ALIŞKANLIKLARIN OLUŞUMU
En yalın alışkanlıklar, koşullu reflekse benzetüebüir; yineleme ve kendiliğinden ya da otomatik taklit, bunları açıklamaya yeterlidir. Ama karmaşık alışkanlıklar, daha da genişlettikleri ve bazen güçlükle ayırt edilebildikleri içgüdülere benzerler. Birçok yalın ve temel alışkanlığı düzenleyen ve yapılaştıran bu alışkanlıklar, yatkınlıklar ve becerilerdir. Edinilmeleri, az çok güç ve uzun bir çıraklık dönemini gerektirir ve bu çıraklıkta, bir ustanın çoğunlukla aydınlatıcı ve kı-saltıcı bir rol oynadığı görülür. Edinilmelerinin ilk aşaması, el yordamıyla arayışları, denemeleri ve yanılmaları kapsar. Sözgelimi, hareket etmeye ilişkin bir alışkanlık söz konusu olduğunda, birbiriyle çatışan sayısız hareket yapılır ve çaba gösterilir; büyük bir enerji harcanır. Gereksiz ve zararh hareketlerin sürekli elenmesiyle birlikte, işe yarar temel hareketlerin yavaş
yavaş ayıklanıp seçildiği görülür. Böylece, çözümleme ve bireştirmey-le, daha esnek bir biçim düzenlenmeye başlar. Kişinin başlangıçta rasgele ve birbirini tutmayan girişimlere yönelmesine karşılık, bu aşamadaki yineleme, belli bir ara ve süreklilik içine yerleştirmek için ayıklanmış hareketleri, tam anlamıyla gerçekleştirmeye yönelir. Yetersiz ayıklanmayla birlikte değişiklik göstermeyen olgunlaşmamış bir yineleme de söz konusu olduğunda, teknik anlamda kötü alışkanlıklar oluşmuş demektir. Zihinsel alışkanlıklar için de aynı taslak geçerlidir. Alışkanlık bir kez edinüdikten sonra, genel biçimi içinde varlığını korur; birkaç uygulama, sürmesini sağlamaya yeter. Alışkanlıktan kaynaklanan davranışın ayırt edici özelliği, işlemlerdeki kolaylıkta, rahatlıkta, hızda, az çaba harcayarak çok iş yapılmasında ve işlemlere yönelen dikkatin çok fazla olmayıp, daha yararlı bir biçimde başka şeye yöneltilebilmesinde kendini gösterir. Her eğitim (ahlak, estetik, .meslek, vb. konularda), belli sayıda alışkanlığın edinilmesini kapsar. Toplumsal düzeyde “grup”, bu edinmenin gerçekleştiği en elverişli yerdir ve edinüen alışkanlık, bireyin çevresine uyarlanmasını kolaylaştırır.
ALIŞKANLIKLARIN DEĞERİ
Alışkanlığın değeri konusunda çeşit-
li görüşler ileri sürülmüştür. Genel
alışkanlıklar ne kadar çok olursa ı kadar iyidir. Çünkü her yatkınlık vı beceri, ilerlemenin ve özgürleşme nin aracıdır. Ama bu araca egemeı olmak gerekir. Yoksa alışkanlık yarı otomatizmden, tam otomatizmi dönüşebilir; bağımsız olarak ve uy gunsuz zamanda etkinlik gösterebi lir; gittikçe daha özel hale gelir vı böylece değişik koşullara gittikçı daha az uyarlanır; duygusal bi bağlanmaya yol açabilir ve yeni bi gereksinim doğurarak, körükörün alışkanlık, tik, mani haline gelebilir
o zaman da yeni uyarlanmaları engel olur, etkinlik alanını sınırla ve insanı köleleştirir. Bu yüzdeı bazı düşünürler, çok kısa süred körükörüne alışkanlık biçimine dö nüşerek yozlaşan bu insan etkinliği nin, körelebileceğini ileri sürmüşler dir.
