AHMET MİTHAT EFENİDÎ
AHMET MİTHAT EFENİ3Î
FELATUN BEY İLE RAKIM EtENDİ –t j Romanından:
(Romanın konusu:
Roman, Batı uygarlığım gerçek yamyle değil, dişiyle, giyim kuş mıyle, eğlence ve kumanyle gören ve her yerde gülünç düşen Fe tun Bey’le; onun karşıt açısında bulunan, Batı’yı bir bilim ve tekni üstünlüğü olarak görüp benimseyen, ölçülü yaşayışıyle iyi bir insa olan Rakım Efendi’nin yaşam öykülerini verir.
Felatun Bey, yarım yamalak bir öğrenim görmüştür. Okuma değil, kitaplara, cildine, onların, kitaplığındaki görünüşüne merak dır: Batı’ya bakışı gibi. Kazancı yoktur. Babasının büyük mirasını h vurup harman savurur. Eğlence ve kumar yerlerinden eksik olm Gönlünü Polini adında bir aktrise kaptırmıştır. Servetini o uğurda t •ketır. Beş parasız kalınca eş dost yardımıyle bir mutasarrıflık el ederek İstanbul’dan, küskün olarak, ayrılır.
Rabun Efendi, eski Tophane kavaslarından birinin oğludur. B yaşında iken babası ölür. Anasıyle dadıları Fedayi Kalfa’nın çalış didinmeleriyle geçinmektedirler. Rakım, rüştiyeyi bitirir. Memur ol Anası da ölünce dadısıyle yalnız kalır, Fransızca öğrenmiştir. Ç okur, çok çalışır. Kitap çevirir. Özel dersler verir. Kendini her yer sevdirir, saydırır. Kazancı gün gün artar. Bir gün, bir esirciden zel bir cariye satm alır. Adı Canan’dır. Onun eğitim ve öğrenimi uğraşır. Piyano ve Fransızca dersleri aldırtır. Her bakımdan yetiş ve gelişmiş olan Cananla evlenir.)
Felatun Bey’i tanır mısınız? Haniya şu Mustafa Merakî Efendi de Felatun Bey! Galiba tamyamadmız. Fakat tanınacak bir çocuktur, Mustafa Merakî Efendi Tophane’nin Beyoğlu’na civarca mahalles de oturur. Mahallesinin semtini haber vermek olamaz. Semtini anla mz ya? Bu kadarıyle iktifa ediniz.
Kendisi kırk beşlik bir adamdır. Fakat babası bir çocuğu genç lendirirler ise yüzü gözü açılmadan dünya evine girmiş olacağından ve edebini güzel muhafaza eder efkârında (düşüncesinde) olmasıyle M tafa Merakî Efendi’yi on altı yaşında iken evlendirmiş idi. Bu seb mebnî (dayalı) idi ki Mustafa Merakî Efendi henüz kırk beş yaşında duğu halde yirmi yedi yaşımda bir oğlu bulunup o dahi Felatun Bey’ Fakat Mustafa Merakî Efendi’nin evlâdı yalnız Felâtun Bey’den iba değildir. Bir de kızı vardır ki ismi Mihriban Hanım’dır. Mustafa Mer Efendi kıtık beş yaşında olduğu zaman bu kız dahi on beş yaşında İd
için tafsile ihtiyacımız yoktur. Mustafa Merakî Efendi k.ınal (oluk) derece alaturkalıktan yine kemal derece alafrangalığa birden sıçramış bir adam olduğu ve bu tahavvül (değişme) ise yalın/, km ‘ezzüzat-ı maddiyye ve maneviyyesi o yüzden hasıl olmaktan ııcşct “iği (meydana geldiği) cihetle böyle bir adamın hem de öksüz, kalan nasıl bir terbiye altında büyüyeceğini her kim düşünse bulabilir, çocuk Mekteb-i Rüştiyeye verilmiş olduğundan her gün çan lası gider gelir idi. Bundan başka bir de Fransız hocası var idi ki “Ja iki def’a gelir gider idi. Lâkin Mustafa Merakî Efendi öyle talinmiş bir adam olmadığı gibi çocuğunun tahsiline nezarete dahî ‘ olmadığından oğlunun mektebe gidip gelmesini ve Fransız hoca-dahi eve gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için kâfi görür idi. Oğlunun gördüğü terbiye bu yolda olduktan sonra kızının terbiyesi “İde kaldığını da istihraç edebilirsini (çıkarabiliriz), fakat şunu da ihtardan geri durmayalım ki bu çocukların giyin-. .kuşanması elhak (gerçekten) söz götürmez idi. Beyoğlu’nda çocuk i olarak her ne ki moda olmak üzere şuyu bulur (duyulur) idiyse î Efendi cümleden (herkesten) evvel anı alıp çocuklarına giydir-mecbur idi.
