır. Zaire’deki Lingala ve Batı Afrika’daki Mandinga gibi çok sayıdaki karma dilli bölgelerde ticarette Fransızca kullanılır. Afrika devletlerinin çoğunun çokdilli yapısı, ulusçuluğun gelişmesini engellemiş ve kabile kimlikleri ile yerel kimliklerin sürüp gitmesine yolaçmıştır. Dinler. Kuzey Afrika’da egemen din İslâm’dır. VII. yy’da hıristiyanlığın yerini alan İslâm, Büyük Sahra’yı aşarak batıya ve güneye, ekvator bölgelerine doğru hızla yayılmıştır. Günümüzde 155 milyon olduğu tahmin edilen inananlarıyla, Afrika’nın en hızlı büyüyen dinidir. Hıristiyan kiliseleri de Afrika’da 140 milyon dolayında hıristiyan bulunduğunu ileri sürmektedirler; bunun % 55’i protestandır; ayrıca çok sayıda tarikat ve bir dizi yerli kilise vardır. Hıristiyan sömürgecilerin Afrika’da ilk yerleştiği yerler Mısır ve Kopt (Kıpti) kilisesinin yurdu Et- yopya olmuştur. XIX. yy’da Avrupalı misyonerler, kıtanın Büyük Sahra’nın güneyinde kalan kesiminde de hı- ristiyanlığı yaymışlardır. Afrika nüfusunun yaklaşık beşte ikisi, geleneksel dinlere ve cancılığa (animizme) inanmaktadır. Eğitim. Afrika’da eğitim standartları, olanakları ve programları ülkeden ülkeye önemli farklılıklar gösterir ve sınıf, etnik grup, cinsiyet ve yerleşim farklarını yansıtır. Bütün ülkelerde, okuryazarlık oranı erkeklerde kadınlara oranla daha yüksektir. İlköğretimde kızlardan çok erkek çocuklar ağırlıktadır. Kentlerdeki öğrenim oranı da kırsal kesimlere oranla daha yüksektir. Zengin ülkeler, eğitime yoksul ülkelerden daha çok yatırım yaparlar ve devletlerin çoğunda, ortaöğrenim görenlerin sayısı, ilköğrenim görenlerin yarısından azdır. Afrika genç nüfusunun yalnızca küçük bir bölümü üniversiteye gitme olanağı bulur. Yetişkinlerdeki okuryazarlık oranı, Nijer’de %6 ve Mali’de %10’dan, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Tanzanya’da yaklaşık % 70’e kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Sağlık. Afrika’nın genel sağlık ve beslenme standartlarının yükseltilmesi, acil bir durum haline gelmiştir. Bütün Afrika ülkelerinde çok sayıda insan yoksulluk, cahillik ve tarım uygulamalarının yetersizliği nedeniyle sürekli biçimde yetersiz beslenmektedir. Kişi başına besin miktarı 1970 ve 1980 yıllarında sürekli düşmüştür. Afrika’daki pek çok ülkede, günümüzde halkın % 40’tan çoğu yetersiz beslenmektedir ve sıtma, dizanteri, şisto
(Solda) Gana’da Aşanti bölgesindeki Kumasi Bilim ve Teknik Üniversitesi’nin modern kampüsü, yaklaşık 2 000 öğrenciye hizmet vermektedir. Bu üniversitenin yanı sıra Gana’da 11 yükseköğretim kurumu daha vardır.
AFRİKA 117
zoma hastalığı, tripanosoma hastalığı, vb. asalak hastalıklarının etkisindedir. 1968-74’teki ve 1980’deki ciddi kuraklıklarda, Senegal’den Somali’ye kadar uzanan Sahil ülkelerinde olağanüstü yüksek ölüm ve yetersiz beslenme oranları kaydedilmiştir. Ayrıca, yetersiz beslenmenin önemli rol oynadığı verem, vb. pek çok hastalık da, kıtayı kırıp geçirmektedir. Üstelik bütün bu hastalıklara, son yıllarda korkunç bir hızla yayılan AİDS (Bk. AİDS) eklenmiştir. Hekimlerin ve tam teşekkülü hastanelerin çoğu başkentlerde ve kentlerdedir. Buna karşılık, kalabalık kırsal bölgelerde sağlık tesislerinin sayısı çok az, hastalık, yetersiz beslenme ve çocuk ölümü oranları çok yüksektir. Sivrisinek, çekirge, çeçe sineği, vb. zararlıların yayılmasını denetim altında tutma konusundaki ulusal ve uluslararası çabalar İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana artmıştır ama, ulaşılan sonuçlar, yeterli olmaktan çok uzaktır.
Nüfus. 1980 yıllarının ortalarında Afrika’nın nüfusu 530 milyon dolayındaydı. En yüksek nüfuslu ülkeleri de Nijerya, Mısır, Etyopya, Zaire ve Güney Afrika Cumhuri- yeti’ydi. Afrika’nın nüfusu günümüzde de aynı hızla artmayı sürdürmektedir. XXI. yy’ın ilk on yılında, günü- müzdekinin iki katı olacağı hesaplanmıştır. Beslenmenin ve sağlık koşullarının gelişmesi, tıbbi teknolojilerdeki ve böcek ilaçlarındaki gelişme, ölüm oranlarını 1960 yıllarından bu yana önemli ölçüde düşürmüştür; ama çocuk ölüm oranı dünyanın en yüksek oranı olmayı sürdürmektedir. Kıtada ortalama ömür 50 yıl dolaylarında- dırfoysa bu sayı ABD’de ve gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde 70’in üstündedir). Dünyadaki en yüksek doğurganlık oranı da Afrika’dadır: Nüfusun yarısına yakını 15 yaşın altındadır. Afrika en az kentleşmiş kıtadır: Nüfusun yalnızca üçte birinden azı kentlerde yaşar. Bununla birlikte Güney Afrika Cumhuriyeti, Mısır, Nijerya, Fas, vb. birçok ülke
(Üstte) Sazlarla kaplı koni biçimi damları, kerpiç duvarlarıyla Mande evleri ve besin depoları.
(Sağda) Arapça “barış limanı” anlamına gelen Darüsselam, Hint okyanusu kıyısında yer alır. Tanzanya’nın başkenti ve başlıca limanı olmasının yanı sıra, birçok Afrika örgütünün de merkezidir.
NUFUS YOĞUNLUĞU
118 AFRİKA
(Altta) Mısır’ın güney kesimindeki Kom Ombo’da, bir kooperatif çiftliğinde elle toprağı işlemek gibi çetin bir işle uğraşan fellahlar (siyah tarım işçileri). Sulama için gerekli suyu Niİden sağlayan Kom Ombo, 1960 yıllarının sonlarına doğru Asuan barajının yapımı nedeniyle sular altında kalacak bölgelerden göçen Mısırlıların yerleştirilmesiyle, hızla gelişmiştir.
de kentleşmiş sanayi alanları vardır. Ülkelerin çoğunda en büyük kent başkenttir ve çoğunlukla, aynı zamanda da büyük sayılabilecek tek kenttir. Gün geçtikçe daha çok Afrikalı iş, öğrenim ve güvenlik nedenleriyle kentlere göçtüğü için, kentli nüfusu kırsal nüfustan daha hızlı artmaktadır. Bunun sonucunda da, ülkelerin çoğunda, kentler gecekondu mahalleleriyle kuşatılmakta ve yaşama koşulları gün geçtikçe düşmektedir. EKONOMİ Afrika’nın doğal kaynakları ve enerji potansiyeli en yüksek kıta olmasına karşın, sanayileşme emekleme aşamasındadır: Dünya sanayi üretiminde Afrika’nın payı yalnızca % 14’tür. Kıtadaki tek modern sanayi devleti Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. Bununla birlikte Zim- babve, Nijerya, Mısır ve Cezayir’de, imalat sanayisi gün geçtikçe güçlenmektedir. Tarım ekonomisinin zayıflığı, taşıma olanaklarının yetersizliği, sermaye ve teknoloji yetersizliği, siyasal istikrarsızlık, nitelikli işçi sayısı azlığı, satın alma gücünün düşüklüğü, ekonomi siyaseti uygulamalarının Afrika’nın dışında belirlenmesi, sanayileşmenin hızlanmasını engelleyen etmenlerdir. Afrika ülkelerinin çoğunluğu, bağımsızlıklarını elde ettikten sonra, Avrupa’dan ve Amerika’dan gelen işlenmiş ürünlere bağımlılıklarını azaltmak amacıyla, dışalımın yerine geçecek sanayi kollarının geliştirilmesine ağırlık vermişlerdir. Bu yüzden dokuma ve hazırgiyim sanayileri, ilaç yapımı, besin ve içecek sanayisi gibi hafif sanayi dalları en çok gelişmiş dallardır ve sanayide çalışan nüfusun % 7O’i bu dallarda toplanmıştır. Petrokim- ya ürünleri, demir-çelik sanayisi/ kauçuk sanayisi, çimento sanayisi gibi ağır sanayi dalları, yalnızca Güney Afrika Cumhuriyeti’nde gelişmiştir. Bu ülke öteki Afrika ülkelerine oranla, sanayi ürünleri gereksinmesinin çok daha yüksek bir miktarını kendi karşılamaktadır. Kıtada genel olarak, sanayi başkentlerde toplanma eğilimi göstermektedir; sanayi tesisleri küçük boyutlardadır ve işgücünün ucuzluğuna karşın emek-yoğun olmaktan çok sermaye-yoğun özelliklidir. Tarım. Tarım, kıtanın toplam ekonomik çıktısının yaklaşık üçte birini, dışsatım gelirlerinin yarısından çoğunu oluşturmaktadır. Etkin nüfusun da % 75’i tarımda çalışmaktadır. Birbirinden farklı iki tarım sistemi, yan yana görülür: Geleneksel yöntemlerle uygulanan besin tarımı ve modern yöntemlerle uygulanan ticarete yönelik tarım. Afrika kırsal nüfusunun çoğunluğu geleneksel tarım kesiminde çalışır; kesimin özelliği, küçük ve iyice parçalanmış tarım işletmelerinden oluşması, teknolojinin ve gübrenin az kullanılması, insan gücüne aşırı ba
(Üstte) Gabon’daki bir deneme çiftliğinde patates eken tarım işçileri. Gabon’da besin üretimi, hiçbir zaman ülke gereksinmesini karşılayamamıştır.
ğımlılık, verim düşüklüğü, artı-ürün azlığı ve ağırlığın mısır, darı, pirinç, manyok, tatlı patates, yerfıstığı, vb. unlu besinlere verilmesidir. Ayrıca, toprakta çalışma gün geçtikçe kadınlara ve çocuklara bırakılmakta, yetişkin erkekler iş bulmak umuduyla kentlere göçmektedir. Nüfus arttıkça ve toprak mülkiyeti sistemi değiştikçe, çok eski dönemlerden bu yana uygulanan ormanı yakarak tarla açma ve birkaç yıl işledikten sonra bırakma olanağı da kısıtlanmaktadır. Modern yöntemler uygulanan ticarete yönelik tarım, Afrika’da pek çok ülkenin ekonomisinin eksenini oluşturur ve ana dışsatım kaynağıdır. Sözgelimi Burundi’nin başlıca dışsatım ürünü kahve, Gana’nınki kakao, Gam- biya’nınki yerfıstığıdır. Öteki önemli ürünler arasında pamuk, şeker, muz, çay, yağ palmiyesi, tütün ve turunçgiller sayılabilir. Bu ürünler çoğunlukla yabancıların, kentlerdeki seçkin tabakanın, devletin ve çokuluslu şirketlerin malı olan büyüktarlalarda ve tarım işletmelerinde, ucuz, bol ve çoğunlukla mevsimlik işçiler kullanılarak yetiştirilir. İşletmelerde geleneksel tarım kesimine oranla daha büyük miktarda gübre, böcek ilacı, makine, vb. kullanılır. Büyükbaş hayvan, keçi ve koyun yetiştiriciliği, savana ve bozkır ülkelerinin çoğunda önemlidir. Afrikalılar sürülerinin niteliğini ancak yavaş yavaş iyileştirebilmek- te, geleneksel büyük sürüleri küçültmekte, büyükbaş hayvan sahipliliğinin sağladığı toplumsal saygınlık azaldıkça da bu etkinliği ticarileştirmektedirler. Ticari amaçlı büyükbaş hayvancılığın en gelişmiş olduğu ülkeler Güney Afrika Cumhuriyeti, Kenya ve Zimbabve gibi, Avrupalı toplulukların yaşadıkları ülkelerdir. Dünyadaki toplam büyükbaş hayvanların % 14 kadarı Afrika’dadır. 1970 yıllarında Afrika yerel pazarları için yapılan içe dönük besin üretimi, nüfus artışına, özellikle de kentsel alanlarda artan talebe ayak uyduramaz olmuş, ilk olarak 1972 kuraklığında Sahil bölgesinde ve Etyopya’da görülen açlık, daha sonra artarak genelleşmiştir. Tarım ürünlerinin fiyatlarının düşüklüğü, buna karşılık,gübre, yakıt ve tohum fiyatlarının artması, işletmecilerin yoksulluğu, toprağın bozulması ve toprağın temel besin maddeleri yerine dışsatım maddeleri için kullanılması gibi etmenlerin (yolaçtığı bu kıtlık sonunda, günümüzde birçok Afrika ülkesinde halkların önemli bir bölümü, gelişmiş ülkelerin yardımları olmasa açlıktan ölecek duruma gelmiştir. Ormancılık ve balıkçılık. Ormanların Afrika’nın toplam yüzölçümünün yaklaşık % 25’ini kaplamasına karşın,
AFRİKA 119
(Sağda) Tanzanya’nın kuzey kesimindeki Aruşa’da, bir açıkhava pazarında, göçebe hayvancılıkla geçinen Masailere tarım ürünleri satan çiftçi kadınlar.
(Altta) Madagaskar adasındaki tozlu bir yolda>, mandalarını (“zebu”larını) güden bir çoban.
orman sanayisi genel olarak gelişmemiştir. Ormanları işletme maliyetinin yüksekliği, taşımacılığın yetersizliği ve pahalılığı, işletmeye değecek ormanların miktarının sınırlılığı, kârlı bir işletmeyi engellemektedir. Başlıca üreticiler Kamerun, Kongo, Gabon ve Fildişi Kıyısı, başlıca ticarete yönelik ağaçlar maun, abanoz ve okume- dir.
Okyanusta ticari amaçlarla yapılan balıkçılık, tatlısu balıkçılığından daha önemlidir. Başlıca balıkçılık alanları Güney Afrika Cumhuriyeti, Namibya ve Angola kıyılarının açıkları, Fas’tan Liberya’ya kadar Batı Afrika kıyıları ve Akdeniz’dir. Afrika’nın güney kesimi açıklarında tutulan balıkların büyük bir bölümü balıkyağı, balık unu ve gübre olarak dışarıya satılmaktadır. Gana’nın, Si
120 AFRİKA
Eski adı Katanga olan Şeba ilindeki bakır madenleri, gelişmekte olan Zaire’nin halkına sürekli iş ve gelir sağlamaktadır. Afrika ‘nın maden yatakları bakımından en zengin bölgelerinden biri olan Şeba, dünyanın en büyük kobalt rezervlerini içermektedir.
erra Leone’nin ve Zaire’nin bazı bölgelerinde, taze ve kurutulmuş balık önemli bir besindir; ama hükümetlerin geliştirme çabalarına karşın, genel olarak balığın beslenmedeki yeri önemli değildir. Ulaşım ve iletişim. Afrika’daki ulaşım sistemleri, sömürgecilik döneminde madenlerin ve öbür değerli ürünlerin Avrupa’ya gönderilmek amacıyla limanlara taşınması için oluşturulmuştur. Avrupalılar karayollarını ve demiryollarını, yalnızca Afrika’daki mülklerinin denetimini kolaylaştırmak amacıyla kullanmışlardır. Bunun sonucu olarak da, birbirine komşu sömürgeler arasında pek az bağlantı kurulmuştur. Günümüzde de Afrika ülkeleri arasında kara, demiryolu ve hava bağlantıları son derece yetersizdir. Dünyadaki en düşük demiryolu ağı yoğunluğu Afrika’dadır ve 13 ülkede (bunların arasında denize kıyısı bulunmayan Nijer, Çad ve Burundi de vardır) hiç demiryolu yoktur. Kıtadaki demiryollarının üçte birinden çoğu ve en modern demiryolu tesisleri Güney Afrika Cumhuriyeti’ndedir. Afrika’daki madenlerin büyük bölümünün demiryo- luyla taşınması sürdürülmektedir. Çin’in yardımıyla yapılan ve 1976’datamamlanan Büyük Uhuru (yaaaTan- Zam) demiryolu hattı, Zambiya’daki bakır madenlerini Tanzanya’nın Hint okyanusundaki limanı Darüsse- lam’a bağlar. Benguela demiryolu, Zaire’nin Şeba (Şa- ba) bölgesinde çıkarılan bakırı, Angola’dan geçerek, Atlas okyanusu kıyısındaki Benguela limanına taşır. Zimbabve’deki madencilik alanları, demiryoluyla Mozambik’teki ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki limanlara bağlanmıştır. Dünyanın en az gelişmiş kara yolu sistemi Afrika’dadır. 1 350 000 km’lik yolun yalnızca 100 000km’sinden azı stabilizedir. İyi bakılan yolların büyük bölümü, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ve Akdeniz kıyısı ülkelerin- dedir. Bütün ülkelerin, kırsal nüfusun ve tarım projelerinin kentlere, kasabalara bağlanması için karayolları ve demiryolları yapımına gereksinmesi vardır. Özellikle yağmur mevsiminde, stabilize edilmemiş yolların geçilmez duruma gelmesiyle, kırsal kesimlerin kentlerle bağlantısının kopması, gelişmeyi engelleyen etmenlerden biridir. Çağlayanlar ve çavlanlar, birçok bölgede de yağmurların yalnızca belirli mevsimlerde yağması nedeniyle su düzeyinin düzensizliği, akarsu taşımacılığını güçleştirir. Karayollarına ve demiryolu sistemlerine ek olarak akarsulardan da yararlanan ülkeler arasında Zaire, Kongo, Nijerya ve Sudan sayılabilir. Kongo ırmağındaki ulaşıma elverişsiz uzun kesimlerde, ara bağlantı,
kıyıya bakır, vb. dışsatım ürünlerini taşıyan demiryolla- rıyla sağlanır. Afrika’da hava taşımacılığının önemi artmaktadır. Bağımsızlıklarını elde ettikten sonra pek çok ülke kendi ulusal havayollarını kurmuş ve uluslararası bağlantılarını genişletmiştir. İçte de, uzak bölgelere hava taşımacılığı, çoğu zaman tek kullanılabilir ulaşım yoludur. Afrika’nın iletişim sistemleri az gelişmiş, ama yaygındır. Radyo, televizyon ve telefon sistemleri, kentsel alanlarda yoğunlaşmış, kırsal bölgelere pek az ulaşmıştır. Ticaret. Afrika’nın başlıca ticareti Avrupa ve Kuzey Amerika’yla yapılır. Çoğunlukla bir Afrika ülkesinin en çok ticaret yaptığı ülke, eskiden sömürge olarak bağımlı olduğu Avrupa ülkesidir. Bununla birlikte bağımsızlıktan sonra, özellikle ABD ve eski SSCB’yle ticaret anlaşmaları çeşitlenmiş ve çoğalmıştır. 1975’te Lomé Konvansiyonuyla 63 Afrika, Antil denizi ve BüyükOkyanus ülkesi, Avrupa Topluluğu’yla ekonomik yardımlaşma ve ticaret anlaşmaları yapmışlardır. Bunlar arasında Afrika ülkelerinin çoğu, dışsatımlarının (tarım ve madencilik ürünleri) yaklaşık yarısını AET ülkelerine göndermekte ve büyük bölümünü işlenmiş ürünlerin oluşturduğu dışalımlarının yaklaşık yarısını bu ülkelerden yapmaktadırlar. Afrika ülkeleri arasındaki ticaret çok sınırlıdır; ama bunu geliştirecek mekanizmalar kurulmuştur. Batı Afrika’da iki bölgesel ticaret grubu vardır: 16 ülkenin katıldığı Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (BA- DET); daha küçük olan, Fransızca konuşulan ülkeleri içeren Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (üyelerinden altısı, aynı zamanda BADET üyesidir). Afrika’nın güney kesiminde, Güney Afrika Cumhuriyeti, Botsvana, Lesotho ve Svaziland, Güney Afrika Gümrük Birliği’ni oluşturmuşlardır. SON GELİŞMELER Afrika ülkelerinin bağımsızlığına kavuşmasından bu yana, ekonomik gelişmeleri birçoğunun denetimi elinde olmayan bir dizi engelle karşı karşıya kalmıştır. Bütün Afrika ülkelerinin yaklaşık dörtte üçünün, dış ticaret gelirlerinin büyük bölümü bir ya da iki dışsatım ürününe bağımlı durumdadır. Üstelik bu ürünlerin çoğunun dünya pazarlarında fiyatlarının düşmesi, bunun yanı sıra, söz konusu ülkelerin dışalım ürünlerinin fiyatlarının sürekli yükselmesi, gelişme için gerekli geliri azaltmıştır. Ayrıca, hükümetlerin çoğu, gerçekten önemli, ama çoğunlukla ekonomik bakımdan ayakta durma şansı bulunmayan büyük boyutlu projelerin giderlerini karşıla
AFRİKA, TARİH 121
mak için ağır borç yükleri altına girmişlerdir ve borçlanmanın maliyeti bazı ülkeleri iflasın eşiğine getirmiştir. Sağlık hizmetlerindeki düzelmeler nüfusun hızla artmasına katkıda bulunmuş, bu da ülkelerin çoğunda, gelirlerin önemli bir bölümünün besin üretimine yatırılmasına, dolayısıyla da yaşama düzeyinde genel bir düşmeye yolaçmıştır. 1980 yıllarında AİDS’in hızla yayılması da, Orta Afrika’da sağlık kurumlarına yeni yükler getirmiştir. Uzun ve tekrarlanan kuraklıklar, vb. doğal yıkıntılar, besin sıkıntısını artırmış, kıtanın en yoksul ülkelerinde yıkıcı baskılar yapmış ve mültecilerin sayısını artırmıştır (Afrika’da dünya nüfusunun % 12’si, buna karşılık dünyadaki mültecilerin üçte birinden çoğu yaşamaktadır). 1960-1980 arasında, kentlerde ve çevrelerinde yaşayanların oranı iki kattan çok artmıştır. Hükümetlerin, toplumsal husursuzlukları kışkırtmamak için kentlerdeki besin fiyatlarını düşük tutmaları, köyden kente göçün hızlanmasına ve çiftçilerin besin tarımı ürünleri yetiştirme hevesinin kırılmasına yolaçmıştır. 1974-1984 arasında Afrika’nın besin dışalımı üç kat artarak, ticaret bilançosu açıklarını yükseltmiştir. Siyasal alanda Afrika’nın istikrarsızlığın ve yolsuzlukların pençesinde kıvranması sürmüştür. İktidardan kendi isteğiyle ayrılan Afrikalı önder sayısı çok azdır; siyasal değişmelerde başvurulan en yaygın araç, darbe olmuştur. Birçok Afrika ülkesi askeri yönetim altında, büyük çoğunluğu da bir tek parti devleti durumundadır. Kabile anlaşmazlıkları ve iç savaşlar, zaten kıt olan kaynaklara büyük zarar vermiş, ayrıca ulusal bilinci sağlama çabalarını baltalamıştır. Afrika devletleri arası ilişkilerdeki en önemli sorunlardan biri, beyazların egemenliğindeki Güney Afrika Cumhuriyeti ile öteki Afrika devletleri arasındaki uzlaşmazlıktır. 1963’te Afrika çapında bir işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuş olan Afrika Birliği Örgütü’nün çalışmalarını da, Afrikalılar arasındaki başka anlaşmazlıklar baltalamıştır. Afrikalı önderler bir yandan uluslararası yardım ve yabancı yatırım ararken, bir yandan da yoksulluğa, azgelişmişliğe ve siyasal istikrarsızlığa karşı savaşımda, Afrika’yı temel alan bölgesel örgütlenmelerin daha etkin bir rol oynaması gerektiğini kabul etmektedirler.
Afrika, diller: Bk. a f r İka d İl l e r î.
Afrika, dinler: Bk. a f r İka d İn l e rİ.
Afrika, müzik: Bk. a f r İka MÜZİĞİ.
Afrika, sanat: Bk. a f r İka s a n a t i.
Afrika, tarih
En eski insan kemiklerinin Doğu Afrika’da bulunmuş olmasına karşılık, bu insanlar ile günümüzde Afrika’da yaşayan halkların kıtaya ilk yerleştikleri sanılan dönem arasındaki 3-4 milyon yıl konusundaki bilgiler çok azdır. Bu maddede Büyük Sahra’nın güneyinde yaşayan bu halkların tarihine yer verilecektir. Afrika’nın tarihöncesi ve Kuzey Afrika’daki eski uygarlıklar için, şu maddelere bakın: AFRİKA, TARİHÖNCESİ; KARTACA; Kİ- RENE; MISIR, ESKİ. İLK DÖNEMLER Aksum ve doğudaki kent – devletler. Nil kıyılarındaki
Mısır uygarlığına benzer uygarlığıyla Kuş bölgesi ve gelişmiş, sulamaya dayanan tarımıyla Şeba (ya da Şaba; günümüzde Yemen’de) bölgesi, İ.S. II. yy’a doğru Aksum Krallığı’nın oluşmasına katkıda bulundular. Söz konusu krallık, Kızıldeniz’in yukarısındaki yüksek bölgelerde, günümüzde aşağı yukarı Etyopya’nın kuzey kesimindeki Tigre bölgesine denk düşen alanda kuruldu. Yemen’den göçenlerin kurduğu Aksum, Yunanistan, Roma, Kuş ülkesi ve Mısır’la ticaret yapmaya başladı: Yerel çiftçilerin yetiştirdikleri baharat ve arapzamkı, Kı- zıldeniz kıyılarında toplanan deniz kabukları ve Kuş bölgesinde elde edilen fildişi ile altın Mısır’a satılıyor, karşılığında kumaş, bez, çakmaktaşı, cam, bronz, yumuşak bakır levhalar, demir külçeleri, şarap, zeytinyağı ve gümüş alınıyordu. Çokgeçmeden bir krallığa dönüşen Aksum’un ordusu, gücünü Kızıldeniz kıyılarında ve Kızıldeniz ile Nil’in ötesindeki kasabalarda kabul ettirmeye başladı: III. yy’da Yemen ele geçirildi; IV. yy’da Aksum’un en önemli kralı Ezana, Afrika’daki topraklarını birleştirip, hıristiyan dinini benimseyerek, krallığında da yaydı. Güneyde, kıyıdaki kentlerin halkı ile Arabistan’dan, İran’dan ve Asya’nın öbür önemli merkezlerinden deniz yoluyla gelen tüccarlar arasında verimli bir ticaret gelişmeye başladı. Gelenlerden bazıları, özellikle de Araplar, bölgeye yerleştiler ve yerli halkla evlenerek karıştılar: Soylarından gelenler, XVI. yy’da Portekizlilerin kıtaya ayak basışına kadar Doğu Afrika’da kurulup, hızlı gelişen bir dizi güçlü kent-devletin çekirdeğini oluşturdular. İç göçler. Aksum’un ve kent-devletlerin geliştikleri yüzyıllar boyunca, Afrika’nın iç kesimlerindeki halkın yaşama biçimi kökten değişmeye başladı. Batıda Nijerya’dan doğuda Kenya’ya kadar uzanan geniş bir kuşakta, yeni ürünler, yeni araçlar ve demir silahlarla donanan tarımcı topluluklar, kıtada o döneme kadar egemen olan düzeni büyük ölçüde değiştirmeye koyuldu
Haritadaki renkli çizgiler, başlıca Afrika krallıklarının en geniş sınırlarına ulaştıkları yüzyılları göstermektedir.