Nietzsche, “her alışkanlık, elimiz daha becerili, dehamızı daha bece riksiz kılar” der. Burada el, madde sel alanda iş görme kolaylığını, dehı ise, yaratmayı, çabayı, kendine ege men olmayı simgelemektedir. Ruhbi Hincilere göreyse, böyle bir karşıtlı yoktur ve alışkanlık, insanoğlunu her zaman daha ileri gitme olanağ sağlayan mekanizmalarla donatır gereksinim duyduğu ahşkanhklaı edinmeyen deha da yoktur. Körükc rüne alışkanlıksa, değişiklik göster meyen az sayıda alışkanlığın içindeı çıkamamak ve ilerlemenin hizmetin vermek için yeni alışkanlıklar edin meyi istememektir. ı
Türk bestecisi (Midilli, 1836-Îzmir, 1902).
Çocukluğunda hafız olan Ali Efendi, gençlik yıllarında İstanbul’da medrese öğrenimi gördü; 1862’de sınavla saray müezzinliğine seçildi; padişahın ikinci imamlığına kadar yükseldi ve 1885’te saraydan ayrılarak İzmir’e yerleşti. Bir ara Manisa’ya taşmdıysa da yeniden İzmir’e döndü.
Türk çalgı müziği bestecilerinin önemlilerinden olan Tamburî Ali Efendi, Küçük Osman Bey’den tambur, birçok besteciden makam, usul
SÖZLÜ YAPITLARININ BAŞUCALARI
Suzidil makamında: Bilmedik yari ki bizden bu kadar gafil imiş (D. beste); Kani yad-ı lebinle hun-i dil nuş ettiğim demler (ağırsemai); Ceyhun arayan dide-i giryanınu görsün (yilrUksemai); Yandıkça oldu suzan kalb-i şererfeşanım (şarkı); Her bir bakışında neşe buldum (şarkı). Nihavent makamında: Bilmezdim öziim gamzene meftun imişim ben
(yürttksemai).
Uşşak makamında: Tıfl-ı nazım mec lis-i rindana gel (yürttksemai). Hüseyni makamında: Senden biliriz yok bana bir faide ey gül (şarkı). Rast makamında: /unlatayım halim dildare ben (şarkı).
Segâh makamında: Dilharab-ı aşk mm sensin sebep berbadıma (şar fa).
ve repertuvar dersleri almış, .ünlü tambur ve kemençe ustası Cemil Bey gibi öğrenciler yetiştirmiştir. Çağdaşı Hacı Arif Bey’in romantizmini hem kendi lirizmiyle, hem de klasik kurallarla ustaca birleştiren besteci, yalnızca ağırsemai, yürük-
semai gibi klasik biçimlerde değil, Arif Bey’in en önemli biçim haline getirdiği şarkı biçiminde de yapıtlar vermiştir.
Notası bulunan 108 yapıtının yedisi çalgı müziği (dört peşrev, üç sazse-maisi), otuzu klasik biçimlerde sözlü
yapıt (on altı beste, yedi agı yedi yürüksemai) ve yetmi olan Tamburi Ali Efendi’n müziği alanındaki en önem Suzidil Peşrevi,Türk çalgı m de en seçkin parçalarından 1
Ali Riza, Hoca
Hoca Ali Rıza ‘nın Eski Evler adlı tablosu.
fS
Türk ressamı (İstanbul, 1885-İstan-bul, 1930),
Rüştiyede okurken resim derslerine ilgi duyan Hoca Ali Rıza (“Üsküdarlı’’ da denir) idadide okurken, okulda bir “resimhane” kurulmasını önerdi ve önerisi benimsenince, kurulan atölyede Nuri Paşa’dan ilk temel bilgileri edindi. Daha sonra Süleyman Seyyit ve M.Kes’ten ders aldı. Harbiye’ye girerek 1884’te bitirdi ve okulun resim öğretmeni yardımcılığına, 1895’te de kolağası rütbesiyle resim öğretmenliğine atandı. Dönem arkadaşları o yıllarda Avrupa’da bilgilerini geliştirirken, Üsküdar’ın ve Karacaahmet’in sessiz köşelerini büyük bir tutkuyla resimlerine aktarmaya başladı. Do-ıp büyüdüğü yöreye bağlılığıyla, stanbul’un sakin köşelerini canlandıran manzara resimlerini sanatına temel kaynak aldı; zaman zaman Çamlıca ve Kayışdağı’na uzanarak, doğanın şnrsel yanını, yumuşak bir desen ve boya beğenisiyle tablolarında canlandırdı.