u esnada Felâtun Bey büyücek kalemlerin birisinde memur idi. haniya kalemlerde bazı efendiler vardır ki elhak ileride devletin “k makamatmı tutabilmek tedarikâtıyle kâtiplik zamanını gece çalışmak ve içinde bulunduğu dairenin değil belki devletin kâf-ubât-ı umuruna vukufunu şamil etmek (bütün iş kollarıyla ilgili ’elde etmek) için iğne iplik olarak bezl-i himmet eder (çaba har-UÖyle erbab-ı gayreti tanırsınız ya? Bizim Felâtun Beyefendi bun-değil idi. Nesine lâzım? Ayda lâakal (enaz) yirmi bin kuruş iradı ir babanın bir tek oğlu kendisi ise muhakemat-ı feylesofanesini ?çâ yargılamasını, tartışmasını) gerçekten Eflatunlardan daha dakik ’ bulmakla âlemde yirmi bin kuruş iradı olan adamm başka hiç ■« ihtiyacı kalmayacağına hükmetmiş ve fazl ü kemali (erdemlik ve ğunu) ise kendisi beğenmiş olduğundan Cuma günü mutlaka bir İfliahalline gidip Cumartesi ise dünkü yorgunluğu çıkarır ve Pazar leyir mahalleri daha alafranga olduğundan’ gitmemezliık edemez, yorgunluğunu dahi Pazartesi çıkarır. Salı günü kaleme gitmeğe ır ise de havayı muvafık görünce Beyoğlu’nun bazı ziyaret ma-,il, baba dostlarını, ahbabı vesaireyi ziyaret arzusu o günü dahi tatil , Çarşamba günü kaleme gidecek olur ise saat altıdan doku/u kail vakti ancak o haftanın vukuatını hikâyeye bulabilip akşam için İt iki dalkavukla gelir. Bunlar dahi kendisi gibi genç olacakların-bahusus Felâtun Beylefendi Beyoğlu’nda oturmak münasebet iy-»bını alafranga bir yolda eğlendirmek lâzım geleceğinden Peışeııı •ini alafranga eğlence mahallerinde geçirir. 0 gece sabahlandı
ve işte şu bir haftalık meşguliyet nasılsa, diğer haftaların meşguliyetleri dahi yine nev’amâ (bir bakıma) anı andırır.
Ya böyle haftada üç saat kaleme giderek anı da naıkl-i hikâyatla geçiren bir delikanlı ne öğrenebilir? #
Nasıl ne öğrenebilir? İşte Felâtun Bey öğrenmiş ya? Yazısı var, okuması var, Fransızcası var. Zeki, fatîn (zihni açık) cerbezeli hususuyle ayda babasının yirmi bin kuruş da iradı var! Dünyada bir adamın öğreneceği daha ne kaldı?
Büyük Efendi ne ise ne amma Küçük Bey Fransızcadan başka söz j söylemiyor ki! Sütlü kahve isteyeceği zaman «kafe ole» diyor. Mehmet j ise bunu «kavala»dan başlayıp evvelce öğrenmiş olduğu «karyola» kelimesine kadar tatbik ede ede ister istemez belliyor.
Felâtun Bey’in kıyafetini sorar iseniz tariften izhar-ı acz ederiz. Şuj kadar diyelim ki haniya Beyoğlu’nda elbiseci ve terzi dükkânlarında modaları göstermek için mukavvalar üzerinde birçok resimler vardır ya?j îşte bunlardan birkaç yüz tanesi Felâtun Bey’de mevcut olup elinde re*| sim endam aynasının karşısına geçer ve kendisini resme benzetinceyaj kadar mutlaka çalışır idi. Binaenaleyh kendisini iki gün bir kıyafetts gören olmaz idi ki «Felâtun Bey’in kıyafeti şudur» demek mümkün ol«] sun.
Bir Cuma günü hem de Kâğıthane’nin en kalabalık olduğu Cuma günlerinden birisi idi ki Kâğıthane çayırı üzerinde birkaç bin gözün eşt’a-i enzarı (bakışlarının ışıkları) bir nokta üzerinde cem’ olmuştu.
O noktada ne vardı?
Gayet mükellef iki atlı bir kupa. İçinde de gayet mükellef bir ma^ dam. Ama mükellef dediğimize dikkat lâzımdır. Öyle sair madamlar gW bi mükellef değil. Sair madamlarda elmas, inci filân gibi ziynetler (sürt ler) biraz seyrekçe görülür. Bu madam elmas ve inci içinde gark ohnul (gömülmüş) idi. Arabanın önünde birisi Ulah mızıkası diğeri dahi yeri) ince çalgı olmak üzere iki takım çalgı ki beheri ikişer üçer takımın ittfe hadından (birleşmesinden) teşekkül eylemiş olduğu beherinin on beşfi yirmişer kişiden mürettep olmasıyle anlaşılır idi.
Bu temaşagâhm bir tarafında dahi beş altı kadar efendiler isken lelere oturmuş dondurmalar, kurabiyeler nelerj neler! tepsi tepsi gelil ve evvel emirde arabaya uğrayıp oranm hissesini bıraktıktan sonra boj lere takdim olunur idi. Çalgıların çalacakları makamat alaturka ise bej ler tarafından ve alafranga ise araba canibinden (yönünden) kuman£ edilip emrolunan hava ber-vech-i matlup (istendiği gibi) icra edilin! ise havadan bir lira uçar ve tamamen çalgıcıların ortasına düşer idi bu halde yakın bulunan hutut-ı şua’-ı enzar (bakışlardan gelen ışık <,İİ gilcri) dahi liranın cevv-i havada (hava boşluğunda) çevirdiği kavse (el
Arabadan etrafa şaşa’a-endaz-ı letafet olan handelere (güzelliğin pa-ltılannı saçan gülüşlere) mukabil beyler tarafından dahi lâtif ahlar srvaz eyler (uçar) ve işte şu suretle saha-i âlemde nam ü şan bırakılır .. Bu hal bir buçuk iki saat kadar devam eyledikten sonra madam, abasını yürütüp arkası sıra dahi gayet güzel genç süslü bir bey âlâ İr ata binerek revan oldu (yola koyuldu) ve herkesin nazarı bunları hayli mesafeye kadar teşyi eyledikten sonra beylerin bakiyesi «aşk bun herif avuç avuç lira saçıyor ama prens-varî eğleniyor a?» dediler.. Nasıl bu âlem matlûba tevafuk eyledi mi (istenene uygun düştü mü) ? |te bunu yapan dahi bizim Felâtun Bey idi.
(Felâtun Bey ile Rakım Efendi, 1876).
