Akdeniz’in Tarihi, İnsanlık Tarihi Kadar Eskidir
Akdeniz tarihi üzerine yapılan araştırmalar ve yayınlanan kitaplara rağmen bu sahanın dünya tarihindeki öneminin anlaşılması için ilmvakademik çalışmalara fazlasıyla ihtiyaç duyulmaktadır…
Akdeniz tarihte büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir deniz, havza ve coğrafyadır. Tarihin bazı dönemlerinde aynı anda birçok medeniyetin var olduğu , ilişki kurduğu ya da çarpıştığı bir alandır Akdeniz. Sadece denizi ya da kıyılarıyla değil, buralara bağlanan kültürel, ticarî ve coğrafî alanlarıyla da Akdeniz kendi fizikî görüntüsünün çok ötesindedir.
Cambridge Üniversitesi’nde Akdeniz Tarihi Profesörü olan David Abulafia’nm uzun yıllar yaptığı araştırma ve çalışmalarının mahsulü olan “Büyük Deniz؛ Akdeniz’de İnsanlık Tarihi” adlı kapsamlı ve oldukça hacimli kitapta Akdeniz uygarlıklarını bir arada görmek mümkün. Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde M.Ö. 22000-1000 yılları arasındaki hadiseler oldukça canlı bir anlatımla okurla buluşturulmuş. İkinci bölümde M.S. 600’e kadar Akdeniz’deki savaşlar, ittifaklar ve bir bakıma kültürel başlangıç dönemi bütün yönleriyle ele alınmış. Üçüncü bölümde ise 1350’ye kadar gelişen hadiseler içinde İslam ve Hıristiyanlığın Akdeniz’deki rekabeti, Büyük Deniz’deki değişim, imparatorluklar ve tüccarlar bütün önemli noktalarıyla ortaya konulmuş.
Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’de büyük bir güç olarak yer aldığı dönem ise dördüncü bölümde ele alınıyor. 1830’a kadar Akdeniz’de Osmanlı ve diğer Akdenizli güçlerin savaşları, ittifakları, fetihleri ve gemileriyle tüccarların bu denizde ne kadar yer alabildiği, ticaretin Akdeniz’de ne şekilde yapıldığı detaylıca ele almıyor. Son bölümde ise Akdeniz’in 2010’a kadarki sarsıcı süreci anlatılıyor.
Antikçağ’dan Yeniçağa Akdeniz
Akdeniz’in tarihi kuşkusuz insanlık tarihi kadar eskidir. Bu denize kıyısı olan koloniler, kentler denizin her türlü olumlu-olumsuz etkisine açık durumdaydılar. Ticaretle zenginleşmelerine rağmen bu durumları düşmanları için cazip bir hedef olmaları demekti. Dolayısıyla kentler hem ticarî hem de askerî yönden güçlenmek zorundaydılar. Aksi takdirde bu cazibe merkezinde tutunmak oldukça zordu. İmparatorlukların ortaya çıkışından sonra ise güçlü liman şehirlerini ellerinde tutanlar nimetlerinden fazlasıyla istifade ediyorlardı. Ancak tehdit, her zaman olduğu gibi yüksekti.
Osmanlılar Akdeniz’de
Akdeniz, 16. yüzyılın başlarından itibaren büyük nisbette Osmanlıların hâkimiyet alanı haline geldi. Yazara göre Osmanlı genişlemesinin aşikâr izahı,
İslam dinini yayma arzusu ve atalarının gaziler olarak Bizans’a karşı yaptığı savaşları unutmamalarıydı. Aynı zamanda Osmanlılar, kitap ehli toplulukları değerli bir vergi kaynağı kabul ediyorlardı. Ticaretin gelişmesine ve korunmasına büyük önem vermelerinden dolayı da Akdeniz’de hâkimiyeti sağlamak için bütün güçlerini kullandılar, bütün tedbirleri aldılar.
Osmanlıların Akdeniz’de varlık gösterme, yayılma ve hâkimiyet kurma hikâyesini anlatan yazar, okuyucuyu uzun ve sıkıcı detaylardan kurtarıp genel resmin görülmesini sağlıyor. Böylece genel okur kitlesinin ilgi duyacağı şekilde, Osmanlı Akdeniz’ine dair etraflı bir bilgi veriyor.
Akdeniz tarihi araştırmaları kapsamında son yıllarda yapılan araştırma ve yayınlanan kitaplara rağmen Akdeniz’in dünya tarihinin çok önemli bir alanı olduğu hakkıyla anlaşılmış değildir. Bu sebeple ilmî ٠٠ akademik çalışmalara her alanda fazlasıyla ihtiyaç duyulmaktadır.
Korsan Değil, “El-Guzât Fi’l-Bahr”
Bu günümüzde, birtakım yönlendirmelerin de tesiriyle “korsan” denildiğinde haydut ve eşkıya görüntüsü canlanıyor insanların zihinlerinde , ve bu tabiri Osmanlı da kullanmış* Dolayısıyla ortada bir kafa karışıklığı var* Osmanlı korsanlığı konusu bizde nasıl anlatılıyor? Bu noktadan başlayalım isterseniz.