BİR “OKUL” ÖNCÜSÜ
Hoca Ali Rıza’nın yalnız yaşadığı dönemde değil, kendisinden sonra gelen sanatçı kuşakları üstünde de, desen bilgisinden ve uygulamasından kaynaklanan bir çığır yarattığı söylenebilir. Resminin kökeninde doğa gözlemine bağlılık ve İstanbul görüntülerini olduğu gibi yansıtma çabası yatan sanatçı, öğretmenlik görevinden emekliye ayrıldığı 1910 yılına kadar bütün çalışmalarında bu ilkeye bağh kalmış, 1910 yıllarından sonra, Sanayi-i Nefise bir sanat eğitim kurumu olarak ön sırayı ahp, askerî okullardaki resim atölyeleri yavaş yavaş eski etkinliğini yitirince, sağlık nedeniyle emekliliğini istemiş, ama emekliye ayrıldıktan sonra da Nümune-i Terakki’de, Çamhca Kız Lisesi’nde, Ameli Hayat Mektebi’nde, Darüşşafaka ve Kız Sanayi-i Nefise Mektebi’nde resim dersleri vermiştir. Türkiye’de sanat bilgisinin kökleşmesinde ve bir ölçüde yaygınlık kazanmasında, Hoca AH Rıza’nm zamanla bir kuram niteliğine bürünen kişiliğinin ve öğreticiliğinin önemli bir yeri vardır. Okullara otuzar model içeren üç albüm hazırlamış, İkinci Meşrutiyet’ten sonra kurulan Ressamlar Cemiyeti’
F’ ” 4 ^ i
nin başkanlığım yapmış ve bir süreli yayın çıkarılmasına önayak olmuştur.
Karakalem, füzen, pastel, suluboya ve yağlıboyayla gerçekleştirdiği natürmort ve manzara resmi türündeki yapıtları,çeşitli koleksiyonlara (özellikle Ankara’daki Milli Kütüphane) dağılmış, olan Hoca Ali Rıza’nın doğaya tutkun bir derviş eğilimiyle çizdiği resimleri, Osmanlılık ile çağdaşlık arası bir estetiği akla getirir: Yapıtlarında bütün çağdaşlığına karşın, “eski”liğin kapah simgeleri saklı gibidir. Doğa tutkusunun, inceleme ve gözlem yetene-
ğinin, bir resim için ta değeri, sürekli biçimde vur istemiş, ama bunu, Batılı l) öğreticisinin alışılmış yönte değil, bir Türk eğiticisinin ten süzerek arıttığı, İst doğasıyla bütünleştirdiği £ düşünce felsefesiyle, alça bir biçimde yapmıştır. Bu resimlerinde yeterince de ölçülü davranmayı yeğlem ninin ince çizgileri, kâğıt okşayıcı bir etki bırakmı açıdan bakıldığında, sanatı; niteliğini kazandıran değer cüsü olduğu söylenebilir.
100
30°kuzey ve 30°güney enlemleri arasında esen düzenli, sürekli ve kuru rüzgârlar.
Etkilerini Kuzey yarıkürede Yengeç dönencesi ile Güney yarıkürede Oğlak dönencesi arasında gösteren alizeler. Kuzey yarıkürede, kuzeydoğudan güneybatıya, Güney yarıkürede de güneydoğudan kuzeybatıya doğru eserler. Bu doğrultuları, dünyanın batıdan doğuya doğru dönmesinden kaynaklanır; konumlarıysa, dünyanın güneşe göre eğik olmasının (23°27′) sonuçlarından biridir.