«Felâtun Bey ile Rakım Efendi», Türk edebiyatının ilk roman denemelerindendir. Birkaç yapıtı ile birlikte bu romanım da yazar, «Dağarcık» dergisinde yayımlanan bir yazısı yüzünden sürgün edildiği Rodos’ta yazmıştır (1875). sana adlarım veren bu iki kahraman, Tanzimatla Batı uygarlığına yönelen’ rk toplumundan, Ahmet Mithat Efendi’nin, kendi görüşüyle, bulup çıkardığı tiptir. Yazar okuyucularına, romanın bir yerinde: «Zamanımızın gençlerinin pal-i umıımiyyelerinden işte size iki nümune-i ahlâk!» diyerek bunu belirtir. Ro-ıının gerçeklere dayandığım söyleyen Mithat Efendi, Felatun Bey ile Rakım adi’yi, toplum yaşamının değişik yörelerinde dolaştırır; onları birbirleriyle kar-. ştırır, konuşturur. Birisi kültürü, ölçülü yaşayışı, bilime ve sanata düşkünlü-
I ve dürüstlüğüyle yükselirken öteki düştükçe düşer.
Felatun Bey tipi, Türk romanında, daha sonraları, Recaizade Ekrem Bey’in. aba Sevdası»nda; Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın «Şık» romanında ele alınır.
1 — Ahmet Mithat Efendi, roman anlayışım şu sözlerle: Metin Üzerinde belirtir; «Hikâye okumaktan maksat, yalnız vak’a adam İnceleme: larımn başlarından geçenlerle gâh müteessir, gâh müte-
Yardımcı
Bilgiler:
_________ lezziz olarak (zevk duyarak) vakit geçirmekten ibaret ol-
hikâye mütalâa olunarak bittikten sonra vak’aya alelumum (genel olarak) k bir icmal-i nazarî (toplu bakış) sonunda bir de hüküm çıkarmak, romaq ıda dahil bulunan maksatların başlıcalanndan biridir.» özetini ve bir bölümünü okuduğunuz romandan nasıl bir sonuç, bir ah-dersi çıkardınız?
2 — Mustafa Merakî Efendi, oğlu Felatun Bey için nasıl bir eğitim ve öğre-yolu tutturmuş? «Oğlunun mektebe gidip gelmesini ye Fransız hocasının dahi gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için kâfi görür idi.» sözünden ne anla-? Bu, yeterli midir?
3 — Felatun Bey, endam aynasının karşısına geçer, kılık kıyafetiyle moda İmlerine benzemeğe çalışır. Bu, onun ruhundaki boşluğu; sadece bir «kalıp
ı» olduğunu gösteriyor mu?
— Felatun Bey’in, gerçek değerlerden yoksun, böylesine köksüz bir kişi k ortaya salıverilmiş olmasının sorumluluğu kimlerde aranmalıdır? Yu/.ur, konuya az çok dokunmuş, nedenlerini aramış mıdır?
f — Düştüğü bataktan kurtulamayan Felatun Bey’in yerimle.* siz olsuydun/., «pardım/.; ya da onun nasıl davranmasını İsterdin)/.? 0, bunu nlgln yapama-
Arabadan etrafa şaşa’a-endaz-ı letafet olan handelere (güzelliğin pa-ltılannı saçan gülüşlere) mukabil beyler tarafından dahi lâtif ahlar srvaz eyler (uçar) ve işte şu suretle saha-i âlemde nam ü şan bırakılır .. Bu hal bir buçuk iki saat kadar devam eyledikten sonra madam, abasını yürütüp arkası sıra dahi gayet güzel genç süslü bir bey âlâ İr ata binerek revan oldu (yola koyuldu) ve herkesin nazarı bunları hayli mesafeye kadar teşyi eyledikten sonra beylerin bakiyesi «aşk bun herif avuç avuç lira saçıyor ama prens-varî eğleniyor a?» dediler.. Nasıl bu âlem matlûba tevafuk eyledi mi (istenene uygun düştü mü) ? |te bunu yapan dahi bizim Felâtun Bey idi.
(Felâtun Bey ile Rakım Efendi, 1876).
«Felâtun Bey ile Rakım Efendi», Türk edebiyatının ilk roman denemelerindendir. Birkaç yapıtı ile birlikte bu romanım da yazar, «Dağarcık» dergisinde yayımlanan bir yazısı yüzünden sürgün edildiği Rodos’ta yazmıştır (1875). sana adlarım veren bu iki kahraman, Tanzimatla Batı uygarlığına yönelen’ rk toplumundan, Ahmet Mithat Efendi’nin, kendi görüşüyle, bulup çıkardığı tiptir. Yazar okuyucularına, romanın bir yerinde: «Zamanımızın gençlerinin pal-i umıımiyyelerinden işte size iki nümune-i ahlâk!» diyerek bunu belirtir. Ro-ıının gerçeklere dayandığım söyleyen Mithat Efendi, Felatun Bey ile Rakım adi’yi, toplum yaşamının değişik yörelerinde dolaştırır; onları birbirleriyle kar-. ştırır, konuşturur. Birisi kültürü, ölçülü yaşayışı, bilime ve sanata düşkünlü-
I ve dürüstlüğüyle yükselirken öteki düştükçe düşer.
Felatun Bey tipi, Türk romanında, daha sonraları, Recaizade Ekrem Bey’in. aba Sevdası»nda; Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın «Şık» romanında ele alınır.
1 — Ahmet Mithat Efendi, roman anlayışım şu sözlerle: Metin Üzerinde belirtir; «Hikâye okumaktan maksat, yalnız vak’a adam İnceleme: larımn başlarından geçenlerle gâh müteessir, gâh müte-
Yardımcı
Bilgiler:
_________ lezziz olarak (zevk duyarak) vakit geçirmekten ibaret ol-
hikâye mütalâa olunarak bittikten sonra vak’aya alelumum (genel olarak) k bir icmal-i nazarî (toplu bakış) sonunda bir de hüküm çıkarmak, romaq ıda dahil bulunan maksatların başlıcalanndan biridir.» özetini ve bir bölümünü okuduğunuz romandan nasıl bir sonuç, bir ah-dersi çıkardınız?
