ALFABE

ALFABE; Alm. Alphabet, Fr. Alphabet, İng. Alphabet. Bir dildeki sesleri karşılayan işâretlerin belli bir sıraya göre dizilmesinden meydana gelen harfler topluluğu. Alfabedeki ilk iki harf Arapça-da elif, ba; Yunancada alfa, beta olarak telaffuz edilmiştir. Daha sonra bu iki harfin hecelerinin birleşmeleri neticesinde “alfabe” kelimesi ortaya çıkmıştır.

Cumhûriyet devrinde A, B ve C seslerinin hece olarak birleştirilmesi ile “Abece” de denilmiş-tir.

Âdem aleyhissselâm, ilk insan ve ilk peygamberdir. Kendisine Allahü teâlâ tarafından kitap gönderilip, fizik, kimyâ, tıb, eczâcılık, matematik bilgileri öğretildi. Süryânî, İbranî ve Arabî dillerle kerpiç üstünde çok kitap yazıldı.

Bu durumda, bilinen ilk şekli ile yazı insanoğlu ile vardır. Semâvî kitaplar göz önüne alınırsa, ilk suhufun hazret-i Âdem’e geldiği görülür. Şu halde söz ve yazı, İlâhî kaynaklıdır. Zamanla insanlığın yazıdan uzaklaşması, dünyânın çeşitli yerlerinde bölünerek hayat sürmeleri, onları ilkel duruma düşürmüş, ilim ve fenden uzaklaştırmış hatta yazıyı bile unutmalarına sebeb olmuştur. Fakat daha sonra kendisini toplayan insanoğlu, yaşadıkları bölgeye ve düşüncelerinin keskinliğine göre resimden başlıyarak yazıya doğru bir yol tâ-kib etmiştir. Kazılardan elde edilen bilgilere göre en eski yazı şekli fil dişi üzerine kazılmış kaba resimlerdir. Bunlann ilerlemesi ile hiyegrolif yazısına geçilmiştir. Neticede belirli işâretler, yapılan eşyâya delil sayılarak ses, harf olarak ortaya çıkmıştır. Bu şekilde sesin karşıladığı kelimeler daha çok resmi yapılmayan , zamir ve fiil gibi kelimelerde kullanılmıştır. Gerçekte Fenikeliler her türlü kelime için harfleri kullanmışlar ve ilk defâ alfabeye ulaşmışlardır.

Eski devirlerde kullanılan yazı ve benzerlerine âid işâretler, yapılan kazılarla ortaya çıkarılmış ve uzmanlar tarafından çözülmüştür. Alfabetik olmayan Çin, Japon ve Hititler’in kullandıkları sistemlerde bâzı işâretler vardı. Sümer, Asur, Bâbil yazı sisteminde ise çivi yazılı 4-5 vokal işâreti bulunurdu. Eski İranlılar çivi yazısını 39 işâr|;te İndirerek alfabetik yazı sisteminin başlangıcım koydular. Eldeki bilgilere göre en ilkel alfabenin M.Ö. 2000 yıllannda kullanıldığı kabûl edilmektedir. Halbuki ilk insan olan Âdem (aleyhisselâma) ki

tap gönderilmişti. Onlar okuma yazmasını biliyorlardı.

Yapılan araştırmalarda 1905 yılında Sinâ Yarımadasında bulunan bir kitabe ancak yıllar sonra okunabildi. Bunun Sâmi âilesinden bir dile âid olduğu M.Ö. 1800-1500 yıllarmda kullanıldığı sanılmaktadır. Kazılardan çıkan yazılı anıtlara göre alfabeyi ilk olarak Sâmi ırkının kullandığı biliniyorsa da en eski belgeler Fenikelilere âittir. Eski Sâmi alfabesinde kullanılan harflerin bir çoğunun anlamı bugün bilinmemektedir. Eski Sâmice’de harfler birbirine bitişmez, sağdan sola yazılırdı.

Sâmi alfabesi kuzey ve güney alfabesi olarak önce ikiye ayrılmış, bunlardan da çeşitli alfabeler doğmuştur.

Tanınmış alfabe çeşitleri:

Yunan alfabesi: Yunan alfabesi, Sâmi alfabesinden faydalanılarak meydana getirilmiştir. Sâ-miler, sâdece sessiz harf kullamyorlardı. Yunanlılar sesli harfler de eklemek sûretiyle alfabelerini geliştirdiler.