AFRİKA ESKİ KRALLIKLAR d S XI. yy
□ XIV. yy
XV. yy
□ XVI. yy
I I XVII. yy.
I I XVIII. yy.
1 1 XIX. yy. •
[— Günümüzdeki sınırlar
122 AFRİKA, TARİH
lar. Bu değişiklikler ya bir nüfus patlamasına yolaçıyor ya da tersine bir mekanizmayla nüfus patlamaları değişikliklere neden oluyordu. Söz konusu gelişmeler, çok sayıda tarımcı topluluğun, Nijerya’nın doğu kesimindeki topraklardan yola çıkarak, güneydoğuya, Zaire ve Zambiya sınırına doğru göçmelerine yolaçtı; bu topluluklar daha sonra da batıya, güneye ve kuzeydoğuya doğru ilerlemeyi sürdürdüler ve ancak, sürülerine yiyecek bulmak amacıyla hareket eden hayvancı toplulukların batıya doğru giden kanatlarıyla karşılaşınca göçlerine son vererek yerleştiler. Bu tarımcı toplulukların oluşturduğu öbeğin soyundan gelenler, günümüzde Kenya’nın orta kesimi, Uganda’nın güney kesimi, Zaire’nin kuzey kesimi ve Nijerya’nın güney kesiminden geçen düşsel bir çizginin güneyinde yaşamaktadırlar. Dilleri daha az çeşitlilik taşıyan, üyelerinin nitelikleri birinci öbeklerden belirgin biçimde farklı olan hayvancı öbeğin soyundan gelenlerse, Kenya, Uganda, Etyopya, Sudan ve Nijerya’nın kuzey kesiminde yaşayan, hayvancılıkla geçinen halklardır. Her iki öbeğin ataları, birçok kez göç etmişlerdir (göçleri sömürgecilerin XIX. yy’daki saldırılarına kadar sürmüştür) ve her iki öbekteki bu hareketliliğin, Asya’dan gelen yeni ürünlerden ve yeni tekniklerden kaynaklandığı söylenebilir. Karşıt yönlerden gelen tarımcıların ve çobanların, bu önemli göçleri sonunda iç kesimde VIII. yy’a doğru karşılaşmaları, nüfusta ve siyaset sistemlerinde bir devrime yol açmıştır. Batı Afrika’daki krallıklar. Kıtaya dışardan ilk gelen Arap gezgin ve coğrafyacılarının yapıtlarından, Batı Afri
Hristiyanlık da İslâm dini de Afrika’nın pek çok yerinde çok eski tarihlerde benimsenmiştir. Etyopya’da Lalibela’daki Shint Ceorge yeraltı kilisesi (üstte), XIII. yy’da sert kayaların içi oyularak yapılmıştır. Mali’de Timbuktu’daki Sankore camisi (altta) XIV. yy’dan kalmadır.
ka’daki gelişmenin, çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. En eskileri VIII. yy’dan kalma söz konusu yapıtlar, Batı Afrika’da (Senegal ırmağından Çad gölüne kadar) o dönemden XIX. yy’a kadar birbirini izlemiş güçlü imparatorluklar ve krallıklarla ilgili pek çok bilgi içermektedir. İmparatorlukların, Nijerya ormanlarındaki kentleşme öncesi kalabalık yöreden çok, Büyük Sahra’nın güneyindeki kurak bölgelerden geçen büyük ırmaklar boyunca gelişmiş ve çökmüş olmaları Batı Afrika’nın ilk dönem tarihinin temel özelliğidir. Çok eski tarihlerden başlayarak küçük, birbirine bitişik ve bağımsızlığına düşkün devletler bir arada varolmuşlar, kurulmuşlar, yıkılmışlar ve içlerinde bir devletin hırslarının, ekonomik koşullarının ya da askerî olanaklarının düzenli aralarla yarattığı büyük imparatorluklar tarafından yutulmamak için savaşmışlardır. Doğu Afrika ve Güney Afrika’daki bazı halkların, başlarında yönetici olmadan ve aşaması- rasına dayalı örgütlenmelere girmeden yaşamış olmalarına ve hâlâ da yaşamalarına karşılık, Batı Afrikalılar, tek bir yönetici (bazen bunlara tanrısal hak ve yetkiler tanınmıştı) ya da birden çok yönetici ve yardımcı kurullar -daha ender olarak da eşit haklı insanların aralarında seçtikleri kurullar- tarafından yönetilme deneyimini yaşamışlardır. Bu devletlerin Kuzey Afrika ve Güney Avrupa ülkelerine göndermek için tekellerine aldıkları ilk önemli hammadde altın olmuş, onu Büyük Sahra’nın güney kesimindeki vahalar yakınında elde edilen tuz izlemiştir. Akınlarda ve savaşlarda ele geçirilen kölelerin bir “ticaret malı” olarak önemi de, yaklaşık X. yy’dan başlayarak artmıştır. Hindistancevizi ve Kuzey Nijerya’da elde edilen boya maddeleri gibi tarım ürünleri de zaman içinde önem kazanmıştır. Akdeniz havzasında ve yakınında yüksek fiyat ödenen bütün bu ürünler, Batı Afrikalılar tarafından büyük kervanlarla uçsuz bucaksız çöl aşılarak Fas’taki Fas ve Marakeş, Tunus’taki Tunus, Libya’daki Trablus ve Mısır’daki Kahire pazarlarına ulaştırılmıştır. Bunun karşılığında da tüccarlar, kuzeyden kumaş, at, cam, metal eşya, kılıç, daha yakın bir dönemde de fitilli tüfek almışlardır. Kervanlar kuzeyden aynı za-( manda da, İslâm’ı ve yazı dilini getirmişlerdir. Kurulan* ilk büyük imparatorluk, Gana İmparatorluğu olmuştur: Bu imparatorluğun, günümüzde güneydoğu köşesinde yer alan başkentindeki pazarlarda, yerel girişimciler siyah Afrika’dan gelen altın, fildişi ve köleleri, Büyük Sah- ra’dan gelen tuzla, Kuzey Afrika ve Avrupa’dan gelen atlar, kumaş, kılıçlar ve kitaplarla takas ediyorlardı; tuz ağırlığı kadar altınla değiştiriliyordu. O dönemde Gana İmparatorluğu, Afrika’daki başlıca altın yataklarını denetim altında tutuyordu: Arap yazarları, Gana imparatorunun dünyanın en zengin kişisi olduğunu belirtmişlerdir. Gana İmparatorluğu en parlak dönemini X. ve XI. /y’larda yaşadı: 990’da bir süvari birliği, günümüzdeki Fas topraklarında yer alan Sanhaca devletini Gana topraklarına kattı. Senegal ırmağının güney, doğu ve orta kesimleri ile Nijer ırmağının büyük yayı içinde yaşayan halklara egemen olan Gana İmparatorluğu, çok geniş yetkilerle donatılmış bir imparator (yardımcıları ile danışmanlar) tarafından yönetiliyordu; mali açıdan da oldukça iyi örgütlenmişti: Başlıca dışsatım maddesi altından vergi alınıyordu. İmparatorluk sınırları içinde de ticaret oldukça gelişmişti: Hindistancevizi, kurutulmuş meyve ve deniz kabukları başlıca ticaret ürünleriydi. Gana İmparatorluğu’nun bu parlak dönemine, XI. yy da güneyden gelen müslüman Murabıtlar son verdiler. Murabıtlar Gana üstünden günümüzdeki Senegal, Gana, Fas ve Güney İspanya’yı içeren büyük bir impa
AFRİKA, TARİH 123
XV. yy’da Avrupalı gezginler ekvator Afrikası’yla ilişki kurdular. Onları, sömürgecilerin istilası izledi. (Solda) Portekizli bir silahşörü canlandıran tunçtan dökülme bir Benin heykeli (XVI. ya da XVII. yy.). (Altta) XIX. yy’da sefere çıkan iki İngiliz gezginin, karaya inince yerliler tarafından taşınışı. ‘
ratorluk kurdular. Toprakları büyük ölçüde azalan Gana İmparatorluğu, varlığını sürdürdüyse de, hızla zayıfladı ve XIII. yy’da önemli sayılacak bir devlet olmaktan çıktr. Gana’nın çökmesinin, eski Gana topraklarında bir dizi daha küçük devletin kurulması ve gelişmesine katkıda bulunduğu söylenebilir. Bunların başlıcası, Mali İmparatorluğu’dur. Merkezi Senegal ve Nijer ırmaklarının yukarı kesimleri arasındaki nispeten verimli yayla bölgesinde bulunan Mali İmparatorluğu, Batı Sudan’daki en önemli devlet olarak, Gana İmparatorlu- ğu’nun yerini aldı. Kurucusu Sundiata’nın küçük bir klanı güçlü bir ordunun çekirdeği durumuna getirmesinden sonra, XIII. yy. başlarında Mali, küçük bir devlet olmaktan çıkıp, sınırlarını hızla genişletmeye başladı. Sundiata’nın ordusu Nijer ırmağının yukarı kesimindeki Kaniaga’yı alıp, o sırada daha da küçülmüş olan Gana’nın başkentine saldırdı. Daha sonra Sundiata, devletini, Sahra ötesiyle yapılan ticaretin merkezi durumuna getirdi. Gana’dan sonra altın ticaretini Mali denetimi altına aldı ve tuz dışalımını tekelleştirdi. XIII. yy’ın ortalarında Mali imparatorları, Senegal ırmağının yukarı kesiminden 800 km doğudaki Nijer ırmağı yayına, kuzeyde Büyük Sahra’dan güneyde Volta ırmağının yukarı kesimine kadar uzanan bir bölgeye egemendiler. Mali, askerî önderler tarafından yönetiliyordu; bunların çoğu müslümandı ve birçoğu 1300 yıllarından başlayarak Mekke’ye hacca gitmeye koyuldular. Bu hükümdarların en ünlüsü 1312-1337 arasında hüküm süren Mansa Musa’ydı. 1324’e doğru yanında her biri 2,72 kg altın yükü taşıyan 500 köleyle ve her birine 136 kg altın yüklenmiş 100 deveden oluşan bir kervanla Kahire ve Mekke’ye giden Mansa Musa, zenginliği, dindarlığı, eli açıklığı ve güzel giyimiyle öylesine büyük bir etki uyandırdı ki, 1750 yıllarına kadar Arap haritacıları, Afrika’nın iç kesimindeki büyük boş alanlara, Musa Mali adını verdiler. Kuzey Nijerya’da, Mali İmparatorluğu ile batıda onun yerini alan Songhay İmparatorluğu ve doğuda büyümekte olan Kanem-Bornu İmparatorluğu arasında, çok sayıda kent-devlet kuruldu. Kanem-Bornu XVI. ve XVII. yy’larda, sömürgecilerin saldırısına kadar Çad gölü bölgesine egemen oldu. Büyük Sahra’nın güneyindeki bölgenin en büyük imparatorluğu olarak Mali’nin yerini alan Songhay İmpa
ratorluğu’nun başkenti Gao, Nijer ırmağının yukarı kesiminde, eski Mali’nin doğusunda, güneydeki ormanlık bölgenin sınırındaydı. XV. yy. ortalarında kral Sonni Ali’nin döneminden sonra Songhay, eskiden Gana İm- paratorluğu’nun yönetiminde olan yarı-çöl bölgelerini, günümüzdeki Burkina Faso’nun ve Dahomey’in kuzey kesimlerini ve Nijer ırmağının her iki kıyısındaki geniş toprakları kapsamaktaydı. Avrupa’yla ilk temaslar. Kıtaya ilk AvrupalIların ayak basmasıyla ve yaklaşık 1550’den sonra Amerika kıtasında köle talebinin artmasıyla, önce Portekiz ve İspanya, ardından da İngiltere, Fransa ve öbür Afrika ülkelerinden tüccarlar, Senegal ve Gine kıyılarında, daha sonra da Gine körfezinde ticarete başladılar. Altın Kıyısı (Gana) boyunca kurdukları tahkimli ticaret merkezleri sömürgeciliğin ilk küçük topraklarını oluşturdu. Kıtanın iç kesimlerinden gelen ürünler ve siyah köleler Avrupa’dan gelen bakır, kumaş ve silahlarla değiş-tokuş edilmeye başlandı. Silahların ormanlık bölge krallarının gücünü artırmasıyla, Batı Nijerya’da Benin’in (Bk. BENİN KRALLIĞI) ve Oyo’nun, Altın Kıyısı boyunca Da- •homey, Akvamu ve Aşanti krallıklarının, batıda ve kuzeyde de daha küçük devletlerin askerî gücü arttı. Bunu Batılılaşma izledi. Daha güneyde yer alan Kongo Krallı- ğı’nda, hıristiyanlık yayıldı. Afrika’nın çevresinde Doğu’ya giden bir deniz yolu arayan Portekizli denizciler, 1418’de Afrika’nın bilinmeyen batı kıyısına, 1441 ‘de de Büyük Sahra’nın güneyindeki kıyılara ulaştılar, 1482’de ekvatoru aşarak Kongo ırmağının denize döküldüğü noktaya vardılar. 1487’de Ümit burnunu dolandılar: 1498’de Doğu Afrika’daki kent-devletlere ulaştılar. XVII. yy’da Portekizliler, günümüzdeki Mozambik kıyılarına yerleştiler. Zambezi ırmağını kaynağına doğru izleyerek, 1629’a doğru, Zengin Monomotapa Kral- lığı’nı denetimlerine aldılar. Buna karşılık, Monomotapa Krallığı’nın komşusu olan Rosvi Krallığı, bağımsızlığını korumayı başardı. Amerika’nın keşfi, Avrupa ülkelerinin köle talebini artırdı. Avrupalı sömürgeciler, başlangıçta Antil adalarında yaşayan halkı köleleştirerek büyük tarım işletmelerinde tarım işçisi ya da inci avcılığında dalgıç olarak çalıştırdılar; aynı zamanda Amerika kıtasında da Kızılderililer, kısa bir süre için altın ve gümüş madenlerinde .çalıştırıldılar. Ama Kızılderililerin ve ada halklarının sa
124 AFRİKA, TARİH
Afrikalılar, kıtanın iç kesimlerinde köle tüccarları tarafından yakalanıp, Batı Afrika’da Avrupalı tüccarlara, Doğu Afrika’da Arap tüccarlara satılmak için kıyılara götürüldüler. Satılan Afrikalı kölelerin çoğu, gemilerle Atlas okyanusu aşılarak, “Yeni Dünya”daki madenlerde ya da tarım işletmelerinde çalıştırıldı.
yılarının hızla azalması üstüne, Portekizliler ve İspan- yollar, Amerika’daki sömürgelerinde onların yerine Afrikalı köleleri çalıştırmaya karar verdiler. Bununla birlikte XVI. yy’ın ikinci yarısında Amerika’nın talebi sağlanan arzı apansızın aşıncaya kadar, köle ticareti ağır ağır gelişti. O tarihten sonraysa, Afrika’nın bütün kıyılarından gün geçtikçe artan sayıda köle alınmaya başlandı. Atlas okyanusunda köle ticaretini başlangıçta Portekizliler ve İspanyollartekellerinde tuttular; ama bu ticaretten çok yüksek kazanç elde edilmesi, öbür Avrupa ülkelerinde de Afrika’ya ilgiyi artırdı. XVII. yy’da HollandalIlar, Afrika ticaretine ciddi biçimde girdiler; onları yüzyılın ortalarında İsveç, Danimarka, Alman, Fransız ve İngiliz ticaret şirketleri izledi. Her biri Batı Afrika kıyılarında ticaret merkezleri ve kaleler kuran bu şirketler, yükledikleri köleleri, altını ve tarım ürünlerini, Amerika’daki kolonilerine, bazen de Avrupa’daki anayurtlarına taşıyorlardı. Sömürgeciliğin bu ilk dönemi, pek etkili olmadı. AvrupalI tüccarlar Mozambik ve Kongo’nun dışında Afrika’nın iç kesimlerine yönelmediler ve köle pazarları yaratmalarının Afrika’ya ticari enerji sağlayan bir itici güç oluşturması bir yana bırakılırsa, yaklaşık 1700’e kadar Afrika’nın iç kesiminin gelişmesini çok az etkilediler. Kıtanın iç kesimlerinde tarımcı ve hayvancı halkların kullanılabilir topraklar için çekişmeleri sürüp gitti. Bu çekişmeler sırasında, kalabalık halk toplulukları Orta Afrika’dan doğuya ve batıya doğru kaçarak Malavi, Zambiya ve Angola’ya, yukarı Nil bölgesinde Uganda ve Kenya’ya, Atlas okyanusuna yakın yüksek bölgelerden de, Batı Afrika’nın Büyük Sahra’nın güneyinde kalan kesimini geçerek Nijerya’nın güneyine göçtüler. Halkların ve kültürlerin bu göçü ve Afrika üstündeki etkileri, XIX. yy’a kadar pek çok açıdan AvrupalIların etkinliklerinden ve AvrupalIların ellerinde tuttukları köle ticaretinden daha önemli oldu.
XVII. YY’DAN SONRA AFRİKA İki dönem. XVII. yy’da Afrika, bir bakıma iki ayrı döneme bölündü. Bunlardan birinde devlet yönetimi ve ekonomik açıdan kendine yeterlilik, uzun süredir varolan etnik çatışmalar, halkaların göçmesi ve bölgelerin bir kültür ve dinden öbürüne geçmesi gibi sorunlar ağırlık kazandı. Daha sonra da, Orta Afrika’daki göllerin çevresinde, merkezden yönetilen, katı bir aşamasırası- na dayalı krallıklar, bir önceki dönemin eşitlikçi, klan temelinde kurulmuş toplumlarının yerini almaya başladı. Merkezileşmede benzer bir gelişme de, Kamerun’daki çayırlar bölgesinde ve Altın Kıyısı’nın çevresinde gözlendi. Kongo havzasında ve çevresindeki yüksek yaylada bu süreç, bütün XVIII.yyJboyunca da sürdü ve o döneme kadar bağımsız yaşamış pek çok tarımcı topluluk, yenilikçi göçmen halklar tarafından yönetilen geniş toplumlar içinde eridi. Dinde de bir gelişme ve farklılaşma dönemi yaşandı. Ekonomik açıdansa bu dönem, ufukların genişlediği, kıtanın ortasından bütün kıyılara şaşırtıcı yolculuklar yapılmasını da içeren uzun mesafeli ticaretin yoğunlaştığı, özellikle batıda ve kuzeyde -ama doğuda ve orta bölgelerde de- pazarların geliştiği bir dönem oldu. Afrika’nın Demir devrine henüz tam olarak girilmemiş kesimlerinde maden kullanılmaya başlanması, tarım yapma ve avlanma olanaklarını artırdı; ama bunun yanı sıra, savaşma eğilimlerini de kışkırttı. Savaşların sayısı hızla arttı; her yerde daha sık ve daha pahalıya mal olan çatışmalar çıktı. Birinci dönemden ikinci döneme, orduların çatışmasıyla geçildi. İkinci dönemde Afrika, XVII. yy’dan başlayarak, ilişkide olduğu dünyanın sınırlarını genişletti. Av- rupayla ilişkiler kıtanın her kesiminde arttı. Güney kesimdeyse, Hollandalı Boerlerin (Bk. AFRİKANERLER) XVII. yy’ın ortalarında Ümit burnuna yerleşmeleriyle, özgün bir biçim aldı. Doğu kesimde de, Araplarla ilişkiler arttı. Bu ilişkilerde ağır basan yön, kadın ve erkek köle ticaretiydi. Sırf köle ele geçirme amaçlı akın ve savaşlar bile yapılmaya başlandı ve Amerika’nın köle gereksinmesi arttıkça, Afrika’da Avrupalıların ve Arapların etkisinin sınırları da genişledi; ama kıtada henüz Avrupa ya da Arap yerleşmesi kurulmamıştı. Zenci köle ticaretinin artmasının temelinde yer alan neden, şekere talebin, dolayısıyla da şeker üretiminin artmasıydı. XVII. yy’da “Batı Hint adaları”nda şekerkamışı tarımı yaygın biçimde uygulanmaya başlamıştı. Şeker üretimi, özellikle kamışları kesme mevsiminde, ağır iş görebilen ve dayanıklı işgücü gerektiriyordu. Köle ticareti. Dış talebin geliştirdiği köle ticareti XVII. ve XVIII. yy’lar ile XIX. yy’ın büyük bir bölümünde, Afrika’nın her yanını etkiledi. Köle elde etmek, kıyılardaki ulaşım merkezlerine kadar yürütmek, bu merkezlerde besleyip şişmanlatmak, sonra da deniz aşırı ülkelere götürülmeleri için her birini ayrı ayrı gemi kaptanlarına satmak, karmaşık düzeyde bir girişimcilik ve yöneticilik yeteneği gerektiriyordu. Bu arada, XVIII. yy’da Avrupa’da ortaya çıkan “aydınlanma” düşüncelerinin, XVII. yy’da ağır basan ticaret düşüncelerinin yerini almasıyla, aşağılık bir iş sayılmaya başlanan köle ticaretiyle Avrupa’nın en aşağı tabakasından, en acımasız kişilerin uğraşmaya koyulması, Afrika limanlarında kölelere çok daha kötü davranılmasına yolaçtı: Korku içindeki köleler, kolları bağlı olarak, gemilere dolduruluyor ve genellikle fırtınalı olan denizleri aşarak Amerika’da mezatla satışa çıkarılıncaya kadar içlerinden birçoğu ölüyordu. Köle ticareti dönemi boyunca 10 milyon kadar Afrikalının Afrika’dan koparıldığı, bunların büyük bir bölü
AFRİKA, TARİH 125
münün Atlas okyanusunu aşarken, bir bölümününse başarısız ayaklanmalar sırasında ya da daha Afrika’da yakalanmaya direnirken öldüğü düşünülmektedir. Bununla birlikte Nijerya’nın doğu kesimi, Altın Kıyısı, Angola’nın batı kesimi, vb. köleleriyle ünlü bazı bölgeler de, köle ticaretinin yapıldığı yüzyıllar boyunca ekonomi açısından gelişmişlerdir. Şansı yardım edip de geride kalmayı başaran Afrikalılar için, köle ticareti, bütün korkunçluğunun yanı sıra, gelişme için yeni sermaye kaynakları, kölelerin dışındaki eşyaların da satıldığı pazarlar, Batidan Afrika’ya teknoloji aktarımı olanağı, ayrıca, kıyı ve orman devletlerindeki bazı topluluklara da yeteneklerini kanıtlama olanağı sağlamıştır. Aşantiler ülkesi, Dahomey, Oyo ve Kongo havzası ile Angola’nın iç kesimlerinde o döneme kadar pek az tanınan bazı halklar, köle ticaretinin gelişmesine yardım ettiği yeni ticaret dallarında ön plana çıkmayı başarmışlardır. Gerçekten de, XVIII. yy. sonlarında Avrupa’daki insanseverlerin köle ticaretinin adaletsizliğine karşı baskıları etkili olmaya başlayınca, Afrikalı köle tüccarları, gelirlerinden olmamak için en çok gürültü koparanlar arasında yer almışlardır. İngiltere’nin köle ticaretini kaldırmasından (1807) ve Fransa, Portekiz ve İspanya’yı, daha sonra da doğuda Zengibar’ı aynı yolu seçmeye ikna etmesinden sonra, köle ticaretiyle uğraşan Afrikalıların yakınmaları artmış ve İngiltere’nin Atlas okyanusunda köle ticaretini engellemeye çalışan gemilerine, Afrikalı korsanlar yoğun biçimde saldırmışlardır. Bu girişimlerden sonra, söz konusu Afrikalıların çoğu, köle ticaretinde edinmiş oldukları deneyimden, sanayileşmekte olan Avrupa’ya sabun ve sanayide kullanılan palmiye yağı, vb. ürünler sağlayarak yararlanabileceklerini düşünmüşlerdir. Gerek köle ticaretinin, gerek kaldırılmasının etkileri, iç bölgelerde de, kıyıya daha yakın bölgelerde de gün geçtikçe daha çok görülmeye başlanmış, köle arama işi, halkları gün geçtikçe daha çok bu işin içine çekmiş
(Altta) 1800 yıllarının başlarında bir küçük kabileyi güçlü bir savaşçı ulusa dönüştüren Zuluların önderi Şaka,. (Sağda) Üç Zulu savaşçısını tipik giysileriyle savaş dansı yaparken canlandıran bir resim. Giyimlerindeki farklılık, ayrı birliklerden olduklarını göstermektedir.