2 — Mustafa Merakî Efendi, oğlu Felatun Bey için nasıl bir eğitim ve öğre-yolu tutturmuş? «Oğlunun mektebe gidip gelmesini ye Fransız hocasının dahi gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için kâfi görür idi.» sözünden ne anla-? Bu, yeterli midir?
3 — Felatun Bey, endam aynasının karşısına geçer, kılık kıyafetiyle moda İmlerine benzemeğe çalışır. Bu, onun ruhundaki boşluğu; sadece bir «kalıp
ı» olduğunu gösteriyor mu?
— Felatun Bey’in, gerçek değerlerden yoksun, böylesine köksüz bir kişi k ortaya salıverilmiş olmasının sorumluluğu kimlerde aranmalıdır? Yu/.ur, konuya az çok dokunmuş, nedenlerini aramış mıdır?
f — Düştüğü bataktan kurtulamayan Felatun Bey’in yerimle.* siz olsuydun/., «pardım/.; ya da onun nasıl davranmasını İsterdin)/.? 0, bunu nlgln yapama-
6 — Felatun Bey’i, okuduğunuz kadannca, tanıtınız.
7 — Yazar, romanında, sık sık karşımıza çıkar, bize seslenir, sorular sorar;. hatta, bizden yanıt almış gibi davranır ve okuyucularla konuşa konuşa romanını) sürdürür: «
«Erbab-ı mütalâa (okuyucular) njeyanında bu kadar saadeti Rakım için çok j görenler varsa zulmetmiş olduklarım kendilerine ihtar ederiz. Siz bu iki fikrin hangisini tasvip edersiniz? Hele biz Rakım’ı tasvip ederiz … N© zannettiniz ya?I Rica ederiz, Canan’ı öyle bir yılışık,’ âşüfte zannetmeyiniz. … Rakım’m icra eyle-j .diği Kâğıthane âlemini beğendiniz mi? Şu şalimizi abes görmeyiniz. Zira bu su; retle edilen teferrüçleri (gezintileri) çok kimseler beğenmez. … Evet! Eğer alafranga âlemin bu gibi ahvalinden malûmatınız yoksa size o malûmatı da vere-1 lim. … Mihriban Hanım’ı hiç hatırınıza getirdiğiniz var mı? Ne dersiniz yahul Mihriban Hanım kadın bir karı çıktı be! … Batasıya gittikten sonra neye yarar? Zararı yok! İşte sizi temin ederiz ki bundan sonra batasıya gitmeyecek. Gideme! yecek ki gitsin. Korkarız paralar… Korkacağmıza dinleyiniz. … Adam bırak şu] herifi be! Nasıl bırakırız? Hikâyemizin nısfına müşterek olan bir zatı nasıl terk j ederiz?»
Okuduğunuz metinde de bunların benzerlerini gördünüz. Bu anlatım biçimli yazarın üslûbuna nasıl bir hava veriyor? Romancının bu tutumunu gerekli ve yo| rinde buluyor musunuz? Niçin?
1 — Yazar, bir makalesinde, Türkçemiz üzerindeki düşün-j çelerini şöyle anlatıyor:
«… Bir kelimenin Türkçesi ve fakat mâruf olan (bilinen)i Türkçesi varsa onun yerine Arapça ve Farsça bir söz kul! lamlmasa, lisanımızın sadeliği bir kat daha artar… Hele Türkçe güvercin ve öriun-1 cek gibi lügatler dururken kebuter ve ankebut gibi Arapça ve Farsça lügatlar kol yarak halkı Ferheng ve Kamus’ta baş patlatmağa mecbur edemezdik.» (Dağarcık,] no. 1, 1871).
«Felatun Bey ile Rakım Efendi»den okuduğunuz metni, bu düşünceler açısın-1 dan inceleyiniz ve o çağdaki yazı dilimizi düşünerek değerlendiriniz.
2 — Aşağıdaki tümceleri düzeltiniz:
«Elinde resim, endam aynasının karşısına geçer ve kendisini resme benzetlıv]
ceye kadar mutlaka çalışır idi. Âlemde yirmi bin kuruş iradı olan adamın başka] hiç bir şeye ihtiyacı kalmayacağını hükmetmiş.»
3 — Metinde geçen iğne iplik olmak deyiminin anlamını söyleyiniz ve bu d»] yimi bir tümcede kullanınız.
4 — Aşağıdaki Farsça tamlamaları, sözcüklerin Türkçe karşılıklarını bularak,J bugünkü dile çeviriniz:
Telezzüat-ı maddiyye ve maneviyye. Kâffe-i şuubat-ı umur, Bezl-i himmet. En j bab-ı gayret. Muhatkemat-ı feylesofane. Nakl-i hikâyat. İzharı acz. Eşî’a-i enzaftl Ber-veçh-i matlup. Hutut-ı şua’-i enzar. Cevv-i hava. Şaşa’a-endaz-ı letafet. Sahafı âlem.
AHMET MİTHAT EFENDİ (1844 – 1912)
İstanbul’da doğmuştur. Yoksulca bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. KUçül] yaşla yitirdiği babası, bez alım salimiyle uğraşan (bezzaz) Süleyman Efendi İtrim ] du biridir. Bir ara çırak olarak çalışan Ahmet Mithat, İlkokulu Vldln’de, Islını
Dil:
esine yazdığı yazılardan, çalışkanlığı ve dürüstlüğünden, o zaman Tuna vıtllul n Mithat Paşa’nm takdirini kazandı; onun tarafından korundu. Paşa’nın Hıtft-t valiliğine atanması üzerine, onunla birlikte Bağdat’a gitti (1E69). Orada yeni lan bir sanat okulu için «Hace-i Evvel» adlı bilgi kitabiyle, «Kıssadan HIhhc» ı okuma kitabını yayımladı. «Zerva» gazetesinin yönetimini eline aldı. İstanbul’a dükten sonra (1871), küçük bir basımevi kurarak yazdıklarını yayımlamağı) ladı. 1873’te Rodos’a sürgün edildi. Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle affa uğ-
i, İstanbul’a döndü (1876). Devletin ilk resmî gazetesi olan «Takvim-i Vakayi» ’ ışı 1831) ve Matbaa-i Âmire müdürlüğüne getirildi. «Tercüman-ı Hakikat»ı çımaya başladı (1878). Karantina Başkâtipliği, Meclis-i Umur-ı Sıhhiyye İkinci isliği yaptı. Stokholm’de toplanan «Müsteşrikler Kongresi»ne Türk temsilcisi rak’katıldı (1888).