Latin alfabesi: Yunan alfabesini İtalya’ya götürüp tanıtanlar Etrüksler olmuştur. Latin alfabesi, Yunan Alfabesi üzerinde bâzı değişikliklerin yapılması ile meydana gelmiştir. Ne var ki, Latin alfabesi önceleri büyük harf olarak kullanılıyordu, sonraları küçük harfler de kullanılmaya başlandı. Elyazısı olarak gelişmesi çok daha sonradır.
Arap alfabesi: Arap alfabesinin temelini Sâ-mî alfabesi meydana getirir. Araplar, dillerinin ihtiyâcını karşılamak üzere bu alfabeye ayrıca altı harf eklemişlerdir. Arapçada sesli harflerin yerini “hareke” denilen (üstün, esire ve ötüre) gibi işâretler almıştır.

Okuma-yazma öğrenme (Öğretim):

Okuma öğretimi metodları: Çocuklarla yetişkinlere okuma-yazmayı öğretmek için, bugüne kadar çeşitli metodlar kullanılmıştır. Bunların bazıları birbirinden tamâmen farklı prensiplere dayanmaktadır. Hâlen kullanılmakta olan metodların çoğu çeşitli tenkitlere uğramış veya yerine diğer bir metod kabûl edilmiştir. Bu metodlar, târihi gelişimleri ile berâber incelenirse; şu metodlann ortaya çıktığı görülür:

Alfabe metodu: Alfabe metodu, Grek-Ro-men medeniyetinden, orta çağın sonuna kadar hemen bütün dünyâda kullanılmış bir metoddur. Bu metodun dayandığı prensip şöyledir: Kelimeleri tanıyıp telaffuz edebilmek için önce harfleri tanımak gerekmektedir. Meselâ öğrenci (Ali) kelimesini öğrenebilmek için (a, 1, i) harflerinin herbirini öğreninceye kadar tekrar edilir. Türkçe’yi öğrenebilmek için 29 harfin ayrı ayrı telaffuzunun ve yazılmasının öğrenilmesi, sonra da bunların bir-birleriyle birleştirilerek heceler meydana getirilmesi gerekir. Heceler birbirleriyle birleştirilerek

tap gönderilmişti. Onlar okuma yazmasını biliyorlardı.

Yapılan araştırmalarda 1905 yılında Sinâ Yarımadasında bulunan bir kitabe ancak yıllar sonra okunabildi. Bunun Sâmi âilesinden bir dile âid olduğu M.Ö. 1800-1500 yıllarmda kullanıldığı sanılmaktadır. Kazılardan çıkan yazılı anıtlara göre alfabeyi ilk olarak Sâmi ırkının kullandığı biliniyorsa da en eski belgeler Fenikelilere âittir. Eski Sâmi alfabesinde kullanılan harflerin bir çoğunun anlamı bugün bilinmemektedir. Eski Sâmice’de harfler birbirine bitişmez, sağdan sola yazılırdı.

Sâmi alfabesi kuzey ve güney alfabesi olarak önce ikiye ayrılmış, bunlardan da çeşitli alfabeler doğmuştur.

Tanınmış alfabe çeşitleri:

Yunan alfabesi: Yunan alfabesi, Sâmi alfabesinden faydalanılarak meydana getirilmiştir. Sâ-miler, sâdece sessiz harf kullamyorlardı. Yunanlılar sesli harfler de eklemek sûretiyle alfabelerini geliştirdiler.

Latin alfabesi: Yunan alfabesini İtalya’ya götürüp tanıtanlar Etrüksler olmuştur. Latin alfabesi, Yunan Alfabesi üzerinde bâzı değişikliklerin yapılması ile meydana gelmiştir. Ne var ki, Latin alfabesi önceleri büyük harf olarak kullanılıyordu, sonraları küçük harfler de kullanılmaya başlandı. Elyazısı olarak gelişmesi çok daha sonradır.
Arap alfabesi: Arap alfabesinin temelini Sâ-mî alfabesi meydana getirir. Araplar, dillerinin ihtiyâcını karşılamak üzere bu alfabeye ayrıca altı harf eklemişlerdir. Arapçada sesli harflerin yerini “hareke” denilen (üstün, esire ve ötüre) gibi işâretler almıştır.