tir. Sözgelimi XIX. yy’ın ortalarında Zengibar’dan gelen kervancılar, gerek gelişmekte olan ve şeker yetiştirilen Arabistan ve Hint okyanusu adaları pazarları için, gerek Zengibar’daki karanfil tarımı işletmeleri için köle aramak amacıyla Kongo havzasına kadar uzanmışlardır. Çok erken dönemlerden başlanarak, Malavi ve Zambiya’nın iç kesimleri, köle ve fildişi bulmak için birçok kez taranmış, Afrika’dan sözcüğün gerçek anlamıyla köle- leştirilmenin dehşetini yaşamamış yer kalmamıştır. Köle ticaretine direnen alanlar. Bununla birlikte bazı halklar, köle tüccarlarına şiddetle direnmeyi başarmışlardır. Doğu Afrika’daki Masailer|ve akrabaları sayılan Turkanalar, Karamojonglar gibi savaşçı halklar, köle tüccarlarına hiçbir zaman boyun eğmemişlerdir. Ruan- da ve Büyük Göller bölgesindeki Buganda gibi merkezî krallıklar, köle ticaretinden hemen hiç etkilenmemişlerdir.Günümüzdeki Uganda’nın çekirdeğini,oluşturan Buganda, karmaşık bir bürokrasiye dayanan bir kral (“kabaka”), tarafından yönetilmiş, XIX. yy’ın tam ortalarında, birbirini izleyen Buganda kralları, yerel din adamlarının dinsel yetkilerini azaltarak, klanın özerkliğini ve klan reisliğini devreden çıkarmak için yerlerine kendilerine bağlı bölgesel görevlileri geçirerek, yalnızca kendilerine bağlı bir ordu oluşturarak, kişisel güçlerini büyük ölçüde artırmışlardır. Ayrıca eski toplum bağlarını kopararak, son derece esnek ve yükselmenin gösterilen başarıya bağlı olduğu (Doğu Nijerya’daki İbolar toplumu gibi) bir toplum oluşturmuşlardır: Bu toplumda sıradan insanlar, Afrika’nın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar kolay yükselebiliyor ve saygınlık kazanabiliyorlardı. Bunun sonuçlarından biri olarak, İslâm dini ve hıristiyanlık, yüzyılın sonlarına doğru Bu- ganda’ya ulaştıklarında, yeniliğe açık bir halk bulmuşlardır. YENİ GÜÇLERİN YÜKSELMESİ Zulu ulusu ve Ngunilerin dağılması. Buganda’nın geliş
126 AFRİKA, TARİH
mes’ıyle aynı dönemde, yeni savaşçı devletler de ortaya çıktı. Bunları bir dizi yerel koşul desteklemekteydi: Ticaretin yapısı, büyük bir önderin ortaya çıkması, vb. Bu koşulların her biri, şu ya da bu biçimde, AvrupalIların gün geçtikçe artan etkinliklerine ve müdahalelerine gösterilen bir dizi tepkinin ürünüydü. Söz konusu gelişmeler arasında en acıklı ve en uzun etkililerinden biri Güneydoğu Afrika’da (günümüzdeki Natal) yaşayan ve Nguni dilini konuşan bir dizi klanın, zorla büyük Zulu ulusu içinde eritilmesi oldu. Savaş yöntemlerini modernleştiren, ülkeye yeni, üstün silahlar getiren önderleri Şaka döneminde) (1787-1828), Zulular tarihlerinde ilk kez birleştiler ve İngilizler, Boerler ya da Afrikanerler (XVII. ve XVIII. yy’larda Ümit burnuna yerleşen HollandalIların ve protestan Fransızların soyundan gelenler) karşısında sağlam bir cephe oluşturdular. Şaka, “mızrak gücüyle iktidara gelmiş” bir kraldı ve arkasında otokrasiye dayalı, merkeziyetçi bir krallık bıraktı. Bununla birlikte, Şaka, bütün Zuluları yetkisi altında toplamayı başaramamıştı. Birçok klan, Şaka’nın orduları karşısında yenilgiye uğradıktan sonra kaçıp, kıtanın en uzak yerlerine kadar yayıldılar; Güney Afrika ve Orta Afrika’nın her yerini sözcüğün gerçek anlamıyla yerle bir ettiler. Üç Zulu topluluğu, kuzeye doğru kaçarken taş üstünde taş bırakmadı ve geçtikleri bölgelerdeki çok sayıda halkın bağımsızlığına son verdi. Ndebele kolu, günümüzdeki Zimbabve’nin hemen yakınında önemli bir devlet kurarak, Zambezi ırmağının güney kesimini Avrupalılar bölgeye gelinceye kadar egemenliği altında tuttu. Kololo koluysa, yukarı Zambezi’deki Lozi Krallı- ğı’nı bir süre denetimi altına alıp, özellikle dil bakımından etkiledi. Ngunilerden büyük bir kol, Mozambik, Doğu Rodezya ve günümüzdeki Zambiya’da geniş bir yer açtı. 1839’da iç çekişmeler sonunda parçalanınca da, aralarından birtoplulukTanzanya’nın batı kesimini, ikinci bir toplulukTanzanya’nın güneydoğu kesimini, üçüncü bir topluluk Zambiya’nın doğu kesimini, dördüncü birtop- luluk da Malavi’nin güney kesimini egemenliği altına aldı. İki başka topluluk, Malavi’nin güney kesiminde bir krallık kurarlarken, yedinci bir topluluk da Mozam- bik’in güney kesimini egemenliği altına aldı. Özetlersek Ngunilerin dağılması, Orta Afrika ve Güney Afrika’daki yönetim ve toplumların yapısını kökten değişikliğe uğrattı. Geçtikleri bölgeleri yerle bir eden, karşılaştıkları tarımcı halkları dehşete uğratan Nguniler, böylece, kölecilerin işini ve bu bölgelerin daha sonra Avrupalılarta- rafından ele geçirilmesini kolaylaştırmış oldular. İslâm devrimleri. Kıtanın doğusundaki istilanın bir benzeri batıda gerçekleşti. Bununla birlikte, Ngunilerin kültür ve din konusunda, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği konusunda, ele geçirdikleri yerleri bünyelerinde eritme konusunda gelenekçi bir tutum izlemelerine karşılık, batıda -daha sonra da kuzeyde- ortaya çıkan büyük ayaklanmaların çoğuna, dinsel bir devrim eşlik etti. Bu savaşların en önemlilerinden biri, günümüzdeki Nijerya’nın kuzey kesimini içeren Hausalar bölgesindeoldu. Bölgede İslâm dinini benimsemiş olanların çoğu göçmendi; bunların büyük çoğunluğunu da, kıtanın batısından gelmiş ve azınlıkların çoğu gibi, birbirinden bağımsız Hausa kent- devletlerindeki durumlarından hoşnut olmayan Pöller(yada Fulaniler)oluşturuyordu. Önderleri, Arap dinbilimcilerin yanında eğitim görmüş olan Osman Bin Fudi’ydi. Kendine bir din reformcusu süsü vererek başlattığı ayaklanmada, yandaşları Hausalar bölgesinin her yanına saldırdılar. Kano, Katsina ve Zar\a kent,erinin art arda düşmesinden sonra, 1810’da bütün bölgeye egemen oldular. Böylece yaklaşık 460.
Kendine bir din reformcusu süsü veren Mehdi, 1880 yıllarında Sudan’da İngiliz-Mısır egemenliğine karşı kanlı bir ayaklanmayıI yönetmiştir. 1885’te Hartum’un Mehdi’nin birlikleri tarafından alınışıyla ilgili bu resimde, İngilizlerin yöneticisi Charles George Gordon’un, Mehdi’nin savaşçıları tarafından öldürülüşü canlandırılmıştır.
000 km2’lik bir alanda 15 kent-devlet, Osman’ın devrimi altında birleşmiş oldu. XX. yy’ın başlarında İngilizler tarafından ele geçirilinceye kadar bütünlüğünü koruyan bu alan, daha sonra Nijerya|topraklarına katıldı. Sömürgecilerin kıtayı ele geçirmelerinden hemen önce, Büyük Sahra’nın güneyinde kalan kesimde, üç İslâm devrimi daha gerçekleştirildi. Osman Bin Fudi’nin öğrencilerinden bir Pöl olan Şeyhu Ahmadu (ya da Ah- madu Lobbo), 1818’de Nijer ırmağının yukarı kesimindeki Masina bölgesinde, müslümanların başına geçerek Bambaralara karşı cihat (“kutsal savaş”) ilan etti ve bir din devleti kurup, sağlam bir biçimde örgütledi. Her eyalette temsil edilen Kırklar Meclisi yardımıyla yönettiği bu devlette, içki, tütün ve dans etmek yasaklandı; yabancılar bile günlük yaşamlarını yeni yönetimin buyruklarına uydurmak zorunda bırakıldılar. 1850 yıllarında Osman Bin Fudi’nin soyundan gelenler tarafından eğitilmiş bir başka dinsel reformcu olan Elhac Ömer, Nijer ırmağının yukarı kesiminde yeni bir savaşıma önderlik etti. Art arda zaferler kazanan orduları, batıdan yaklaşmakta olan Fransızlara karşı bile çarpıştılar (Elhac Ömer, doğuya doğru yayılarak, aynı süreçten geçerek kurulmuş olan Ahmadu’nun devletini de ele geçirdi). Ama bu zaferler kısa ömürlü oldu. Ömer’in ölümünden on yıl sonra, Fransızlar topraklarını ele geçirdi. Afrika’da bağımsızlık rüzgârlarının esmeye başladığı yıllarda, Sudan’da daha da önemli sonuçlara yolaçan bir İslâm devrimi gerçekleşti. Altmış yıldır, Mısır’daki Kölemenlere bağımlı olan ve gelirlerinin büyük bölümünü köle ticaretiyle sağlamış olan Sudan’da, Mısır’daki yöneticilerin 1860-70 yıllarında köle ticaretini sınırlamak istemeleri ve bu kampanyayı yürütmeleri için yabancıları işe almaları, büyük bir hoşnutsuzluk uyandırdı. Bundan yararlanan Muhammet Ahmet Bin Abdul
AFRİKA, TARİH 127
illustrated London News’ tan alınan bu gravür, Henry Morton Stanley’in, Dr. Livingstone’la buluşması konusunda anlattıklarına dayanılarak yapılmıştır. İngiliz gezgini David Livingstone, Nil’in yukarı kollarını bulmak amacıyla 1866’da yola çıktı ve o tarihten sonra yıllar boyunca hiçbir haber alınamadı. Sonunda gazeteci gezgin Stanley; onu bulmak amacıyla bir sefer düzenleyip, Tanganyika gölü yakınındaki Ucici köyünde, hastalıktan bitkin halde buldu (1871).
AFRİKA ARAPLARIN VE AVRUPALILARIN ARAŞTIRMA GEZİLERİ
Arap istilasının yayılışı 730/ l5(X)
ARAP GEZGİNLER
—–► İbnı Battuta
İNGİLİZ GEZGİNLER
— >■ Bari h —>- Uruc r — ■ •>- C’l.if»perlon — ■ ► I i\ in^shınc + +-► l’ıiık m ı> Spckc/liurlon
……..■>- Sl.ınlc*v
FRANSIZ GEZGİNLER
ALMAN GEZGİNLER
—– >- \.K hlil-.ll
PORTEKİZLİ GEZGİNLER —>- (Vıo
— Covilh.l
—->■ Vdsco (Ki (i d m t)
lah, mehdiliğini (kurtarıcılığını) ilan ederek, kölecilik yanlılarını, yolsuzluklara ve Mısır’a karşı çıkanları ustaca düzenlediği bir devrimde bir araya getirdi. 1880 yıllarında bu devrim Sudan’ın her yanını sardı. Sudan’ı yöneten “dönek kâfirlere” cihat ilan eden Mehdi’nin bağnaz yandaşları, Mısır birliklerini art arda yenilgiye uğratarak, 1888’de Hartum’u ele geçirdiler ve sonraki 13 yıl
içinde bütün Sudan’a egemen oldular. Ama Mehdi’nin ölümünden sonra, İngilizler, 1898’de büyük bir saldırıyla Sudan’ı kendilerine bağladılar. O tarihten sonra, Afrika’nın geri kalan bölümünün önemli kesimi, Avrupa devletlerinin eline geçti. AVRUPALILARIN EGEMENLİĞİ Sömürgelerin bölüşülmesi. AvrupalIların Afrika’yı ele
128 AFRİKA, TARİH
geçirmeleri, köle ticaretiyle ve kıyılar boyunca ticaret merkezlerinin kurulmasıyla başladı. Mungo Park, David Livingstone, Henry Morton Stanley, Sir Richard Burton ve Joseph Thomson gibi gezginlerin kıtanın iç kesimlerine seferler düzenlem eleri, Afrika’nın bölüşülmesini hazırladı. Katolik ve protestan misyonerler de aynı derecede önemli rol oynadılar: Gezginlerin peşinden kıtanın iç kesimlerine yönelerek, yerli dillerinin ya
Resimde savaş giysileriyle canlandırılmış Etyopya kralı Menelik II, modern Etyopya ‘nııı kurucusu sayılır. Avrupa yapısı silahlar ve Batılıların savaş yöntemlerini kullanması sayesinde, 1896’da Adua’da İtalyan ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır.
zılabilmesi için sistemler geliştirdiler ve Batı etkisinin Afrika’ya neden ve nasıl yararlı olabileceği konusundaki görüşlerini duyurdular. Ticari çıkarlar özellikle, XIX. yy. boyunca kıyılardaki ilk ileri karakolların Afrikalıların da işbirliğiyle AvrupalIlar tarafından yönetilen denizaşırı topraklar durumuna geldikleri Batı Afrika’da önemli rol oynadı. Bu ileri karakolların yavaş yavaş genişletilmesi için, küçük çaplı savaşlar verilmeye girişildi. Güney Afrika’da da, İngilizce ve Afrikanca konuşan beyazlar arasındaki düşmanlık, Afrikanerlerin, kendilerine yeni topraklar bulmak için, Afrikalı halklarla savaşmaya başlamalarına yol açtı ve sonuçta bütün Güney Afrika ile Orta Afrika, Avrupalılar tarafından işgal edildi. Kıtanın işgalinde en önemli etmenlerden biri de, Avrupa’daki siyasal rekabet oldu. XIX. yy. sonlarında, Fransa, Almanya ve İngiltere, denizaşırı hammadde kaynaklarını denetimleri altına alarak (özellikle Doğu Asya, Batı Asya ve Büyük Okyanus’ta) aralarındaki rekabette birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştılar. Bu rekabete son vermek için Avrupa’da bir savaşa girişmek yerine, stratejik ve ekonomik gereksinmelerini karşılamak için Afrika’yı sömürmeyi yeğlediler. Bunun sonucunda, 1880-1914 arasında Avrupa ülkeleri Afrika’yı sistemli biçimde işgal ettiler. Bu işgal Afrikalıların antlaşmalar imzalamaya ikna edilmesiyle, antlaşmaların imzalanmasına karşı çıkılan
Tunus 1881
tanarya Adi. • 1-497 ^
Fraasiz~Batj Afrikası /1891/1304Zambia 1889 Fransız Ekvator Afrikası 1839/1910
Frarjetz Şomalısı ‘1894
Nijerya .1914
fort Ginè^i 1886 I Sierra Le< 1807
Etyopya
Kamerun 1884/1911
T °9 ° \ / 1897 ‘ Fernando Pöo— 1843 Sâo Toi né & Principe^ ——–4-749——-*—: Rio Muni 1900
‘ İngiliz ! Doğu Afrikası ^ 1895
Fransız ekvator Afrikası ^839/1910 Belçika Kongosu 1885/1908i
Alman Doğu Afrikası U 1690 )
Komor Adi.
Angola 1876/1905
Kuzey Rodezya 1911
^Güney Rodezya S 1888 t
—— A Alman l Güneybatı \ Afrikası Walvis Bay—ü 1884 1878 T
Jechuanaland 1885 J
J Svaziland / 1902 Basutoland
Güney …. Afrika Birliği 1806/1910
AFRİKA 1914’TE SÖMÜRGELERİN PAYLAŞILMASI
SÖM ÜRGE TOPRAKLARI (Sömürgeleşme dönemi)
Belçika ( IHHi-llK)H)
İngiliz (I7K7-IMI4)
O Fransız ( IH ’><>- llH -)
J Alman (IHH4-IMM)
| İtalyan (IHHM-im i2)
| Portekiz (1420- IM(F>)
[”j İspanyol (I4M- llMJ)
Uv-‘-‘j Bağımsız
Harita üzerindeki tarihler sömürgeleşme tarihidir
AFRİKA, TARİH 129
ülkelerde muhalefetin silah zoruyla susturulmasıyla ve koruma altına alınan yerlerin bir süre sonra ilhak edilmesiyle gerçekleştirildi. Avrupalılar, silahları daha üstün, cephaneleri ve öbür donanımları çok daha bol olduğu için, şaşılacak kadar az direnişle karşılaştılar. Hattâ Nguniler gibi daha güçlü Afrikalı halklara karşı korunacaklarını uman Afrikalıların çoğu tarafından sevinçle karşılandılar. Bununla birlikte karşı koyanlara karşı kanlı savaşlar da verildi: Aşantiler İngiliz istilasına 1820 yıllarından 1902’ye kadar direndiler; Fransızlar Ahmadu’nun ve Elhac Ömer’in ordularıyla ve XIX. yy’ın sonunda Gine’de Samorilerin kurduğu paralı askerler devletinin ordularıyla çarpışmak zorunda kaldılar. Zengibar’ın karşısındaki kıyılarda, 1880 yıllarının sonlarında Arap ve Svahili savaşçıları, Almanlara iki yıl boyunca direndiler. Bölgenin iç kesiminde Heheler, ancak uzun ve pahalıya mal olan çarpışmalardan sonra boyun eğdiler. Natal’da Zulular, daha büyük ve daha iyi silahlar karşısında boyun eğmek zorunda kalıncaya kadar, İngilizleri ve Afrikanerleri iki kez yenilgiye uğrattılar. Zimbab- ve’de Ndebeleler, yönetimi yeniden ele geçirmek için ayaklandılar. Ayrıca, çok sayıda cephe gerisi eylemleri yapıldı: Ayrı ayrı klanlar ya da kabileler, Avrupalıların yerleşmelerini ateşe verdiler ve Avrupalılara saldırıları yıllar boyunca, hiç güçleri kalmayıncaya kadar sürdürdüler. Üstelik İngilizler, Güney Afrika’yı ele geçirmek için, Boerlerle de savaşmak zorunda kaldılar (1899- 1902). Etyopya’da kral Menelik II, bol sayıda Avrupa yapısı silahla donatılmış ve iyi yetiştirilmiş güçlü ordusuyla, eski Aksum Krallığı’nın başkenti yakınındaki Adua’da, saldırgan İtalyan ordusunu püskürtmeyi başardı. Böylece Etyopya, 1936’ya kadar bağımsızlığını korumayı sağladı. Ama İtalyanlar, 1936’daki ikinci bir savaşta, Etyop- ya’yı ele geçirerek, 1941 ‘e kadar egemenlikleri altında tuttular. Sömürge dönemi. Sömürgecilerin üstünlüğü sağlamaları, ırkçı önyargıları ve ırk ayrımcılığını da birlikte getirdi. Öncelikle Afrika’nın güney ve doğu kesimindeki sömürgelerde başlayan ırk ayrımcılığı çok geçmeden kıtanın her yanına yayıldı. Irk ayrımcılığının yasalarla pekiştirilmesi, yerli halklara oy kullanma, vb. haklartanın- ması, Afrika’nın heryanında uygulandı. Gerek bu uygulamalar, gerek yerli halka tam anlamıyla bir parya gibi davranılması, hem beyazlara, hem de beyazların sömürge rejimine karşı güçlü ve etkili bir düşmanlığın oluşmasına yolaçtı. Misyonerlerin etkinlikleri bu tepkiyi kırmakta pek az etkili oldu: Yöneticiler ülkeleri onların adına yönetmekten ve korumacılıktan söz ederken, misyonerler de Afrikalılara eşitlik vaazları veriyorlardı; ama Afrikalılar, sınırlı bir biçimde de olsa ülkelerini yönetme yolunda herhangi bir hak istediklerinde, hiçbir doyurucu sonuç alamıyorlardı. Beyazlar bu istekleri anlayışla karşıladıklarını, ama kendilerinin ekonomide, eğitimde ve tıpta çok daha başarılı olduklarını ileri sürüyor, bu ülkelerin kendi yönetimleri altında her yönden çok daha çabuk kalkınacağını ileri sürüyorlardı. Hak istekleri artınca, bu savlarını kanıtlamak için, Afrikalıları uygarlıklarının nimetlerinden biraz olsun yararlandırmaya başladılar: Okullar ve hastaneler açtılar; yollar ve demiryolları, görkemli binalar yaptılar. Böylece de, farkında olmadan Afrika’nın önünde modernleşmenin, dolayısıyla da bağımsızlığın yolunu açtılar. Sömürgecilerin egemenliğine direniş. Sömürgeci egemenliğinin baskıcı düzenlemeleriyle, ırkçılığıyla, personel yetiştirme ve ulusal gelişme konusunda tutulma
mış sözleriyle düşmanca bir tepkiye yol açmasında şaşılacak bir şey yoktu. Bu tepki çok çeşitli biçimlerde ortaya çıktı. Bazı tepkiler yabancı egemenliği gerçeğinden kaçıp, hıristiyan dininin bin yıllık egemenliğine sığınılan dinsel biçimlerde oldu. Buna karşılık Afrikalıların çoğu, özellikle de geleneksel, kırsal ortamdan gelenler, sömürgecilere karşı daha az sabırlı oldular. Yabancılar ellerindeki son şeyleri de almaya kalkışınca, Afrikalılar şiddetle ayaklandılar. 1896-97’de Ndebeleler ve Şonalar, Rodezya’da beyazların denetimine son vermeyi başardılar. 1898’de Sierra Leone’de vergilere karşı Bai Bureh’in önderliğinde başlatılan ayaklanma sonucunda, İngiliz egemenliği önemli ölçüde kısıntıya uğradı. XX. yy’ın ilk on yılında, Doğu Afrika’daki Alman egemenliği Maji Majiler diye adlandırılan bir etnik topluluğun başarıya ulaşması tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 1915’te Nyasaland’da (günümüzde Malavi), ABD’de okumuş bir hıristiyan vaiz olan John Chilemb- ve’nin önderliğinde bir ayaklanma başlatıldıysa da, başarıya ulaşamadı. Bu şiddetli patlamaların en sonuncusu, Kenya’daki Mau Mauların Kikuyu’nun önderliğinde, sömürgecilerin egemenliğine karşı ayaklanmaları oldu. Kırsal alanlarda çiftçilik yapan beyazlar, 1951-1956 arasında gerçek bir terör içinde yaşadılar. Beyazların yanı sıra, Mau Mauları desteklemeyen Afrikalılar da bu terör eylemlerinden paylarını aldılar. Ama bu ayaklanmaların hiçbiri, sonuncusu da dahil, beyazların egemenliğini kırmayı başaramadılar. En başarılı oldukları durumlarda bile, ancak beyazların siyasetinde bazı değişikliklere yolaça- bildiler. BAĞIMSIZLIK DÖNEMİ 1954’ün başında, sonraki on yılın, Portekiz ve İspanyol sömürgeleri ile Güney Rodezya (günümüzde Zimbab- ve) dışındaki tropikal Afrika’nın bağımlılığının son on yılı olacağını pek az kişi öngörebilirdi. Sudan’ın kendi kendisini yönetmeye başlamış olmasına, Altın Kıyısı’nın (günümüzde Gana) da kısa süre sonra onu izlemiş olmasına ve Mau Mau ayaklanmasının Kenya’yı sarmış olmasına karşın, kıtanın geri kalan kesimlerinde, yaygın biçimde örgütlenmiş pek az ulusçu hareket vardı. En “iyi niyetli” Afrikalılar, Amerikalılar ve Avrupalılar, iktidarın aşama aşama el değiştirmesini öngörüyorlar, bağımsızlığı elde etmenin birkaç yıl değil, yarım yüzyıl kadar alacağını düşünüyorlardı. İlk bağımsız ülkeler. 1953’te Sudan’da, Sudanlı önder İsmail el-Azhari’nin başkanlığındaki, Mısır tarafından desteklenen Ulusal Birlikçi Parti, ülkedeki İngil
İrıgiltere kraliçesi Elizabeth II ve prens Philip’in, 1961 Kasımı’nda Gana’yı ziyaretleri onuruna yapılan törende, giysisinin üstünde ülkenin önderi Kvvame Nkrumah’m resmini taşıyan bir kadın. Eski bir İngiliz sömürgesi olan Gana, kendisini sömürge yönetiminden kurtaran ilk Afrika ülkelerinden biridir.
130 AFRİKA, TARİH
(Solda) Sekou Toure, ülkesinin bağımsızlığa kavuştuğu 1958’den, 1984’te ölümüne kadar Gine’yi yönetmiştir. (Ortada) Zimbabve başbakanı Robert Mugabe, partisinin 1980 Şubatinda yapılan seçimleri kazanmasından sonra düzenlediği basın toplantısında. (Sağda) Julius Nyerere, Tanganyika ile Zambiya’nın I964’te birleşmelerinden I985’e kadar, Tanzanya cumhurbaşkanlığı yapmıştır.