Ahmet Mithat Efendi, geniş bir kültüre, ansiklopedik bir bilgiye sahipti. Ken-kendisini yetiştirmiş, ömrünü halkın okumasına, yetişmesine harcamış bir ya-dır. Edebiyat-ı Cedideciler, onun için «çok yazıyor, fakat güzel yazmıyor» der-. Ahmet Mithat Efendi, bir sanatkâr olmak değil; bütün gücüyle ulusu okut-okumaya alıştırmak, onlan yetiştirmek, eğitmek istiyor; bir yandan öykü, an, tiyatro ve değişik bilim dallarındaki ürünleriyle, öte yandan da Tercüman-ı -‘kat gazetesindeki yazılanyle geniş toplulukları bilgilendirmeğe çalışıyordu.
‘ bakımdan halkın, gerçekten Hace-i Evvel’i (ilk, birinci öğretmem) olmuş, bu ana hak kazanmıştı. Batı uygarlığının yurdumuzda yayılıp gelişmesinde, bir ?imat yazarı olarak etkisi büyüktür.
İ Tükenmez bir çalışma gücü vardı. «Sekiz günlük ömür için dokuz gün çalış-» gerektiğini söylerdi. «Bir dakikamın boş geçtiğini istemem. Çalışmayı ve mükâfatı olan kazancı severim» der. Çağım yaşayanlar, onun için «Yetmiş r kuvvetinde yazı makinası» derler.
Namık Kemal’de de görüldüğü gibi, Mithat Efendi, romanda, çoğunlukla iyi-kötüleri ayırır. Onlar için düşündüklerini söyler, bizi etkiler. Sanatta amacı, :e güldürmek, eğlendirmek değil, bir ahlâk dersi de vermek; okuyucuyu, “bilgi konularda aydınlatmaktır. Bu bakımdan sık sık olayın akışını keser. Çok ca, senlibenli, kimi zaman lâübali; meddahları andıran bir anlatış rahatlığı :1e öyküsünü yürütür. Batı romancılığından geniş, çapta yararlanmıştır. Oku-beğendiği romanların benzerlerini yazar. Gerçekçidir; fakat romantizme, ola-üstü olaylara, garip rastlantılara yer verdiği çok görülür.
■ Hiç bir zaman güzel yazmayı dert edinmeyen; sanatı, amaç değil araç olarak müş olan Ahmet Mithat Efendi’nin yapıtları, bugün, için, değerlerini az çok dş olabilirler; fakat onları, Türk edebiyatının ilk roman ve öykü deneme-olarak düşünmeli, kendi çağı içinde değerlendirmelidir.
Yapıtlarının başhcalan: j öykü kitaplao: Kıssadan Hisse (1871), Letaif-i Rıvâyât (1871).
. Romanları: Haşan Mellah yahut Sır İçinde Esrar (1874), Hüseyin Fellah (1875), yaya İkinci Geliş -yahut- İstanbul’da Neler Olmuş (1874), Felatun Bey ile Rar Efendi (1875), Paris’te Bir Türk (1876), Yeryüzünde Bir Melek (1878), HcnUz ■finda (1880), Dürdane Hanım (1681), Esrar-ı Cinâyât (1883), Haydut Montarl ), Ahmet Metin ve Şirzat (1891) v.b.
Oyunları: Açık Baş (1874), Ahz-i Sâr -yahut- Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1874), •es özdenleri (1883), Çengi (1883), Eyvah (1884).
Gezi türünde; Avrupa’da Bir Cevelân (1889).
Tarih türünde: Kâinat (1871 – 1881), Üss-i İnkılâp (1876 – 1877), Tarlh-I Unu» (1910) v.b.
Anı türünde: Menfa (11876. Rodos untlan).
RECAÎZADE MAHMUT EKREM
ARABA SEVDASI
romanından :
(Romanın konusu:
Anadolu’nun birçok illerinde valilik yapmış bir vezirin çocu olan Bihruz Bey, yarım yamalak bir öğrenim gördükten sonra Bâ Âli kalemlerinden birine memur olarak girer. Biraz Arapça, Farsç ve Fransızca da öğrenir. Babasının ölümüyle, kendisine büyük bir m ras da kalır. Eğlenceye dalar. Hazır parayı tüketince malını mülk nü satmağa başlar. –
Bihruz Bey’in tutkuları var: Şık giyinmek, göze çarpmak, yaz kı demeden güzel arabasıyle gezip tozmak.
Bir gün Çamlıca bahçesinde, oraya zarif bir «lando» ile gelen i kadın görür. Bunlardan Periveş adındaki sarışın ve güzel olanına gö Iiinü kaptırır. Kadınlar, aralarında, haftaya yine geleceklerini kon şunca, Bihruz, bunu, verilmiş bir randevu sanır. Haftaya, bir aşk me tubu döşenir; buna Enderunlu Fazıl’dan bir şiir de ekler. Çamlıca’ yine karşılaşırlar. Bihruz, bir kolayını bulup mektubu verir.
