Ard izlenimcilik, p o s t-em p re s y o n îzm olarak
da bilinir, Fransa’da, görsel sanatlar
alanında İzlenimciliğe karşı oluşturulan hareket.
Bu adı ilk kez İngiliz sanat eleştirmeni
Roger Fry, Paul Cezanne, Georges
Seurat, Paul Gauguin, Vincent van Gogh,
Henri de Toulouse-Lautrec gibi çoğunluğu
Fransız olan bir grup sanatçı için kullandı.
Bu sanatçılar sanat yaşamlarına izlenimci
olarak başlamış, ama zamanla kendilerine
özgü kişisel üsluplarını geliştirmek amacıyla,
İzlenimciliğin sınırlayıcı ilkelerine karşı
çıkmışlardı. İzlenimcilik(*) en katı anlamıyla,
doğadaki geçici renk ve ışık etkilerinin
nesnel bir yaklaşımla betimlenmesine dayanıyordu.
Ard izlenimciler daha iddialı ve
atılgan bir anlatıma ulaşabilmek için bu
sınırlamayı reddettiler. Ama her şeye karşın,
İzlenimciliğin saf ve parlak renklerinin,
geleneksel konulardan bağımsızlaşmasının
ve küçük fırça vuruşlarıyla oluşturulan kesik
renk kullanımının kendi üslupları üzerindeki
etkilerini yadsımadılar. Resmen bir
akım niteliğine bürünmemiş olsa da bu
sanatçıların tutumu birçok çağdaş sanat
eğiliminin, genel olarak da modern sanatın
temelini oluşturdu. İzlenimciler arasında
süren tartışmalı bir dönemden sonra Paul
Cezanne, akıma müzelerdeki sanat yapıtlannda
olduğu gibi kalıcı ve sağlam bir boyut
kazandırmak amacıyla, 1878’de ayrı bir yol
tuttu. Parlak renkleri kullanmakta bir hayli
ustalık gösteren Cezanne, doğal biçimlerin
yapısal nitelikleri ile yüzeysel biçim ve
derinlik sorunlarını eşzamanlı olarak irdeledi
ve değişen ışık etkilerini olduğu gibi
saptamanın çok ötesine geçti. Cezanne in
yaklaşımı, geçici görünüşleri saptayan izlenimcilerin
tersine, manzara ve ölüdoğaya
anıtsal bir kalıcılık kazandırdı. Onun yapıtları,
temelde nesnelerin yapısal nitelikleriyle
derinden ilgilenen Kübizmin(*) başlıca
esin kaynağı oldu. Georges Seurat da
1884’te Salon des Independants’da sergilediği
yapıtlanyla, kompozisyona izlenimcilerden
daha çok önem verdiğini ve renk bilimini
incelediğini ortaya koyarak Cezanne’
la benzer bir amacı olduğunu belli etti.
Seurat, yapıtlanndaki ışıltıyı, izlenimcilerin
kesik renk uygulaması ile elde ettikleri
panltılı ışıktan yola çıkıp, optik yasalannı
irdeleyerek gerçekleştirmeye çalıştı. Bu
amaçla karşıt renkleri küçük noktalar halinde
yan yana koyuyor, bunların uzaktan
bakıldığında tek bir egemen renk olarak
algılanmasını sağlıyordu. Noktacılık(*) olarak
adlandırılan bu son derece kuramsal
teknik, dönemin bazı ressamlarının yanı
sıra, birçok 20. yüzyıl sanatçısının da esin
kaynağı oldu.
Ard izlenimciler sergilerini çoğu kez ortak
açtılar, ama (birbiri içine geçmiş bir ilişki
düzeni içinde olan) izlenimcilerin tersine,
ayrı ayn çalıştılar. Cezanne Fransa’nın güneyinde
Aix-en-Provence’da, Gauguin
1891’de yerleştiği Tahiti’de, van Gogh ise
Arles’m kırsal bölgelerinde resim yaptı.
Gerek Gauguin, gerek van Gogh İzlenimciliğin
tarafsız nesnelliğini, daha kişisel ve
tinsel bir anlatım adına reddettiler. Gauguin
1886’daki son izlenimciler sergisine katıldıktan
sonra, “doğalcılığın tiksindirici yanlışından
vazgeçtiğini açıkladı. Genç sanatçı
Emile Bernard ile birlikte, bilinçli bir
biçimde ilkel sanatın estetiğine yöneldi.
Gauguin Bireşimcilik(*) olarak adlandırdığı
bu anlayış içinde, düşünce ve düşgücünün
tek esin kaynağı olduğunu, doğanın betimlenmesinin
de bu olgunun yansıtılmasında
yalnızca bir araç işlevi gördüğünü savundu,
iki sanatçı, ortaçağ vitrayları ile kitap
resimlerinin saf ve düz renklerini, kalın dış
çizgilerini ve dekoratif niteliklerini kopya
ederek, katışıksız renk ve çizginin içerdiği
gizilgücü araştırdılar. Gauguin, resimlerindeki
insan ve nesnelerle ilgili şiirsel düşünceler
uyandırmak amacıyla özellikle parlak
ve abartılmış renkler kullandı. 1886’da Paris’e
gelen van Gogh, şiddetli duygularını
ifade etmek amacıyla, izlenimciliğin renk
kullanımı ile tekniklerini benimsedi. İzlenimcilerin
karşıtlık yaratan küçük fırça
vuruşlarını, düşüncelerinin coşkusunu yansıtır
biçimde, kıvrımlı ve titrek renk çizgilerine
dönüştürdü, böylece izlenimcilerin ışıltılı
etkilerinin de ötesine geçti.
Henri de Toulouse-Lautrec ve Odilon
Redon, izlenimcilerle daha az bağlantısı
olan sanatçılardı. Dekoratif etkiye düşkünlüğü
ve betimleyici yaklaşımı ile Toulouse-
Lautrec, kendine özgü kıvrımlı bir dış
çizgiyle çevrelediği düz alanları, İzlenimciliğin
canlı ve karşıt renkleriyle boyadı. Redon’un
çiçekli ölüdoğaları bir anlamda izlenimci,
öbür yapıtlan ise daha çizgisel ve
simgesel bir boyut içeriyordu. Ard izlenimcilik,
genelde doğalcı yaklaşımdan uzaklaşarak,
yerini duygulan renk ve çizgi aracılığıyla
uyandıran 20. yüzyılın iki büyük sanat
akımına, Kübizm ve Fovizme bıraktı.
Ard izlenimcilik
14
Şub