tere Parlamentosu örnek alınarak oluşturulmuş Parla- mento’da büyük çoğunluğu ele geçirdi. Bunun üstüne Azhari ile İngiltere, iktidarın barışçı biçimde el değiştirmesi konusunda anlaştılar ve 1956’nın ilk günü Sudan bağımsız bir cumhuriyet oldu. Ne var ki iki yıl sonra, birbirini izleyecek çok sayıda hükümet darbesinin ilki yapıldı ve ordu 1964’e kadar iktidarı elinde tuttu. O tarihten bu yana iktidar, asker diktatörler ile seçimle iş başına gelmiş hükümetler arasında sık sık el değiştirdi. 1948-1950 arasındaki karışıklıklar dönemi gözönün- de tutulursa, bu dönemi en az zararla kapatan ülkenin Gana’ya dönüşen eski Altın Kıyısı olduğu söylenebilir. 1951 ‘de Kvvame Nkrumah, Altın Kıyısı Sömürgesi’nde- ki İngiliz yöneticilerle, daha önce “aldatmaca” diye nitelendirmiş olduğu “sorumlu bir hükümet” çerçevesinde işbirliği yapmak konusunda anlaştı. O tarihten sonra da, başbakan olarak, İngiliz valisinin görevlerini gün geçtikçe devraldı. Yerel hizmetleri ^afrikalılaştırarak”, yani Afrikalı memurların yönetimine vererek, bir yandan da partisini genel seçimlere hazırladı. Partisinin yapılan seçimlerde yerel Yasama Meclisi’ndeki milletvekilliklerinin üçte ikisini kazanması üstüne, İngiltere’nin Altın Kıyısı’na özerklik tanımasını sağladı. İngiltere 1957’de de, Altın Kıyısı’na Gana adıyla bağımsızlık tanıdı. Ne var ki, ülkeyi uzun yıllar yöneten Nkrumah, gün geçtikçe daha baskıcı bir yönetim uygulamaya ve yolsuzluklara bulaşmaya koyuldu. Bunun sonucunda 1966’da bir darbeyle devrildi. Gana’da, Siyah Afrika’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, aşağı yukarı aralıksız yirmi yıl sürecek askerî yönetim başladı. Batı Afrika’da ve ekvator Afrikası’nda, Fransız yönetimi, yerel bölgesel işlerin denetimini yeni yetişen bir yerli yöneticiler kuşağıyla gün geçtikçe daha çok paylaşmaya başladı. 1956’da Fransız Parlamentosu tarafından kabul edilen özel bir yasayla “denizaşırı toprakların” meclislerinin yetkilerinin artırılması sağlandı. Bu yasa, Fransızca konuşulan sömürgelerdeki Afrikalıların ağır bastığı çekirdek kabinelere önemli yetkiler verdi; ayrıca genel oy hakkını da getirdi. Bununla birlikte, Fransa söz konusu ülkeleri yönetmeyi sürdürdü ve 1958’den önce, yalnızca Gine Demokratik Partisi’nin başkanı Sékou Touré ile Togo Birlik Komitesi önderi Sylvanus Olympo, açıkça bağımsızlık isteğinde bulundular. Fildişi Kıyısı’nın güçlü adamı Félix
Houphouet Boigny gibi yöneticilerse, Fransa’ya bağlılığı sürdürdüler ve sömürgecilik karşıtı savaşımlar yerine, bölgesel çekişmelerle uğraşmayı yeğlediler. 1958’de Fransa cumhurbaşkanlığına seçilen general de Gaulle, Fransız denizaşırı topraklarında halk oylaması yaptırarak Beşinci Cumhuriyet Anayasası’na ve yeni kurulan Fransız Topluluğu üyeliğine “evet” ya da “hayır” demelerini istedi. Yalnızca Gine, karşı oy kullanarak, Fransa’yla bağlarını koparttı. Bütün öteki Fransız sömürgeleri, iç işlerinde özerklikle yetinmeyi sürdürerek, 1960’ta Birleşmiş Milletler tarafından Fransa’nın himayesine verilmiş Togo ve Kamerun dahil, barışçı yoldan bağımsızlıklarını elde ettiler. Afrika’nın en kalabalık nüfuslu ülkesi olan İngiliz Ni- jeryası’nda, 1950 yıllarında siyaset, bölgesel bir niteliğe büründü. ABD’de öğrenim görmüş bir gazeteci olan Nnamdi Azikivve, 1944’te Nijerya ve Kamerun Ulusal Konseyi’ni (NKUK) kurdu. Ülkenin bütününden çok, üç bölgesine ağırlık veren 1951 Anayasası’nın kabul edilmesinden sonra, NKUK, doğu bölgesinde yaşayan İbo- ca ve İbibioca konuşan halkları gün geçtikçe daha çok kayırır oldu. Batıdaki Yoruba dili konuşanlar ve kuzeydeki Hausa dili konuşanlar, kendi ayrı siyasal partilerini kurdular: Batıda, Azikivve’nin kararlı karşıtı Obafemi Awolowo, Eylem Grubu’nu kurdu; kuzeyde, geleneksel yöneticiler olan emirlerle işbirliği yapan Ebubekir Tafavva Balevva Kuzey Halkları Kongresi’nin başına geçti. Bu partilerin her biri kendi bölgesel meclisinde çoğunluğu elde etti ve bölgelerin her birine, İngilizler 1957-58’de özyönetim hakkı tanıdılar. En kalabalık bölge kuzey bölgesi olduğu ve son İngiliz yönetimi güney “radikalizmine güvenemediği için, Balevva 1957’de ulusal bir rejimin ilk taslağını uygulamaya başladı. Üç yıl sonra da İngiltere, Nijerya’ya bağımsızlık tanıdı. Ne var ki, 1965 sonunda bölgeler arasında anlaşmazlık patlak verdi ve 1967’de ayrılıkçı İbolar, Güneydoğu Nijerya’ya katıldı. Bundan sonra da ülke, büyük ölçüde askerlerin denetimine girdi. Batı Afrika’nın başka yerlerinde, 1950 yıllarında yerli halkların bağımsızlık istekleri çok küçük boyutlu kaldı. İngiltere’nin Süveyş bunalımında (1956) başarısızlığa uğradıktan sonra emperyalizmden vazgeçmesinin temelleri, Siearra Leone’nin 1780 yıllarının sonlarında İn- gilizlerin serbest bırakılan kölelere sığınacak bir yer
AFRİKA, TARİH 131
oluşturma düşüncesiyle atılmıştı. Sierra Leone’nin başkenti Freetown, köle gemilerinden toplanıp Afrika kıyılarına bırakılmış binlerce vatansıza vatan oldu. Çevresi Senegal ırmağıyla çevrili bir ırmak kıyısı bölgesinin 475 km uzunluğundaki uzantısı olan Gambiya’ysa, İngiltere başlangıçta bir Gambiya-Senegal birliğini istediği için, 1965’e kadar bağımsızlığa kavuşamadı. Kongo. Belçika Kongosu’nda Belçikalı yöneticiler, gerek siyahlara, gerek ülkeye yerleşmiş beyazlara siyasetle uğraşmayı yasaklamışlardı. Belçikalılar, ülkede bakır ve öteki yeraltı kaynaklarının işletilmesine ağırlık verdiler ve bir yandan siyasal hak isteklerine acımasızca davranırlarken, bir yandan da Afrikalıları eğitimsiz bırakma siyaseti uyguladılar. 1980 yıllarından önce siyahlar hiçbir siyasal örgüt kuramadılar. İlk yerli önderlerden biri, 1955’te Abako partisini kurup, tam siyasal haklar, düşünce özgürlüğü, toplanma ve basın özgürlüğü istemeye başlayan Joseph Kasavubu oldu. Ama sömürge yönetimi bu isteklere, yine ağır bir baskı uygulamasıyla karşılık verdi. Bu arada Belçika hükümeti, sömürgeye yaklaşımını modernleştirerek, Kongo’yu en az otuz yıl daha yönetmeyi tasarladı. 1957’de genel seçimlerin yapılmasına izin verilince, Kasavu- bu’nun partisi, başkent Leopoldville (günümüzde Kin- şasa) il meclisinde çoğunluğu elde etti. O arada Fransız Kongosu’ndaki (günümüzde Kongo Cumhuriyeti) Afrikalılar da, Fransızların 1958’de yaptıkları referandumda oy kullandılar. Belçika Kongosu’nda, az sayıda Afrikalı, sömürge yönetimine son verilmesi kampanyasına giriştiler. 1958 sonunda, kıtanın her yanından gelen ulusçular, Gana’da Akkra’da toplanarak ilk Bütün Afrika Halkları Konferansı’nı düzenlediler. Kasavubu’nun gitmesi çok “tehlikeli” bulunduğu için, Belçika Kongosu’nu bu kongrede Patrice Lumumba temsil etti. Kongreye katılanlar •arasında Nyasaland’dan (Malavi) Dr. Hastings Kamuzu Banda, Kuzey Rodezya (Zambiya) heyetlerinin başındaki Kenneth Kuanda ve Harry Nkumbula, Güney Rodezya’dan Joshua Nkomo da vardı. Bu genç siyasal örgütçüler, kongreden, ülkelerinde beyazların egemenliğine karşı kesin sonuç alınıncaya kadar savaşım vermek konusunda daha kararlı olarak döndüler. Bunda, Akkra’daki öteki ulusçulardan büyük destek görmüş olmalarının da payı vardı: Gana cumhurbaşkanı Nkrumah ve Mısır’ın parlak önderi Cemal Abdül Nasır, büyük bir olasılıkla para, hattâ silah yardımı yapma konusunda söz vermişlerdi. Lumumba, Leo- poldville’e Belçikalılara karşı ancak ulusal bir kampanyayla başarı kazanılabileceğine kesin olarak inanmış döndü ve hemen bağımsızlık istemeye başladı. 1959 arifesinde Belçika Kongosu’nda şiddet olayları patlak vermesiyle, Kongo bunalımı başlamış oldu. İlk karışılıklarda az sayıda beyazın ve Afrikalının ölmelerine karşılık, ayaklanmacılar beyazlara ve beyazların egemenliğine duydukları ¡nefreti (öyle ürkütücü biçimde dile getirdiler ki, Belçikalılar korktular ve hiçbir hazırlık bulunmamasına karşın (İngiliz ve Fransız sömürgelerinin tersine, Belçika sömürgesinde o güne kadar yerlilerin katıldığı hiçbir seçim yapılmamış, hiçbir yerli yönetim kurulmamıştı; üstelik Belçikalılar, birkaçı dışında, yerli halkın öğrenim görmesini engellemişlerdi), 1959 sonunda seçimlere gidilmesini kabul etmek zorunda kaldılar. 1959 sonunda yapılan seçimleri Lumumba’nın Kongo Ulusal Hareketi kazandı (Kasavubu’nun Abako Partisi bu seçimleri boykot etmişti). 1960 yılı başlarında Bü- rüksel’de Belçika kralı Baudouin’in koruyuculuğunda, bundan sonra ne yapılacağını kararlaştırmak için bütün
tarafların katıldığı bir konferans toplandı. Büyük baskı altında kalan Belçikalılar, Kongo’ya bağımsızlık tanımayı kabul ettiler. Bunun önkoşulu olarak, Baudouin’in Kongo kralı olarak kalmasını ve eski sömürgenin Belçika’ya ekonomik bağımlılığının sürmesini istediler. Belçika yönetimi, Kasavubu’yu yalıtmaya ve Afrikalılara egemenliği aşama aşama devretmeye çalışmaktaydı. Ama sonuçta Lumumba, Kasavubu ve öbür önderlerin şiddet kullanma tehdidinde bulunmaları üstüne, bağımsızlığa gelecekteki ilişkiler açıklığa kavuşama- dan, önderler deneyimsizken ve ülkede ne olacağı pek belli değilken ulaşıldı. Bunun sonucunda da Kongo- Kinşasa adıyla kurulan (1971’de adı Zaire’ye çevrildi) yeni ülke, hızla bunalımdan bunalıma yuvarlandı. Merkezî hükümet taşra üstündeki denetimini yitirdi. Lumumba öldürüldü. Bol bakır bulunan güneydeki zengin Katanga (Şeba) ili, Moiz Çombe’nin başkanlığında ayrılığını ilan etti (1964). Bunun üstüne düzeni ve temel hizmetleri sağlamak için eski sömürgeye Birleşmiş Milletler kuvvetleri gönderildi. Bu kuvvetler, Katanga’nın ayrılığına son verdiler ve Kongo’yu birleştirmeye çalıştılar. Ayaklanmanın bastırılmasında paraşütçü birlikleri BM kuvvetlerine yardım etmiş olan Sovyetlerin ülke üstündeki niyetlerinden çekindiği için, Kongo’nun başına istikrar sağlayıcı bir önder olarak general Joseph Desiree Mobutu’nun (daha sonra Sese Soko adını aldı) getirilmesinde etkili oldu. Mobutu bir süre sonra diktatörce bir rejim kurarak, ülkenin zenginliklerini kendi çıkarları için kullandı. Doğu Afrika. İngiltere’nin Kongo’nun doğusunda kalan sömürgelerinde, Belçika sömürgesine oranla çok daha fazla eğitim görmüş Afrikalı vardı. Daha önceleri olmasa bile, 1950’lerden başlayarak sömürgecilik karşıtı hareketlerde artış görüldü. Kenya’da, Kenyatta, Afrikalıların yerel Yasama Meclisi’ne doğrudan seçilmelerine izin vermesi için İngiltere’yi sıkıştırmaya başladı. Ama Mau Mau hareketinin patlak vermesi üstüne, İngiltere olağanüstü hal ilan etti ve Kenyatta, ayaklanmacıların önderi olmakla suçlanarak, tutuklandı. İngilizlerin şiddet kullanmasıyla, Mau Mau hareketi 1956’larda sona erdirildi; bunun üstüne ulusçu akım sınırlı bir yerel düzeyde etkinlik göstermeye başladı. Luolardan Tom Mboya (Kenyatta’ yandaşıydı), Kenya’nın başkenti Nairobi’de Kenya Afrika Ulusal Birli- ği’nin (KAU’lB) örgütlenmesine katkıda bulundu ve Afrikalıların sömürge çapında siyasetle uğraşmalarına yeniden izin verilince (1959 ve 1960’ta), partisi1 KAUB, 1961’de Yasama Meclisi’nde çoğunluğu elde etti. 1963’ün başında da, Yasama Meclisi seçimleri için oy kullanan Kenyalı seçmenler, kahramanları Kenyat- ta’nın (ve KAUB’nin), kesin zafer kazanmasını sağladılar. Aynı yıl Kenya bağımsızlığa kavuştu. Komşu Uganda’da, İngiliz genel vali Sir Andrew Cohen, sömürgenin önde gelen krallığı Buganda’nın başındaki Mutesa ll’yi sürgüne göndererek (1953), yerli halktaki sömürgecilik karşıtı duyguların şiddetlenmesine yolaçtı ve Uganda Halk Kongresi’nin (UHK) yandaşları kısa sürede arttı. Kuzeyli Lango halkından A.Milton Obote, bu partinin başkanlığını üstlendi. 1961’de yapılan seçimleri, UHK’nin rakibi olan, katoliklerin desteklediği Demokratik Parti kazandıysa da, 1962’de yapılan yeni seçimleri, Obote’nin UHK’si ile Mutesa II yandaşlarının koalisyonu kazandı. Başbakanlığı üstlenen Obote, aynı yıl içinde ülkenin bağımsızlığa kavuşmasını sağladı. Doğu Afrika’da, İngilizlerin yönetiminde başka bir himaye bölgesi olan Tanganyika’da (günümüzde Tanzanya), Kenya ve Uganda’daki etnik çatışmalar olmadı.
132 AFRİKA, TARİH
Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Afrikalıların başlıca önderlerinden Nelson Mandela’nın, 26 yıl sonra cezaevinden çıkmasını, eşi Winnie, başpiskopos Tutu (sağda) ve Afrika Ulusal Kongresi başkanı Walter Sisulu’yla (solda) birlikte kutlarken çekilmiş bir fotoğrafı. Mandela’nın Şubat 1990’da serbest bırakılması, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde uzun yıllardır süregelen siyasal bunalıma barışçı çözüm bulunması konusunda ilk adım olmuştur.
Her ikisi de öğretmen olan Julius Nyerere ve Oscar Kambona, 1954’te Tanganyika Afrika Ulusal Birligi’ni (TAUB) kurdular. Gün geçtikçe, ulusçuluk yanlısı bir siyaset izlemeye başlayan bu parti, 1958’de Asyalılar ve Beyazlarla bir koalisyon oluşturarak, bütün ırkların katıldığı seçimleri kazandı. Nyerere uyumlu, renk farkı gözetmeyen birortamda, barışçı bir değişikliği savundu ve ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan Tanganyika’yı 1961’de bağımsızlığa ulaştırdı. Irkçı karışıklıklardan ve Zengibar’da 1963’te yapılan bir darbeyle Arapların çoğunlukta olduğu Şeyh Ali Muhsin hükümetinin yerine Abeid Karume’nin Afrikalıların çoğunlukta olduğu partisinin geçmesinden sonra, bu genç devlet, Tanganyika Birleşik Cumhuriyeti’ne dönüştü. Adı 1964’te Tanzanya’ya çevrildi. Daha sonraki bağımsızlık hareketleri, Güneyde, her iki Rodezya’da ve Nyassaland’da, İngiliz hükümeti 1953’te iktidarın Afrikalılara değil, ülkede yaşayan beyazlara devredilmesi kararı alarak, Rodezyalar ve Nyassaland Federasyonu’nu oluşturdu. Yönetim beyazlardaydı ama, Afrikalıların iktidardaki payının ve sorumluluklarının artırılması öngörülmüştü. Üç sömürgenin oluşturacağı bir federasyon ekonomik bakımdan avantajlıydı; bununla birlikte, Afrikalı önderler, beyazların hükümetine güvenemediler ve Güney Rodezya’da, Kuzey Rodezya’da, Nyassaland’da beyazların egemenliğine karşı Afrika Ulusal Kongreleri kuruldu. 1958’de Hastings Kamuzu Banda, İngiltere’de ve Gana’da 40 yıl kaldıktan sonra, Nyassaland Afrika Kongre- si’nin başına geçmek için yurduna döndü. Joshua Nko- mo, Güney Rodezya’daki AUK’nin başkanlığını üstlendi. Kuzey Rodezya’da Kenneth Kaunda, Harry Nkum- bula’nın ılımlı AUK’sinden ayrılarak, Birleşik Ulusal Bağımsızlık Partisi’ni (BUBP) kurdu. 1959’da Nyassaland ve Kuzey Rodezya, toplumsal huzursuzluklarla ve militanların eylemleriyle sarsılmaya başladılar. BUBP, siyahlar için yapılan ilk ülke çapında seçimleri boykot etti. Her üç sömürgede de olağanüstü hal ilan edildi. Güney Rodezya’da UHK’nin 500 üyesi, Nyassaland’da Banda ve 1 000 kadar yandaşı, Kuzey Rodezya’da da Kaunda ve BUBP’nin öteki önde gelen üyeleri tutuklandılar. Her üç bölgedeki beyazlar, böylece ulusçu hareketin sona ereceğini umuyorlardı. Ne var ki, 1959’daki şiddet ve misilleme, Orta Afrika’daki ulusçu savaşımı
nın sonu değil, başlangıcı oldu. İngilizler Afrika’daki topraklarını ancak çoğunluğun onayıyla yönetebileceklerini anladılar. Bunun üstüne İngiltere, federasyonun dağıtılacağını açıkladı (1963’te dağıtıldı) ve Doğu Afrika’daki gibi bir dizi seçim düzenledi. Bu seçimler, Afrikalıların gücünü ortaya koydu. Nyassaland’da cezaevinden çıkan Banda, yeni Malavi Kongre Partisi’nin (MKP) başına geçti ve 1961 ‘de yapılan geniş tabanlı seçimlerde kesin bir zafer kazandı. Ardından, 1964’te Nyassaland’ın bağımsızlığı ilan edildi ve adı Malavi’ye dönüştürüldü. Kuzey Rodezya’da, Afrikalıların hak istekleri gün geçtikçe artarak sürdü ve siyahlar ile beyazların çekiştikleri iki seçimden sonra, İBUBP, 1963’te tam çoğunluğu elde etti. Sömürge 1964 sonunda Zambiya adıyla bağımsızlığa kavuştu. Güney Rodezya’daki beyazlar daha kalabalıktılar ve siyahların egemenliğini engellemekte kararlıydılar: 1965’te, tek yanlı olarak Rodezya adıyla sömürgenin bağımsızlığını ilan ettiler. Ne var ki, hiçbir ülke bu devleti tanımadı; Birleşmiş Milletler, İngiltere, ABD ve öteki devletler, Rodezya’nın dışsatım ürünlerini boykot ettiler ve denize kıyısı olmayan bu ülkeyi ekonomik bakımdan çökertmeye çalıştılar. Bununla birlikte yaptırımlar başarılı olamadı ve beyaz sömürgecilerin iktidarı, 1972’ye kadar, içte hiçbir sorunla karşılaşmadan ayakta kaldı. O tarihte, Robert Mugabe’nin ve Josiah Tongogara’nın yönetimindeki Afrikalılar, bir gerilla savaşına girişip, beyazların ekonomisini ve güvenliğini gün geçtikçe daha çok tehlikeye düşürmeye başladılar. 1979’da Londra’da bütün tarafların katıldığı bir konferansta, savaşa son verilmesi, yeni bir anayasanın yürürlüğe konması ve İngiltere’nin denetimi altında genel seçimler yapılması kabul edildi. 1980’de yapılan se
Merkezi Etyopya’nın başkenti Addis Abeba’da olan Afrika Birliği Örgütü, Afrika devletleri arasında birliği sağlamak ve sömürgeciliğe son vermek amacıyla 1963’te kurulmuştur. Güney Afrika Cumhuriyeti ve 1985’te örgüt üyeliğinden çekilen Fas dışında, bütün bağımsız Afrika ülkeleri ABÖ’ye üyedir.
AFRİKA, TARİH 133
çimlerde, Mugabe’nin Zimbabve Ulusal Afrika Birliği (ZUAB), Nkomo’nun Zimbabve Afrika Halk Birliği (ZAHB) karşısında kesin bir zafer kazandı. Rodezya, Zimbabve adını aldı ve Mugabe başbakanlığa getirildi. Portekiz’de 1974’te gerçekleştirilen devrimden sonra, Angola’nın, Gine Bissau’nun Cabo Verde’nin, Sao Tome ve Principe’nin ve Zimbabve’yle sınırdaş olan Mozambik’in bağımsızlığa kavuşmalarına, ZUAB büyük ölçüde yardımcı oldu. Mozambik, Portekiz yönetimine karşı 11 yıl boyunca ayaklanmayı yürütmüş olan Samora Machel’in yönetiminde, 1975’te bağımsız bir marksçı devlet oldu. Machel’in Rodezya’daki ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki siyah ulusçuları desteklemesi, Mozambik Ulusal Direnişi’nin kurulmasına yo- laçtı. Önce Rodezya’daki beyazlar hükümetinin, sonra da Güney Afrika Cumhuriyeti’nin desteklediği bu gerilla örgütünün saldırıları, Mozambik ekonomisini iflasa sürükledi. Afrikalıların kurduğu üç ayrı örgütün Portekizlilere karşı savaştığı Angola da, 1975’te bağımsızlığa kavuştu. SSCB ve Küba, Jonas Savimbi yönetimindeki Angola’nın Tam Bağımsızlığı İçin Ulusal Birlik’in,Güney Afrika Cumhuriyeti’nin askerî baskısıyla iktidara gelmesini önlediler: Sovyet ve Küba askerleri, ilk hükümeti oluşturmuş olan Angola Halk Kurtuluş Hareketi’ni desteklediler. bu iki örgüt arasındaki iç savaş, bağımsızlıktan sonra da sürdü. Gine-Bissau 1974’te, Cabo Verde ile Sao Tome ve Principe adlı ada devletleri de 1975’te bağımsızlığa kavuştular. Bir İspanyol sömürgesi olan Ekvator Ginesi, 1968’de bağımsızlığa kavuştuysa da, 1972’den 1979’a kadar Francisco Macias Nguema’nın sert diktatörlük yönetimi altında kaldı. Komor adaları 1975’te Fransa’dan ayrıldılar. Hint okyanusunda Seyşel adaları da, İngiltere’nin’1976’da bağımsızlık tanımasını sağladılar. Afrika’nın güneyinde, İngilizlere bağımlı Afrikalı kralların yönettikleri Lesotho ve Svaziland’a da sırasıyla 1966 ve 1968’de bağımsızlık tanındı. 1966’da Botsva- na, ilk başkanı SirSeretse Khama’nın yönetiminde, bağımsız bir çokpartili demokrasi oldu. Etyopya’da, monarşinin yerini 1974’te askerî bir rejim aldı. Küba ve SSCB’yle sıkı ilişkiler kuran bu rejim, 1984’te ülkenin marksçı bir devlet olduğunu açıkladı. 1991 ‘e kadar sürekli bir iç savaş yaşanan ülkede, çeşitli etnik azınlıkları temsil eden ayrılıkçı gruplar, sonunda merkezî hükümeti devirmeyi başardılar. Güney Afrika. 1970 yıllarının sonlarından başlayarak ve 1980 yılları boyunca Afrika’nın güney kesiminde bağımsızlıklarını elde etmiş olan Angola, Zambiya ve Mozambik gibi devletler, bölgenin en büyük ekonomik ve askerîgücü, beyaz üstünlüğünün en son kalesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin saldırılarıyla karşı karşıya kaldılar. Güney Afrika Cumhuriyeti birlikleri her fırsatta Angola’yı istila ettiler. Ayrıca Botsvana, Mozambik, Zimbabve ve Zambiya’ya birçok kez saldırdılar. Güney Afrika Cumhuriyeti, 1986’da Lesotho’da yeni bir hükümet kurulması için müdahalede bulundu. 1980 yıllarında birkaç yıl Svaziland’ı işgali altında tuttu. Milletler Cemiyeti tarafından mandasına verilmiş olan Namibya’yı da 1989’a kadar elinde tuttu. Bütün Güney Afrikalılara Apartheid -katı ve yasallaştırılmış ırk ayrımı- uygulanmasını savunan Afrikanerle- rin yönetimindeki Ulusal Parti, Güney Afrika Cumhuriyetinde 1948’de iktidara geldi. Ülke nüfusunun yaklaşık % 80’ini oluşturan siyahların beyazlarla aynı okula, üniversiteye ve kiliseye gitmeleri, toplumsal ya da cinsel ilişki kurmaları, aynı taşıt araçlarından yararlanmaları, vb. yasaklandı. Siyahların seçim ve yurttaşlık hakları,
yasalar karşısında güvenceleri kaldırıldı. 1948’den önce de insanların toplumsal sınıflarına ve ırklarına göre ayrıldığı bir toplum olan Güney Afrika Cumhuriyeti, böylece renk ayrımını temel alan, baskıcı ve katı biçimde örgütlenmiş bir toplum oldu. Siyahlar ırk ayrımının şiddetlendirilmesine, 1950 yıllarından başlayarak karşı çıkmaya koyuldular. 1960’ta güvenlik güçlerinin Johannesburg’un güneyindeki Sharpeville’de barışçı bir protesto gösterisi yapan siyahlar topluluğuna ateş açıp 69 kişiyi öldürmesinden ve yüzlercesini yaralamasından sonra, Afrikalıların kurmuş oldukları muhalefet örgütleri (Afrika Ulusal Kongresi ve Afrika Birliği Kongerisi), yasa dışı ilan edilerek kapatıldılar. Bunun üstüne Afrika Ulusal Kongresi (AUK) önderi Nelson Mandela ve öbür siyah önderler yeraltına geçip, bombalı ve silahlı eylemleri başlattılar. Kentlerde ve kırsal kesimde bu sabotajlar ve suikastler dönemi, 1960 yıllarının ortalarında Mandela, ve YValter Sisulu gibi birçok siyah önderin yanı sıra, onları desteklemekle suçlanan birçok beyazın da yakalanıp, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmalarıyla sona erdi. 1960 yıllarının sonu ve 1970 yıllarının başında, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde daha da güçlendirilen güvenlik örgütü, ağır bir baskı uygulamaya koyulduysa da, 1976’da öğrencilerin başlattığı gösteriler Güney Afrika Cumhuriyetini yeniden kana buladı: Orta ve yüksek öğrenim çağında 600’ü aşkın siyah, askerler ve polis tarafından öldürüldü ve ayaklanma 1978’de bastırılınca- ya kadar, yaklaşık 10 000 kişi yaralandı. Bu arada yasa dışı AUK, Sovyetlerden askerî ve mali destek sağlayarak, Zambiya, Mozambik ve Angola’da gerilla üsleri kurdu ve 1976-78 ayaklanmasından sonra, kentlerdeki ticari binaların, askerî tesislerin yakınına bombalar yerleştirmeleri için gerillalar göndermeye başladı: Artık, beyaz yönetim için ciddi bir tehlike haline gelmişti. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin komşularına saldırıları, başlangıçta, bu kendinden zayıf ülkelere, AUK’ye sağladıkları yardım ve kolaylıkları kesmeleri için gözdağı vermek amacını güdüyordu; ama bu yardımların kesilmesinden sonra da, bölgede üstünlüğü ele geçirmek ve söz konusu ülkelerin güçlenmelerini önlemek için, saldırılarını sürdürdü. Ayrıca, Angola’da Sovyetlerin desteklediği yönetimi devirmeye çabalayan gerillalara para ve silah sağlamaya, Mozambik’teki zayıf sosyalist yönetimi devirmek isteyen ayaklanmacılara yardım etmeye başladı. 1946’da Milletler Cemiyetinin yerine Birleşmiş Milletler kurulduktan sonra Güney Afrika, Namibya’yı (Güneybatı Afrika) bu uluslararası kuruluşa geri vermeyi reddetmiş, Namibya’yı ilhak edip, ulusçu siyahların yurt dışına kaçarak Angola’da kurdukları üslere saldırmıştı. 1970 yıllarının sonunda Güney Afrika Cumhuriyeti, ABD’nin baskısıyla, eski “mandasi’nın geleceği konusunda görüşmelere başlamak zorunda kaldı. Bu görüşmeler 1988’e kadar sonuç vermediyse de, sonunda Güney Afrika Cumhuriyeti, Angola ve Küba, Küba birliklerinin Angola’dan çekilmesi koşuluyla Angola ve Namibya’da ateşkes sağlanması konusunda anlaşmaya vardılar ve Namibya, 21 Mart 1990’datam bağımsızlığa kavuştu. İçte, 1976-78 ayaklanmasının bastırılmasından sonra, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyazlar hükümeti, katı çizgilerle ayrılmış çok sınıflı toplumda beyaz olmayanlara karşı tutumunu bir ölçüde de olsa modernleştirmeye başladı. 1970 yıllarının sonunda, toplumsal ayrımın bazı yanlarını değiştirmeye girişip, beyazların
134 AFRİKA, TARİHÖNCESİ
meclisinin yanı sıra Asyalılar ve renkliler (melezler) için de birer meclis kurulmasını önerdi. 1950 yıllarının ortalarından sonra ilk kez Asyalılara ve renklilere genel seçimlerde oy kullanma izni verildi. Siyahlar reformu iyi karşıladılarsa da, üç ayrı meclisi küçümsediler ve daha geniş siyasal hakları istemeyi sürdürdüler. 1984’te Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki siyahların yaşadıkları gettolarda yeni bir şiddet ve protesto dalgası yayıldı. Arkasında 3 500 siyah ölü bırakarak üç yıl süren bu şiddet eyleminin doruk noktasında, ülkede siyahların oturdukları özel semtlerin çoğunda yönetim, gençlerin ağır bastığı siyahların eline geçti. Beyazlar hükümeti bu semtlerde denetimi ancak, geniş kapsamlı bir olağanüstü hal ilan ettikten, son derece sıkı bir sansür koyduktan ve 40 000 dolayında siyahı tutukladıktan sonra yeniden ele geçirebildi. 1987’de beyazların meclisi için yapılan seçimlerde, aşırı sağcı Muhafazakâr Parti, milletvekili sayısını şaşılacak ölçüde artırdı. Ulusal Parti’nin gerilemesi, 1989 seçimlerinde de sürdü; bununla birlikte ülkenin heryerin- de ırklar arası diyalogdan ve sınırlı bir reformdan yana olan adaylar seçildiler. Hemen ardından, Botha’nın parti başkanı ve cumhurbaşkanı görevlerini üstlenen F.W. De Klerk, 1990’da hem beyazların haklarını koruyup, hem de siyahların isteklerini yerine getirmek için olağanüstü bir çaba gösterdi. AUK üstündeki 30 yıllık yasağı kaldırdı. AUK önderi Nelson Mandela’yı serbest bıraktı. Natal’ın dışındaki bütün illerde olağanüstü hali kaldırdı; genel bir anlaşma kapsamında ırk ayrımının kaldırılacağına söz verdi. Buna karşılık AUK de, hükümete karşı silahlı savaşımdan vazgeçtiğini açıkladı. Irk ayrımının altyapısını oluşturan temel yasalar 1991’de yürürlükten kaldırıldıysa da, siyahlar ülke çapında oy hakkını gene kazanamadılar. 1992’de, yalnızca beyazlar için yapılan bir halkoylamasında, beyazların % 60’tan çoğunun, “Apartheid”in kaldırılması için oy kullanmalarıyla, ırk ayrımıyla ilgili son yasalar da kaldırıldı ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez, hükümette iki melez ve bir Hintli bakana yer verildi. Kıtada son gelişmeler. 1990’dan başlayarak, hızlı nüfus artışının, azalan dışsatım gelirlerinin, dış borçların, kuraklığın ve iç savaşların etkisi altındaki Afrika’da kişi başına düşen ortalama gelir 1960’takinin altına indi; dış yardımların da yarısından çoğu borç ödemeye harcandı. Ayrıca, çoğunluğu Orta Afrika ve Doğu Afrika’da 1 milyonu aşkın Afrikalının AİDS virüsü taşıdıkları tahmin edildi. Öteki karmaşık konular arasında başlıcasını, Uganda’nın yıllar süren katı diktatörlükten ve kanlı çatışmalardan sonra, yeniden kurulması oluşturdu. Ekonomideki başarısızlıklar, Doğu Avrupa’da gerçekleştirilen kökten değişiklik dalgası ve yolsuzluklara bulaşmış otokrasi yönetiminin halkta hoşnutsuzluk uyandırması siyasal ve ekonomik reform isteklerini öne çıkardı. Birbiri ardına, aşağı yukarı Afrika’daki bütün ülkelerde, uluslararası kredi verenlerin isteklerinin de etkisiyle, hükümetler serbest pazar ekonomisine geçmeye başladılar; çiftçilere ödenen fiyatları artırdılar ve devletin ekonomideki işlevini azalttılar. Uzun süredir Tunus’u yönetmekte olan Habib Burgiba, 1987’de görevden uzaklaştırıldı. Cezayir’de de 1989’da çokpartili bir seçim yapıldı. Ama bu seçimlerden başlayarak is- lâmcıların gün geçtikçe güçlenmeleri, Ocak 1992’de bir askerî darbeyle ve İslâmi SelametCephesi’nin kapatılmasıyla sonuçlandı. 1990 yılları başlangıcının belirgin özelliği, bir dizi siyasal değişiklik oldu. Bağımsızlığına kavuşan Namibya, 1990’da Afrika’daki az sayıda gerçek çokpartili demokrasi arasına katıldı; 1991 ‘de Benin, Afrika’da görev ba
şındaki bir cumhurbaşkanının demokratik yollardan iktidarı devrettiği ilk ülke oldu. 1990 ve 1991 ‘de daha birçok ülkede çokpartili sisteme geçilmesi kararlaştırıldı ya da yürürlüğe kondu: Burkina Faso, Kamerun, Kongo, Gabon, Gine, Fildişi Kıyısı, Mali, Moritanya, Ruanda, Tanzanya, Togo, vb. Nijerya’da, 1992’de sivil yönetime dönme kararı alındı. Ayrıca Kenya, Zambiya ve Zaire’de, uzun süredir görev başında olan yöneticilere karşı muhalefet şiddetlendi. Liberya’da 1990’da Samu- el Doe, Somali’de 1991’de Muhammed Ziyad Barre devrildiler. Batı Sahra’daki uzun süreli anlaşmazlığın çözülmesi yolunda adımlar atıldı. Libya 1989’da Çad’la bir barış anlaşması imzaladı; ama 1990 sonunda, Çad hükümetinin devrilmesinde parmağı olmakla suçlandı. Sovyet- lerin Etyopya yönetimine, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin de Mozambik ve Angola’daki gerillalara desteklerini kesmeleri, 1991’de Etyopya’da hükümetin devrilmesine, Angola’da bir barış anlaşması imzalanmasına katkıda bulundu. Buna karşılık, Mozambik ve Sudan’da yürütülen barış görüşmelerinde başarıya ulaşılamadı. Ayrıca, Mozambik, Sudan ve Angola, Etyopya ve Liberya’da korkunç bir kıtlık başgösterdi ve çok büyük yığınlar, gelişmiş ülkelerin yardımı olmasa açlıktan ölmeteh- likesiyle karşı karşıya kaldılar.
