wiki

Alman Sanatı ve Mimarlığı

Alman Sanatı ve Mimarlığı1
Bu maddede tanımlanacak Alman sanatı ve mimarlığı, 1871 yılında tek bir Alman devleti haline gelen birçok prenslik ve krallığın sanatsal üretimini konu alacaktır. Avusturya sanat ve mimarlığı, her ne kadar Alman kültür mirasıyla aynı özellikleri taşımaktaysa da, bu konuya başka bir maddede değinilecektir (Bk. AVUSTURYA SANATİ VE MİMARLIĞI). Karoienj sanatı veOtto sanatıjAlman sanatının başlangıcı hıristiyanlık öncesi devirlere kadar inerse de, ancak Karolenjler zamanında (VIII. ve IX. yy’lar) Alman toprakları üzerinde önemli bir sanatsal ve mimari üslup ortaya çıkmaya başladı. Krallığı şimdiki Almanya’nın birçok kısmını kapsayan ve kuzeydeki başkenti bir Alman kenti olan Aachen’de bulunan Frank kralı Şarl- man, Roma İmparatorluğu’nun debdebesini hem politik hem de kültürel alanda yaşatmaya çalıştı. Akademisyen ve sanatçıları toplayıp korudu, İtalya ve Bizans’tan kitaplar getirterek yerel sanatçılara klasik (Roma) ve Bizans ¡örneklerini tanıma fırsatı verdi. Bizans etkisi, büyük olasılıkla Ravenna’daki San Vitale kilisesi örnek alınarak yapılan Şarlman’ın Aachen’deki Saray Capel- la’sında (790-805), klasik etkisiyse Roma’daki Conctan- tinus kemerlerinden esinlenerek yapılan Lousch’daki saray kapısında görülmektedir (Bk. KAROLENJ SANATI VE MİMARLIĞI). Elyazma süslemeleri sanatında, Godescalc İncilleri (781-83; Ulusal|Kütüphane, Paris) zamanın Alman sanatçılarının klasik biçimlerle yerel gelenekleri birleştirmek için nasıl çabaladıklarını göstermektedir. Bu elyaz- madaki Tahtta Oturan İsa minyatürü, klasik süslemeyi kuzeyin karakteristik soyut İrlanda süslemeleri ile

2

 

bağdaştırmaktadır. Şarlman’ın Taç Giymesi’ndeki Aziz Natta figürü (800-10; Ulusal Kütüphane, Viyana) çalışmadaki filozof ve şairlerin eski tasvirlerinden örneksen- miştir. Şarlman İmparatorluğu’nun IX. yy’da yıkılmasından sonra, çok az sanatsal çalışmanın yapıldığı bir politik, ekonomik ve kültürel gerileme devri başladı. Bu karışıklık dolu yıllar, X. iyy’da|imparator Otto I ve yerine geçenler (Saksonlar ya da Otto’pun soyundan ge-1 lenler) Almanya’da düzeni yeniden kurunca sona erdi. Ne var ki bu süre içinde Almanya ile Kuzey Avrupa ve Akdeniz kültür merkezleri arasındaki bağlar zayıflamış ve Otto dönemi mimar ve sanatçılar -Karolenj ve Ro
ma-Bizans modellerinden tamamiyle kopmasalar da- kendi yerli üsluplarını geliştirdiler. Bu üslup, belki de dönemin en önemli kilise yapısı olan Hildesheim’daki Aziz Michael kilisesinde (1001- 31) görülebilir. Karolenj dönemindeki kiliseler gibi, avlusunun doğu ve batı ucunda Roma kiliseleri avlularında

3

 

 