Esas itibariyle Osmanlı denizciliği zaten bilinen bir konu olmadığı için korsanlık onun içinde kaybolmuş. Avrupalılar da korsanlığı kendi zaviyelerinden bakarak haydutluk, eşkıyalık gibi anladıklarından “bizde nasılsa onlarda da herhalde öyledir, zaten Osmanlılar hep çapulcudur, yağmacıdır. Osmanlıların denizcileri yok ki zaten, işte birkaç korsan, onları komutan yapmışlar, Barbaros gibi” demişler. Hiçbir zaman doğru yere konulmamış Osmanlı korsanlığı. Gerçekten ben de derslerimde diyorum “şimdi korsan deyince siz o Karayip korsanlarını anlayacaksınız; tek gözü kapalı, omzunda baykuşu, bulduğunu yağmalayan, tam bir haydut, eşkıya tipi”. Böyle canlanıyor, çünkü sunulan bu. Bu tamamen hilafı hakikat bir şey değil aslında. Tarih boyunca bu tip denizcilik hep var olmuş. Hatta günümüzde bile korsanlık var ve bugünküler de aynı manada birer korsan. Yani hayduduk ve eşkıyalık yapıyorlar. Fakat Osmanlı denizlerindeki faaliyete baktığımızda korsanların, yarı bağımsız hareket eden bu denizcilerin kimliklerini, ne yaptıklarını, kendilerini nasıl tanımladıklarını, devletin onları nasıl tarif ettiğini anlamadan onlar hakkında söz söylemek, eğer kötü niyetli yaklaşılmıyorsa, cahilane hüküm vermek oluyor.
Peki bu çerçevede ‘Osmanlı korsanı’ tabiri yanlış olur mu?
Korsan kelimesi gerçekte Arapçadan Türkçeye geçmiş ama oraya da İtalyanca “corsaro”dan gelmiş bir kelime. Zaten Batı’da da haydutluk manasına olan “pirate” kelimesiyle korsan kelimesini ayırdıklarını görüyoruz. Ama Osmanlılar ‘korsan’ kelimesini Avrupalı haydut denizciler için kullanıyor. Kendi denizcileri eğer hukuku çiğnemişlerse, kim olursa olsun haydutluk ve haramilikle suçluyor.
Bilhassa da 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başları için kullanmamak lazım. Çünkü onlar kendileri için kullanmıyorlar bunu. Eğer eşkıya, haydut anlamında kullanacaksalar o zaman ‘harami levendler’ diyorlar.
Osmanlı korsanlarının dışında da Akdeniz’de korsanlık var. Sırf Osmanlı hedeflerine zarar vermek üzere ortaya çıkmış bunlar. Mesela Uskoklar var Adriyatik’te. Aynı dönemlerde Karadeniz’de de Kazak korsanlar zuhur ediyor. Aynı dönemde iki ayrı millete ait bu deniz korsanlığının acaba arka planında ortak bir şey mi var? Veya bu zamanın şardarma göre ortaya çıkmış bir oluşum mu? Bunu henüz manalandıramadık. Çünkü aynı tarihlerde de Müslüman Osmanlı, Afrikalı, hatta mühtedi ve Endülüs’ten Cezayir’e geçmiş ve denizciliğe başlamış Endülüs Morisko Müslümanlarının da Cebelitarık’tan çıkıp Fas’ta üs kurup yaklaşık 50 yıl süre ile bütün Güney İngiltere’yi, Galler bölgesine kadar defalarca yağmaladıkları, esir ve ganimet aldıkları bir korsanlık var. Bunların hepsi aynı tarihi süreçte meydana gelmiş.
Osmanlılar, korsanlan nasıl görmüş, nasıl tanımlamış?
Esasında korsanlığı farklı nokta-i nazarlardan incelemek lazım: Faaliyetleri, hukukî durumları, ne zaman daha çok görüldükleri vb. Aksi halde meseleler birbirine karışıveriyor.
Bu konuyu araştırmaya başladığımda, Osmanlıların bu meselede bir yanılgısı olmadığını gördüm. Yani hiç tereddüt etmiyorlar, “kim, nedir” konusunda. On beşinci yüzyılın sonlarından itibaren ciddi anlamda gündemlerine gelmiş olan, tanımladıkları, bir bakıma istihdam ettikleri ve varlıklarını tescil ettikleri, adeta bir müessese olarak korsanlık var. Denizlerdeki savaşçıların Osmanlı öncesinde de adı zaten “el-guzât fi’kbahr”, yani deniz gazileri. Tabi bunlar, Osmanlıların “harbî kefere” dediği düşman devlet denize ileriyle hiç fütursuz ovalıyorlardı. Yani karada ordular hangi amaçla ilerliyorsa, onlar da denizde aynı şeyi yapıyorlardı.
Akdeniz’de deniz gazilerinin ciddi bir güç olarak görülmeye başlamaları hangi devirlere rastlıyor?
Şunu söylemeden geçmeyelim; 14824495 arasında ne oldu da bu gazi-korsan denizciler mantar biter gibi bittiler? Çünkü korsanlığın nüvesi o zaman neşet etti. Fatih’in vefatından sonra oğulları Bayezid ve Cem arasındaki ihtilaflar, aslında bütün bu hadiselerin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Çünkü Cem, Bayezid’e yenilerek, Rodos şövalyelerine sığınmış, onlar da onu Fransızlara teslim etmişlerdi. Bu defa Osmanlı yönetimi, Sultan Bayezid başta olmak üzere endişelendiler. Avrupalıların bir şekilde Cem’i kullanarak Osmanlılar üzerine bir sefer düzenleme endişesi, 14824495 arasında donanmanın Orta ve Batı Akdeniz’e geçmesine mani oldu gerçekte. Çünkü Avrupa ordularının başına geçecek bir Cem, Osmanlı Devleti için ciddi bir tehdittir, içeride de Cem taraftarları vardır zira.
Hâlbuki o sıralarda ispanya’ın Endülüs Müslümanlarına baskıları artmış, oradaki mücadele büyüyor. Hatta 1492’de orayı tamamen ele geçirdi ispanyollar. Osmanlılar devlet gücü olarak onlara hiçbir şey yapamadılar. İşte bu süreç Osmanlı denizciliğinin korsanlık adı altında, gerçekte deniz gaziliği olarak Orta ve Batı Akdeniz’de zuhur etmesinin önünü açtı, adeta teşvik etti.
Biraz daha sonrasında Şehzade Korkut’un da denizcileri desteklemesi ve hatta Oruç Reis’e gemi hediye etmesi gösteriyor ki önceki dönemde de böyle bir anlayış hâkimdi.
Resmî devlet donanmasının harekete geçmediği bir zamanda bu bağımsız denizciler, Akdeniz’e açılmaya başladılar. İşte onların daha ilk fidelikleri bu dönemlerde başladı. Ve orada isimleri bizce malum bile olmayan muazzam sayıda denizci ve onların oluşturduğu filolar ortaya çıktı ki İspanyaya en büyük darbeyi de bunlar vuruyordu.
Osmanlı’da Korsanlık Hukukî Temellere Dayanır
Biraz da Osmanlı korsanlığının hukukî durumundan bahsedecek olursak; devlet, korsanlan nasıl bir hukukî çerçeveye koymuş?
Osmanlılar denizcilerin iki statüde Akdeniz’de bulunmalarını sağladılar. Birisi resmî donanma idi. Diğeri de donanmaya destek olan, zaman zaman da bağımsız filolar kurarak Akdeniz’de dolaşma izni almış ama aynı hukuka tabi bir yapı idi. Esasında, bazı meslektaşlarımın karıştırdığı şey de bu zaten. Zannediyorlar ki bunlar, çapulcu, akıllarına estiği gibi hareket eden bağımsız yapılar. Devlet donanması böyle şeyler yapmaz. Osmanlı donanması denize açıldığı zaman birinci vazifesi Osmanlı karasularını ve kıyılarını korumaktır. İkincisi, varsa bir sefer, onu gerçekleştirmektir. Üçüncüsü, zaruret olduğunda denizde savaşmaktır. Bunların hiçbirisi söz konusu olmadığı zamanlarda da kendisine düşman olan, yani hiçbir eman verilmemiş, ahid yapılmamış devletlerin gemilerine veya topraklarına akın düzenlemektir.
Bunu sadece korsanlar yapmıyor. Donanma yeri geliyor, yolu üstündeki Malta’ya bir çıkarma yapıp orayı yağmalayabiliyor. Keza Sicilya’ya, İspanyaya yapıyor. Peki niçin diğerlerine yapmıyor? Zaten konuyu açıklayan esas nokta bu. Çünkü kendisine ahidname verdiği, eman verdiği, dost ve müttefik devletlere karşı asla bu tür hareketlerde bulunmuyor.
Zaten korsanlığın hukuku olduğunu benim ısrarla vurgulamamın sebebi bu، Mamafih bu Osmanlıların ihdas ettiği bir hukuk değil zaten. Bu İslam hukukunun bir gereği, yani cihat yapan, gaza yapan bir devlet için hukukun iki yüzü var: Bir, dost olanlarla barış halinde olmak, müttefik olmayan, eman verilmemiş devletlerle ki onlar harbî keferedir daimi savaş halidir. Bu, gece-gündüz savaşılacak demek değil. Her fırsatını bulduğunda, bunlarla her karşılaştığında savaşacak demektir.
Yani düzenli devlet donanmasıyla korsanlar aynı gayedeler diyebiliriz.
Düzenli ordunun yaptığı da; bağımsız olarak dava uğruna mücadele eden denizcilerin yaptıkları da bu. Aralarında hukukî bakımdan hiçbir fark yok. Ve onlar da bu devletin aslında himayesindeler.
Nitekim korsanlıkla ilgili hukuku düzenleyen ilk ahidname;
1521’de Venedik’e verildi. Çünkü ahidnamede böyle bir madde olmadığı için zaman zaman saldırılara maruz kalıyorlardı. O yüzden korsanlarla alakalı madde bulunan ilk ahidname 1521 tarihli Venedik ahidnamesidir. Ondan öncekiler daha çok prensip olarak dost ve müttefik olanlarla savaşmamak için verilmişti. Bu durum, dostluk devam ettiği sürece tabi.
Nitekim 16. yüzyılın ortalarında da gönüllü levent reisleri vardı ve bunların reisi Turgut Reis’ti. Donanmada görevli olmayan denizcilerin, bu gönüllü levent reislerinin çatısı altında toplandıklarını görüyoruz. Ki bunlar, mesela İnebahtı sonrasında donanma yeniden ihya edilince, ertesi sene Akdeniz’e açıldığı zaman, yaklaşık 250-300 gemiyle donanmaya katıldılar. Yani devlet harekete geçtiği zaman bunlar hazır unsur olarak bulunuyorlardı. Diğer önemli bir nokta şu ki, devlet donanması malum, rûz-ı hızırdan rüz-ı kasıma kadar Akdeniz’de olur. Bazen donanmanın çıkışı hazirana, temmuza sarkabilir.
İşte bu gönüllü levent reisleri, donanmanın İstanbul’a dönmesinden sonra Akdeniz’de^ bütün varlığı kontrol ederler، Yani ispanya. Malta, Floransa, Ceneviz, Toskana Dükalığı’nın ^rikat gemileri.„ Bunların Müslüman gemilerine zarar vermek amaçlı korsanlık faaliyetlerini gönüllü levent reisleri engellerler. Veya onların dolaşmaması için bunlar akm düzenlerler. Dolayısıyla denizleri yaz ve kış mevsiminde tam bir konttol altında tutarlar.
Kâtip Çelebi’nin donanmanın üst kademelerine korsanlıktan yetişme gemicilerin gelmesini istediğini yazmıştınız• Korsanlık, Osmanlı donanmasındaki denizciler için bir nevi okul, bir yetişme alanı diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Zaten en önemli isimlerden mesela Kemal Reis, donanma komutanı oldu sonra. Flayreddin Faşa Cez^ir’i yönetiyordu evet, ama Osmanlı donanma amirali yani mirmîrân’1 bihâr olduğu zaman, Cezayir’i Bahpi Sefid eyaletinin beylerbeyi olduğu zaman o artık bir devlet adamıydı, bir vezirdi ve divana katılmaya başlamıştı. Yani bu insanlar bütün tecrübelerini devlet için kullanıyorlardı. Nitekim Uluç Ali Reis, sonra Kılıç Ali Paşa olan o ünlü Kalabriyalı denizci de bu yolda yetişmesine rağmen sonra kademe kademe, önce bir kadırga reisliği, sonra sancak beyi, sonra da bir eyalette beylerbeylik yaparak buralara kadar yükseldi. Yani kaptan paşa oldu. Bunlar, devlet donanmasında görev almaya başladıktan sonra hiyerarşiye riayet etmek, liyakat ve ehliyet göstermek suretiyle başarılar kazandılar ve kaptan paşa oldular.