Yaz mevsiminde Hint Okyanusu’nda ve Çin denizinde, alizelerin yerini sıcaklık etkisiyle denizden karaya yönelen muson rüzgârları alır. Azor antisiklonunun güneyindeki kuzeydoğu alizeleri bölgesi, iklimlere göre Afrika kıyılan yakınında, kışın 5°— 30°K arasında, yazın 15°—35°K arasında yer değiştirir (açıklardaysa, bu sınırlar güneye doğru biraz değişiklik gösterir). Ortalama güçleri 3-4 Beaufort (12—28 km/saat) arasında değişen alizeler estiği zaman, hava genellikle güzeldir, sağnaklara pek raslanmaz. Kuzeydoğu alizeleri ile güneydoğu alizeleri arasında, yani alçak basınç şeridinde, “ekvator dinginlikleri” görülür (sağanak ve fırtınalar olur).Basınç alanının tersine dönmesi (okyanus yüksek basınçlarının azalması ve yakındaki kıtalar üstünde bir antisiklonun var olması), özellikle yaz mevsiminde, Afrika’nın batı kıyılarında ters yönde bir hava akımının doğmasına yol açar: Karşı alize akımı.
<P * / / S? £
Dönence yüksek bas
Alizeler. Karşı alize
Astropikal bölgelerde, kuzeydoğu rüzgârlarına çok sık raslamr; Kris-tof Kolomb bu rüzgârlardan yararlanarak Amerika’ya ulaşmış, yelkenli gemilerle sefere çıkan eski
denizciler de, Atlas Okyanusu’n doğudan batıya doğru aşarken, zamanlar “ticaret rüzgârları”(irad winds) diye adlandırılan alis rüzgârlarından yararlanmışlardır.
Elementleri sınıflandırma çizelgesinin ilk sütununda yer alan altı elementin tür adı.
Söz konusu elementler sırayla şunlardır: Lityum (simgesi Li; atom numarası Z—3; atom ağırlığı M=6, 939); sodyum (Na; Z = ll; M=22, 989); potasyum (K; Z= 19; M = 39, 102); rubidyum (Rb; Z = 37; M=85, 47); sezyum (Cs; Z = 55; M= 132, 905); fransiyum (Fr; Z=87; M=223). 1807’de Davy, erimiş hidroksitleri elektroliz işlemine tutarak sodyum ve potasyum metallerini elde edince, bu iki metalin olağandışı özellikleri karşısmda şaşırdı; daha sonra, Arfvedson’un 1807’de bulduğu lityumu arıtmayı başardı. 1860 yılma doğru Bunsen, sezyum ve rubidyumu buldu: Bu elementler adlarını, tayfçizgilerindeki belli yoğun renklerden alırlar (rubidyum, “ruber” den [kırmızı]; sezyum, “coesium” dan [mavi]). Yapay bir radyoaktif element olan fransiyumuysa, Paris Curie Enstitüsü’nde Marguerite Pe-rey üretti.
Alkaliler içinde en bol raslanan, sodyumdur (taşkürenin <y0 2,63’ü) ve klorür biçiminde bulunur. Onu potasyum, rubidyum ve lityum izler. Bir radyoaktif element olan fransiyum, aktinyum 227’den, çok küçük miktarlarda elde edilir. Alkalilerin en ilgi çekici özelliği, çevrel elektronu kolayca yitirmeleridir; dolayısıy-le, artı yüklü bir iyon verirler. En elektropozitif, bu nedenle de en indirgen elementler olduklarından, suyu soğukta kolayca indirgerler: Bir sodyum parçası, su yüzeyine konursa, yüzer; tepkime çok çabuk gelişir ve açığa çıkan bol miktarda hidrojenin itmesi yüzünden, metal yer değiştirir. Isı veren bu-tepkimeye, açığa çıkan ısının, hidrojen-oksi-jen karışımını tutuşturması nedeniyle güçlü bir patlama eşlik edebilir. Tepkime sonucunda oluşan hidroksitler, suda çözünürler ve çok güçlü birer bazdırlar (sodyum hidroksit, NaOH; potasyum hidroksit, KOH; lityum hidroksit, LÎOH).
Alkaliler hidrojenden daha elektro-
pozitif maddelerdir ve hidrojeni anyon olarak yer aldığı hidrürle: (Na*H‘) oluştururlar. Sodyum klı rürün sudaki çözeltisine elektrol işlemi uygulanırsa, sodyum katod yönelir; ama sudaki hidrojen, ele] tron olarak gaz haline dönüşür. Alkaliler birçok metal oksidi (kem oksitleri, toprak alkaliler ve ma| nezyum oksitler dışında) indirgerlc ve erimiş tuzlarının (susuz) elektrı lizi ya da klorürlerine kalsiyumu etkimesi (sezyum ve rubidyum içi] yoluyla indirgenirler (bunlar, alkal lerin hazırlanmasında kullanıla başlıca yöntemlerdir).