Afrika, Tarihöncesi
Afrika’da Tarihöncesi dönemi, kıtada yazılı kayıtların tutulmaya başlandığı tarihlerden çok eskiye dayanır. Afrika’nın büyük bir bölümünün tarihi, Tarihöncesi’nde gizlidir ve ancak arkeoloji, tarihsel dilbilim, vb. dallar ve gelenekler aracılığıyla aydınlatılabilir. İnsan türünün kökeninin, % 90 oranında bir olasılıkla Afrika’da olması, Afrika’nın Tarihöncesi’ne özel bir önem kazandırmaktadır. Son yıllarda kıtada yapılan arkeoloji araştırmaları, çok çeşitli dallardan bilim adamlarının birlikte çalıştıkları kitlesel, hızlı ve büyük çalışmaların bir parçası olmuştur. AFRİKA’DA TARİHÖNCESİ ARKEOLOJİSİ Etyopya’dan Transvaal’a kadar, Doğu Afrika’da günümüze kadar elde edilen bulgular, insanoğlunun maymunlarla paylaştığı atalarının ve Tarihöncesi insanlarının fosilleri, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar çoktur. Söz konusu insanlar, Afrika’da günümüzden 20-15 milyon yıl önce, kıtalararası kaymanın Afrika ile Güney Asya’yı birbirine bağladığı dönemde yaşamışlardır: İki kıta arasından denizlerin çekilmesi nedeniyle eskiden çok daha ormanlık olan bu tropikal bölgeler, savanalar ya da otlaklarla örtülmüştür. Arkeologlar, Ramapithecus adı verilen ve günümüzden yaklaşık 14 milyon önce bu topraklarda yaşayan bir maymun türünün, insanın atası olduğunu düşünmektedirler. Ramapithecus’un büyük bir olasılıkla henüz art ayakları üstünde yürüyemediği, ama günümüzden 8-5 milyon yıl önce bu yeteneği kazanmış türlerinin yaşadıkları bilinmektedir. İnsansılarla ilgili en önemli bulgulara ¡Etyopya’da, Afar ve Omo vadilerinde rastlanmıştır. Ayrıca, Kenya’daki Turkana gölü kıyılarında, Tanzanya’da ve Güney Afrika Cumhuriye- ti’nde çeşitli bölgelerde bazı bulgular elde edilmiştir. Bunlar arasında üç farklı Australopithecus türünün kalıntıları önemlicfîr: A Africanus, daha sonra yaşamış olan A. Robustusve A. Boisei. Birçok arkeolog A. Africanus’ u ilk insansı saymaktaysa da, bu konudaki tartışmalar henüz sürmektedir. Söz konusu türlerin alet yapıcı ya da alet kullanıcı olup olmadıkları da kesin olarak aydınlatılmamıştır. Bu yeteneklerin, son Australopit
AFRİKA, TARİHÖNCESİ 1 35
hecus’\ar\r\ soyu tükendikten sonra gelişmiş başka bir insansı türü olan Homo habilis’te ortaya çıkmış olması daha güçlü bir olasılıktır. Afrika’da Taş devrinin başlangıç dönemi. Afrika’da bilinen en eski taş aletler, Doğu Turkana’da ve Olduvai boğazında bulunan (bu nedenle ilk taş aletlere, baltalara “oldovan” adı verilir), günümüzden 2 milyon yıl önceden kalma aletlerdir. Daha gelişmiş, iki yüzlü, oval ya da uçları sivriltilmiş oval, iç yüzleri de bilenmiş ve belirli bir biçim verilmiş aletlerse, günümüzden 1 milyon yıl önceden kalmıştır. Bu tür iki yüzlü, “el baltası” da denilen aletler Fransa’da ilk kez bulundukları Acheul yöresinin adından “aşölyen aletler” diye adlandırılır. Aşölyen aletlerle ilgili bulgulara, genellikle insansıların oldukça gelişmiş bir türü olan Homo erectus’la ilgili bulgular eşlik etmiştir. Buna dayanılarak, söz konusu insansı türünün, Doğu Afrika’da ortaya çıkmasından sonra, aşölyen aletleri Afrika’nın öteki yörelerine olduğu kadar, Asya ve Avrupa’ya da taşıdığı ileri sürülmüştür. Homo erectus’un beyninin, Austropithecuslar’ınkinin iki katı, ama günümüz insanlarının beyninin yalnızca üçte ikisi kadar olduğu anlaşılmıştır. Homo erectus kalıntılarına rastlanan yerler Afrika’da Fas’ta Sdi Abdurrahman,Cezayir’de Ternifin,Etyopya’da Melka Kontu- re, Kenya’da Peninj, Güney Afrika Cumhuriyetinde Stellenbosch, Swartkrans, Vereeniging, Sterkfonte- in’dir. Daha sonra aşölyen uygarlığı (Acheul uygarlığı da denir), günümüzdeki Büyük Sahra (o dönemde çöl değildi) yörelerinde de yayılmıştır. Bulunan önemli arkeoloji alanları Kenya’da Olduvai boğazı ve Olorgesai- lie, Zambiya’da Kalambo çağlayanları, Zaire’de Ka- moa, Güney Afrika Cumhuriyetinde Hearths mağaralarıdır. Afrika’da Taş devrinin orta dönemi. Aşölyen aletler uygarlığı uzun bir süre, günümüzden 100 000 – 50 000 yıl önceye kadar sürmüş, onu daha sonra Afrika’nın güney kesiminde Fauresmith, orta ve batı kesimlerindeyse Sangoan uygarlıkları izlemiştir. Bu dönemdeki insan türleri, aynı dönemde Avrupa’daki
ve Batı Asya’daki Nearıderthal insanı türleriyle karşılaştırılabilir. Taş devrinin ortalarında, Afrika’da çok daha geniş bir bölgesel çeşitlilik gözlenmeye başlanmıştır. Nüfus artışına ve farklı çevre koşullarına uyum gösterilmesine, daha gelişmiş alet uygarlıklarının ortaya çıkması eşlik etmiştir. Avcılık, balıkçılık ve toplayıcılık temel yaşama biçimi olmakla birlikte, farklı çevrelerin kaynaklarını kullanmak için, farklı “stratejilere başvurulmaya başlanmıştır. Aşölyen dönemin tahta mızrakları, daha sonra taş uçların kullanılmasıyla daha öldürücü birbiçim almış ve Homo sapiens sapiens’in Afrika’da görüldüğü Taş devrinin son döneminde, ok ve yayın yanı sıra, tahta, taş ve kemiğin birarada kullanıldığı aletler ortaya çıkmıştır. Afrika’da Taş devrinin son dönemi. Kuzeybatı Afrika’da Ateryen uygarlığının (günümüzden 40 000 – 25 000 yıl önce) yerini, Taş devrinin orta döneminde Oranyen uygarlığı (günümüzden 14 000 – 8 000 yıl önce) ve Kapsiyen uygarlığı (günümüzden 7 600 – 4 000 yıl önce) almıştır. Büyük Sahra’nın güneyinde Taş devrinin son dönemi (Cilalıtaş dönemi), günümüzden 40 000-10 000 yıl kadar önce başlamıştır. Bu dönemde kullanılmış aletler, dönemin toplumlarında avcılığın önemli bir ekonomik etkinlik olduğunu ortaya koymuştur. Doğanın sunduğu ürünlerin toplanması da kuşkusuz ekonomide önemli bir yer tutmuştur ama, bununla ilgili arkeoloji buluntuları çok daha azdır. (Bk. CİLALITAŞ DEVRİ.) Nüfus arttıkça, farklı çevrelerde yaşamaya koyulan farklı toplumlar, bu çevrelerin koşullarına uygun farklı alet teknikleri geliştirmişlerdir. Söz konusu topluluklar mevsimden mevsime göçmüşlerdir ve Nübye’de, Mısır’da Nil vadisinde ele geçirilen buluntular, yabani tahılların yoğun biçimde toplandığını ortaya koymaktadır. İ.Ö. X. binyıldan kalma Nübye mezarİarında, taş ok uçları ve öldürülmüş cesetler bulunmuş olması, bir iç savaş yapılmış olduğunu düşündürmektedir. Güney Sahra ve Sahil bölgesi İ.Ö. 6000-4000 yılları arasında daha sulak olduğundan, o dönemde bu bölgede yaşa
(Üstte) Kenya’daki Tukaııa gölü çevresinde 1972’de bulunan, en eski ve en bozulmamış insansı kafatası. Yaşının 2,6 -1,8 milyon yıllık olduğu düşünülmektedir.
(Solda) Ünlü İngiliz antropologlar, Louis ve Mary Leakey, Tanzanya’nın kuzey kesimindeki Olduvai boğazında bir araştırma sırasında. Boğazda, Homo habilis’te/7, yani günümüzden 1,8 milyon yıl önceden kalma buluntular elde edilmiştir.
136 AFRİKA, TARİHÖNCESİ
yanlar beslenmelerinde ırmak ve göllerden tuttukları balığa daha çok yer vermişlerdir. Bu tür yaşama biçimi, Doğu Afrika’nın Büyük Göller bölgesine kadar yayılmıştır. Hayvancılık ve tarımın başlaması. Büyük Sahra nın orta kesimleri günümüzdekinden daha sulak olduğundan, özellikle yüksek kesimlerinde, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği başlamıştır. Avrupa’daki Tarihöncesi’nden kalma mezarların duvarlarına yaygın biçimde resmi yapılmış olan sığırın, Kuzey Afrika öküzünün evcilleştirilmesinden türediği ve Tunus ile
Mısır üstünden dünyaya yayıldığı düşünülmektedir. İ.Ö. V. binyılda Nil’in aşağı vadisindeki insanların, tahıl tarımı yaptıkları ve ektikleri buğday ile arpayı, Nil’in sularından yararlanarak suladıkları ortaya konmuştur. Afrika’nın bazı bölgelerinde kuru tarım yöntemleriyle buğday ve arpa yetiştirmek olanağı bulunmadığından, bölgeye özgü bazı yabani bitkilerin ekilmesine başlanmasıyla günümüzdeki bazı tropikal Afrika tahılları ortaya çıkmış ve batıda Senegal’den Güney Sahra’ya doğuda Etyopya’dan Büyük Göller bölgesinin kuzeyine kadar uzanan geniş bir alanda yetiştirilmiştir. İ.Ö. III. binyılda BüyükSahra kuraklaşmayabaşlayınca, dolayısıyla da balıkçı kabileler yaşamları için gerekli bazı yabani bitkileri bulmakta zorlanmaya başlayınca, tahıl tarımı yaygınlaşmıştır. Nedeni ne olursa olsun, hayvanların evcilleştirilmesinin Kuzey Afrika’da başladığı ve keçiler, koyunlar, domuzlar, kısacası bütün evcilleştirilmiş hayvanların, Afrika’nın öbür bölgelerine bu kuzey köşeden yayıldıkları kesindir. TUNÇ DEVRİ VE DEMİR DEVRİ Büyük Sahra’nın bazı bölgelerinde Tunç devri hiç yaşanmamış, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, doğrudan doğruya Taş devrinden Tunç devrine geçilmiştir. Yalnızca Nübye’de ve batıda Moritanya’da, bakırın alet ve silah yapımında kullanıldığı bir dönem olmuştur. Moritanya bölgesinde çok sayıda bakır ok ucu ve başka aletler ortaya çıkarılmıştır ve bu bölgede Tunç devrinin metalürji deneyimleri sonucunda mı ortaya çıktığı, yoksa Kartacalıların etkisi altındaki Kuzey Afrika’dan mı Batı Sahra’ya getirildiği bilinmemektedir. Kartaca kenti İ.Ö. IX. yy’da kıtaya ayak basan Fenikeliler tarafından kurulmuş, demir, Mısır’da yaygınlaşmadan önce, Kar- taca’da alet ve silah yapımında sık sık kullanılmıştır. Mısır’ın etkisinde olmakla birlikte bağımsızlığını koruyan Meroe Krallığinda da demir İ.Ö. IV. yy’da yaygın biçimde kullanılmış, İ.S. II. yy. başlarında, Meroe Krallığı önemini yitirirken, Güney Arabistan’dan Etyopya’nın yüksek kesimlerinde yerleşmiş olan Sami dili konuşan toplulukların kurduğu Aksum krallığı ön plana çıkmıştır. Bu döneme kadar bütün savana topraklarında tarım
(Altta) XIII. yy’da Nijerya’da yaşayan İfeler tarafından dökülmüş bu tunç baş heykeli, bu halkın o dönemde metal işlemeciliğinde ne kadar gelişmiş olduğunun çok iyi bir göstergesidir.
(Üstte) Cezayir’in Büyük Sahra Kesimindeki Accerler Tasilisi’ndeki bir Tarihöncesi mağarasının duvarlarını süsleyen resimler. İ.Ö. 3000 yılına doğru yapıldığı düşünülen bu resimlerde, tarım hayvanları ve etkinliklerinin canlandırılmış olması, bölgenin, Büyük Sahra’nın güneye doğru yayılmasından önce daha yağışlı bir iklimin etkisinde olduğunu göstermektedir.
AFRİKA, TARİHÖNCESİ 137
la uğraşmış kabileler ortaya çıkmış, Batı Afrika’nın doğusundaki ormanlarda da besin tarımı başlamıştır. Doğu Nijerya’nın orta kesimi ile Kamerun’da yaşayan Ban- tu dili konuşan topluluklar, savanalara doğru ve doğuya ve günümüzdeki Orta Afrika Cumhuriyeti’nin kuzey kesimindeki orman sınırına göçmeye başlamış, bu göç sırasında kuzeydoğuda yağmur ormanlarına ulaşınca,
güneye yönelmişlerdir. Bu göç hareketine yol açan neden bilinmemektedir. Aynı topraklardan (Güney Kamerun’dan) yola çıkan bir başka Bantu topluluğu da, ekvator ormanlarının güneyindeki savanalara ulaştı. Bantu halklarının bu doğu ve batı kolları birleşip, YVinhdhoek’den, Port Alfred’e kadar uzanan çizgide Güney Afrika’ya yayıldılar. Yayıldıkları bölgede yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen Hoisanlar (aralarında da Buşmenler), bazı kesimlerde kimliklerini yitirmeden, Bantu dili konuşan çitfçi- lerle bir arada yaşadılar; bazı kesimlerdeyse, Bantulara karışarak yok oldular. Batı Afrika’daysa, taş teknolojisi, başka yerlerde demirin kullanılmaya başlanmasından sonra bin yıl daha sürdü. Nüfusun çiftçiliğe, yani yerleşik yaşama geçmesiyle, kent, kasaba gibi merkezî yerleşim birimleri oluşmaya başladı. Ama bu gelişme, her yerde birden başlamadı. Sahra Afrikasinda iki durum merkezileşmeyi geciktirdi: Afrika’da yabani bitkilerin tarımına henüz başlanamamıştı; çünkü Mısır ve Avrupa’nın tersine, iklim koşulları nedeniyle, daha önce Güneybatı Asya’da tarımına başlanmış olan bitkiler, Afrika’da yetiştirilemiyordu; Mısır’da kentleşmenin başlamış olduğu sırada,İ.Ö.III. bin- yıldaki büyük kuraklık, Büyük Sahra bölgesini bir çöle dönüştürmüştü. Bununla birlikte, Arapların Kuzey Afrika’yı fethetmeleriyle, birbirine uzak kasabalar kurulmaya başlandı. Büyük Sahra’nın güneyindeki yerel takas yöntemleri uzun mesafeli ticaretle kaynaştı. Bu gelişmeler daha sonra, kentleşmiş yerleşmelerin büyümesine ve siyasal gücün merkezîleşmesine . katkıda bulundu. Eski Gana Krallığı, Batı Afrika ormanları ile İslâm dünyası arasındaki altın ticaretiyle büyük bir refaha kavuştu. Bono Manso devleti ve Begho da aynı ticari uğraşla, altının toplandığı büyük Cenne pazarının yolu üstünde geliştiler. Benin, İfe ve İgbo-Ukvu da, Batı Afrika’nın zengin ve sanat açısından gelişmiş merkezleri arasına girdiler. İslâm dünyasına ve Hindistan’a istedikleri tropikal Afrika ürünlerini ve fildişini ulaştıran ikinci bir yol da, Doğu Afrika kıyılarını izleyen deniz yolu oldu. X. yy’dan başlayarak Basra körfezinden, daha sonra da kuzeybatı
(Üstte) Nijer ırmağının deltası yakınındaki İgbo-Ukvu’da, 9. yy’da bir kral mezarı. Bir sanatçının iç dekorunun yeniden \canlandırdığı mezarda bakır takıların yanı sıra, turunç aletler ele geçirilmiştir.
(Sağda) Zimbabve’de Kyle gölü yakınındaki, ilk olarak İ.Ö. IV. yy’da çiftçi bir topluluğun yerleştiği bir yerde kurulmuş bir kentin, taş duvarlarının kalıntısı. XII. ve XV. yy’lar arasında, altın ve bakır ticaretinin Doğu Afrika’daki merkezi olmuştur.
138 AFRİKA-AMERİKA DİNLERİ
Hindistan’dan gelen denizciler, Hint okyanusunda muson rüzgârlarının avantajından yararlanarak, Somali kıyılarından Sofala’ya kadar,mal depoladıkları merkezler kurdular. Bunların en önemlisi Kilva’ydı. Zimbabve de, XIV. yy’da bu ticaretin orta noktasında yer almasından yararlanarak gelişti.
Afrika-Amerika dinleri
Antil adaları ve Güney Amerika’nın bazı bölgelerinde inanılan Afrika kökenli dinler. Genellikle Hıristiyanlıktan eklenmiş öğeler de taşıyan Afrika-Amerika dinlerinin başlıcaları arasında Haiti’de Makumba, Brezilya’da Kandamble, Trinidad’da Şango, Küba’da Santeria, Jamaika’da Kumina ya da Pokomanya sayılabilir. Batı Afrika tanrılarına ya da ölülerin ruhlarına (sonradan kato- lik dinini benimsemiş ülkelerde, çeşitli hıristiyan azizleriyle özdeşleştirilmişlerdir) adanmış bu dinlerde, inananlara iyi şans getirmek ya da düşmanlarına zarar vermek için yapılan büyü törenlerine, ruhların da konuk olduğuna inanılır. Katılanların çeşitli ayin uygulamalarıyla kendilerinden geçtikleri bu törenlerde, söz konusu uygulamaların başlıcaları, şarkılar söylenmesi, dans edilmesi, bazen de kurbanlar kesilmesidir. Jamaika’da, ruhlarla ilişkiye geçmeye myat, ruhların zararlı amaçlar için çağrılmasına obeah adı verilir. Brezilya’da yerel ka- toliklik ile hükümetlerin yok etme çabalarına karşın büyük bir yayılma göstermiş olan makumba tarikatları arasında büyük bir fark yoktur.
Afrika-Amerika edebiyatı: Bk. a m er îka n EDEBİYATI, SİYAH.
Afrikaander: Bk. a f rİk a n er.
Afrika-Asya dilleri: Bk. h a m İ-sam î DİLLERİ.
Afrika devekuşu: Bk. d ev ek u ş u .