Okuma-yazma öğrenme (Öğretim):

Okuma öğretimi metodları: Çocuklarla yetişkinlere okuma-yazmayı öğretmek için, bugüne kadar çeşitli metodlar kullanılmıştır. Bunların bazıları birbirinden tamâmen farklı prensiplere dayanmaktadır. Hâlen kullanılmakta olan metodların çoğu çeşitli tenkitlere uğramış veya yerine diğer bir metod kabûl edilmiştir. Bu metodlar, târihi gelişimleri ile berâber incelenirse; şu metodlann ortaya çıktığı görülür:

Alfabe metodu: Alfabe metodu, Grek-Ro-men medeniyetinden, orta çağın sonuna kadar hemen bütün dünyâda kullanılmış bir metoddur. Bu metodun dayandığı prensip şöyledir: Kelimeleri tanıyıp telaffuz edebilmek için önce harfleri tanımak gerekmektedir. Meselâ öğrenci (Ali) kelimesini öğrenebilmek için (a, 1, i) harflerinin herbirini öğreninceye kadar tekrar edilir. Türkçe’yi öğrenebilmek için 29 harfin ayrı ayrı telaffuzunun ve yazılmasının öğrenilmesi, sonra da bunların bir-birleriyle birleştirilerek heceler meydana getirilmesi gerekir. Heceler birbirleriyle birleştirilerek

Kelime metodu: Bu metodun öğretiminde de temel prensib, kelimelerin öğretiminden hareket ederek, cümlelerin öğretimine geçilir. Her kelimenin dikkat çekici bir mânâ ifâde etmesi bakı-mmdan, çocuğun okumayı kolayca öğreneceği sa-vunulmaktadu”. Bilhassa, çocuğun okuduğu ders ki-taplannda yeni kelimeler yanına, çocuk zihninin çağrışım yapacağı resimler konmak suretiyle dikkati daha çok çekilmekle okuma kolaylığı sağlanmakta, okuma şevk ve merâkının arttmidığı iddiâ edilmektedir. Bu metodu savunanlar olduğu gibi, tenkîd edenler de vardır. Bunlar, bu usûlün okuma öğrenimini yavaşlattığım ileri sürmektedirler.

Cümle metodu: Bu metodun öğretilmesinde; cümle, bütünü ile çocuğa öğretilmektedir. Fakat cümlelerin seçiminde özellikle ilk anlarda kısa, çocuğun dikkatini çeken ve merak ettiği cümleler seçilmektedir. Meselâ; Ali okula gel, cümlesi gibi. Çocuğun okuma – yazmayı öğrenebilmesi için, 20-25 değişik cümle seçilmektedir. Bu cümlelere geçilmeden önce çocuğun elinin alışması için değişik çizgi çalışmaları yaptırılmakta, düz, dik ve yuvarlak çizgileri çizmeğe alıştıktan sonra, cümle okuma ve yazımına geçilmektedir. 10 cümleye varıldığında yavaş yavaş, cümleler içindeki kelimeler tanıtılmaya başlanılmaktadır. Cümlelerin öğrenildiği kanâatine varıldığında, cümleler bölünmekte, kelimeler ayrı ayrı öğretilip, yazdı-nlmaktadır. Değişik kelimeler yanyana getirilerek yeni cümleler kurulmakta, aynı zamanda kelimeler, heceletilmek veyâ değişik renkte, yazılmak sûretiyle heceler tanıtılmaktadır. Yavaş yavaş heceler de bölünerek harfler tanıtılmak sûretiyle okuma-yazma öğretimi yapılmaktadır. Buna “tümden gelim metodu” denir. Son zamanlarda bâzı tenkitlere uğramasına rağmen bu metod yaygın haldedir. Yurdumuzda da öğretim bu metodla yapılmaktadır. Tabiî ki, bu metodun öğretiminde dikkat çekici resimlerden faydalanılmaktadır. Lâkin bu metod daha ziyâde Çin veya Arap harflerine uygundur.