İyi bir elektrik ve ısı iletkeni ola alkaliler, bazı atom reaktörlerini kalbinden ısıyı boşaltmada kullan lırlar (sıvı sodyum ya da Na-K alaş mı). Amonyaktaki çözeltileri, orgı nik kimyada bir bireşim aracı görı vi üstlenir. Alkaliler özellikle birçc alaşımda, bileşen olarak kullanıh lar. Sözgelimi baryum, alüminyu ve sezyum üçlü alaşımlarıyla, fot elektrik lambaları üretilir; lityun
İO
sürtünmeyi azaltan alaşımlar oluşturur; sodyum, potasyum ve lityum oksitler cam üretiminde kullanılır ve camın özelliklerini değiştirirler. Sodyum, hipoklorit, klorür, hidroksit, vb. bileşikleriyle ensede kullanılan alkaÜmetalffirr
TOPRAK ALKALİLER
Elementleri sınıflandırma çizelgesinin 1* sütununda yer alan ‘dört elemente toprak alkaliler denir. Söz konusu elementler sırayla şunlardır: Kalsiyum (simgesi Ca; atom numarası Z=20; atom ağırlığı M=40, 08); stronsiyum (Sr; Z = 38; M=87, 62); baryum (Ba;Z=56;M = 137,34); radyum (Ra; Z=88; M= 226, 05). Toprak alkaliler adı, bu elementlerin oksitlerine (sönmemiş kireç, stronsiyan, barit) eskiden “toprak” denilmesinden ve alkalilerin başhea özelliklerini taşımalarından kaynaklanır. Bu maddeler kütlelerine göre az çok değişen özellik benzerlikleri ve çok belirgin metal niteliği taşırlar; sözgelimi, bu yumuşak katiların yeni kırıkları, metal parlaklığı gösterir. -İki değerli ve elektropozitif elementler olan toprak alkaliler, alkalilerden daha az indirgeyicidirler; oksijen içinde kolayca yanarak yük-seltgenirler ve oksitleri suyla tepkimeye girerek hidroksitleri oluşturur. Sönmüş kireç Ca (OH)2, sönmüş
stronsiyan Sr (OH) t ve barit Ba(OH)2, belirgin ölçüde baz özelliği gösterirler. Suda az çözünen bu hidroksitler (kireç suyu ya da barit suyu), bir gaz karışımındaki.karbon diokgidin varlığını, kalsiyum karbonat ya âa Baryum karbonat oluşturarak-açığa çıkarırlar. Söz konusu karbonatlar, suda çözünemedikleri için, kireç ya da barit suyunun bulanmasına yol açar, soğukta suyu ayrıştırır, dolayısıyle nemli havadan etkilenirler (hidroksit oluşumu). Kalsiyum, stronsiyum ve baryum 1808’de Humphrey Davy tarafından bulunmuştur. Stronsiyum sözcüğü bu metalin filizinin ilk bulunduğu yerin adı Strontian’dan (İskoçya) gelir. Kalsiyumun oldukça bol bulunmasına karşılık (taşkürenin % 3,4’ü), stronsiyum ve baryuma daha az raslamr. Başhea kaynaklan karbonatlar (stronsiyanit SrCo3; withe-rit BaC03) ve sülfatlar (selestin SÎSO4; baritin BaS04) oluşturur. Bu elementler ya erimiş tuzlarından biri (kalsiyum klorür) elektroliz edilerek ya da doğal karbonatın ısıl ayrışımı sonucunda oluşan oksitleri (CaO, BaO) alüminyumla indirgenerek elde edilir. Stronsiyumun, şenlik fişeği yapımı dışında uygulama alanı pek yoktur. Baryum bileşikleriyse (oksitler, sülfatlar, nitratlar), şenlik fişeği yapımında, elektronikte, boya ve vakum sanayisinde kullanılırlar.