Afrika dilleri
Afrika kıtasında konuşulan dilleri belirten terim. Afrika kıtasında 1 700’ü aşkın dil konuşulur ve bunlar dünya dillerinin yüzde 30’unu oluşturur. Sayılarını tam olarak belirlemek olanaksızdır; çünkü içlerinden çoğuyla ilgili bilgilerin yetersizliği, farklı adların belirgin dilleri mi, aynı dillerin lehçelerini mi belirttiğini anlamayı olanaksızlaştırır. Belirgin bir Afrika dilini kullanan insan topluluklarının büyüklüğü, birkaç milyon ile bin, hattâ daha az kişi arasında değişir, Kuzey Afrika ülkeleri dışında, çok az.sayıda Afrika ülkesinin (sözgelimi Somali, Ruanda ve Burundi) tek bir dili ya da baskın bir dili vardır. Bunun sonucu olarak, söz konusu ülkelerin çoğunda, resmî dil olarak^İngilizce, Fransızca ya da Portekizce kullanılır. TARİH Afrika dilleri konusundaki çalışmalara ilk hıristiyan misyonerleri tarafından 1700’den önce başlanmış olmakla birlikte, 1850’den önce, kalıcı bir önem taşıyan pek az çalışma yapılmıştır. Bununla birlikte misyonerler ile bazı hükümet yöneticileri ve daireleri, hem sömürgecilik döneminde ve hem de günümüzdeki bağımsız Afrika ulusları döneminde, Afrika dillerine ilişkin araştırmalara önemli katkılarda bulunmuşlardır. Amaçları daha çok pratik (okuma-yazma öğretme, İncil’i öğretme, eğitim)
olan bu katkılar dışında, Afrika dillerine yönelik bütünüyle bilimsel ve üniversite programlarına dayalı çalışmalar Güney Afrika’da 1850’de, Avrupa’da 1920 yıllarının ikinci yarısında, ABD’de 1959’da, bazı Afrika kuruluşlarında da 1960’tan sonra başlatılmıştır. Bu maddenin son bölümündeki Afrika dillerini sınıflandırma çalışması, birkaç küçük değişiklikle, Joseph H. Green- berg’in 1963’te önerdiği sınıflandırmadan alınmıştır. Yakın dönemde, Nijer-Kongo dillerinin alt sınıflandırmasında bazı düzeltmeler önerilmişse de, henüz bütün uzmanlar tarafından kabul edilmemiştir. Edgar Greger- son da, kısa süre önce Nil-Sahra ve Nijer-Kordofan dil ailelerinin çok uzak bir geçmişte, daha da eski olan bir “Kongo-Sahra” üst ailesinin üyeleri olarak birbirleriyle bağıntılı olabilecekleri kuramını ortaya atmıştır. AFRİKA DİLLERİNİN ÖZELLİKLERİ Afrika dilleri, çeşitlilikleri ve sayılarının çokluğu nedeniyle hem birbirlerinden farklı fonetik özellikler ve dilbilgisi özellikleri, hem de aileler arasında belirgin benzerlikler taşırlar. Fonetik özellikler. Güney Afrika’da bazı avcı ve toplayıcı ya da sığır yetiştirici halklar tarafından kullanılan Hoi- san dilleri Afrika dillerinin küçük bir bölümünü oluşturdukları halde, kendilerine özgü, “çıtırtılı” sessiz harfleriyle, ilgi çekicidirler. Bu çıtırtı, insanın “çık çık” derken ya da bir atı mahmuzlarken çıkardığı sese ya da bir şişe mantarının patlarken çıkardığı sese benzer bir sestir. Ama Hoisan dillerinde, Latin abecesinin sessiz harflerinden p, fve /c’nin ardından gelen sessiz harflerin işlevini yerine getirir. Hoisan dillerinin çoğunda aşağı yukarı her ad, fiil ve sıfat böyle bir çıtırtıyla başlar. Çıtırtı kullanımı, bazı komşu Bantu dillerine, özellikle Kshosa diline de yayılmıştır. Yazılı dilde genellikle, başka seslerin temsil edilmesinde gerek duyulmayan c, x ve g harfleriyle temsil edilirler. Büyük Sahra ve Sahra-altı halklarının büyük çoğunluğu tarafından konuşulan Nijer-Kordofan ve Nil-Sahra ailelerinin dilleri, genel olarak İngilizce struts ya da prints sözcüklerindeki gibi sessiz harf sıralamalarına izin vermez. Ancak w ve /sesleri gibi “kaygan’lartara
AFRİKA DİLLERİ 139
fından izlenen sessiz harflere çok rastlanır. Bunun örnekleri, İgbo dilinde âkwâ (“kumaş”) ve Nupe dilinde kyâkyâ (bisiklet) sözcükleridir. Sık rastlanan sessiz harf sıralamaları, genizden bir sessiz harfin (genizsil) ardından gelen ağızda oluşan (ağızsıl) bir sessiz harftir; mb, nd, ng, mp, nt, nk, vb. bileşimler. İgbo dilinde ntâ (küçük) sözcüğü buna örnek gösterilebilir. Birçok dilde yalnızca birkaç farklı hece sonu sessiz harfe izin verilir ya da hiç verilmez. Sahra-altı Afrika’nın aşağı yukarı bütün dilleri, vurgulu (tonlamalı) dillerdir: Kuzeybatı Atlas okyanusu kıyısı dillen, Svahili dili ve birkaçıysa değildir. Vurgulu bir dilde, sözcük oluşumunda perde ayrımları da sessiz harfler ya da sesli harflerdeki ayrımlar kadar önemlidir. Sözgelimi İgbo dilinde âkwâ (vurgulu-vurgusuz) “kumaş” anlamına. âkwâ (vurgusuz-vurgusuz) “yatak”, âkvvâ (vurgusuz-vurgulu) “yumurta” anlamına gelir. Her sözcüğün kendi vurgusu (tonlaması) ya da ton sıralaması vardır. Ancak bu, bazı bağlamlarda tanımlanabilen değişiklikler geçirir. Vurgu (ton), dilbigisi açısından farklılıkları da belirtebilir. Sözgelimi Kpelle dilinde e pili (vur- gusuz-vurgusuz-vurgusuz) “atladı” anlamına, e pili (vurgulu-vurgulu-vurgulu) “o atlamalı” anlamına gelir. Bazı dillerin iki – dört belirgin vurgulama düzeyi (“farklı düzey” sistemleri), bazılarının iki, bazılarının üç vurgulu düzeyi, bunlara ek olarak da, bir deyim ya da cümlede altı, hattâ yedi kez kullanılan, yavaşça alçalan ve alçak olmayan (“alt eşik”) vurgular vardır (“teraslı düzey” sistemleri). Dilbilgisi özellikleri. Çoğu Afrika dilinin çarpıcı bir dilbilgisi özelliği, tamlamaların isimden önce değil, sonra gelmesidir. Sözgelimi Svahili deyişi kisuikikubva>kimo- ca kile çangu (“benim o büyük bıçağım”), sözcük sözcük çevrilirse “bıçak büyük o benim” olur. Bir cümledeki dilbilgisi öğelerinin sırası da dikkat çekicidir. İngi- lizce gibi bazı dillerde, fiili bir nesne izler; İgbo dilinde de kural budur: 6 zuru mmâ (“o çaldı bir bıçak”). İgbo sözcüklerinin sırası, İngilizce çeviridekinin aynıdır (“he stole a knife”). Buna karşılık, Kpelle dilinde fiil, Türkçe’de olduğu gibi nesneyi izler,/ejkâli yâ (sözcük sözcük çevrilirse “o bir çapa aldı”). Nijer-Kordofan ailesinin her dalından bazı dillerde (Mande dalı dışında) isim sınıfları, uyuşması ya da bağdaşması vardır. Bu özellikle Bantu dillerinden Svahi- li’de görülür. Svahili’de özel isimlerin bir tekil öneki (m-)ve bir çoğul öneki (Va-‘vardır. Sözgelimi mtu {“b\r kişi”) ve vatu (“kişiler”). Ağaçlar ve başka birçok ismin bir tekil öneki (ki-) ve bir çoğul öneki w-vardır. Sözgelimi kisu (“bir bıçak”) ve visu (“bıçaklar”). Ayrıca başka tekil-çoğul çiftleri ve ma- önekiyle bir “sıvı kitle” sınıfı kullanılır. Sözgelimi maci(“su”) ve ma- futa (“petrol”). Her önek, hem ismi tamlayan sözcükler için, hem de yüklem, özne ve nesne işaretçileri için uygun bir bağdaşma öneki belirler. “O” anlamına gelen bir tamlayıcı için bağdaşma önekleri, şöyle gösterilebilir: mtu yule(“o kişi”), vatu vale (“o kişiler”), mti ule{“o ağaç”), miti ile (“o ağaçlar”) kisu kile {“o bıçak”), visu vi- le(“o bıçaklar”), maci ya/e (“o su”). Bu sistemler dilden dile değişir (buna öneklerden çok, sınıf belirleyici so- neklerin kullanımı da dahildir). Gene de Nijer-Kordo- fan dillerinde kolayca tanınabilecek benzerlikler yaygındır. Birçok Kva dilinde, isimlerde hiç tekil-çoğul karşıtlığı yoktur; ama, bir zamanlar önek oldukları düşünülen kalıntılar vardır: Sözgelimi, İgbo dilinde mp/(“boynuz [bir hayvanın]”), ama dpi (“çalgı olarak kullanılan boynuz, kaval”). SINIFLANDIRMA Afrika’da dört ana dil ailesi (belirli ata dillerinden inmiş
olduğu varsayılan dil öbekleri) vardır: Hami-Sami, Nil- Sahra, Nijer-Kordofan ve Hoisan. Hami-Sami. Afrika-Asya dilleri de denen Hami-Sami dilleri ailesi, belirgin bir dil öbeği sayılır. Çeşitli dilleri öncelikle Kuzey Afrika’da ve Etyopya ile Somali’de, ama aynı zamanda Afrika kıtası dışında da konuşulur. Çad dilleri denen dalı, Nijerya’nın kuzey kesiminde ve komşu bölgelerde konuşulur. Hausa dili, Çad dillerinin en yaygın biçimde konuşulanıdır ve Svahili’den sonra, Sahra-altı Afrika’nın ikinci en çok konuşulan dilidir: 10 – 15 milyon arasında bir topluluk Hausa dili konuşur; ayrıca birçok topluluk Hausa’yı ikinci dil olarak kullanır. Nil-Sahra. Nil-Sahra ailesindeki diller Büyük Sahra’da ve Büyük Sahra’nın hemen güneyinde, batıda Mali’den Nil havzasına kadar ve güneye doğru Uganda, Kenya ve Tanzanya’nın kuzey kesiminde konuşulur. Nil-Sahra ailesinin Songhay dalı, Nijer ırmağının büyük kıvrımı boyunca, Mali’den Nijer’in kuzeybatısına kadar yaygındır. Songhay dalı, tümü birbiriyle yakından ilintili olan ve her birini konuşanların birbirlerini anladığı Songhay, Dyerma ve Dendi dillerinden oluşur. Sahra dalı dilleri, öncelikle de Kanuri ve Teda dilleri, Nijerya’nın kuzeydoğu kesiminden kuzeye, Nijer ve Çad içinden geçerek Libya sınırına kadar uzanan alandaki halk tarafından konuşulur. Maban, Fur ve Koman dalları, küçük dallardır: Her biri yalnızca bir ya da Birkaç dilden oluşur. Nil-Sahra ailesinin son dalını Şari-Nil dilleri oluşturur. Çoğu az sayıda kişi tarafından konuşulan birçok Şari-Nil dili, Orta Sudan dil öbeğini oluşturur; Çad gölü dolaylarından Nil havzasına kadar dağılmış insanlar tarafından konuşulur. Doğu Sudan öbeği, öncelikle Nil dillerini içerir; Sudan’ın güney kesiminde, Nil havzası çevresindeki savana bölgesinde oturanlar tarafından konuşulan Dinka; Sudan’ın güney kesiminde de konuşulan Nuer ve Şilluk; Uganda’da konuşulan Açooli ve Lvo; Kenya’da konuşulan Nandi ve Suk; Tanzanya’nın kuzey kesiminde konuşulan Masai. Doğu Sudan dillerinin her biri birkaç yüzbin kişi tarafından konuşulur. İki küçük ve çevreyle ilişkisiz dille (Berta ve Kunama dilleri), Şari-Nil dalı tamamlanır. Nijer-Kordofan. Üçüncü Afrika dil ailesini oluşturan Ni- jer-Kordofon dilleri, Senegal’den Kenya’ya ve güneye, Güney Afrika Cumhuriyeti’ne kadar aşağı yukarı bütün alanlarda konuşulur. Bu aile de iki alt aileye bölünür. Bunlardan Kordofan ailesi küçüktür ve beş dalı vardır: Koalib, Tekali, Talodi, Tumtum, Katla. Bunların tümü Sudan’ın güney kesiminde konuşulur. Ancak hiçbiri konusunda fazla bilgi yoktur; ayrıca büyük bir nüfus tarafından da konuşulmazlar. Buna karşılık, Nijer-Kongo alt ailesi. Afrika dillerinin çoğunluğunu içerir. Nijer-Kongo alt ailesi, yedi, hattâ sekiz daldan oluşur. Mande dalının, 6 000 yıl önce ana Nijer-Kongo grubundan ayrılan ilk dal olduğu aşağı yukarı kesindir. Mande dilleri Senegal’den Mali’ye, Liberya’ya ve Fildişi Kıyısina kadar Batı Afrika’nın büyük bir bölümünde konuşulurlar. Ama Vay dili konuşan bir topluluk bulunan Liberya dışında, Atlas okyanusu kıyısı boyunca konuşulmazlar. Çevreden kopuk Mande dilleri, Fildişi Kıyı- sı’nın doğu kesimi, Gana’nın batı kesimi, Burkina Fa- so’da (eski Yukarı Volta) ve Benin ile Nijerya’da konuşulur. Mandekan, Mande dillerinin en yaygın olanıdır. Daha çok, başlıca lehçelerinin adlarıyla tanınır (Bamba- ra, Maninka ya da Malinke ve Dyula). Birkaç milyon kişi tarafından konuşulan öteki önemli Mande dilleri, Sierra Leone’deki Mende ile Liberya’daki Kpelle’dir. Nijer-Kongo altailesinin ikinci dalı, Batı Atlantik dilleri dalıdır; altailenin oldukça belirgin iki öbeğini içerir;
140 AFRİKA EDEBİYATI
kuzey Batı Atlantik dilleri, güney Batı Atlantik dilleri (ya da Mel dilleri). Başlıca Mel dili, Sierre Leone’de konuşulan Temne’dir. Nijer-Kongo alt ailesinin kuzey Batı Atlantik dilleri arasında, Senegal dili ile Senagal’in başkenti Dakar’da başlıca dil olan Volof sayılabilir. Bununla birlikte aynı öbekten Pöl dili (Fulani, Fulbe ya da Fula da denir), en yaygın olarak konuşulan dildir ve özellikle Gine’nin kuzey kesiminde kalabalık bir nüfus tarafından yaygın biçimde konuşulur. Ayrıca 2 400 km kadar doğuda, Nijerya’nın kuzey kesimi ile Kamerun arasında da yaygın bir dildir. Bu aşırı uçlar arasında da kalıcı Pöl yerleşim bölgeleri vardır, Pölce konuşan bir başka büyük grup, yarı göçebe sığır çobanlarıdır. Birçok Batı Atlantik dili, Senegal ile Liberya arasındaki bölgede, Atlas okyanusu kıyısında ya da bu kıyının yakınında küçük insan toplulukları tarafından konuşulur. Nijer-Kongo alt ailesinin Kru dalı, Liberya’nın güneydoğu kesiminde ve Fildişi Kıyısinın güneybatı kesiminde konuşulan 30 dilden oluşur. Bunların belki de en yaygın olarak konuşulanı, Liberya’da Krahn, Fildişi Kıyı- sindaki Gere adı verilen dildir. Bassa, Kru, ve Grebo dillen Liberya’da, Bete dili de Fildişi Kıyısinda daha yaygındırlar. Nijer-Kongo altailesinin Gur ya da Volta dili dalı, Batı Afrika’nın iç bölümlerinde, Mali’nin doğu kesimi ile Fildişi Kıyısinın kuzey kesiminden Benin’in kuzey kesimi boyunca uzanan alanda konuşulur. En yaygın kullanılan Gur dili, Moore’dir: Burkma Faso’da Mosi halkı tarafından konuşulur. Bu dalın öteki dilleri arasında Gurma, Dagomba, Kabre, Senufo ve Bariba dilleri sayılabilir. Nijer-Kongo altailesinin Kva dalından diller, Fildişi Kıyısinın orta kesiminden Kamerun’a kadar güneye bakan Atlas okyanusu kıyısı boyunca ve genelde içeri doğru uzanan birkaç yüz kilometre boyunca konuşulurlar. Başlıca Kva dilleri arasında, Fildişi Kıyısinda Bau- le, Gana’da Fante, Tvi ve Aşanti dahil Akan, Gana’da ve Togo’da Eve, Benin’de Fon (bu son ikisinin tek bir dil olabilecekleri de düşünülmektedir), Nijerya’da Yoruba ve İgbo (ya da İbo) sayılabilir. Yoruba ve İgbo, bu dillerin en yaygın olanlarıdır: Yoruba batıda, İgbo da doğuda. Adamava-Doğu dalının dillen Nijerya’nın kuzeydoğu kesiminden doğuya, Sudan’a, neredeyse Büyük Sahra’ya kadar kuzeye ve Zaire’nin kuzeyinin en ucuna kadar güneye uzanan alanda konuşulurlar. Bu alanın büyük bir bölümünde, söz konusu diller, Nil-Sahra ailesinin Şari-Nil dilleriyle karışmışlardır. En batıda, Hami- Sami ailesinin Çad dilleri konuşulur. Adamava-Doğu dillerinin çoğu, nispeten az sayıda kişi tarafından konuşulurlar ve çoğu henüz belirgin dil özelliklerini kazanmamışlardır. Zande dili Zaire’nin kuzey kesiminde ve Sudan sınırı yakınındaki bölgesinde konuşulur; ayrıca, Orta Afrika Cumhuriyetinde konuşulan, Zaire’nin kuzey kesiminde konuşulan Ngbandi’den türeme Sango, Güney Afrika Cumhuriyetinde ve bir ölçüye kadar Çad’da, ticarette ve yönetimde yaygın bir dildir. Nijer-Kongo’nun altailesinin Benue-Kongo dili,Nijerya’nın kuzey ve güney kesimlerinde küçük topluluklar tarafından konuşulan çok sayıda dil ile Nijerya’dan Kenya’nın kuzey kesimine ve Kap’a kadar Afrika’nın güney çıkıntısında konuşulan aşağı yukarı bütün dilleri içerir. Bunların en tanınmışı Bantu dilleri altöbeğidir. Bantu dışında en yaygın konuşulan dil, Nijerya’daki Tiv’dir. Konuşuldukları alanın çok büyük olması, ayrıca, Bantu dili sayılabilecek çok sayıda dilin bulunması ve bunları konuşan insanların çok kalabalık olması nedeniyle, eski dönemlerden bu yana, Bantu dillerinin bağımsız bir dil ailesi oluşturdukları düşünülmüştür: Af
rika’da en yaygın biçimde kullanılan dillerin üçte birinden çoğu, Bantu dilidir. Ancak, dilbilim ilişkileri açısından, Bantu dilleri, Benue-Kongo dalı içinde çok fazla büyümüş bir alt öbekten başka şey değildir. Konuşanlar tarafından kullanıldığı biçimiyle, Bantu dillerinin çoğu, bir önek ve bir gövdeden oluşur. Sözgelimi, genellikle “Svahili dili” denen dil, aslında KiSva- hili’dir. Bu kullanıma göre, her biri bir milyon ya da bir milyonu aşkın kişi tarafından konuşulan aşağıdaki Bantu dilleri ayırt edilir: Ki, Kongo ve LiNgala (Zaire); Um- bundu (Angola); konuşanların büyük ölçüde karşılıklı anlaşabildiği İsiZulu ve İsiKshosa (Güney Afrika Cumhuriyeti); gene konuşanların büyük ölçüde karşılıklı anlaşabildiği SeSotho, SePedi, SeSvana (Lesotho, Botsva- na, Güney Afrika Cumhuriyeti); ÇiŞona (Zimbabve); ÇiBemba (Zambiya ve Zaire); ÇiNyanca (Malavi); ŞiTs- va (Mozambik); konuşanların büyük ölçüde karşılıklı anlaşabildiği KinyaRuanda ve KiRundi (Burundi ve Ru- anda); LuGanda (Uganda); GiKikuyu (Kenya); KiSvahili (Tanzanya, Kenya ve bir ölçüde Uganda ile Zaire). Bu dillerden en yaygını KiSvahili’dir. Ancak, 20-30 milyon konuşanının büyük çoğunluğu için, akıcı biçimde konuşabildikleri halde, Svahili bir ikinci dildir. Hoisan dil ailesi. Afrika’nın dördüncü ve en küçük dil ailesini oluşturan Hoisan dillerinin çoğu, Güney Afrika Cumhuriyetinde San Buşmenleri ve Hoyhoy Hotanto- ları tarafından konuşulur. Bunların arasında, Namalar gibi sığır yetiştiren birkaç topluluk ve Botsvana ile Namibya’da Kalahari çölünde yaşayan toplayıcı topluluklar da vardır. Bu toplulukların çoğu, belirgin dilleri konuşan, nüfusları yüzden az topluluklardır. Hoisan dil ailesine, Tanzanya’nın kuzey kesimindeki Sandave ve Hatza dilleri de girer. Dil ilişkileri üstüne bir inceleme, Hoisan dillini konuşanların çoğunun, çevreyle ilişkileri kesilmiş olduğunu da ortaya koyar. Zaire ve Kamerun’da bulunan Pigme topluluklarının çoğunun, komşularının Nijer-Kongo dillerini benimsemiş Hoisan dili konuşan halklar oldukları düşünülmektedir.
Afrika edebiyatı
Afrika edebiyatı kıtanın, ya Afrika dilleri ile ya da yabancı dillerle oluşturulmuş sözlü ya da yazılı yapıtlarından oluşur. En resmî Afrika edebiyatı, günümüzde hâlâ farklı üsluplar geliştirmektedir. Ama halk masalları, efsaneler, tekerlemeler ve atasözleri yönünden son derece zengin olan yaygın Afrika sözlü geleneği, yalnızca dünyanın düşgücüne dayanan bir görünümünü iletmekle kalmayıp, aynı zamanda dinsel, toplumsal ve eğitsel bir işleve de hizmet eder. Sözlü geleneğin yazılı edebiyat üstünde büyük etkisi olmuştur. Afrika şiirinin bir bölümü bin yılı aşkın bir süre önce yazılmış olduğu halde, edebi Afrika yapıtlarının çoğu XX. yy’da, bunların da büyük bölümü İkinci Dünya Savaşindan sonra ortaya çıkmıştır. Avrupa, Ortadoğu ve Asya’nın bazı bölümlerinin tersine, siyah Afrika’nın herhangi bir Eskiçağ antik yazılı edebiyat geleneği yoktur. Kuzey Afrika’daki, İslâm dininden esinlenilmiş dinsel yapıtlar, yazılı edebiyatın ilk örnekleridir. Büyük Sahra’nın güneyinde kalan Afrika nüfusunun büyük bölümü, XIX. yy’da bölgeye hıristiyan misyonerler gelinceye kadar, okuma yazma bilmemişlerdir. Bu yüzden de, yüz yıldan eski Afrika edebiyatı örneklerine çok ender rastlanır. Bunun başlıca istisnaları, Sudan’ın Batı kesimindeki Arap edebiyatı, Doğu Afrika kıyısındaki Svahili edebiyatı ve Etyop- ya’daki Gez edebiyatıdır. AFRİKA DİLİ EDEBİYATLARI Dilbilimciler, Afrika’da 1 700’ün üstünde dil ve lehçe
AFRİKA EDEBİYATI 141
konuşulduğunu düşünmektedirler. Bu dillerin yaklaşık elli tanesinde yazılı, yaratıcı edebiyat (romanlar, kısa öyküler, oyunlar ve şiir) örnekleri verilmiştir. Eski yapıtların çoğu, misyoner yayınevleri tarafından yayınladıkları için, hıristiyanlığı yayma çabasını yansıtır. Sesotho, Yoruba ve İbo dillerindeki ilk uzun anlatılarda, İngiliz yazarı John Bünyan’ın XVII. yy’da yazdığı Pilgrim’s Progress (Hacının Yolculuğu) örnek alınmıştır. Bazı Afrika dillerindeki ilk yazılı edebiyatsa, kilise ilahilerinden ve İncil’deki öykülerin yeniden anlatılmasından oluşmuş, daha sonra, nüfusun daha büyük bölümü okuma- yazma öğrenip, hükümet daireleri yerel dillerde kitap, gazete ve dergi basmaya başlayınca, laik bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Bu edebiyatın büyük bölümü, kişinin Batı yöntemlerine, modern kurumlara uyum sağlamasından oluşan sorunlar üstünde odaklanmıştır. Günümüzde, bazı Afrika dili edebiyatlarında çeşitli konular işlenmektedir; ama cinsellik ve siyaset gibi konular üstünde, belki de birçok ülkede yayınlar hâlâ ciddi bir biçimde sansür edildiği için, çok ender olarak durulmaktadır. Afrika dili edebiyatlarında en güçlü gelenekler, Güney Afrika’da ve Batı Afrika ile Doğu Afrika’nın İnglizler tarafından sömürgeleştirilmiş bölgelerinde gelişmiştir. Dolaylı egemenliğe ağırlık veren İngiliz sömürgecilik siyaseti, Afrikalıları kurumlarının ve geleneklerinin bir bölümünü korumaları yolunda desteklemiş ve eğitsel amaçlarla ilkokullarda yerli dillerin kullanılmasına olumlu yaklaşmıştır. Fransızlar ile Portekizlilerse, tersine, Afrikalılara Batı eğitimi vererek bir dil ve kültür emperyalizmi uygulamayı amaç almışlar, bu yüzden de sömürgelerdeki okullarda yerel dillerin kullanılmasına izin vermemişlerdir. Sonuç olarak, daha önce Fransa ya da Portekiz’in yönetimi altında olan eski sömürgelerde, Afrika dillerinde edebiyat hemen hiç gelişmemiştir. En önemli Afrika edebiyatı dillen Güney Afrika’da Sesotho, Kshosa, Zulu ve Kuzey Sotho dilleri, Orta Afrika’da Nyanca, Bemba ve Şona dilleri, Doğu Afrika’da Svahili ve Luganda dillen, Batı Afrika’da Yoruba, Aşanti- Tvi, Akuampem-Tvi ve Eve dillendir. Bu dillerde edebiyatların en tanınan yapıtlarıysa, Thomas Mofolo’nun efsanevi romanı Chaca the Zulu (Zulu Çaka, 1925; İng. çev. 1931) ve D. O. Fagunvva’nın folklorik yapıtı The Forest of a Thousand Daemons’tur (Bin Cin Ormanı, 1938; İng. çev. 1968). AVRUPA DİLLERİNDE AFRİKA EDEBİYATI Avrupa dillerinde (en çok Fransızca, İngilizce ve Portekizce) yazılmış Afrika edebiyatı, Afrika dışında, çeviri yapıtlardan daha çok tanınır. Fransızca. Fransızca Afrika edebiyatı, uluslararası alanda dikkati ilk kez 1930’da, Paris’teki Afrika ve Antil adalarından gelme öğrencilerin, Négritude (Zencilik) adı verilen edebiyat ve felsefe akımını başlatmalarıyla çekti. 1940 yıllarının sonlarına doğru, hareketin kurucularından Senegalli şair (ve sonradan devlet adamı), Léo- pold Sédar Senghor, ilk şiir kitaplarını yayınladı; önemli bir Négritude şiirleri antolojisini yayına hazırladı ve siyah Afrika dünyasının en önemli edebiyat dergisi Présence Africaine’\n (Afrika Varlığı) kurulmasına katkıda bulundu. Bir akım olarak Négritude, marksçılık ve gerçeküstücülük gibi Avrupa’daki siyasal ve sanatsal akımlardan ve “Harlem Rönesansı” diye adlandırılan ABD’de Afrika kültürünün canlanmasından büyük ölçüde etkilendi. Négritude yandaşları tarafından yazılan şiirler, sömürgecilik karşıtı siyasal düşünceler ile kırsal Afrika’nın geçmişiyle ilgili romantik çağrışımların canlı, gerçeküstü imgelerle dile getirilmesini kaynaştırıyordu. 1950 yıl
larında, Afrika ülkeleri bağımsızlığa hazırlanırken, “siyah halkların da insan olduklarını” vurgulayan bu yüksek gerilimli şiirlerin yerini, sömürgeciler ile sömürge halklarını hicveden düzyazılar aldı. Bağımsızlıktan başlayarak, eski Fransız Afrikası yazarları, geçmişi yeni bir bakış açısından yeniden gözden geçirdiler ve konularını güncel toplumsal ve siyasal sorunlar üstünde odakladılar. Günümüzün Fransız dilinde Afrika edebiyatında da, Négritude akımının az da olsa izlerine rastlanmakta- dır; ama genç yazarların çoğu, bu akıma “modası geçmiş” gözüyle bakmaktadırlar. Fransız dilinde Afrika edebiyatı yazarları arasında Senghor’un yanı sıra, özellikle Mongo Beti, Camara Laye, Birago Diop, David Di- op, Ferdinand Oyono, Jean Joseph Rabearivelo ve Tchicaya U Tam’si’yi anmak gerekir. İngilizce. Batı Afrika’daki eski İngiliz sömürgelerinde, Afrikalıların yazdığı İngilizce ilk önemli yapıtlar, 1950 yıllarında, sömürgecilik döneminin sonunda ortaya çıktı. Bunlar öncelikle, Afrika tarihini, Afrika geçmişinin saygınlığının altını çizen yerli bir bakış açısıyla, yeniden yorumlamayı amaç alıyorlardı. Chinua Achebe’nin romanı Things Fail Apart(Her Şey Dağılıyor, 1958), batılılaşmanın etkisiyle kırsal bir topluluğun bütün değerlerinin çözülüşünü belgeler ve bu temanın klasikleşmiştir örneğidir. Bir başka ünlü klasik de, Amos Tutuola’nın The Palm-Wine Drunkard (Palmiye Şarabı Ayyaşı, 1952) adlı yapıtıdır. Bağımsızlıktan sonra, daha önce geçmiş üstünde odaklanan Batı Afrika edebiyatında artık, güncelle hesaplaşmak ağır basmış, Wole Soyinka, Achebe ve Ayi Kwei Armah, toplumlarındaki çağdaş kötülükler, yolsuzluklar üstüne acı yergiler yazmışlardır. Son yıllarda da Nijeryalı şairler, romancılar ve oyun yazarları, Nijerya-Biafra savaşının dehşetini betimlemişlerdir. Doğu Afrika’daki eski İngiliz sömürgelerinde, İngilizce yazan Afrikalılar, sömürgecilik karşıtı roman ve öyküler, sonra da toplumlarının özeleştirisine ağırlık veren yergi romanları, öyküler ve oyunlar yazarak, Batı Afrika’daki İngilizce yazan Afrikalı yazarların örneğini izlediler. Kenya’nın önde gelen romancısı Ngugi Wa Thoing’o, ilk yapıtlarında ulusçu coşkuyu dile getirdiyse de, sonraki romanlarının temel özelliğini derin bir bağımsızlık sonrası düş kırıklığı oluşturdu. Doğu Afrika’da tiyatro yapıtları, özellikle de Okot p’Bitek’in Song of Lawino’da (Lawino’nun Şarkısı, 1966) ilk kez denediği komik şarkı söyleme üslubuyla Batı Afrika’dakin- den ayrıldı. P’Bitek ve onu izleyenler, ciddi toplumsal ve siyasal düşünceleri dile getirmek için, halk dili esinli, mizaha kaçan söylemden yararlandılar. Güney Afrika Cumhuriyetinde siyahların ve renklilerin (melezler) yaratıcı çabaları, ırkçı baskı ve sansür tarafından engellendi. Romancı Peter Abrahams’a ırkçı baskılar öylesine ağır geldi ki, 1939’da, 20 yaşındayken ülkesinden göçmek zorunda kaldı. 1963’te çıkarılan, bu tür sansür yasalarının ilki olan Yayınlar ve Gösteriler Yasası, “beyaz olmayanlar” tarafından yapılacak yayın etkinliklerini şiddetle kısıtladı. En yetenekli siyah yazarlar, Güney Afrika Cumhuriyetinden göçmeye başladılar. 1970 yıllarının ortasında, siyahların şiir yayınlamaları bile yasaklandı. Birçok şair cezaevine atıldı; aralarında ünlü şair Dennis Burutus’un da bulunduğu bir çoğu, daha az baskı gördükleri ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Beyaz Güney Afrikalıların edebiyat yapıtlarıysa, rejimi eleştirseler bile, genelde daha iyi karşılandı. İngilizce yazan en tanınmış beyaz yazarlar arasında Roy Campbell, Athol Fugard, Nadine Gordimer, Alan Paton ve Olive Schreiner sayılabilir. (Afrikaner diliyle yazılmış edebiyat yapıtları için, Bk. AFRİKANER).