Hatta sizin ilk defa derinlemesine ortaya koyduğunuz Garb Ocakları var. Yani artık sistematik bir şekilde orduya dâhil olarak görülebilir mi?
Zaten Cezayir, Tunus, Trablusgarb; bunlar Osmanlı denizciliğinin en önemli destek donanmalarına sahiptiler. Batıklar bunları ayırıyorlar. Sanki onlar bağımsız bir yapıya sahipmiş gibi. Halbuki onların her biri bir Osmanlı eyaleti idi. Ve gerçekte de denizlere tahsis edilmiş idi. Bazı Avrupalı meslektaşlarımızın ‘Osmanlıların Akdeniz’de deniz üsleri yoktu o yüzden orada daimi bir üstünlükleri yoktu’ tezi manasızdır. Bütün bu Kuzey Afrika ve İskenderiye, Kıbrıs, Rodos, İnebahtı, Avlonya, Karlıili gibi sancaklar donanmanın emrinde idi ve bütün bu sahil filoları aynı zamanda donanmanın üsse geldiği, geri döndüğü zaman denizlerdeki muhafaza görevini görüyorlardı. Devlet bunlara böyle bir görev veriyordu. Bizim Divân-ı Hümayûn’da tutulan Mühimme kayıtlarında bunların çok örneklerini görmek mümkün.
Batılı Tarihçiler Osmanlı Tarafım Göz Ardı Ediyorlar
Avrupalı korsanlar ile Osmanlı korsanlarını birbirinden ayıran temel dinamikler nelerdir?
Burada iki tarafı birbirinden ayıran asıl bariz özellik tâbi oldukları hukuk. Aksi takdirde gemideki varlıkları genel olarak birbirine benzeyebilir. Onda savaşçılar var, onda da var; onda kürekçiler var, onda da var. Ama onların kültürlerinden gelen farklılıklar bulunabilir. ٦
Fakat Müslüman olması hasebiyle Osmanlı deniz gazilerinin gemilerindeki hayat onlardan farklıdır. Yalnız bu konuda da ciddi yanlış m kanaatler var. Zannediyorlar ki denizci dediğiniz, hele korsan dediğiniz ٠ zaten serseri ve eşkıya takımı. Bunları her türlü pis işe bulaşmış bir tip zannediyorlar. Bunlar hep kendilerinde fazlasıyla var olduğu için karşıda da öyle sanıyorlar. Osmanlı denizcilerine bu konuda ciddî haksızlık yapıyorlar. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil.
Kendi zaviyelerinden böyle görüyorlar ama bizim kaynaklarımıza da bakmıyorlar.
Osmanlı deniz gazilerine “haydut” yaftasının takılmasının asıl sebebi, karşılarındakilerin onları algılama biçimi. Yani kendi denizcileri ne yapıyorsa Osmanlı denizcilerinin de öyle yaptığını zannederek onları öyle tanımladılar. Kendi bakımlarından haklıydılar da. Çünkü nihayetinde kendilerine zarar veren, gemilerine el koyan, insanlarını esir eden birileri bunlar. Bu gözle baktıklarında, kendi düşmanları olarak Osmanlı denizcilerinin yaptıklarını, bir haydutluk ve eşkıyalık olarak görüyorlar.
Diğer taraftan, Osmanlı deniz gazilerinin, yani yarı bağımsız hareket eden unsurların denizdeki hayatını, daha çok bir sefahat hayatı gibi anlatmaya çalışanlar burada son derece büyük bir hata yapıyorlar.
Çünkü bir kere elimizde onların kendi hayatlarını anlatan metinler var. Yani bunların güvenilirliğini zorla tartışmaya kalkarsanız o zaman hiçbir kaynağın güvenilirliğini kabul etmeyebilirsiniz zaten.
Gazavâta Hayreddin Paşa bize bu gemilerde nasıl bir hayat olduğunu, devlet donanmasına iltihak etmeden önce de bu deniz gazilerinin Akdeniz’deki serüvenlerini ifade ederken, kullandıkları, anlattıkları hadiselerden hiçbirinde böyle bir şeye tevessül ve tenezzül edilmediği, hayatlarının hiçbir tarafında bunun olmadığı, sırf cihat ve gaza için bu savaşları yaptıkları ve onun gereği olarak da ganimetler aldıkları, bu ganimetleri de yine İslam hukukunun bir gereği olarak beşte birini ülü’l-emre, yani sultana verdikten sonra kalanı kendi aralarında reislerinin bölüştürdüğünü çok net bir şekilde her defasında görüyorsunuz.
Hocam Akdeniz korsanlığa çok müsait bir saha İspanya’ya kadar olan bölgenin haricinde okyanuslarda ve Kızıldeniz civarında korsanlık faaliyetleri açısından mevcut durum nasıldı?