1898’de Pierre ve Mar tarafından peşblend ( U3 0 çok düşük oranlarda bulu yum, uzun süre ışınım olarak kullanılmış, günüi yerini, atom pillerinde di fiyatla üretilen bazı yapay toplar (kobalt 60, sezyum II tır. Bununla birlikte bazı boyaların üretiminde hâlâ maktadır. Ayrıca, nüklee: birimi olan curie, bir gra mun etkenliğine, yani 3,7. İO10 parçalanmaya eşi
Sir HUMPHREY DAVY
İngiliz kimyacısı ve fizikçi kendini yetiştiren ve A çağının en Önlü kimya* Humphrey (177&-1829), sel buluşlarım Volta pil nar ak yapmış, erimiş hid elektroliz işlemi uygulaya de potasyum ve sodyumu toprak alkalileri elde etmi grizu patlamasını önleyen lambasını bulmuş (alev metal ağ ile dış ortamdan söz konusu buluşlarında 1812 ’de soyluluk unvan ödüllendirilmiştir.
Bitkisel kökenli azotlu maddelere insanlarının da gözünden kaçmadı- Kimyasal açıdan alkaloyitl
verilen ad. l.ö. 3000-4000 yılların- ğını ortaya koyar; o çağlarda alka- likle ikiçenekli bitkilerden
dan kalma Sümer yazıtlarında alka- loyit içeren bitkilerin (sözgelimi azotlu organik maddelerdi]
loyitlerle (daha doğrusu bu maddeyi Girit haşhaşı) birçok yüce nitelik niteliği göstermeleri nedt
içeren bitkilerle) ilgili kayıtlara taşıdıklarına inanılıyor ve uyku ya adla nitelendirilmişlerdir,
raslanması,’ söz konusu bitkilerin da ölüm tanrılarının simgeleri sayılı- tuz oluşturan söz konusı
olağanüstü etkilerinin Cilahtaş devri yorlardı. maddeler, önemli ölçüde 2
özellik taşırlar. Çoğunlukla oksijen içeren ve billurlaşabilen katı maddelerdir; suda çok az, alkoldeyse büyük ölçüde çözünürler. Bununla birlikte, oksijen içermeyen türleri uçucu, kokulu ve suda çözünen sıvı bileşiklerdir. Çoğu optik açıdan etkin ve levojir (ışığın polarlanma düzlemini sola çeviren) maddelerdir. Bitkisel hücrelerin kofullarında tuz halinde bulunur, yaprak, çiçek, meyve, çekirdek ve kabuk hücrelerinin kofullarının yanı sıra, az da olsa, toprak altında kalan kesimler-» de de yer alırlar. Ayrıca, alkaloyit-lere, artık yedek madde ya da hormon olarak da raslanabilir. Hayvanlarda alkaloyit niteliği taşıyan tek hormon adrçgalindir.Bazı aÜca-loyitler, sözgelimi novokain, sto-vain, eroin, vb. bitkilerde bulunmaz ve kimyasal bireşim yoluyla elde edilirler. Yalnızca bir tek bitki çok
4 fi
Paris Doğa Bilimleri Müzesi ‘ndeki iki botanik yapıtından alınmış bu resimlerde, alkaloyitlerin çıkarıldığı bitkiler görülmektedir.
1. Kargabüken.
2. Arap kahvesi.
5. Haşhaş.
4. Çay.
.5. Tütün.
6. Güzelavratotu.
7. Sonbahar çiğdemi.
8. Kınakına.
9. Bnğanotu.
miktarda alkaloyit içerebilir ve bu alkaloyitlerin çevrimsel olmayan yapı göstermelerine çok ender uslanır (pancar betaini).
Alkaloyit formülleri çok karmaşıktır; birçoğu 0 biçiminde gösteriler N
piridin formülünden ya da V biçiminde gösterüen pirol formülündeı türer.