Alfabeler yapılırken bir dildeki birbirine yakm sesler aynı işâretle gösterilmiştir. Böyle olmadığı takdirde alfabedeki harf sayısı artacağından karışıklıklara yol açar. Ancak bu gibi bir alfabe dilin araştırılması ve incelenmesinde söz konusudur. İşte İlmî araştırmalar için bir dilde bulunan bütün sözler ayn ayn gösterilir, bir sıraya göre dizilir. Bir dildeki bütün seslerin gösterilerek bir sıra hâlinde meydana getirdiği harflerin tamâmına ise “transkripsiyon alfabesi” denir.

Türklerde alfabe: Türkler, çeşitli yerlerde ve yerleştikleri sâhalarda başka başka alfabeler kullandılar. Sesin ifâdesi olan harf denen işâretler îti-bâridir, iğretidir, takmadır. Aynı ses ayn alfabelerde,
değişik 1er ile yazılır. Türkçedeki a sesi, Orhun alfabesinde S Uygur alfabesinde , w Orta Asya, Hindistan ve Anadolu ve Batı Türklerinin kullandığı Arab-İslâm alfabesinde I Kiril alfabesinde A^ Latince menşeli Türk alfabesinde A işâreti ile göke-rilir. Alfabeye, İslâm dîninin kabûlüyle Osmanlı terbiyesinde yetişen yaşlıların hâlâ kullandıkları şekliyle, Elifba, Ebced de denilmiştir.

Kültür târihimize bakıldığında daha ilk yazılı âbidelerimizde Türkçe yazma endişesi kendisini göstermektedir. Buna paralel olarak, edebiyâ-tımızın menşeine doğru gidersek, saraylarda ve halk arasında Türkçe söylemek; kamlarda, bahşı-larda ve ozanlarda milletin dertlerine devâ olmak gerçeği vardır. Bütün bunlar, bir millete dili ile seslenmek, anlatmak, millet fertlerini en iyi şekilde yetiştirmek ve birleştirmek içindir. Şu hâlde her millette olduğu gibi bizde de dil ön sırada yer almıştır. Şâir ve müellifler tarafından işlenen dile türlü emekler sarfedilmiştir. Âlimlerimiz onunla bildiklerini açıklamışlardır. Fakat Türkçenin târih içinde zaman zaman tâlihsizliğe uğradığı da bir gerçektir. Böyle olmasına rağmen kesintisiz devâm eden Türk târihi içinde ona arka çıkalı hâkanlar olmuş, Türkçe yazan şâir ve müellifler mükâfâtlan-dırılmıştır.

Türk târihi düğümler ve bu düğümlerin açıldığı dağınıklıklarla doludur. Göktürk devrinde millet tek bir hâkanın etrâfındadır. Dili, dîni ve alfabesi tektir ve her bakımdan bir birlik mevcuttur. Uygur devri bu birliğin az çok bozulduğu, Türklüğün bilhassa dînî açıdan dağılmaya yüz tuttuğu bir devir olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygurlardan sonra Türklük, İslâm medeniyetine dâhil olmuştur. İslâmiyet, Uygurlar zamânmda görülen dağınıklığı gidermiş, Türklüğü kurtarmış ve milleti yeniden bir bütün hâline getirmiştir. Karahanlılarla başlayan ve Selçuklularla yeniden tesis edilmeye çalışılan birliğin ve bütünlüğün gerçekleşmesi de İslâm dîni sâ-yesinde olmuştur. Ancak bu iki devleti birbirinden ayıran en mühim şey birincisinin Türkçeye verdiği değerdir. Selçukluların bunun yanında belirtilmesi gereken hizmetlerinden biri alfabede birliği sağlamış olmalarıdır. Zâten bu büyük devlet, târihe mâl olurken İslâmî – Türk yazısını Türk birliğinin kurulabilmesi için en mühim unsurlardan biri olarak mîrâs bırakmıştır.

Selçuklulardan sonra her beylik Türkçe sâye-sinde tutunmaya ve hükmetmeye çalıştı. Böylece anlatım ve ifâdede birlik ile Türkçeye verilen değer önde geldi. Dil düşüncesinin yanında alfabede de birlik sağlandı ve her beylik İslâmî-Türk yazısını kullandı. Bu o devirde bütün Türk illerinde durum aynı idi. Beylerin sınırlan olsa bile yazı birliği bütün Türklüğü birleştiriyordu. Bu doğu ve batı Türklüğü için de söz konusu idi.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*