Akdeniz aslında açık bir deniz sayılır o günün şartlarında. Çünkü bugünün Amerika’sı tabi ki başka türlü çağrıştırıyor. Ama o gün Amerika henüz keşfedilmiştir. Ve varlığının dünya algılaması için çok bir önemi yoktur. Ama Osmanlılar buna rağmen Akdeniz’in dışında;
Fatih’in Gelibolu’da Yüz Kadırgası Savaşa Hazır Halde Bekliyor
“İleri görüşlü bir hükümdar olarak Fatih Sultan Mehmed’in 1475’te Gelibolu’da yüz kadırgası savaşa hazır halde bekliyor. Avrupalı büyük donanmaların henüz Akdeniz’de boy gösteremediği bir zamanda üstelik. Yüz kadırga demek, bugünün yüz firkateyni demek. Küçük gemiler de var. Bunlar olmadan kadırgalar zaten tek başına bir donanmada bulunmazlar. Onun küçükleri kalyatalar, firkateler, pergendeler, ateş kayıkları, tabi nakliye gemileri var, top gemileri, at gemileri… Fatih bunların hepsini teşkilatlandırmış. Bu yüzden Osmanlıların neyi Avrupa’dan aldıklarını, neyi daha sonra kendilerinin teşekkül ettirdiğini birbirinden ayırmak lazım. Sanki hep onların taklitçisi gibi davranmış varsayanlar, Osmanlı tarafına hiç bakmadan bunu söylüyorlar. Aslında kabul etmeleri lazım ki Osmanlılar hakkında söylediklerinin tutar tarafı yoktur. Çünkü bunlar çoğu defa Batılı tarihçilerin görmezden gelme prensibini esas alarak Osmanlıları dışlıyorlar.”
Cervantes de Korsanlara Esir Düşmüştü
Meşhur İspanyol edebiyatçı, Don Kişot yazarı Miguel de Cervantes 157l’de Osmanlı donanmasının mağlup olduğu İnebahtı Deniz Muharebesinde bulunmuş ve hatta yaralanmıştı. 1575’te ise İtalya’dan gemiyle İspanyaya dönerken gemisi, Garb Ocaklarına bağlı Türk korsanlarınca ele geçirildi ve kendisi de esir alınarak Cezayir’e götürüldü. Daha sonra fidye ile serbest kalacak olan yazarın eserlerinde, 1575- 1580 yılları arasında geçirdiği bu esaretin izlerini görmek mümkündür. Cervantes bir eserinde, Müslüman bir korsanı şöyle konuşturur: “İspanyolların bizi takip etmesi o kadar önemli değil ki. Gemilerine kendi yükleri engel oluyor. Düşmanı kaçırmak yahut sıkıştırmak için hızlı hareket şart. Biz hafif silah kullandığımız için alev kadar özgürüz… Rüzgara karşı da hızlı hareket ediyoruz. Yelkenleri indirdiğimiz gibi kolayca süzülüp Atlas Okyanusu’na çıkan Osmanlı denizcilerinin de yaklaşık elli yıl düşman hedeflerini vurması, aslında bu korsan denizcilerin etki alanlarının devlet donanmalarından çok daha ilerilerde olduğunu ve her zaman bir öncü kuvvet olarak varlıklarını sürdürdüklerini gösteriyor.
Hocam, günümüzde korsanlık konusu özellikle çekilen filmlerle ilgi topladı. Kitaplar ve çeşitli oyunlarla desteklenen bir haydut – korsan tipi meydana çıkarıldı.Bizim denizcilerimiz de bu yanlış imajdan nasibini alıyorlar* Hatta Osmanlı deniz gazilerinin de aslında farklı milletlerden olup Müslüman olmadığı iddiaları bile var.
Kuzey Afrika denizciliğinin bünyesinde çok sayıda, evet farklı milletlerden ama mühtedi denizci var. Aynı zamanda bir Osmanlı eyaleti olan Cezayir’deki bağımsız korsan denizcilerin içerisinde, meselâ çok fazla Hollandalı da var. Onlardan çok daha fazla Endülüs’ten, Hıristiyan olmaya zorlanmış Moriskolardan Afrika’ya geçip adeta İspanya’dan intikam almak isteyen Morisko Müslümanı var. Bunlar İspanya’da tabii ki mecburen Hıristiyan görüntüsündeydiler ve yaklaşık 100-120 yıl geçirdiler baskı altında. Diğer taraftan, Protestan Hollandalılar İspanyol düşmanı. İngiltere de Protestan olarak Hollandalıları destekliyor. Ortak düşmanları İspanya. Osmanlılarm düşmanı da İspanya. Bu sebeple onlar Osmanlı denizcileri arasına karışıyorlar. Tabii Osmanlılar arasında
Hristiyan olarak barınmaları mümkün değil. Müslüman olmak veya görünmek zorundalar. Bunlardan haydutluk, eşkıyalık yapanlarının varlığını kabul etmek zorundayız. Ama devlet de ahidnamelere uymayanlara ceza vermiş .Dolayısıyla bunları birbirine karıştırmamak lazım.
Ve bu konuları işlerken de onlara ihtiyaç olmayacak kadar Müslüman deniz gaziliğinin, korsanlığının efsanevi sayılabilecek hayat hikayeleri olduğunu kabul etmek lazım. Ama onlar bunu görsel medyaya taşıyabildikleri için ve -eğer gerçekten çarpıtıyorsalar- çarpıttıkları için herkes onları görüp öyle algılıyor. Ama Osmanlılarla alakalı doğru kabul edilebilir altyapısı olan senaryolar oluşturulmadığı için, aksine bu taraftan yazanlar bile onların gözüyle yazdıkları için ve gerçeği öyle zannettikleri için çok yanlış bir tablo ortaya çıkıyor.
İşin dinî yönünü düşünürsek, bizdeki cihat anlayışı gibi karşı tarafta da dine dayalı bir hareket olmuş mu?
Böyle bir anlayış tabii ki bazılarında olmuş. Mesela Malta korsanları böyle. Daha öncesinde onlar Rodos şövalyeleriydiler. Bunların görevi tam anlamıyla Müslümanlara karşı bir din savaşı yapmak. Zaten Kudüs’ten çıkartılmışlardı bunlar ilkin. Oraya da gelme sebepleri, o kutsal toprakları Müslümanların elinden kurtarmak(!) idi. Nihayetinde Salahaddin
Eyyubi onları oradan çıkarınca, çıkıp gelebildikleri yerlerden birisi oldu Rodos ve mülhakatı adalar. Kıbrıs’a gidenler de oldu. Orada Frank krallığını kurdular. Gerçekten bunların da amacı karşılarındaki düşman bildikleri devletlere, milletlere, yani Osmanlı öncesinde bölgede var olan Müslüman bir yapıya karşı idi. Osmanlılar zamanında da tamamen Osmanlılara yöneldi.
Osmanlı Korsanlarım Yakından Tanıyalım
Peki hocam, meselenin diğer bir ciheti olarak; bir korsan gemisini ele alsak; kaç kişi var, nasıl savaşıyorlar, nerelere gidiyorlar?
15.yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında, korsan gemisi olarak, tabii hızlı hareket etsinler diye daha çok kalyata dediğimiz gemileri kullanıyorlar. Kadırganın bir küçüğü bunlar. Kürek sayısı kadırgaya göre daha az. Bunların küreklerini çekenler de -bir dönem için- bizzat savaşçıların kendileri. Bunlar güçlerini artırdıkları ve daha büyük gemiler olan kadırgalara bindikleri zaman da korsanlık yapıyorlar. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa da bu anlayıştan geldiği için Osmanlı donanmasında yelkenli gemilere geçişe pek sıcak bakmamış ve kadırga dediğimiz bu kürekli gemilerin yaşamasının önünü açmıştır. Bir tercih yapmıştır. O yüzden birçok tenkide de maruz kalmıştır Osmanlı donanması, teknolojik olarak. Osmanlı korsan gemileri diyebileceğimiz bu deniz gazilerinin kullandıkları gemiler daha çok kalyata ve kısmen firkate türü gemilerdir. Bunlar çok seri hareket ederler. Manevra kabiliyetleri yüksektir. Ve kürekçiler dâhil, mürettebatın çoğunu savaşçılar oluşturur. Az sayıda forsa kullanırlar, ihtiyaca göre .
Savaş aleti olarak kılıç, ok, mızrak vs. ne kullanıyorlar?
Bunların bir dönem için gemilerinde top yok. Çünkü top zaten donanmada da belli bir tarihten sonra kullanılıyor. Ama donanmada top kullanıldığı halde önceleri bu korsan gemilerinde top kullanılmıyordu. Çünkü top, maliyetli ve ağır bir silahtı. Gemilerin hızını kesebilirdi. Ama Barbaros Hayreddin Paşa artık adeta bir donanma kurduktan sonra, yani henüz Osmanlı donanmasına iltihak etmeden önce bile donanmavarî bir filo kurduğu zaman Yavuz Sultan Selim de ona top verdi. Hiç olmazsa onun gemisinde top bulundu ve topu kullandı. Fakat diğer korsan gemilerinde top kullanılmıyordu. Bunlar esas itibariyle kılıç kullanıyorlar, kama kullanıyorlar, ok kullanıyorlar, aynı Osmanlı donanmasındaki gibi, ama asıl vurucu silahları kılıçlarıydı.
Mesela bir gemiye saldıracaklarında yakın temasa giriyorlardı.
Tabii. Gemiye çıkıp el koymak durumundalar. Donanma ise öncelikle uzaktan müdahale usulüyle; önce uzaktan tahrip edip sonra gemilere çıkarma yaparlar veya çıkarma yapmadan gemileri toparlarlar.
Ama korsan gemileri top kullanmaya başladıkları zaman onlar da önce uzaktan vuruyorlar sonra hızla gemilere yanaşıp çıkmaları gerekiyor. Daha çok kürekli gemiler kullanıyorlar. Onlar da esas itibariyle kadırgadan küçük gemilerdir. Ve orada kadın bulunmaz. Yiyecekleri vesaireleri standart Osmanlı donanmasındaki gibidir. Bunlar tabii denizlere açılırlar ama her imkânda bir limana, bir adaya, bir kıyıya çıkan gemilerdir. Yiyecek ihtiyaçlarını da çıktıkları her yerde zaten yaptıkları yağmalarla sağlarlar.
Belli üsleri var değil mi?
15.yüzyılın ortalarına kadar esas itibariyle ancak Kuzey Afrika’da üsleri var. Çünkü Batı Akdeniz’de karşılarındaki devlet İspanya ve adaları tutmuş. Ama giderek geçici üsler ediniyorlar. Çevreyi de kendi ihtiyaçları için kullanabiliyorlar. Asıl üs olarak mutlaka Kuzey Afrika’ya dönmek zorundalar. Bunların her birinin ayrı ayrı üsleri var. Orada limanları, hatta tersaneleri var. Tabii bunların aldıkları ganimetleri ve esirleri nakde dönüştürdükleri ticaret merkezleri de var. Karşı devletlerin limanlarında bunları kolaylıkla satabiliyorlar. Zaten denizlerde ticaret olmasa korsanlık olmaz. Bunu biraz da böyle görmek lazım. Evet bunlar din savaşı yapıyorlar, ama aynı zamanda düşmanların ticari hedeflerini de vuruyorlar. Yani gaza ve cihad etmek ganimet almaya mani değil. Şimdi bazıları öyle zannediyorlar. Halbuki onun bir gereği. Alırlar ve onu da hukukuna göre aralarında taksim ederler.
Korsanların Osmanlı gemi teknolojisine katkıları hakkında ne söylersiniz?