142 AFRİKA KÖPEĞİ
Portekizce. Afrika’nın Portekizce konuşulan|bölgelerin- de XIX. yy’dan bu yana en sevilen edebiyat türü şiir olmuştur. Bununla birlikte, 1950 yıllarında Angola ve Mozambik’te güçlü kısa öykü akımları da ortaya çıkmıştır. 1970 yıllarının ortalarına, yani Angola, Mozambik ve Gine-Bissau bağımsızlığa kavuşuncaya kadar, Portekizce Afrika edebiyatında, sömürgecilik karşıtı konular ağır basmıştır. Günümüzdeyse, Portekizce yazan Afrikalı yazarlar, artık beyaz Avrupalı örneklerle ilgilenmeyip, yapıtlarını yerli Afrika temaları ¡üstüne kurmaktadırlar. Yakın dönemdeki eğilimler. Wole Soyinka 1986’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı; böylece No.bel tarihinde ilk kez siyah bir Afrikalı yazar bu onura erişti. Aslında bu, siyah bir Afrikalının uluslararası çapta ilk edebiyat başarısıydı. Soyinka’nın ününün, siyah Afrika edebiyatına yeni bir ilgi yaratması beklenmekteyse de, günümüze kadar bu edebiyatın başka dile çevrilmiş örnekleri çok azdır. Günümüzde yapıtları Batı dillerine çevrilen yazarların başlıcaları arasında, bazı uzmanların en yetenekli çağdaş siyah Afrikalı yazar saydıkları Zaireli Sony Labou Tansi [The Parentheses ofBlood[Kan Parantezleri, İng. çev. 1986]) ve çok azı Batı dillerine çevrilmiş olmakla birlikte pek çok yapıtı olan Faslı İdris Şraybi (Flutes of Death [Ölümün Flütleri, İng. çev. 1985]) gibi Kuzey Afrikalı yazarlar sayılabilir. Nijeryalı kadın yazar Buchi Emecheta (The Rape of Shavi [Savi’ye Tecavüz, İng. çev. 1985]), birkaç İngilizce roman yazmıştır. Başka birçok siyah yazar, Afrika’da yayınlanan yapıtlarında, çoğunlukla Fransızca ya da İngilizce’yi kullanmayı sürdürmektedirler; ama, Afrika dillerinin etkisi, bu dillerin duygu ve anlamını değiştirmektedir.
Afrika köpeği
Afrika’da yaşayan vahşi köpek türü (Bil. a. Lycaon pic- tus). Boyu 104 cm’yi, ağırlığı 23 kg’ı bulabilen Afrika kö
peği, Büyük Sahra’nın güney ve doğu kesimlerinde yaşar. İri ve yuvarlak kulaklı, postu siyah, sarı ve beyaz benekli alacalı, son derece yırtıcı bir hayvandır: Yiyebileceğinden çok daha fazlasını öldürür.
Afrika menekşesi
Afrika menekşesi (S. ionantha), Doğu Afrika kökenli bir bitkidir. Kadife gibi yumuşak, oval biçimli yaprakları, uzun süre açılmış kalan çiçeklerle süslenmiştir. Taçyapraklarının ’jf v biçimi ve çiçeklerinin’ * – * – ‘ rengi farklı birçok : r’ melez ırkı yetiştirilmiştir.
Anayurdu Tanzanya ve Kenya olan 24 tür içeren bitki cinsi (Bil. a. Saintpaulia). Küçük, yapraklarını dökmeyen bitkiler olan Afrika menekşesi cinsi üyelerinin evlerde en yaygın biçimde yetiştirilen türü olan Afrika menekşesinin (Saintpaulia ionantha) sapsız, tüylü, koyu yeşil yaprakları sık biçimde çifter çifter üst üste dizilmiştir. Beş taçyapraklı çiçekleri, ince uzun sapların ucunda demet halindedir; renkleri, ırklarına göre mor, mavi, mavi-mor, pembe ya da beyazdır.
Afrika müziği
Afrika’da son derece çeşitli olan müzik kültürleri kabaca ikiye ayrılabilir. Kuzey Afrika müzikleri; Sahra-altı müzikleri ya da başka bir deyişle Büyük Sahra’nın güne
Uzun bir kovalamacadan yorgun düşmüş bir zebraya saldıran Afrika köpekleri. Korku ve acıdan çılgına dönmüş zebra, köpeklere karşı koyabilmek için güçlü arka bacaklarıyla boşa tekmeler savururken, köpeklerden biri zebranın toynaklarından korunmak için dudağını yakalamayı başarmıştır. Zebra sonunda kan kaybından düşecektir. Afrika köpeklerikıtanın en tehlikeli yırtıcı hayvanlarındandırlar.
AFRİKA MÜZİĞİ 143
ya da kutu üstüne monte edilmiş ve her birinin bir ucu başparmaklarla ya da başparmaklar ıveı işaret parmaklarıyla çalınması için serbest bırakılmış yassı demir şeritlerden oluşan mbira’d\r. Afrika’nın her yerinde rastlanan yaylı çalgıların en basit olanı, bir balkabağıyla ya da çalgıcının ağzıyla re- zone edilen müzikli yaydır. Kanunu andıran çalgılara ve arplara, Doğu Afrika ve Orta Afrika’da oldukça sık rastlanır; yarıküre ya da dikdörtgen biçiminde bir gövdesi ile yayların bağlı olduğu bir sürgüye uzanan iki kolu bulunan lirse, Etyopya ve Uganda’da çalınır. Batı Afrika’da en sık rastlanan telli çalgı ya iki-beş telli ve tekne biçiminde ya da kavisli bir telle çalınan yarı küre biçiminde olan, deri kaplı lavtadır. Afrika’ya özgü olan telli üç çalgı vardır: Köprü arp (ya da arp lavta), arp kanun, yay lavta. Köprü arpın en iyi bilinen biçimi, Batı Afrika’da yaşayan 21|telli kora’dır.Çalarken, çalana dönük tutulur; çalgıcı, yüksek köprünün her iki yanındaki çentiklere monte edilmiş iki tel düzlemini çalar. En yaygın biçimi Kamerun’da yaşayan Fang- ların çaldıkları mvetolan arp kanunun da uzun, tüp biçiminde gövdesinin ortasına monte edilmiş çentikli bir köprüsü vardır. En iyi örneği Bambaraların çaldıkları rıdangolan yay lavtalarsa, telleri çekilerek (çimdiklenerek) çalınır ve her telin kendine ayrılmış kavisli bir boynu vardır. Afrika’da lavta dışında, her tür flüte rastlanır. Doğu Afrika, Orta Afrika ve Güney Afrika’da, çalgıcı toplulukları, tek-notalı dikey kavalları topluca çalarlar; karmaşık bir çokseslilik dokusu yaratmak için, tek tek her kişi tek bir notayla müziğe katkıda bulunur. Afrika’daki çeşitli karmaşık çalgılar arasında en iyi bilineni, Nijerya’daki Hausaların çaldıkları “algaita” adı verilen, kısa koni biçiminde, delikli ikili kamıştır. Afrika boruları arasında, Hausa soylularının çaldıkları, katakidenilen düz teneke borazan ünlüysede,t en tipik Afrika boruları, hayvan boynuzlarından, fildişinden ya da içi boşaltılmış tahtadan yapılırlar ve tıpkı tek notalı dikey kavallar gibi, toçluluk halinde (ve aynı biçimde) çalınırlar. MÜZİSYENLER Afrika’da müzik, günlük etkinliklerle içiçe geçmiştir. İnsan sesi müziği, çalgı “müziği” ve dans çoğunlukla birbirinden ayrılamaz ve bir dinleyici kitlesi önünde hüner
Nauga Kongo arpıt, üstüne bir deri gerilmiş içi boş bir kütüktür. Telleri’ dikey çubuğa bağlı olan mandalların çevrilmesiyle akort edilir. Tellerin çjmdikleyerek çalınmasıyla n bir müzik elde edilir.
Bir Nijerya “konuşan davul”unun, birbirine sırımlarla bağlı deri kaplı iki başı vardır. Davulun orta bölümü sıkıldığı zaman, sırım derileri sıkıştırır ve davulun perdesini değiştirir. Konuşan davulun ustaları, bir Afrika dilinin bütün vurgulama (ton) kalıplarını taklit edebilirler.
yinde kalan müzikler. Bu maddede Afrika müziği adı altında incelenen müzikler, aslında yalnızca Büyük Sah- ra’nın altındaki kesimde yaşayan halkların geleneksel müziğidir. Çünkü Kuzey Afrika kültürü temelde, İslâm ya da Arap niteliklidir.Sahra-altı halkların çeşitliliği, hem konuşulan dillerin sayısına (yaklaşık 800 – 1 000), hem de yeşeren müzik geleneklerinin büyük çeşitliliğine yansımıştır. Neyse ki, bu geleneklerin birçok ortak özellikleri bulunması, genel terimlerle ele alınmalarına olanak sağlar. ÇALGILAR Bütün kıtalar içinde en çeşitli davulun bulunduğu yer, büyük bir olasılıkla Afrika’dır; bununla birlikte Afrika’da davulun yanı sıra her çeşit çalgı kullanılır. Ama bu çalgılar, açıkça Afrika niteliği taşırlar; kıtaya özgüdürler. Davullardan en niteleyici biçimde Afrika’ya özgü olanlar, “konuşan davullar” diye adlandırılan davullardır; çünkü Afrika dillerinin vurgusal (tonal) yükselip alçalışını ve ritimlerini yaratabilirler. Müzik potansiyallerini sonuna kadar kullanırlar. Batı Afrika’daki “kum saati davulu”, en çok yönlü “konuşan davul”dur. İki baş bölümü arasındaki kaplamanın sıkıştırılmasıyla, bir oktavdan fazla değişkenlik gösteren perdeler elde edilir. Yarık davul, içi boş bir ağaç kütüğüdür; üstündeki boylamasına bir yarığın her iki yanına vurularak, iki ayrı ton elde edilir. Pek çok sayıda çıngırak arasında, boncuklu bir ağ içine konmuş saplı bir sukabağından yapılan Batı Afrika ağ çıngırağının başka yerde örneği yoktur. Nijerya’daki Yoruba “şekere”sinin çevresinde de sıkı bir ağ vardır; Sierra Leone’deki gevşek Mende “şegbule”‘siyse, çalgıcı tarafından gergin tutulur. Dış boncuklar sayesinde, ağ çıngırağınınibu iki değişikbiçimindederitimler eksiksiz çalınabilir. Afrika’da çok yaygın olan ksilofonlar temelde iki tipe ayrılır. Batı Afrika’da yaygın Mandelerin ve Lobilerin, Kamerun’da yaşayan Fangların ve Mozambik’te yaşayan Çopilerin çaldıkları çerçeveli ksilofonlarda, her klavyenin altına asılmış balkabağı rezonatörleri bulunur. Uganda’da çalınan Ganda amadirıdasıgibi gevşek- klavyeli ksilofonlarsa, kullanıldıkları zaman, klavyeler iki muz sapı üstüne serilir. Ksilofon kadar yaygın olan ve yalnızca Afrika kültürü ile Afrika kökenli kültürlere özgü bir çalgı da, bir tahta
144 AFRİKA MÜZİĞİ
göstermekten çok, katılıma dayanır. Profesyonel çalgıcıların ortaya çıkmış olduğu ya da çalgıcı ile dinleyici kitlesinin ayrıldığı geleneklerde bile, dinleyiciler çoğunlukla, beğendiklerini göstermek için dans ederler. Afrika’da bir müzikçinin işlevi ve toplum içindeki yeri, bölgeden bölgeye büyük değişkenlik gösterir ve bir ölçüde, içinde bulunduğu topluluğun toplumsal ve siyasal yapısı tarafından belirlenir. Küçük siyasal birimler halinde örgütlenmiş ve genel olarak avcılık, çobanlık ya da çiftçilik benzeri etkinlikleri sürdüren bireylerden oluşan eşitlikçi toplumlarda, müzikçinin özel bir konumu yoktur. Ancak, özellikle yetenekli çalgıcılar ya da vokal topluluklarını yönetmekte usta kişiler, yetenekleriyle tanınırlar ve her türlü müzik olayında yer almaları için davet edilirler. Siyasal açıdan yüksek düzeyde örgütlenmiş, bir zamanlar krallık saraylarının görkemini yaşamış ve zanaatlarda uzmanlaşmanın geliştiği topluluklarda, müzikçinin işlevi daha kesin biçimde tanımlanmıştır ve belirgindir. Sözgelimi, Batı Afrika ovalarında, karmaşık aşa- masıralarına göre örgütlenmiş topluluklar ile X. ve XX. yy’lar arasındaki büyük imparatorluklar birarada gelişmişlerdir ve hem müzikçilik, hem de söylevcilik, tarihsel anlatılar ve üsluplu övgü gibi müzikle ilintili beceriler, soydan geçme bir mesleğe dönüşmüştür. Günümüzde de, bu imparatorlukların kalıntısı olan topluluklarda, müziğe ve müziğe ilişkin etkinliklere hâlâ belirli ailelerin tekelinde gözüyle bakılır. Bu top- lumlardaki, “griof adı verilen günümüzün müzikçileri, artık kralların sarayında çalıp söylememekle birlikte, gene de, anısal şarkılarıyla tarihsel bilinci canlı tutarak, daha çok zengin ve etkili kişilere yönelmiş durumdadırlar. İşlevleri önemlidir. Konumları da dünyanın her yanındaki profesyonel müzikçilerinkine benzer bir konumdur. Bu müzikçiler, bilgileri ve yetenekleri sayesinde büyük saygı görürler; törenlerdeki ve kutlamalardaki işlevleriyle önemlidirler. Aynı zamanda da, müzik
Kuzey Nijerya’da duma (1) obodo (2), gangi (3), goge (4), santo (5), sareva (6) ve gümüş flüt (7) çalan, Hausalardan bir müzik topluluğu, Duma, içi boş sukabağından yapılan ve üstüne bir deri gerilen küre biçiminde bir davuldur. Çalgıcı davulu bir elle ve hafifçe eğri bir çubukla çalar. Obodo, geniş bir ton yelpazesi olan bir “konuşan davul “du r. Dar; eğri bir çubukla çalınır. Gangi, sukabağından yapılmış bir davuldur. Çalgıcı bu davulu göğsüne bastırır ve iki çubukla çalar. Goge, yayla çalınan lavta tipi bir çalgıdır. Gövdesi inek derisiyle birbirine tutturulan çeşitli boylarda sukabaklarından yapılır. Çalındığı zamanı, vızıltılı bir ses çıkar. Sareva, bambudan ve inek boynuzundan yapılmış bir flüttür. Gümüş flütün, kampanasından sarkan bir zinciri vardır; zincir; rezonansı etkiler.
mesleği üyelerine, çeşitli ayrıcalıkların yanı sıra, eleştiride ya da ahlâksal yargıda bulunma hakkı da tanımıştır. İŞLEV VE YORUMLAMA Günümüzde dünyanın her yanında olduğu gibi, Afrika’daki müzisyenlerin canlı yorumlamaları da, transis- törlü radyolar,» teypler, vb. kayıtlı ses kaynaklarının tehdidindedir. Gene de,’Afrika müziğinin büyük bölümünün katılımcı yapısı ve dansla yakın ilişkisi, birçok durumda, canlı yorumcuların varlıklarını sürdürmelerini güvence altına almaktadır. Bu durumlarda çalınan müzik kabaca, günlük müzik ve kutlama müziği diye ikiye ayrılabilir. Günlük müzik, her tür çocuk şarkısı ile oyun müziğini, ninnileri, sıkıcı işlere eşlik eden ya da çalışanların aynı tempoyla çalışmalarını sağlamaya yarayan şarkıları, kişisel haz olayı için çalınıp söylenen şarkıları ve toplumsal danslar ya da gezginci toplulukların sahneledikleri sahne oyunları gibi, öncelikle kitlelerin eğlenmesi için yapılmış birçok müzik türünü içerir. Kutlama müziğiyse, insanların yaşam çevrimi içindeki doğum, yetişkinliğe geçiş, düğün, cenaze gibi özel olaylara, özeİ ulusal, dinsel ve tarımsal olaylara yakından bağlıdır. Afrika’nın ayrıntılı ve görkemli maskeli dansları da, genellikle bu tür kutlamalar sırasında yapılır. Bazı topluluklardaki farklı bir kutlama müziği kategorisi, olaylardan çok, belli bireylere bağlıdır. Kutlama yalnızca, çoğunlukla bir profesyonel olan ve belli bir sanat koruyucu kişi için anma ve övgü şarkıları söyleyen müzikçi tarafından gerçekleştirilir. Bu övgü şarkıları, hem geçmişteki, hem de günümüzdeki çeşitli önderler ve kahramanların büyüklük savlarını doğrulama işlevi görür. Aşamasırasına dayalı toplumlarda bu şarkı türü, önderler ile halk arasındaki gerekli uyumu kurup sürdürdüğü için, günümüzde de önemlidir. Tarihsel şarkılar ile uzantıları olan epik anlatı da, övgü şarkısına yakındır. Her iki türe de Afrika’nın çeşitli bölgelerinde sık sık rastlanır ve her ikisinde de müzik
AFRİKANERLER 145
Recitativo üslubunda bir Mandinga şarkısı
i
Serbest ve hızlı
#—P—
B E ? #—#
4 4 ifczfc# –#–T#
f
Bari nyıan-cho n’i y’a moi nyan- ehıo- lıu nyaın- chıo mu Saı- ne -^1 i ni I
Mia- ne le) ti \Jf — \i— ; e t r r r r mmf — • — A 4 i —J—d— J— # — J Ko- ringo- lu Sonko nin San- yang San ku le ding Ja ta Je-nung mansa fa ko-ring 1 -0—0i Ko- ringo nin Tamba Ma mu du Ma ma Wurundi Su- fa soto ke le ke do ku la san sante h E ± —K—K—X—*—*kon- ko li- ya- la # / # # # # si- bo ko to ji man di bar’ a bi- la- lu nyinya- ta vb.
Mandinga davullarındaki ritim bileşimine bir örnek
Kü^ük davul
Büyük davul
j h .
— <5
/ V 1 V ^
•
&——- 0—— 1 P—— tS>———-1 +– j
t
P – f — T t
Açıklama
^ =baskılı vuruş
^ =hafif vuruş alt satır =sol elle üst satır =sağ eldeki çubukla
Recitativo üslubunda yazılmış bu Afrika şarkısı (altta), Afrika müziğinin birçok yapıtında ortak olan inişliliğin güzel bir örneğidir. Mandinga davul ritmi bileşimiyse (en altta), iki ayrı davul ezgisinin yol açtığı karmaşıklığı yansıtmaktadır.
eşliğinde öykü anlatılır. Öykünün uygun yerlerine, belli sahneleri belirleyen şarkılar konur. Bu türün halk arasındaki bir çeşidiyse, içeriğinin mutlaka doğru olması gerekmeyen, ama genellikle bilinen bir masalı ya da başka bir eğlendirici öyküyü içeren şarkılı öyküdür. İster günlük müzik, ister kutlama müziği olsun, Afrika müziklerinin tümü, güçlü bir toplumsallaştırma işlevi görürler. Öfkeler ve kıskançlıklar genellikle doğaçtan söylenen, imalı şarkı metinleriyle dışarı vurulur ve yöneltildikleri kişinin duyma uzaklığında söylenirlerse, istenen sonuç elde edilir. Çalışanların belirli bir tempoya uymalarını sağlayan şarkılar, verimliliği desteklerler ve bir topluluk dayanışması duygusuna katkıda bulunurlar. Krallıkla ya da önderlikle özdeşleştirilmiş müzik ve çalgılar, saygı uyandırır. Hattâ bazı toplumlar, krallık çalgılarına, kralın iktidarının odak noktası gözüyle bakmışlardır: Krallık çalgılarının düşman dine geçmesi krallığın sonu olurdu.
Afrikanerler
Güney Afrika Cumhuriyetinde yaşayan HollandalI ya da protestan Fransız kökenli beyazlara verilen ad. “Bo- erler”ya da “Afrikaanderler”adı da verilen Afrikanerler (Hollandaca “çiftçiler”), Güney Afrika Cumhuriyetindeki beyaz nüfusun yüzde 65’ini oluşturur. Hollan- daca’dan türemiş “Afrikanca” adı verilen dili konuşurlar. Tarih. İlk Afrikanerler, günümüzdeki Kap eyaletine yerleşen (1652) HollandalI öncülerdir.XVIll.|ve XX. yy’lar- da Afrikanca konuşan beyazlar, hem Bantularla hem de İngiliz komşularıyla savaşarak iç kesime doğru göçtüler (Bk. BÜYÜK GÖÇ).’Güney Afrika Cumhuriyeti (1852; daha sonra Transvaal adını aldı) ve Oranj Özgür Eyaleti (1854) adlı iki bağımsız eyalet kurdular. İkinci Boerler
Savaşinda (1899-1902), İngilizler karşısında yenilgiye uğramalarından sonra, bu topraklar İngilizlere geçti ve 1910’da Güney Afrika Birliği kuruldu. Bu devlette 1948’e kadar siyasal açıdan İngilizce konuşan beyazların yanında ikinci planda kalan Afrikanerler, o tarihte Afrikaner Ulusal Partisinin büyük bir seçim zaferi kazanmasıyla, üstünlüğü ele geçirdiler. Çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan Afrikaner halkı, Birinci Dünya Savaşı sonunda kentlere göçmeye başladı (günümüzde yüzde 70’ten çoğu kentlerde yaşamak
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, Pretoria yakınındaki Voortrekker Anıtı, 1830-1840 yıllarındaki Büyük Göç’ü simgelemektedir: 14 000 Afrikaner çiftçisi ve aileleri, İngiliz egemenliğinden kurtulmak ve daha verimli, daha büyük topraklar bulmak için Kap sömürgesinden ayrılarak, iç kesimlere göçmüşlerdir.
146 AFRİKA SANATI
tadır). Yakın döneme kadar, genellikle tarımda ya da hizmet işlerinde çalışan Afrikanerlertopluluğu, ülkedeki beyaz topluluklar açısından en “yoksul” topluluğu oluşturuyordu: 1930 yıllarında Güney Afrika’da “yoksul beyazlar” (çoğunluğu Afrikanerler), beyaz nüfusun yaklaşık yarısını oluşturmaktaydılar. İkinci Dünya Sava- şı’ndan sonra, Afrikanerlerin toplumsal-ekonomik düzeyi hızlı yükseldi: Günümüzde Güney Afrika Cumhuriyeti hükümetinde ve daha önce İngilizce konuşan beyazların denetimi altındaki sanayi dallarında, kilit noktaları ellerinde tutmaktadırlar. Din. Afrikanerlerin büyük çoğunluğu protestandır (cal- vinci) ve beyazların ülkeye yerleştikleri ilk yıllardan bu yana güçlü bir birleştirici öğe işlevi üstlenmiş Hollanda Reform Kiliseleri üyesidir. Bununla birlikte, kentleşmenin gelişmesi, geleneksel Afrikaner ailesinin gücünü azalttığı gibi, kiliselere bağlılığı da bir ölçüde azaltmıştır. Dil. Afrikanca Güney Afrika Cumhuriyetinde en yaygın dildir: Yalnızca Afrikanerlerin değil, beyaz-Afrikalı karışımı melez renklilerin çoğunluğunun da ulasal dilidir; ayrıca, İngilizce’nin yanı sıra, Güney Afrika Cumhuriyetinin ikinci resmî dilidir. Afrikanca, türemiş olduğu Hol- landaca’nın büyük etkisini taşır; ayrıca İngilizce, Almanca ve Hoysan dili dahil, çeşitli dillerden alıntı sözcüklerle zenginleşmiştir. Eskiden çoğunlukla yoksul halkın kullandığı yerel bir lehçe olan Afrikanca (o dönemde iyi eğitim görmüş kişilerin dili Hollandaca’ydı), ancak XIX. yy’da ulusal bir dil sayılmaya başlandı. Gennootskap van Regte Afrikaners adlı Afrikaner ulusal örgütünün çabaları sonucunda, ilk Afrikanca dilbilgisi yayınlandı (1876) ve Afrikanca, Afrikanerlerin ulusal dili sayılmaya başlandı. Boer Savaşı, siyasal akılcılığın yanı sıra dil ve kültür akılcılığını artırdı. 1925’te Afrikanca, resmen Hollandaca’nın yerini aldı. Ayrıca, Afrikaner ulusçuluğunun temel öğelerinden birini oluşturmasının yanı sıra, Afrikaner kültürünü yayma çalışmaları sonucunda, Afrikanerlerle ; hiçbir ırk ve dil bağlantısı bulunmayan İngilizce konuşan beyazlar bile, Afrikanca öğrenmeye başladılar. Edebiyat. Afrikanca’nın ulusal dil olarak kabul edildiği sırada, Afrikanerler güçlü bir edebiyat geliştirmeye başlamışlardı. XIX. yy. başlarında, Afrikaner edebiyatının konusu, kırsal yaşam ve dindi. Eugene Marais (1871- 1936), Afrikanca ilk önemli şiir sayılan “Winternag”‘\ (1905) yazdı ve dilin edebiyatta kullanımında günümüzde bile örnek sayılan sade bir Afrikanca’yla, hem şiirler hem de düzyazılar yayınladı. Boer Savaşı, Afrikanca yayınlanan ilk şiir kitabının yazarı, şair ve İncil çevirmeni Totius (J.D. Du Toit, 1877 – 1953) gibi ve kendi insanına kendi dilinde okumayı öğretmek amacıyla yazan romancı, makaleci ve gazeteci C. J. Langenhoven (1873-1932) gibi yazarlar için, yeni bir kültürel boyut oluşturdu. Boer Savaşı sırasında gazete muhabirliği yapan doktor C. Louis Leipoldt (1880-1947), savaş şiirlerini topladığı birçok kitap yayınladı.Romancı Jochem Van Bruggen (1882-1957), kırsal kesimde yaşayan “yoksul beyazlar”la ilgili nükteli romanlar yazdı. Dertigers (30’ların Adamları) topluluğu, 1930 yıllarında yetenekli şairleri biraraya getirdi. Bunlardan W. E. G. van Wyk Louw, sevgi, gençlik ve din konularına yeni bir boyut getiren Die }Ryke Dvvaas’ı (Zengin Çılgın, 1934)yayınlarken,ağabeyi¡N. P. von VVykLouw( 1906- 1970), parlak meslek yaşamına epik bir şiirle (Raku, 1941) ve dramatik bir monologla (Die Hond von God, 1942) başladı (her ikisi de Afrikanca edebiyatının, hâlâ aşılamamış başyapıtlardır). İkinci Dünya Savaşı ve Güney Afrika Cumhuriyetinde sanayileşmenin gelişmesi, Afrikanca kullanan
edebiyatçıların bakış açılarını genişletti. D. j. Opper- man (1914-) ve S. J. Pretorius (1917 — ), kentleşmenin yarattığı kargaşayı işlerlerken, “renkli” şair P.J. Philan- der ( 1921 -) ve Adam Small ( 1936 — ), Afrikanca önemli yapıtlar yayınladılar. Afrikanca’nın yanı sıra İngilizce de yazan romancı Andre Brink (1935 — ), ırk ayrımını ilk kez dile getiren (Güney Afrika Cumhuriyeti yetkililerinin yasakladıkları ilk Afrikanca kitaptır) Looking on Darkness’i (Karanlığa Bakış, 1973; İng. çev. 1974) yayınladı. Etienne Leroux (1922 — ), başlıca romanı Sewe dae by die Silbersteins (Silbersteinlerde Yedi Gün, 1962) adlı romanıyla ve daha sonra yayınladığı Magersfonte- in, O Magersfontein adlı yapıtıyla, Güney Afrika Cumhuriyetinin en önemli edebiyat ödülü olan Hertzog Ödülü’nü kazandı. Ayrıca şair ve anı lyazarı Breyten Breytenbachs ve romancı J.M.Coetzee, birçoğu çeşitli Batı dillerine çevrilen ve büyük ilgi gören yapıtlar yayınladılar.