pirol
Ayrıca bu formüller karbonlardan birinin yerini azotun aldığı benzer çekirdeklerden de (pirimidin ve imidozol) türeyebilirler. Sözgelimi,
tütün nikotinin formülü, 0” formülünden türemiştir; N
strikninse biçiminde gösterilir N
Alkaloyitlerin fizyolojik özellikleri çok çeşitlidir. Bazısı sinir sistemine etki eder ve bazen sanrıya yol açar (psilosibin; meskalin); bazısı da kasları etkiler (kürarin ve çavdar mahmuzu ergotinini). Bu özellikleri nedeniyle alkaloyitler ölümle sonuçlanan zehirlenmelere yol açarlar (ama aynı zamanda da en önemli ilaç hammaddelerinden birini oluştururlar): Eski Yunanlılar baldıran zehirini idam kararlarının yerine getirilmesi için .kullanırlardı; striknin ve kürar, Güney Amerika’da zehirli okların uçlarına sürülüyordu. Afyon, morfin, kokain, eroinin yanı sıra kenevir, tütün ve kahve gibi bitkilerin alkaloyitleri, ağır uyuşturucu alışkanlığına (Bkz. UYUŞTURUCULAR) yol açan uyarıcılardır.
ALKALOVİTİN
AQI
akonitin (1)
konisin (2)
nikotin
atropin
kokain
morfin
kodein
kinin
sinkonin
striknin
bitisin
kafein
teobromin
kürarin
pilokarpin
kolşisln
ÇIKARILDIĞI
BİTKİ
boğanotu
baldıranotu
tütün
güzelavratotu
koka
haşhaş
haşhaş
kınakına
kınakına
kargabüken
kargabüken
kahve, çay, koli
kakao
kürar
jaborandi
çiğdem
1. EN ZEHİRLİ ALKALOYİT.
2. İLK YAPAY ALKALOYİT (1886).
102
Çavdar ve öteki tahılların asalaklarından bir mantar olan çavdar mahmuzundaki ergotinin, birçok alkalo-yitin karışımıdır ve ciddi zehirlenmelere yol açabilir (çavdar mahmuzu, yasadışı çocuk düşürmede kullanılmıştır). Bazı çayırmantarları müskarin taşırlar; bu maddenin etkisi, bir başka alkaloyit olan atropinle önlenebilir. Sanrı doğuran
birçok mantar tüj*ü vardır; sözgelimi ünlü peyotl ve sinekmantarı, sanrılar sonucu akıl hastalığına yol açabilirler. Alkaloyitler tıpta anestezi uygulamasında (kokain), bazı kalp hastalıklarında (hipnozun gerçekleştirilmesinde) kullanılmıştır; ayrıca, öteki alkaloyitlere karşı antidot görevi yaparlar. Tuzları, tedavi edici önemli etmenlerdir (sıtmaya
karşı kinin sülfat; afyonu o bütün alkaloyitlerin klorhic Biyokimyanın gelişmesi, ali rin kimyasal formüllerinin lojik etkilerinin daha iyi ta m sağlamıştır; dolayısıyle rının, zararlarını çok geric ması beklenmektedir.
alkol ve etilalkol
Alkol denilince konuşma dilinde öncelikle, içki düşünülür. Sağdaki resimde, içki hazırlamada kullanılan bir mahzende •yıllandırılan içki fıçılan görülmektedir.
Fransa’nın Charente bölgesinde, bir konyak üretim yerinden görünüş.
Mayalanmış içkilerin damıtılmasından . elde edilen sıvılara verilen genel ad.
Alkol,asetik asitik (sirke) gibi, meyvelerin doğal mayalanmasıyla oluştuğu için.Eskiçağ’ın ilk dönemlerinden bu yana bilinen bir maddedir. Asetik asite “sirke ruhu” dendiği gibi, başlangıçta alkole de “şarap ruhu” deniyordu. Bu ad, XV. yy’da Paracelsus’un çok ince toz anlamına gelen arapça el-küul sözcüğünü önermesine kadar kullanıldı. Konuşma dilinde alkol sözcüğü, etilalkol ( CH3-ÇH2-OH ) için kullanılır; kimya dilindeyse doymuş bir karbona bağlı bir hidroksil ( -OH ) kökü taşıyan her maddeye alkol denir. Bir aromatik çekirdeğe bağlı hidroksil kökünün varlığı, bir fenolü tanımlar. Cenevre kimya terimleri sınıflandırmasında alkoller, türedikleri hidrokarbonun adına “ol” eki eklenerek adlandırılır: Formülü CH3-OH, olan metanol; etanol; vb. Bazı alkollerse, hidrokarbonun adına “ilik” ekinin eklenmesiyle oluşan adlarla anılır: Metilik alkol; etilik alkol; vb. Alkoller, siklohekzanol gibi çevrimsel yapı (kapalı zincir) gösterebilirler. İki alkol işlevi taşı-
Ix
■’ v J
yan madde bir “diol” (dialkol) ya da “glikol”dür. Üç işlevi varsa “triol” diye adlandırılır; formülü CH2OH-CHOH-CH2OH olan .biyokimyada çok önemli yer tutan gliserol (ya da gliserin) buna örnek gösterilebilir. Bir madde birçok hidroksil taşıyorsa, bir polialkol ya da poliol oluşturur; sözgelimi şekerler, birer pentol-durlar; ayrıca, bir aldehit ya da keton işlevi taşırlar. İşlevsel karbon atomunun yerine geçme (ornatma) derecesine göre, alkoller dört sınıfa ayrılır: Kendi türünde tek bUeşik olan metanol; R bir alkil kökünü göstermek koşuluyla, R-CH2OH tipinde birincil alkoller; genel formülü R-CHOH-R’ olan ikincil alkoller;
R >COH-R”
formülüyle gösterilen üçüncül alkoller.
Birçok alkol hazırlama yöntemi arasında şunlar sayılabilir: a) Karbon zincirini değiştirmeyen yöntemler (hidroliz [suyla ayrıştırma], sabunlaştırma ya dâ mineral ve organik esterleri alkolleştirme; aldehitleri [birincil alkoller], ketonları
[ikincil alkoller], ester v< hidrojenleıüe; alkenleri D hidratlama; b) Bireşimsel y (bir karbonil köküne [aldefı ester] bir organomagnezyü tı hidroliz etme. Bu yöntem aldehit birincil alkolleri, Ö1 hitler ikincil alkolleri, ket< esterler üçüncül alkolleri Genellikle alkoller sıvı mâc yalnızca üçüncül alkoller gı atomu sayısı yüksek olai halde bulunur. Yoğunluk! göre düşüktür ve 0,80-0,84 değişir. Kaynama noktalar dikleri hidrokarbonlara ori yüksek olması, moleküller “Van der Waals bağları” landırılan zayıf bağlar bulı ortaya koyar. Dört ve di karbon atomu taşıyan suyla her oranda karışl karbon sayısı 10 ya da dahi larm sağladığı karışım ora dır; bu sayının üstündeysı elde edilemez. Alkoller asil kimeye girerek ester ve su t lar; ama, söz konusü tep! esterleşme, esterlerin hidn len tersinir bir tepkimeyle Ayrıca, birincil alkoller asitlerle çok iyi tepkime göı ikinciller daha az, üçüncül az tepkirler. Alkaliler anhi lere etkiyerek, suyla ayrış yeniden başlangıç alkolün len alkolatları oluştururla ler fosfor klorürlerin ( PC etkisinde bırakılırsa, R-C klorlu türevler verirler. î ikincil alkoller karbon kırılmadan yükseltgenebiı lem sonucunda birincil al aldehit verirler; bu aldel seltgenirse, bir asit ele İkincil alkollerse bir kete rurlar. Üçüncül alkollerdi genme çok şiddetlidir; d karbon zinciri kırılarak ortaya çıkar. Alkollere 1 su giderme işlemi,alkenler ler) oluşumuna yol açar birincil alkollerden üçüne çildiği ölçüde daha kolay g Alkoller, vernik ya da plas sanayisinde çözücü olaral maddelerin bireşiminde olarak kullanılır. Metil al yide kullanılan etilalkole <
nmda katılırsa özelliğini değiştirir ve tüketimini (içimini) olanaksızlaştıran bir tat verir. Biyokimyada gliserol temel maddelerden biridir; çünkü yağlı maddeler gliseritlerdir; yani gliserolun ve uzun zincirli yağ asitlerinin esterleridir. Ayrıca mumlar, mirisik (melisik) alkol ve palmitik asitin esterlerinden oluşurlar. Sterol, özellikle kolesterol gibi karmaşık alkoller son derece önemlidirler: Hücre zarlarının oluşumundan, vitamin ve hormonların üretimine kadar çok çeşitli işlevler yüklenirler.