Doğrusu bunu belirgin bir şekilde ifade etmek çok mümkün olmayabilir. Ama tecrübeleri sebebi ile bilhassa Barbaros’u istisna etmek lazım. Çünkü o aynı zamanda bir denizci olduğu kadar, bir deniz bilgini olduğu kadar, devlet adamı olduğu kadar bir gemi inşa mühendisi ve mimarı gibi de çalışıyor. İltihak etmeden önce; Akdeniz’de böyle pek çok devletin gemisine el koyduğu zaman alıp götürüyor onları Cezayir’e; inceliyor, bakıyor. Onlardan istifade etmek istediği teknolojiyi alıp kendi gemilerine taşıyor. Ve bazen onlardan da yararlanarak var olan kendi gemilerini de yeni bir teknoloji ile üretiyor. O yüzden Batıklar da biliyorlar ki Barbaros’un tekneleri ayrıdır. Nitekim uzaktan görüldüğü zaman Barbaros’un gemileri fark ediliyor.
Günümüz kavmiyetçilik modasında bazen Osmanlı denizcilerini farklı şekillerde tanımlamaya, tasnif etmeye çalışıyorlar.
Osmanlı denizcileri çoğunlukla gayrimüslimlerden çıkıyordu dersek bu yanıltıcı olur. Kılıç Ali Paşa olsun, Cigalazade olsun, Uluç Haşan Paşa olsun bunlar bu bölgelerden çıkmış Osmanlı amiralleri, kaptan paşaları. Bunlar denizlerde korsanlık yaparken ele geçirilmiş kimseler değil. Çocuk yaşta ele geçirilmişler. Bunları Osmanlılar yetiştirmiş Enderun’da. Nasıl Osmanlı reayasından bir çocuk devşirilip Enderun’da eğitilirken en önce Müslüman oluyorsa, isim alırsa, bunlar için de yapılan tatbikat aynıdır. Bunlar için artık bir daha, işte geçmişlerinde Hıristiyan korsanlardı, sonradan Osmanlı bunları hizmetine aldı denilemez; böyle bir tane örnek gösteremezsiniz.
Hocam günümüzde ırkçılık, kavmiyetçilik rüzgarının etkisiyle oluyor bunlar, öyle bakıyorlar. Bu İtalyan’dı, yok Portekizliydi gibi. Halbuki Osmanlı buna bakmamış, sadece Müslüman mı değil mi buna bakmış.
Öyle olanlar bile, yani Hıristiyan olup bir şekilde Osmanlılarm eline düşmüş olanlardan yetişmiş bu denizcilerin kendilerini bildikleri zamandan itibaren, yani o çocukluk zamanlarından itibaren Müslüman oldukları bir gerçek.
Yoksa Hıristiyan olarak korsanlık yaparken sonradan devlet hizmetine alınmış bir tane örnek gösteremezsiniz.
Bunların hepsi çocuk yaşlarda adeta devşirme sistemindeki tatbikata uygun olarak saraya alınmışlardan çıkmışlar. Bu, devletin büyüklüğünü gösteriyor. İnsanları gözünden tanıyarak ileride ne olacaklarını keşfettiğini gösteriyor. Yoksa bunu diğer şekilde anlamak gerçeklere tamamen ters.
Bu, Osmanlıların insana yatırım yaptıklarını gösteriyor.
Tabii ki. Üstelik insanları hiç ayırt etmeden yetiştirdiğini gösteriyor. Hakikaten uluslararası bir perspektifi var. Nerede bir liyakat, bir ehliyet, bir kabiliyet varsa onu alıyor, eğitip yetiştiriyor demektir.
Hocam son olarak İngilizleri merak ediyoruz; bir-iki yüzyılda dünyaya hâkim olacak deniz gücünü nasıl sağlamışlar?
Şimdi bizim sözünü ettiğimiz bu dönemlerde, 15 ve 16. asırlarda yani, İngilizlerin esamisi okunmuyordu. 16. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’nden ticari imtiyaz alarak Akdeniz’e girebilme hakkı elde etmiş, kendi bayrağı altında Akdeniz’e gemiler gönderebilmiş, ama ticareti bile başaramamış bir konumdadır o zamanlarda. İngilizler bu denizlerde söz sahibi olabilmek için en az 250 yıl daha beklediler. Ondan sonra da öncelikle Atlas Okyanusu üzerinden Hindistan’a ulaştıktan ve Hint emtiasının imkânlarını kullanmaya başladıktan sonra ancak geliştiler. Ama propagandalarını çok güçlü yaptıkları için sanki tarih boyunca hep denizlerde hâkimmiş gibi görünüyorlar, böyle bir şey yok.
Tarihimizi Kendi Kaynaklarımızdan Öğrenmeliyiz
Türkiye’deki tarihçilerin korsanlık meselesine bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye tarihçiliği, batı hegemonyasından kurtulmadan kendi tarihçiliğini ortaya koyamaz.
Anglosakson tarihçilik yaklaşık 150 yıldır, belki daha fazla, sadece kendi tarihini öne çıkararak, hatta biraz da Avrupa merkezli tarihi öne çıkararak yazıyor. Osmanlılarm birkaç yüzyıl kendi üzerlerindeki hâkimiyetini kendilerine yediremediklerinden onu görmezden gelme usulünü tercih ediyorlar.
Bu da Türkiye’de sadece Avrupa tarihi üzerinden Türkiye’yi anlamaya çalışan veya sadece yabancı literatürden Osmanlı Tarihi’ni anlamak isteyenler için en büyük handikaptır. Yani Avrupa devletlerinin nasıl bir süreç yaşayarak geliştiğini anlamak için Avrupalı tarihçilerin yazdıklarını dikkate almamak ne kadar anlamsızsa, bu coğrafyaya karada ve denizde en az üç yüz yıl hükmetmiş Osmanlıları, onların kendi öz kaynaklarından, arşivlerinden ve kütüphane malzemesinden takip etmeden anlamaya çalışmak da o derece manasızdır. Bunlarsız yapılan bir çalışma hiçbir zaman gerçekleri yansıtmayacak, kör dövüşü olmaktan öteye geçmeyecektir.