Bihruz’un, soylu bir aile kızı sandığı Periveş, sokağa düşmüş, dillerde dolaşan bir kadmdır. Bihruz, onu bir daha göremez. Yanı tutuşur. O bahçe senin bu bahçe benim derken arabasıyle aramad yer bırakmaz.
Bir gün, yalancılığıyle tanınmış Kırk Yalan Keşfi Bey’e derdi döker. Daire arkadaşı Keşfî, fırsatı kaçırmaz. Periveş’i tanıdığını; b süre önce, onun tifodan öldüğünü söyler. Bihruz çılgına dönmüş t “
O melekler kadar güzel ve temiz kıza, tifo hastalığını yakıştıran;
O, olsa olsa, kendi aşkıyle veremden ölebilir. Bihruz’un tek umud tek isteği, sevgilisinin mezarını bulmak, üzerine kapanıp göz yaşı d mek; fakat o «nur-ı mücessemsin mezarı nerede?
Bir gün, Üsküdar’da, iskeleden kalkan bir vapurda sevgiliyi rür. Vapurun arkasından bakakalır. Gözlerine inanamaz, ilk görüş’ Keşfi Bey’e çıkışır. Keşfî Bey’de yalandan çok ne -var? Rastladığı !? dımn Periveş değil, ona çok benzeyen kız kardeşi olabileceğini sM ler. Bihruz, buna da inanır. Artık onun için her şey bitmiştir. DU rinin, acılarının peşinde sürüklenip gider.
Aradan aylar geçmiştir. Bir sonbahar günü, Veznecilerde, P; veş’i görür. Keşfî Bey’in yalanma kanmış olarak onu, sevgilisinin kardeşi sanır; fakat yanlarına sokulup konuşunca gerçekler orta çıkar.)
Buraya, romanın başından ve sonundan birer parça almmışlir,
Birinci Kısım
4
Bihruz Bey ilk hevesle beş altı ay kadar kaleme devam ederek da-ransızca bir ibare okumaya iktidar hasıl etmeden ağızdan bellediği yli elfaz ve terakip ile en alafranga genç beylerin tavır ve kıyafet 1 ve hareketini taklitte hakka ki bir büyük eser-i istidat gösterdi Bihruz Bey valideyninin tek evlâdı olduğu için zaten pek şımarık müş idi. Pederin servet ü samanı mahdumun her arzu ettiği şeyi cacık istihsal edebilmesine müsait olduğu gibi gençlik icabatm-olan temâyülâtma da hiç bir taraftan bir güne mümanaat görme-cihetle Bihruz Bey sonraları kaleme gidip gelmeyi pek seyrekleş-ş idi.
aleme gitmediği günler ise saçlarını kestirmek, terziye esvap ıs-mak, kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle lu’nda ötede beride vakit geçirir., cumaları pazarları da sabahle-rcalanyle yarımşar saat ders müzakeresinden sonra hanesinden çı-’ şamlara kadar seyir yerlerinde dolaşır idi. ilâyetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki, sırmalı esvap içinde
i veya at üzerinde., arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul’a geldikten sonra me-ç şeye masruf oldu ki birincisi araba kullanmak.. İkincisi alafran-lerin hepsinden daha süslü gezmek., üçüncüsü de berberler., kun-‘ar.. terziler ve gazinolardaki «garson»larla Fransızca konuşmak
f, kışlan Süleymaniye’deki konaklarında., yazlan da Küçükçam-
i köşklerinde ikamet ederdi. Kendisi gibi kibar zadegânm rağ-‘stereceği hiç bir seyir yeri bulunmazdı ki bu beyefendi en son a muvafık surette giyinmiş olduğu halde bazen yağız bazen kır beygir koşulu dört tekerlek üzerinde üstü ve yanlan açık süslü bir Ki ibaret olan ve seyis oturmağa mahsus yeri arka tarafında bu-i,RTabasıyle orada hazır bulunmasın, in meselâ zemherir içinde bir açık hava görünce arkasında mü-•lise halel vermemek için dar ve incerek jaket.. dizlerinin üzerin-mücerret süslü görünmek için bir kadife örtü bulunduğu halde j caddesinde.. Kâğıthane yollarında araba kullanmak hevesiyle t poyrazın karşısında tiril tiril titreyen Bihruz Bey yazm da otuz ” derece sıcak günlerde Çamlıca.. Haydarpaşa.. Fenerbahçesi yol-‘ yine o hevesle en kızgın güneşin altında flâşım haşım haşlanır ‘ t bu azabı kendisine en büyük zevk addeder idi. Bihruz Bey, her Eğitse., her nerede bulunsa maksadı görünmekle beraber görmek İniz görünmek idi.
5 ‘ilmin modasına göre bazen koyu bazen açık renkte guyet dut’
bir nısfı firenk gömleğinin dimdik duran yüksek yakasıyle örtülmil bileğinden aşağı ellerinin yarısından ziyadesi yine o gömleğin uzun ları içinde saklanmış olduğu halde Bihruz Bey arabanın ön- tarafır bulunarak hayvanların terbiyesini tutar.. Parlak düğmeli lâcivert resi., malta renginde açık ve dar pantolonu.. di£ kapaklarına kadar kan uzun konçlarının yukarıdan tersine kıvrılmış tarafı beyaz orad aşağısı siyah çizmeleri ve Bey’inkinden daha açık büyücek fesi ile se de mevki-i mahsusunda oturarak Beyefendi’nin harekâtına dikkat ed di.
Dördüncü Kısım 15
Bey düştüğü reh-i narefte üzerinde calib-i nazar-ı hayreti olan yİ mak derya-yı huruşamm ister istemez temaşaya dalmış idi. Önünd gelip geçen hanımlara dalgın dalgın bakıp dururken yüreği birden şiddetle oynamağa başladı. Zavallı gencin reng-i siması uçuverdi, mndan aşağıya doğru giden iki hanımın kırmızı şemsiyelisini maşı fâniyeye benzetti. Hanımın kalınca yaşmağı altındaki çehresine dikk baktığı zaman Üsküdar vapurunda uzaktan gördüğü hanım yani ma ka-i fâniyenin hemşiresi olduğunu tanıdı. Artık iki aydan beridir me ettiği mezarın mevkiini öğrenmek için ele geçen bu fırsatı kaçırman lâzım olduğunu düşündü. Binaenaleyh kırmızı şemsiyeyi takibe ka vererek harekete mübaderet etti (girişti). Kırmızı şemsiye durdukça] da durdu. O ilerledikçe bu da ilerledi. Nihayet hanımlar Şehzade k(j kolunun köşesinden sağa saptılar. Bey de saptı. O sokak her ne ka berileri kadar kalabalık değil ise de bütiin bütün tenha da olmadıj dan bey şemsiyeye pek yaklaşmak istemiyordu. Kırmızı şemsiye hayli gittikten sonra sağda bir sokağa saptı. Bu sokak da gelenden çenden hâli değildi. Hanımlar önde Bihruz Bey arkada biraz daha di. Yine sola sapıldı. Burası tenhaca idi. Beyin de artık daha ziyade b lemeye tahammülü kalmamış idi. Kırmızı şemsiyenin yanına vardı. mi7.ı şemsiye ise takip olunduğundan haberdar olmadığından beyin ğınm sesini alınca döndü kendisine baktı. Bu dakikada Bihruz Bey] tık kırmızı şemsiyeli hanımın yüzüne bakmıyordu. Gözleri yerde ojj ğu halde meramını arz etmeğe başladı., hanımı da mukabeleye mcc etti:
—• Ah! Pardon efendim!., mil (mille: bin) pardon!..
— Niçin? Ne var pardon diyecek?..
— Ah! Nasıl söyleyeyim? Dilim varmıyor., lâkin mecburiyet..
İki aydır ne kadar sufrans (souffrance: ıstırap) içinde olduğumu bl| niz bana merhamet edersiniz.
— Ne istiyorsunuz?.. Adamlar geliyor.. Çabuk söyleyiniz…
— Ahi Nasıl söyleyim? Hemşirenizin.. Ofl.. Söyleyemiyorum..
lunuz ki hemşireniz.. Âh! Bir anj (ange: melek) gibi şast (chaste: olarak gitmiştir..
Ne söylüyorsunuz anlamıyorum ki..
Ah! O zavallı meleği görmüş sevmiş idim.. Benim bahtsızlığım., affediniz!
Ne istiyorsunuz diyorum size..
Hemşirenizin mezarını öğrenmek isterim..
Benim hemşiremin mezarım?..
Evet! Pardon., kusurumu affedin.. Ne yapayım., zat-ı seniyenizi şahsınızı) temin ederim ki..
Siz hemşiremi nerede gördünüz?..
Çamlıca bahçesinde gördüm.. Lâkin sizi temin ederim ki.. Ah niz bir anj idi..
Konuştunuz., görüştünüz mü idi?..
Evet! Lâkin ma parol donör (ma parole d’honneur: şerefim üzerim) namus dairesinde konuştuk. Ah! Kom se trist (comme c’est ne kadar acı)! Mil pardon efendim., ne söylediğimi., ne söyleye-de bilmiyorum. Evet! Topu bir defa konuştuk!..
Bahçede konuştunuz öyle mi?..
Evet! Efendim, bahçede ah!..
Havuz başında olacak..
Evet! Evet Ah! Siz nerden biliyorsunuz?..
Siz ona bir çiçek verdiniz galiba.
Ah! Evet!.. Bir çiçek., ma povr flör (ma pauvre fleure: zavallı )L
1 O da size teşekkürler etti., çiçeği aldı göğsüne iliştirdi.. Öyle Ah! Öyle oldu..
Azıcık geri kalın., şu adamlar geçsin..
Peki efendim..
Ey, sonra?.. Başka bir defa kendisine bir mektup da verdiniz
Ah! Pardon efendim., mektup başka bir şey değildi., maryajımız ;e: evlenme) için bir teklif idi!
Hemşiremi beğendiniz., sevdiniz mi idi?
Ah! Bilmezsiniz., tasavvur edemezsiniz ne (kadar sevmiş idim.. Vefat ettiğini nereden duydunuz?
îki ay., tamam iki ay gezdim., aradım., bir yerlerde görmek mli-olmadı. Birdenbire kayboluşuna bir mana veremiyordum. Kor-„um.. kimseye soramıyordum. Nihayet o malörü (malheur: l’olfl-ber aldım. Ah! Kom je suffer (comme j’ai souffert: ne kudur m ı
belli cok üevdiülniz ictn rtldü.pdünüy…
— Ah! Ben mi öldürdüm? Onun için ben her dakika ölmeğe haz idim., o gideceğine keşki ben gideydim.. Hâlâ bana hayat haram old gözüm dünyayı görmüyor. Povr anj (Pauvre ange: zavallı melek)!
— Şimdi görseniz hemşiremi elbette tanırsınız değil mi?
— A!.. Ne demek efendim., ne demek?. Hif tanımaz mıyım?
— Hele yüzüme bir iyi bakınız., sakın hemşirem sandığınız ben mayım?.
— Ah!. Ne kadar benziyorsunuz!..
— Beyefendi! Beni anam bir tane doğurmuş., ne hemşirem var de biraderim..
— Ah! Gerçek mi söylüyorsunuz?.. Emposibl (impossible: imkâ
sız)!
— Bahçede hemşiremle beraber gördüğünüz hanım da bu hanı değil mi idi?