Afrika sanatı
Afrika’nın geleneksel sanatı, öncelikle maskelerden ve gerek büyü, gerek din açısından önem taşıyan figürlerden, kişilerin süslenmek için kullandıkları süs eşyalarından ve rütbe., saygınlık gösteren nişanlardan oluşur. Bu nesnelerin çoğu, geleneksel Afrika toplumunda görsel sanatların işlevini yerine getirmesi için temel koşul olan törenlerle ya da öteki planlanmış etkinliklerle (şarkı söylemek, dans etmek, davul çalmak, öykü anlatmak, vb.) herhangi bir biçimde ilintilidir. Geleneksel Afrika sanatının biçimleri ve işlevleri, şaşırtacak derecede çeşitlidir. Ancak, hem bölgesel nitelik taşıyan, hem de daha genel kapsamlı olan araştırmalar sonucunda, belirli biçim ve anlam kalıpları ayırt edilebilir. Heykel yapımı, genellikle Afrika’nın görsel sanatlarında en başarılı dal sayılır. Kıtanın birçok bölümünde heykellere rastlanmakla birlikte, heykeller en çok Batı Afrika ve Orta Afrika’da yaygındır. Çoğunluğu tahtadan yapılmış olmakla birlikte, metal heykellere de rastlanır. Güney Afrika’da ve Doğu Afrika’da, Buşmenlerin (Sanların) yaptıkları sanılan Eskiçağ’dan kalma kaya resimleri bulunmuştur. Bunun dışında, Afrika’da sözü edilmeye değer bir kaya resimlen sanatı geleneğine, yalnızca Cezayir, Libya ve Çad’da rastlanır. Bunlar, Büyük Sahra’da Tarihöncesi’nde yaşamış halkların yapıtlarıdır (Bk. TARİHÖNCESİ SANATI). İslâm etkisi, Batı Afrika savanaları boyunca ve Doğu Afrika’da sahil bölgelerinde görülür. Her iki bölgede yaşayanlar da, en az bin yıldır İslâm uygarlığıyla ilişkidedirler. GENEL ÖZELLİKLER Geleneksel Afrika sanatında en az üç temel tema, sürekli olarak yinelenmiştir: (1) Çalılık ile köy arasındaki ayrım; (2) cinsler arasındaki sorunlu ilişkiler; (3) istenen sonuçlara varabilme amacıyla, hem doğal, hem de doğaüstü çeşiti güçleri denetimi altına alabilmek için verilen savaşım. Çalılık-köy karşıtlığı, Afrika’da yaygındır; ama, dile getiriliş biçimleri yöreden yöreye değişir. Altında yatan düşünce, dünyanın birbirini tamamlayan iki ayrı bölgeden oluştuğudur: İBiri yabanıl, kargaşa içinde, denetim altına alınamayan bir bölge (ya da doğa); öbürü düzenli, denetim altına alınmış, ölçülü, her şeyin öngörülebileceği bir bölge (ya da uygarlık); yani köyün insan dünyası. Nijerya’da İbolar, bu karşıtlığı maskeler ve başlıklar aracılığıyla dile getirirler; erkek, eylemi, yani çalılık yaratıklarının en güçlüsünü simgeler; kadın, incelik ve
AFRİKA SANATI 147
uygarlığı dile getirmek için zarif bir saç tuvaletiyle canlandırılır. Kongo’da yaşayan Yakolarda ve öbür topluluklarda kullanılan yetişkinliğe geçiş töreni maskeleri, kaba çalılık gereçlerinden, nispeten soyut hatlarla yapılırlar; törenin sonunda (yani erkek çocukların simgesel olarak doğadan gelip uygarlığa katıldıkları zaman)takılan maskelerse, tahtadan yapılmışlardır; daha doğaldırlar ve insansı zayıflıklarla alay etmek için kullanılırlar. Mali’de yaşayan Doğanlar, iki bölge karşıtlığını, sarmal biçimler (doğa) ile dikdörtgenler (uygarlık) arasındaki çelişkiyle yansıtırlar. Cinsler arasındaki ilişkileri çevreleyen sorunları ve konuları ele almak için, çeşitli Afrika toplulukları sanatı bir tedavi aracı olarak kullanırlar. Sözgelimi, Fildişi Kıyı- sı’nda Bauleler, insanın ruh sevgilisini temsil ettiği varsayılan figürler oyarlar; çünkü bu varlıkların, kıskançlığa kapılırlarsa erkekler ile eşleri arasında sonu gelmez sorunlara yol açacağına inanırlar. Afrikalılar, etkili doğal ya da doğaüstü güçler karşısında edilgin kalmazlar; hattâ geleneksel Afrika toplu- munda sanatın birincil işlevi, insanların yaşamlarını etkileyen güçleri ustalıkla idare etmek olmuştur. Bu güçler, eski Batı toplumlarında inanılmış olduğu gibi, olağandışı ölçüde iyi ya da kötü değildirler; tersine, doğal ve doğaüstü güçlere, uygun yöntem kullanılırsa biçim verilebilir, etkiye ve yönlendirmeye açıkgüçlergözüyle bakılır. Bu yüzden, Nijerya’nın güneybatı kesiminde yaşayan Yorubalar, cadıları hoşnut etmek ve saygılarını belirtmek için, “Gelede” adı verilen, özenli maskeli törenler yaparlar. Fildişi Kıyısinda yaşayan Senufoların yaptıkları “ateş tükürücü” maskesi ve bununla bağlantılı birçok savana biçimleri gibi, cadıları kovmak amacıyla kullanılan, bile bile çok çirkin yapılmış maskeler, büyücülüğe karşı, ateşe ateşle karşılık veren vahşi bir karşı saldırı oluştururlar. Afrika’nın her yerinde rastlanan, büyüyle oluşturulmuş, güç kazandırılmış nesneler olan Fetişler (Bk. FETİŞ) için de aynı şey geçerlidir. Bu fetişler istenen bir sonu, sözgelimi, kötü bir huydan kurtulmayı, insanın aşk yaşamını düzeltmeyi ya da başka bir insanı (ya da doğaüstü bir düşmanı) yok etmeyi amaç alırlar. Kısacası, ge
leneksel Afrika sanatı, temelde işlevsel ve iyimserdir. BÖLGESEL ÜSLUPLAR Batı Sudan bölgesi. Bu bölge, Burkina Faso, Mali’nin batı kesimi ve Fildişi Kıyısı’nın kuzeybatı kesimini içerir. Dogonlar, Bambaralar, Bvalar ve Senufolar, bölgedeki sanat üreten halkların en tanınmışlarıdır. Bu kurak bölgede, ataların öfkesinin yatıştırılması ve gençlerin her toplumun eskiden kalma geleneklerine göre yetişkinliğe geçirilmeleri gibi, ürünün bereketi de büyük önem taşır. Bu amaçla, efsanevi ataları temsil eden maskeler ve figürler yapılıp, önlerinde dans edilir ya da kurbanlar sunulur. Batı Sudan bölgesinde bu maske ve figürler, bir ölçüde üsluplaştırılmış, süssüz ve köşelidir. Orta Sudan bölgesi. Merkezi günümüzdeki Nijerya’nın kuzey kesiminde bulunan Orta Sudan bölgesinde ağır basan halklar, birçok kent-devlet kurmuş Müslüman Hausalar ve Pöllerdir (ya da Fulaniler). Orta Sudan bölgesi sanatı, genelde temsili değildir ve bazıları kalıba dökülmüş, alçak kabartmalı süslemeleri, metal ve boncuk mücevherleri, geometrik aplikeyle süslenmiş deri işlerini içerir. Ayrıca, bölgenin güney kesimindeki 480 km’lik yüksek topraklarda, Nok uygarlığı denen uygarlıktan kalma, İ.Ö. yaklaşık 500 ile İ.S. 200 arasına tarih- lendirilen pişmiş topraktan heykeller bulunmuştur. Afrika’nın Büyük Sahra’nın güneyinde kalan bölümündeki günümüzde bilinen en eski heykeller, Nok geleneğinin ürünleridir. Bu geleneğin, daha sonra Nijerya’nın batı kesimindeki kutsal İfe kentinde gelişen pişmiş topraktan ve tunçtan görkemli portreler geleneğine yol açtığı düşünülmektedir. Orta Sudan bölgesindeki, Tivler, Goemaylar, Montollar, Mamalar, Vacalar, Cukunlar, Mumuyeler, Çambalar ve Afolar gibi günümüzdeki bazı halkların yaptığı oyma maske ya da figürler, Batı Sudan bölgesi halklarının sanatıyla büyük benzerlikler taşıyan savana kuşağı boyunca eski bağlantıların varlığını yansıtmaktadır. Batı Gine kıyı bölgesi. Bu bölge Gine-Bissau, Sierra Leone,(Liberya’dan,Gine’nin sık ormanlarla kaplı kıyı bölümünden ve Fildişi Kıyısı’nın güneybatı kesiminden oluşur. Niteleyici maskeleri ve figürleri, Mendeler, Bağalar, Golalar ve Danlargibi halklartarafından yapılmıştır. Biçimler genellikle, komşu Batı Sudan bölgesindekiler
(Üstte) Tarihöncesi dönemden kalma, Buşmenler (Sanlar) tarafından yapılmış bir kaya resmi. Bu tür resimlerde [genellikle av sahneleri canlandırılmıştır.
(Solda) Mali’de Bambaralar tarafından yapılmış tahta bir dans başlığı.
148 AFRİKA SANATI
Nijerya’nın kuzey kesiminde bulunmuş, İ.Ö. 600-İ.S. 200 arasından kalma, Noklar tarafından yapılmış pişmiş toprak heykeller. Üstteki örnekte, Demir çağı Nok uygarlığının niteleyici özelliği olan süslü başlığıyla silindir biçiminde bir baş görülmektedir. Nijerya’da Ben in sarayında bulunmuş, 1550- / 680 arasından kalma bu tunç levhada (sağda) kral ile önünde diz çökmüş maiyeti canlandırılmıştır. (British Museum, Londra’nın izniyle.)
den daha yumuşak, parlak ve daha yuvarlaktır. Bölgedeki baskın sanat biçimi, oyma tahta maskelerdir. Törenlerin düzeninin sağlanmasında, haksızlık yapanların cezalandırılmasında, toprak anlaşmazlıklarının çözülmesinde ve savaşların başlatılıp sona erdirilmesinde kullanılırlar. Orta Gine kıyı bölgesi. Orta Gine kıyısı, Fildişi Kıyısı’nın güneydoğu kesimi, Gana’nın güney kesimi, Togo, Be- nin ve Nijerya’nın güney kesiminden, Nijer ırmağının aşağı kesimine kadar uzanır; ayrıca, Kamerun’un savanalar bölgesinin bir bölümünü de içine alır. Orta Gine kıyısı sanatı, Afrika’nın bütün öbür bölgelerinden daha zengin ve daha karmaşıktır. Bu bölgede yaşayan Aşan- tiler(Akanlar), Fonlar, Yorubalar, ve Beninlergibitoplu- luklar, geleneksel olarak tanrısal krallıklarla ve öbür merkezleşme kurumlarıyla bağıntısı olan sarayla ilgili topluluklardır. Sanatları, altın, gümüş, tunç, pirinç, boncuk, ipek, fildişi gibi “soylu” gereçlerle yapılmıştır. Saraya bağlı uzmanlaşmış zanaatçı loncaları, çok ince bir işçilikle, genellikle önderler için sanat yapıtları yaratmışlardır. Orta Gine kıyısının sanat ürünleri arasında tabureler, davullar, incelikle işlenmiş kumaşlar, çanak-çöm- lek, pişmiş topraktan heykelcikler, süs olarak kullanılan kılıçlar, minyatür maskeler, taraklar, aynalar, bastonlar, pipolar, kap-kacak ve oyma çalgılar sayılabilir. Bölgenin zenginliği ve bununla bağlantılı olan sanat zenginliği, bir ölçüde Avrupa gemileriyle yapılan kazançlı alışverişten kaynaklanmıştır. Doğu Gine kıyı bölgesi. Orta Gine Kıyısı’nın soylu, merkezleşmiş toplumları ile, Nijerya’nın güneybatı kesimindeki daha gevşekçe örgütlenmiş halklar arasındaki sınırı, Nijer ırmağının alt kesiminin çizdiği söylenebilir.
Nijerya’nın güneybatı kesiminde krallar, büyük önderler bulunmadığı için, daha çok, inceden inceye geliştirilmiş maskeli eğlenceler, oyunlar ağır basmıştır. Bazen gizli dernekler, bazen de yüksek unvanlı topluluklar tarafından sahnelenen bu oyunlar, önderliğin yaşlılarda olduğu topluluklarda yasa ve düzenin sağlanmasında kullanılmıştır. Doğu Gine kıyı bölgesine özgü sanat yapıtları, maskeler, kuklalar, başlıklar, vb. tiyatro donanımından oluşan göz kamaştırıcı bir dizi oluşturur. Yöredeki başlıca topluluklar arasında İbolar, İbibiolar, İdo- malar, İcolar, Ecaghamlar (Ekoiler) ve Ogoniler sayılabilir. Ekvator ormanı bölgesi. Gabon ve Zaire’nin kuzey kesimi boyunca uzanan ekvator ormanı bölgesinin en iyi bilinen halkları arasında Fanglar, Kotalar, Kveleler, Ngbakalar, Mboleler ve Legalar yer alır. İlk halkını oluşturdukları bu yağmur ormanı bölgesinde, avcı ve toplayıcı Pigmeler de günümüzde hâlâ yaşamaktadırlar. Sanat ürünleri ortaya koyan tarımcı halklar, günümüzden yaklaşık 2 000 yıl önce, genellikle “Bantu yayılması” diye adlandırılan göç sırasında, güney Nijerya’nın güney kesiminden bu bölgeye gelmişlerdir. Sanat biçimlen arasında çeşitli maskeler, figürler, çok güzel tasarlanmış silahlar, kehanetle ilgili nesneler, oyma fetişler, duvar resimleri, çalgılar ve günlük kullanım aletleri yer alır. Yaygın bir görsel motif olan “yürek biçiminde yüz” diye adlandırılan şey, göz çukurlarından ağız yakınına kadar içbükeylik verilmiş bir yüzdür. Nijerya’da da kullanılmış bu motifin, Bantu göçmenlen tarafından oradan getirildiği düşünülmektedir. Aşağı Kongo bölgesi. Kongo (Zaire) ırmağının aşağı kesiminde, denize döküldüğü yer yakınında geliştirilen
AFRİKA SANATI 149
Gabon’da Kotalar tarafından tahtadan yapılıp, bakırla kaplanmış bir cenaze figürü. Ölünün ruhunu temsil eden figür; atalara tapma dini törenlerinde kullanılırdı. (Prenses Gourielli koleksiyonu, New York.)
üsluplar, yaklaşık 1500 yıldan bu yana, krala (manikon- go) ve maiyetinden çoğuna hıristiyanlığı benimsetmiş olan Portekizlilerin etkisi altında kalmıştır. Portekizliler çekildikten sonra, Hıristiyanlıktan ödünç alınmış birçok simge putperestçe anlamlar kazanmıştır. Sözgelimi, haç, önderin gücünün simgesi haline gelmiştir. Aşağı Kongo bölgesinin öteki sanat ürünleri arasında, sözgelimi anne ile çocuk figürleri ve çivi çakılmış fetişler de hı- ristiyanlık kökenlidir. Güney savana bölgesi. Orta Afrika’daki geniş yayla kuşağında, Çokveler, Lubalar, Songyeler, Yakalar, Pende- ler ve Kubalar gibi birçok Bantu halkı ile Mbundular ve Makondelar gibi, bu halklarla ilintili topluluklar yaşar. Bölge halklarını sanata yönelten ilk şeyin, erkek çocukların yetişkinliğe geçiş törenleri olduğu düşünülmektedir. Maskeler, figürler, özel giysiler ve görkemli tiyatro efektleri, bu törenlerin bir parçasını oluştururlar ve çoğunlukla çocukları hem kültür, hem de erkeklerin nasıl davranması gerektiği konusunda yetiştiren eğitici donanım işlevini de yüklenmişlerdir. Zaire’nin orta kesiminde yaşayan Kubaların, saraya özgü incelikli sanat ürünleri de vardır: Krallar ve aileleriyle ilgili portre heykeller, zarif kâseler, davullar, kap-kacak, bebekler, yüksek rütbeli kişiler için birçok simge, vb. Doğu Sudan bölgesi. Bu bölgedeki halkların çoğunun sanat ürünleri, süsleme sanatıyla sınırlanmıştır. Ama Sudan Cumhuriyeti’nin güney kesimi ile Etyopya’nın güneybatı kesiminde yaşayan Bongolar, Konsolar ve Bo
Bu tahta fetiş figür*, Zaire’de Yaka kabilesi tarafından yapılmıştır. Fetiş bir heykelin, sahibini kötülüklerden koruyan büyülü özellikler taşıdığına inanılırdı. (Berlin Etnografya Müzesi.)
ranaları da içeren birkaç topluluk, ataları anmak için tahtadan figürler oyarlar. Bu gelenek belki de, Afrika üslupları arasında, Güney Asya boyunca çizilecek geniş bir eğri içinde günümüzde hâlâ görülebilen Eskiçağ’ın putperest sanatına en yakın gelenektir. Mısır’daki Kopt sanatı ve Bizans sanatı ile güçlü bağları olan Etyopya sanatı da, aynı biçimde, öbür sanatlardan farklı yapıdadır. Doğu ve Güney Afrika bölgesi ile Madagaskar. Buşman resimleri ve kabartmaları dışında, Doğu Afrika’da ve Güney Afrika’da belirgin figürlü üslupların sayısı sınırlıdır. Bu bölgenin ağır basan sanatı, mimarlık ve mimarlık süslemeleridir. Transvaal’de yaşayan Ndebelelerin cüretkâr desenli duvar resimleri ile kişisel süslèr, özellikle boncuk işleri de buna katılabilir. Afrika kıyıları açığındaki tek büyük ada olan Madagaskar’a, ilk olarak Afrika’dan değil, Endonezya’dan gelenler (İ.S. I. yy. başlarında) yerleşmiştir. Adada en çok dikkati çeken sanat ürünleri, Doğu Sudan bölgesinde görülen ve Endonezya’nın niteleyici ürünü olan, ataları anmak için yapılmış figürlerdir. Bazı rafya dokumaların en yakın benzerlerine de Endonezya’da rastlanır. Batı’da Afrika sanatı etkileri. XVI. yy’dan başlayarak, Avrupalı gezginler Afrika sanatı ürünleri edinmiş, özellikle de Benin sarayından tunç ve fildişi ürünler almışlardır. XIX. yy’da Avrupa’da, Afrika sanatı koleksiyonlarında gördükleri estetik değerlerin çekiciliğine kapılan Georges) Braque, Henri Matisse, Amedeo Modigliani ve
150 AFRİKA ULUSAL KONGRESİ
(Üstte) Güney Afrika’da yaşayan Ndebeleler, evlerini ve evlerini çevreleyen duvarlarını süsleyen duvar resimleriyle ünlüdürler. Transvaal’da Pretoria’daki bir köyden verilen bu örnek, renklerin ve geometrik desenlerin çeşitliliğini yansıtmaktadır.
Pablo Picasso gibi modern sanatçılar, yapıtlarında Afrika sanatı etkilerini yansıtmışlardır.
Afrika Ulusal Kongresi
(Altta) Tahtadan ve bitki saplarından yapılmış, yetişkinliğe geçiş törenlerinde kullanılan bu maske, Zaire’de Yaka kabilesinde yapılmıştır. İncelikli bir biçimde boyanmış ve oyulmuş başlıksünnet töreni ve dans gösterisi sırasında genç bir adam tarafından takılır. (Karl-Ferdinand Schadler Koleksiyonu, Münih.)
Güney Afrika Cumhuriyetinde siyahların en önemli ulusçu hareketi. 1912’de orta sınıftan, kentlerde yaşayan siyahlar tarafından şiddet yanlısı olmayan bir yurttaşlık hakları isteme örgütü olarak kurulan Afrika Ulusal Kongresi (AUK; İngilizce African National Congress), kuruluş yıllarında barışçı bir protesto hareketiydi. Beyazlar ile siyahlar arasında diyalog kurulmasını ve beyazları siyahların hak istekleri ve amaçları konusunda “eğitmeyi” amaç alıyordu. Uluslararası destek aramak için yurt dışına delegeler gönderirdi. 1940 yıllarında, kentlerde çalışan siyahların sayısının hızla artmasıyla birlikte, AUK de daha militanca bir siyaset benimsedi. Irk ayrımcı çeşitli yasa ve düzenlemelere karşı grevleri, yürüyüşleri, protestoları desteklemeye başladı. 1949’da, Oliver Tambo, Nelson Mandela (Bk. MANDELA, NELSON), Walter Sisulu ve Anton Leme- be’nin önderleri arasında yer aldıkları AUK Gençlik Birliği, örgütün denetimini ele geçirdi. 1950 yıllarının başında, Albert Luthuli’nin önderliğinde (Luthuli’ye, daha sonra Nobel Barış Ödülü verildi), pasif direniş kampanyaları başlatan AUK’nin üye sayısı hızla çoğaldı 1955’te örgüt, renklileri, Asyalıları ve siyahlara çeşitli haklar tanınmasından yana beyazları temsil eden siyasal örgütlerle ve işçi örgütleriyle güç birliği yapıp, Güney Afrika Cumhuriyetine ırkçı olmayan bir demokrasi çağrısında bulunan Özgürlük Bildirisini yayınladı. Bu dönemi, militan eylemlerin arttığı ve ulusçuluğun ağır bastığı bir dönem izledi. Yalnızca siyah Afrikalılardan oluşan bir örgüt isteyen Robert Somukwe, 1959’da AUK’den ayrılarak, Afrika Birliği Kongresini (ABK; İngilizce Pan-African Congress) kurdu. 1960’ta Sharpevil- le’de yeni çıkarılan yasaları protesto eden siyahlara, beyaz güvenlik güçlerinin gerçek bir kıyım uygulamaları üstüne, AUK, ülke çapında iş bırakma ve sivil itaatsizlik çağrısında bulundu. Hükümet de buna, sıkıyönetim
AFYON 151
ilan ederek, AUK ile ABK’yi yasaklayarak ve önderlerinin çoğunu gözaltına alarak ya da tutuklayarak misillemede bulundu. Yeraltına inen Mandela, örgütün askerî birimi Umk- honto we Sizvve’yi (Ulusun Mızrağı) oluşturarak, Apart- heid’in simgelerine (hükümet büroları ve karakollar dahil) karşı bir sabotaj kampanyası başlattı. Bunun üstüne tutuklanıp (1964), ömür boyu hapis cezasına çarptırılarak, ulusçu hareketin simgesi haline geldi. 1976’da Soveto’da çok sayıda öğrencinin güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi ya da yaralanması üstüne, AUK, siyah gençler arasında yaygın destek kazandı. Birçok genç militan, Güney Afrika Cumhuriyetinden kaçarak komşu ülkelerdeki AUK üslerine gittiler. Bu üslere 1980 yıllarında Güney Afrika Cumhuriyeti birliklerinin düzenledikleri baskınlara ve Mozambik, Lesotho, Angola’daki AUK etkinliklerinin Güney Afrika Cumhuriyetinin baskısıyla yerel hükümetler tarafından engellenmesine karşın, gerilla eylemleri, özellikle 1986’da sıkıyönetim ilanıyla siyahların protestolarının da önü kesildikten sonra, düzenli biçimde arttı. 1989 Harare Bildirisinde AUK, hükümetle görüşmek için koyduğu koşulları sıraladı. Sisulu ve öteki siyah önderlerin çoğu, Ekim 1989’da serbest bırakıldı; AUK dej30 yıllık yasağı 2 Şubat 1990’da kaldırılarak yeniden yasal bir örgüte dönüştü. Mandela 11 Şubat’ta serbest bırakılıp, 2 Mart’ta AUK’nin etkin başkanı ilan edildi. 7 Ağustos’ta AUK, beyaz yönetime karşı 29 yıldır sürdürdüğü silahlı savaşımı askıya aldığını açıkladıysa da, AUK yandaşları ile Zulu önderi Gatsha Buthelezi’ninikurmuş olduğu hareketin yandaşları arasındaki şiddet yoğunlaştı. 1959’dan, Güney Afrika Cumhuriyeti sınırları içinde ilk ulusal konferansını düzenleyerek Mandela’yı başkan seçtiği 1991 yılına kadar AUK, Zambiya’da bir sürgün hükümeti bulundurma uygulamasını sürdürdü. Ayrıca, varlığını 1983’ten 1991’e kadar sürdüren ulusçu hareketler koalisyonu Birleşik Demokratik Cephe’yle (BDC) bağlar kurdu. Eylül 1991’de AUK, İnkatha ve iktidardaki beyazların Ulusçu Partisi, Güney Afrika Cumhuriyetinde siyasal bir çözüme varma çabalarını köstekleyen şiddeti sona erdirmek için bir barış anlaşması imzaladılar.
Afrika Bölgesinde Bilmediğiniz Önemli Bilgiler
29
Tem