Arşiv malzemesi insanı yönlendirir zaten. Tarihçinin fikriyatı eğer kasdî bir ideolojiye dönüşmemişse, tarafsız bir tarihçilik yapma görüşüne sahipse sadece o belgelen görmeden onlar üç beş belge değil, üç bin bile değil 30 binlik, milyonluk belgelerden bahsetmek lazım- denizcilik ve korsanlıkla alakalı Batıkların söylediklerine bakarak ne söylesek bir kere zafiyet taşır ve doğru bir nokta-i nazar olmaz. Tarihçilerimiz bir kere her konuda olduğu gibi özellikle denizcilikte, çünkü en zayıf bırakılmış alandır bu, arşiv malzemesi yok zanneder. Çünkü bütün malzemeye nüfuz edecek kadar bir altyapı olması gerekiyor bunu gerçekleştirebilmek için. Ve arşivin kendi dönemi için bütün tasniflerini taramak gerekir. Ondan sonra Avrupa arşivlerinin bu konuda ne dediklerine bakmak gerekir. Nitekim sadece Osmanlı korsanlığı için Venedik arşivlerinde bile yüzlerce, binlerce Osmanlı belgesi çıkıyor.
Dolayısıyla Osmanlı tarihçiliğinin hem alan olarak Akdeniz, denizcilik ve konumuz olduğu için korsanlık hakkında doğru bir fikre, imaja sahip olması için önce kendi malzemesini ciddi manada ortaya çıkarması gerekir. Ancak onun üzerine inşa edeceği senaryolar doğru ve gerçekçi olacaktır. Ayrıca birçoğunun hayat hikâyesini takip ettiğinizde ve adeta resmî evrak üzerinden bile takip ettiğinizde, insanı gerçekten şaşırtacak enteresan senaryolar çıkartabilirsiniz.”
Forsalar
Forsa, savaş gemilerinde görev yapan, çoğunlukla suçlu ve esirlerden oluşan bir sınıftır. Kadırgalarda kürekçi olarak çalıştırılır, kaçmamaları için küreklere zincirlenirlerdi.
Bir kadırgadaki kürekçilerin Türk ve forsa olarak sıralanması geminin güvenliği açısından da mühimdi. Kürekçilerinin tamamı forsa olan gemilerde, forsaların bazen gemiyi ele geçirip kaçtıkları da vaki idi.
Barbaros’un Kadırgaları Bambaşkaydı!
Uzun yıllar Avrupalılara karşı denizlerde savaşan Barbaros Osmanlı hizmetine girdikten sonra kadırgaların önemi daha da artmıştır.
Çünkü Barbaros Hayreddin Paşa’nın savaş stratejisi tam manasıyla ancak kadırgalarla tatbik edilebilirdi.
Barbaros’un temel savaş stratejisi, düşman gemilerini batırmak yerine ele geçirmekti.
Kumanda ettiği gemilerle, top kullanmadan ve seri hareket
eden Barbaros’un kadırgaları düşman tarafından çok uzaklardan dahi tanınırdı.
Denizcilik Terimleri
Alama Kürek : Reisin kürekçilere, kürek çekmeyi durdurmaları için verdiği emir
Alesta : Hazır ol manasında denizcilere verilen emir.
Baş Bodoslama: Kadırganın baş tarafında bulunan, düşman gemilerine borda tarafından çıkartma yapmak için kullanılan, ucu ince, gövdesi kalın kereste parçası Borda؛ Gemilerin su seviyesinin üzerinde kalan kısmı.
Dümen: Gemiye yön veren, arka kısımda borda altında bulunan yelpaze şeklindeki parça.
Pruva: Geminin ön tarafı
Pupa: Geminin arka tarafı Sancak: Geminin sağ tarafı
İskele: Geminin sol tarafı
Sancak Alabanda : Dümenin sancak tarafına son hadde kadar çevrilmesi manasındaki emir
İskele Alabanda : Dümenin iskele tarafına son hadde kadar çevrilmesi manasındaki emir
Yelkenler Fora : Direklere sarılı yelkenlerin serbest bırakılıp yola çıkmak için verilen emir.
Kadırgaların Teknik Özellikleri
1.Fener : Kadırgalar gece seyrinde iken diğer dost kuvvetlerle irtibat sağlamak ve birlikte hareket etmek maksadıyla fenerlerden istifade edilirdi.Bal mumundan elde edilen alev, cam bir mahfaza içerisinde tutulur, bu kandil geminin arka kısmında bulunurdu.
2-Yelken: Kadırgalar kürekli gemiler olduğu halde yelkenden de istifade edilirdi. Rüzgârlı havalarda, açık denizlerde kürekçiler çalışmaz, yelkenler kullanılırdı. Gövdesi dar olan kadırgalar, fırtınalarda kuvvetli dalgaların bordayı parçalanma tehlikesinden dolayı yelken kullanmazlardı.
3-Malzeme: Kadırgaların inşasında kereste çok önemli bir yer tutuyordu. Meşe, çam, karaağaç, kestane, ceviz, şimşir, ıhlamur ve çınar kullanılır, kerestenin kuru ve sağlam olmasına dikkat edilirdi.
4-Hız:Kadırgalar devrin en hızlı deniz araçları arasında yer alıyordu. Yelkenlilere göre çok daha süratli hareket eden bu gemiler, Îstanbul4skenderiye arasını uygun hava şartlarında on iki günde kat edebilirdi.
5-Pruva:Kadırganın en sağlam yeri pruva denilen baş kısmıdır. Pruvanın iki yanındaki mahmuzları düşman gemilerinin bordasını (yan kısımları) parçalamaya yarıyordu. Bordası parçalanan düşman şaşkına uğruyor ve böylece mücadele azmi kırılıyordu.
6-Silahlar : Bazı dönemler hariç Türk korsanları top kullanmadılar. Çünkü top çok ağır ve maliyetli bir silahtı. Türk korsanları kadırgalarında vurucu silah olarak ok, yay ve mızraklardan istifade ettiler. Bordalama yaptıktan sonra ise yakın dövüşte keskin kılıçlarını kullanırlardı.