Periveş Hanım’ın önü sıra giden Çengi Hanım bu aralık arkası dönüp bakarak ve istihzaâmiz tebessüm ederek: «Küçük bey ihtiyar madan benim gibi bunamış galiba!…» dedi. Bihruz Bey de Çangi nım’m Çamlıca mülâkatı gününden kulağında kalan sesini pek iyi ta dı. Onun üzerine hanımların yanında mahcubiyetini tahfif edecek maazeret aradı ve tekrar söze başladı:
— Ah! Pardon! Mil pardon!.. Kabahat benim değil.. Keşfi Bey s‘ ledi.. işte işte o aldattı beni.
— Zarar yok!.. Bari bundan sonra sevdiklerinizi çabuk çabuk zara göndermeyin..
— Ah! Pardon!.. Fakat niçin landonuzla gezmeyip de böyle ya-geziyorsunuz?..
— Nasıl lando?
— Hani sizi bahçede ilk gördüğüm günki güzel ekipajmız (eq-page: güzel binek arabası, maiyet), süslü arabanızla gezmeli d misiniz?..
— Ha!.. O araba bizim değildi., biz onu kira ile tutmuştuk..
— Vah vah!
— Ey! Sizin mahut san fayton ne oldu?.
— Onu alacaklı zaptetti… şey., mösyö Kondoraki’ye bıraktım…
— Yazık!…
(Servet-i Fünun No: 259, 291, Yıl; 1312 – 1
«Araba Sevdası», 1889’da yazılır, 1895’te Servet-i Fünırn dergisinin 258. sayısmdan başlamak üzere, resimli olarak yayımlanır, 1898’de kitap olarak çıkar. Roman, yazılış tarihinden otuz yıl kadar önceki yaşamı ele almıştır, ba Sevdası, kendi ulusal eğitimimizden kopmuş, ne olduğunu kavrayama-fiti uygarlığımı, giyim kuşam, eğlence; bayağı bir dış taklit sanmış bir genidir. Yeni bir uygarlık çağının eşiğinde, öteden beri türeyegelen bu tip-{ biri inceleniyor romanda. Bihruz Bey, gerçekler içinde gerçekleri göreme’ ve yanlışlar içinde yuvarlanıp giden; bütün kimliğini, kılık kıyafetin-bir bakıma dayanak noktasını meydana getiren «araba»smdan alan
sevdası, yazarın, içinde bulunduğu romantizmden silkinişidir. Çevreye .«yaşamı tasvir ederken kullandığı ölçüler; kişileri, kendi var oluşları içinde İ; onların davranış ve düşüncelerini, kendi eğiliminden yeteri kadar koru-; bilmiş olması bakımlarından, Recaîzade Ekrem, o çağın romancılığı içinde iliğin başarılı bir örneğini vermiştir. Ne yazık ki yazar, bu yapıtı ile açtığı ez ve roman, onun sanatında, bu türün tek Örneği olarak kalır.
1 — Bihruz Bey nasıl bir tiptir? tç ve dış görünüşüyle
onu kısaca tanıtınız.
2 — Ailesinin bu alandaki başıboşluğunun, yarım yamalak görülen bir okul eğitiminin, çevresinin, Bihruz Bey’in
apışında ne gibi etkileri olabilir? i» Kendi varlığındaki köksüzlüğün farkında olamamış bu tip insanları, top-şısmdaki görevleri bakımından suçlu ya da sorumlu görebilir miyiz? Ger-«ululuğu nerede, kimlerde aramalıyız? iyi bir aile ve okul eğitiminden | kalmış bu insan tipini karşımıza çıkarmakla yazar, bize ne söylemek isli’ Recaizade, romanının önsözünde: «… Hakikat veya imkân dairesinde ta |Vto tasvir olunmakla meşrut (koşullu) olan büyük küçük hikâyeler ise va-iral-i beşeriyyetin (insanlık durumları olaylarının) birer mir’atı ibret-nü-I (ibret verici aynasıdır). Bu mütalâaya göre Muhsin Bey hikâyesi, erbab-ı ca (okuyucularca) ağlanacak şeylerden görülmüş olduğu halde bu Araba gülünecek hallerden addolunsa (sayılsa) gerektir. Fakat dikkat olunur-ıdan elbette daha hazin., elbette daha çok müellimdir (acı vericidir)» di İa nasıl bir roman anlayışı var? Yazar, gerçekçi midir? Eğitici bir amaç mu? Gülünç görünen roman, ne bakımdan acıdır?
Bihruz Bey, batılılaşmayı nasıl anlamış, Fransızcaya niçin merak sar Onun için: «Görmekten ziyade görünmek arzusundadır» deniyor; bu, ııc r?
Bihruz Bey’le Felâtun Bey arasında bir karşılaştırma yapınız.
1 — Bihruz Bey’de, kendi anadiline karşı bir aşağılık duygusu var. Bu, nedendir? Onda niçin «anadil sevgisi» gelişe memiştir? Bugün de, anadilini, batı dillerinden aldıftı söz diklerle dolduran, bunu bir kültür üstünlüğü sanan kim »atlıyor musunuz? Bunlar için düşünceniz nedir?
Bihruz Bey’i, diliyle, gülünç buldunuz mu? O, bu durumunun fnrkındn Yazar, okuyucularını ve rorpanda çevresini kahramanına güldUrtniPklc ıı< t, no demek istiyor? Ya7j»rın düşünccslni bflirtlnlz,
ı—*—-i« – *——- — -an «- — il «mı»»
Pbrdımcı | Bilgiler:
Üzerinde
celeme:
Yazarın kendi dil ve üslûbunu bize veren parçalarla kişilerin konuşma dilini l şılaştırarak aradaki ayrılığı belirtiniz.
4 — Yazarın, romanın kişilerini, onların kendi dilleriyle konuşturmasını sil bir sanat anlayışına bağlayabilirsiniz?
Post it skanerler paylaşmak istediği şey göstermek olabilir. Bu, bu keşfetti için yeterli tesadüfi olmuştur kim bir lot için kazançlı çıktı geldi bir son derece güçlü bir teknik olmuştur!