görülenlere benzer bakışımlı kuleler bulunan bu kilisenin, kuzeyden ve güneyden girişleri olan ek bir çapraz şahını vardır. Bu kilisede görülen önemli bir başka yenilik de avlunun içine ek geçiş meydanın ve -daha sonraları birçok Ortaçağ kilisesinde değişmez bir bölüm haline gelen- bir destek sistemidir. Kilisedeki Bronz kapılardaki (1015) figürler (eski Roma’dan bu yana ilk tek parça halinde dökülmüş kapılardır), yalnızca bir sonraki dönemin büyük boyutlu heykellerini müjdelemekle kalmaz, ayrıca yerel Otto üslubundaki gelişmeye de tanıklık eder. Isa’nın Taç Ciymesi sahnelerindeki klasik durgunluğun tersine, bir ifade gücü bronz figürlerin pandomimleri çağrıştıran tavır ve davranışlarının en önemli özelliğidir. Benzer biçimde tahta Gero Haç’ı (969-76), çarmıha gerili İsa’nın acılarını herhangi bir Karolenj ya da erken hıristiyan dönemi sanat ürününden daha canlı biçimde anlatır. Böyle dramatik anlatımlara dönemin elyazmaların- da da sık rastlanır.¡Otto III İncili nde(983-1002) de görüldüğü gibi birçok Otto’lar dönemi süslemecisil klasiz- min açıklığından, durgunluğundan vazgeçmiş ve yazmadaki figürlerin düzensiz duruşları ve donuk hareketlerinde görüldüğü üzere ileri bir anlatımcılığa yönelme gözlenmektedir. Roman sanatı.Otto’nun soyundan gelen son hükümdar 1024’te ölünce,| Almanya’da Roman sanatı döneminin başlangıcını simgeleyen Franken sülalesi başa geçti. Çağın belki de en önemli gelişmesi, mimarlara, birçok önroman yapının yanmasına neden olmuş düz tahta çatıların yerine ateşe dayanıklı duvar tavanlar yapabilme olanağı veren kasnaklı kubbelerin ortaya çıkışıdır. Speyer Katedrali (1082-1106) en erken dönemde yapılmış, tam kubbeli roman kiliselerden biridir. Bu yapının getirdiği yenilikler, daha sonra Mainz ve Worms katedrallerinin genişletilmesinde kullanılmıştır. Pek çok diğer roman yapı gibi, Speyer katedrali de görünüşte yekparedir ve iç kısım -Otton sanatı doğrultusunda ürünler veren sanatçıların tersine- katedralin iç düzenini yansıtacak biçimde çok sayıda bağlantıyla birleştirilmiştir. Dönemin diğer mimari gelişmeleri, XII. ve XIII. yy’ larda, Fransa’dan Almanya’ya kadar yayılan Cluny ve Citeaux tarikatlarının etkisine tanıklık eder. Yalnızca kiliseler değil, ek yapılar, yatakhaneler ve diğer |manastır binaları da gelişmiş mimari düzenlemelerden paylarını aldılar. Her ne kadar Avrupa’nın başka yerlerinde VIII. ve IX. yy’lardaki hemen hemen bütünüyle unutulan yapı dışındaki taş oymalar roman sanatı döneminde yeniden canlanmaya başlamışsa da Alman topraklarında bu durum gerçekleşememiştir. Oyma kabartma ve figürlere Fransız, İspanyol ve İtalyan roman katedrallerinin dış yüzeylerinde sık sık rastlanmaktaysa da aynı şey Almanya için geçerli değildir. Buna karşılık, bunların yerine koro yerinde, mezarlarda, vaftiz çeşmelerinde ve kutsal eşya mahfazalarında, küçük fildişi aynalarda, çok iyi korunmuş bu tür heykellere rastlanabilir. Ayrıca roman katedrallerinde pencerelerin genişletilmesiyle boyalı cam işi de önemli bir sanat haline geldi. Bu sanatın günümüze kadar gelen örneklerinden en çarpıcı olanı – hâlâ ilk konduğu yerde durmaktadır- Augsburg katedralindeki beş peygamber çevrimidir (1120-30). GOTİK SANAT Gotik üslubun Almanca konuşulan topraklara girişi yavaş oldu: Ancak XIII. yy’ın ikinci yarısında, büyük Fransız gotik anıtların yapılmasından sonra Alman katedralleri roman karakterlerini kaybetmeye başladı. Alman Gotik mimarisinin iki büyük örneği, Strasbourg katedrali (avlusuna 1235’te başlanmıştır) ve Köln katedrali (1248’de başlanmıştır),¡Fransa’daki Saint Deniş ve Amiens katedralleri örneksenerek yapılmıştır. Buna karşılık Almanlar -gerçekte- Avrupa gotik sanatına iki önemli katkıda bulunmuşlardır. Birincisi, kuzeyde kumtaşının bulunmaması nedeniyle tuğla kullanma zorunluğudur. Tuğla, kumtaşıyla yapılan gotik katedrallerdeki karmaşık ayrıntılara izin vermediği için, güneydeki gotik yapıların kompleksliliğine karşılık kuzeyde süssüz, sade bir yapı tarzının oluşmasını sağlamıştır. İkincisi, büyük bir olasılıkla Fransız kökenli olmakla birlikte bütünüyle büyük Alman kentlerinde geliştirilen Hallenkirche’dır (salon-kilise). Marburg’daki Azize Eli- zabeth (1233-83) gibi erken dönem salon-kiliselerde görüldüğü gibi, sütunlu koridorlar avluyla aynı yükseklikte yapılmıştır. Erken Alman gotik heykelciliği de Fransız etkisini yansıtır. Reims’daki figürlerle üslup benzerlikleri sergileyen ve Bamberg katedralindeki bir payandanın üzerine yerleştirilmiş olan Bamberg Sürücüsü’nde (geç XIII. yy.) bu etki açıkça ortadadır. Hem bu çalışma hem de Naumburg katedralinin koro yerindeki Ekkehart ve Uta (1250-60), XIV. ve XV. yy’larda da Jdevam ]edecek olan XIII. yy. realizminin çıkışını sürdürdü. Gerçekten de XV. yy’da İtalya’da Rönesans idealizmi yayılırken, çağdaşı gotik Alman heykelciliği, özellikle hünerli ama sanat anlayışları birbirinden farklı Tilman Rie- menschneider ve Veit Stoss’un yapıtlarında, gerçekçi ve anlamlı bir geç gotik sanatı biçiminde devam etti. Resim alanında en önemli gelişme XIV. yy’da önce tahta panel resimciliğinin sonra da bez resimciliğinin geliştirilmesi oldu. Gerçi XIV. ve|XV. yy’larda Siena etkisi egemen olmuşsa da 1450’den sonra HollandalI kaynaklar da aynı ölçüdelönemli etkiler yapmaya başladılar. Kuzeydeki Stephen Lochner (1400-51) ve güneydeki Konrad VVitz’in yekpare ve sert biçimlerinin tersine, Jan Ivan Eyck’ın yumuşak ve akıcı bir üslup olarak da bilinen luluslararası üslubu |resme egemen oldu. Rogier van der Weyden’den yoğun bir şekilde etkilenmiş olan Martin Schongauer, yalnızca geniş bir resim atölyesine öncülük etmekle kalmayarak, büyük bir olasılıkla, çağın kuzeydeki en hünerli bakır oyma tekniği ustası oldu. Bu teknik 1430’larda geliştirilerek yüzyılın ikinci yarısında tahta kalıpla yapılan resmin yerini aldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir