A S TR O NO M İ; Alm. Astronomie (f), Fr. Astronomie,
İng. Astronomy. Dünyâmızın da içinde
bulunduğu kâinatı, (gezegenler, güneş, ay, güneş
sistemi, yıldızlar, kuyruklu yıldızlar, akan yıldızlar,
asteroitler, galaksiler vb) konu alan ve bu cisimlerin
yapılarını, bulundukları yerleri, hareket
kânunlarını,meydana gelişlerini, zamânımıza kadar
geçirdikleri değişiklikleri, gelecekte meydana
gelebilecek olayları ortaya koymaya çalışan
ilim. Astronomi genel olarak gök cisimlerinin hareketlerini
incelerken 19. yüzyılda ortaya çıkan astrofizik,
gök cisimlerinin fiziksel özellikleriyle
ilgilenmektedir.
Astronominin târihçesi: Gece ve gündüzün
değişmesi, mevsimlerin birbirini tâkip etmesi, yıldızlı
gecelerde gökyüzünün görünüşü, güneşin,
ayın ve diğer gök cisimlerinin doğup batması, bâzılarının
bütün sene görülmesi gibi hususlar, târih
boyunca insanların dikkatini gökyüzüne çeken
noktalar olmuştur. Hareketleri yıldızların genel
hareketinden farklı olan gök cisimleri, gezegenler
olarak sınıflandırılmış ve bu meyanda Merkür,
Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn ilk keşfedilen gezegenler
olmuşlardır. Bu arada Güneş ve Ay’ın
gezegenlerin genel hareketlerini tâkip etmediği
de tesbit edilmiştirBilinen ilk astronomik gözlemler Bâbiller zamânmda
yapılmış, gece ve gündüzün 12 saate bölünmesi
bu devirde gerçekleştirilmiştir. Mısırlılarda
astronomi bilgisi daha ileriydi. Piramitler’in şuurlu
ve kesin bir astronomik yönlendirme ile inşaası,
günümüzde bile hayret edilecek bir tarzda yapılmış
olmaları, eski Mısırlıların astronomi bilgisi
hakkında genel bir fikir vermektedir.
Eski Yunan’da Thales ve Pythagoras gibi matematikçiler
astronomi ile ilgilenmişlerdir. İskenderiye’de
yaşayan Eratosthenes M.Ö. 3. yüzyılda dünyânın
çevresini oldukça kesin bir şekilde hesaplamıştır.
M.Ö. 2. yüzyılda yaşamış olan Hipparchus, ilk
çağın tanınmış astronomlarından birisidir. İleri sürdüğü
Güneş merkezli astronomik teori daha önce
ortaya atılmış ise de, (Aristorchus teorisi) Hipparchus
yıl ve ayın uzunluklarım da dikkate şâyan bir hassaslıkla
belirlemiş, oldukça hassas bir yıldız haritası
ve katalogu hazırlamıştır. Yaklaşık 850 yıldızın yerini
ve târifini vermiş, yıldızları parlaklıklarına göre
sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma günümüzde
bile kullanılmaktadır. Aynca, Ay’ın hareketinde Güneş’in
çekiminden dolayı meydana gelen düzensizlikleri
de tesbit etmiştir. Daha sonra M.S. 2. yüzyılda
yaşayan Ptolemi Hipparchus’un tesbitine dayanarak
bir kâinat sistemi kurmuş ve bu Ptolemy (Batlemyus)
Teorisi 1400 yıl geçerliliğini korumuştur.
İslâmiyet’in yayılmak sırasında geniş fetihlerde,
antik çağın büyük coğrafyacılarının, astronomlarının
yazmış oldukları eserler Müslümanların
ellerine geçmiş ve incelenmiştir. Müslüman
ilim adamları, Ptolemi astronomisinin İlmî yanıyla
da ilgilenmişlerdir.
Halîfe Me’mun incelemeleri kolaylaştırmak
için, M.S. 827’de Ptolemy’nin Al-Masgest adlı kitabım
Arapçaya tercüme ettirmiştir. Bu eser İslâm
âleminde El-Mecistî olarak tanınmaktadır. Yine
Me’mun’un emri ile M.S. 832’de ileri gelen ilim
adamlarından bir heyet, Sincar sahrasında 1 derecelik
meridyen yayının uzunluğunu tesbit etmişlerdir.
Bu astronomik gözlemleri yapan heyetde:Ebü’t-Tayyib Sened İbni Ali, Ahmed İbni Abdullah
El Mervezî, Ahmed İbni Muhammed en-Nihâvendî,
Ali bin îsâ el-Usturlâbî, Ebû Ali Yahyâ ibni
Mansûr, Hâlid ibni Abdülmelik el-Merverruzî,
Ebü’l-Abbâs el-Fergânî, Ömer İbnü’l-Fâruk Han et-
Taberî, Ebû Bekr Muhammed İbni Fâruk, Sâbit bin
Kurre’nin bulunduğu bildirilmektedir.
Bu devirde yaşayan ünlü bir Türk matematikçisi
ve astronomi âlimi, Halîfe Me’mun’un büyük
itibârını kazanmış olan Ebû Abdullah Muhammed
bin Mûsâ el-Hârezmî’dir.
El-Hârezmî’nin batı dillerine de tercüme edilen
çeşitli eserleri vardır. Bunlardan birisi: Zîc-ül-
Hârezmî olup Halîfe Mansûr zamânında Muhammed
bin İbrâhim-ül-Fezâri tarafından Hintçeden
tercüme edilmiş olan Zîc’in değiştirilmiş
şeklidir. Bu astronomik tablolar uzun yıllar astronomlar
tarafından kullanılmıştır.
Ebü’l-Hasan isimli başka bir ilim adamı Akdeniz’in
uzunluğunu 44 derece boylam uzunluğunda
bulmuştur. Bu uzunluğu Ptolemy 60 dereceden
büyük olarak kabûl etmiştir.
Büyük astronom Ebû Reyhân el-Bîrûnî M.S.
980’de dünyâ çapını tâyin etmiş, El-Kânun isimli
eserini yazmıştır. Bu yüzyılda yaşıyan değerli
iki ünlü astronom Ebü’l Vefâ ve İbn-i Yûnus’tur.
İbn-i Yûnus (950-1008) Kâhire’de Cebel-i Mukattam
Rasathânesinde yapmış olduğu rasatlar sonunda
dört ciltlik Zîc-i Hâkimî adlı astronomik
cetvellerini hazırlamıştır. Bu cetveller 13. asra
kadar kullanılmıştır.
On birinci yüzyılda yetişmiş matematikçi, astronom
ve şâir olan Ömer Hayyam, Nizâmülmülk’ün
sağladığı maddî yardımlarla Nişâpur’da bir
rasathâne kurmuştur. Bu rasathânede tunçtan yapılmış
dünyâ ve gök küreleri, su ve kum saatleri, astronomide
kullanılan çeşitli âletler ve kütüphânesinde
Ptolemy, El-Battânî, El-Harezmî, İbn-i Yûnus
ve El-Bîrûnî’nin astronomik tabloları (Zîcleri) bulunmaktaydı.
Ömer Hayyam, hâlen Paris Millî Kütüphânesinde
bulunan Zîc-i Melikşâhî adlı eserinde
100 yıldızın gök koordinatlarını vermiştir.
Bediuzzanıan el-Usturlâbî lakabı ile anılan
Ebü’l-Kâsım Hibetullah adındaki astronom da
Ömer Hayyam’in çalışma arkadaşı olmuştur. Usturlâbî
lakabı, bu astronoma, usturlâbların (Bir
astronomi âleti) teori ve imâlindeki ustalığından
ötürü takılmıştır.
Endülüs’te yetişen İslâm âlimlerinin büyüklerinden
Batrûcî (1217) eserleriyle modern astronominin
temeli olan Helyo-Sentrik Planet sistemini
ilk defâ kuran kişi oldu. Kopernik, Batrûcî’nin ve
İbn-i Şâtır’ın bu temel prensiplerini kitaplarından
okuyarak kendine mâl etti ve Avrupalılar yanlış
olarak modern astronominin kurucusu olarak Kopernik’i
gösterdiler. On üçüncü yüzyılın en ünlümatematikçisi ve astronomu olan Nasîreddîn Tûsî,
1201 yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğmuştur.
Tûsî, Hülâgu’nun yardımıyla Azerbaycan’da
Merâga (Rûmiye Gölünün doğusunda) şehrinde
bir rasathâne kurmuştur. Rasathânenin çatısında
açılan bir aralıktan güneşin, ayın ve yıldızların
hareketleri tâkib ediliyordu. Ayrıca rasathânede
parlak yıldız ve gezegenleri gün ışığında bile gözlemeye
elverişli yeraltı mağara ve kuyuları bulunuyordu.
Bugün modem rasathânelerde de fotoğraf
odaları yeraltına inşâ edilmiştir.
Rasathânede bir kısmı bizzat Tûsî tarafından
keşf olunmuş bir kısmı da eski âletlerin geliştirilmiş
şekilleri olan birçok âlet bulunuyordu. Bu rasathânenin
idâresini üzerine alan Tûsî; Irak, Sûriye
ve Türkistan’dan, güvendiği âlimleri de yanma
dâvet etmiştir. Şam’dan Müeyyidüddîn Urzî, Musul’dan
Fahrüddîn Merâgî, Tiflis’ten Fahrüddin
Ahlatî, Kazvin’den Necmüddin Dübeyrânî, Halep’den
Muhyiddîn Mağribî ve Şing Sing diye
anılan Çinli Fao-Mum-çi bunlardandır.
Nasîreddîn Tûsî 12 senelik bir çalışmadan
sonra 1269’da Zîc-i İlhanı adlı eserini tamamlamıştır.
Astronomi alanında diğer önemli eserleri,
Tahrîr-ül Mecistî ve Tezkire fî İlmil Hey’e t’dir.
Tûsî ekolüne mensup bir çok matematikçi ve
ast ronom arasında en meşhuru Semerkant’ta yaşamış
olan Gıyâseddin Cemşid el-Kâşî’dir. Bu
Astronom, Tûsî’nin Zîc-i İlhanî adlı eserini yeniden
düzenlemiştir.
Büyük astronom Takiyüddin ve diğer astronomların
İstanbul’daki çalışmalarının temsili minyatürü (solda).
Birûnî’nin, ay tutulmasını gösteren bir şekli (üstte).
On beşinci yüzyılın en meşhur astronomu Tîmûr
Hanın torunu Uluğ Beydir. Uluğ Bey, Tûsî’nin Zîci
İlhanî*sinin zamânındaki rasatlara uymadığını
hocalarından öğrenince Kâdızâde ve Gıyâseddîn
Cemşid’i Semerkant’ta bir rasadhâne kurmaya memur
etmiştir (1420). Önce Cemşid’in sonra Kâdızâde’nin
ölümünden sonra astronomik ölçmeler
Ali Kuşçu tarafından tamamlanarak Zîc-i Gürgânî
(veya Zîc-i Cedîdi Sultânî) meydana gelmiştir.
Bu eser 1018 yıldızın gök koordinatlarını ihtivâ
etmekteydi. Batıda birkaç asır kullanılan bu cetveller
ve açıklamalar sâyesinde, Tûsî’den üç buçuk asır
sonra (1627’de) Kepler, Tabulac, Rudolphinac
adlı asronomik cetvelleri neşretmiştir. Yine bu eser
(Zîc-i Gürgânî) 1841-1853Terde A. Sidillot’un
“Prolegomenes des Tables astronomiques d’ouloug
Bey” isimli tercümesiyle Avrupa’ya girmiş
ve uzun zaman Pozisyon Astronomisinin ana kitabı
olarak kullanılmıştır.
Semerkant Rasathânesinin Uluğ Bey tarafından
bulunan coğrafi koordinatları tûl (boylam)= 90° 15′
arz (enlem)= 39°37′ 23″ dir. Uluğ Beyin başlangıç
meridyeni olarak nereyi aldığı bilinmemektedir.
Rasathânenin bu günkü koordinatları tûl (boylam)=
64 derece 37’54” doğu, arz (enlem) = 39° 38′ 47″ kuzeydir.
Coğrafî enlemin belirlenmesindeki l’24″lik
küçük fark Uluğ Beyin o zamanki âletlerle ne kadar
hassas ölçme yaptığının delilidir. On beşinci asrın
başlarında Semerkant’ta doğan Ali Kuşçu, üstatlarının
ölümünden sonra genç yaşında rasathâneyi
idâre etmiş ve Zîc-i Gürgânî’nin tamamlanmasında
büyük hizmetleri olmuştur. Uzun Hasan’m İstanbul
elçisi olan Ali Kuşçu, görevi bittikten sonra
Fâtih Sultan Mehmed tarafından dâvet olunmuş,
İstanbul’a gelmiştir. Birçok astronom yetiştirmiş
ve çeşitli eserler yazmış olan Ali Kuşçu 1474 yılında
İstanbul’da ölmüştür (Bkz. Ali Kuşçu).Ali Kuşçu’dan sonra torunu Mîrim Çelebi ve
daha sonra Takiyüddîn el-Râsid astronomi alanında
çeşitli çalışmalar yapmışlardır.
Buna karşılık bütün ortaçağ boyunca Avrupa’da
bu bilgilere karşı çıkılmış, dünyânın bir tepsi
gibi düz olduğu, etrâfınm denizlerle çevrili olduğu
sâbit bir fikir hâlini almıştır. Bu durum Kopemik’e
kadar devâm etmiştir.
Modern astronominin gelişimi: Gök cisimlerinin
hareketlerinin güneşin merkez olarak
kabûl edilerek basitçe açıklanmasını Kopernik
(1473-1543) Batrûcî ve İbn-i Şâtır’ın eserlerinden
alarak yapmıştır. Ptolemy ve Kopernik’in sistemlerinin
eksik noktası, fiziksel bir temelinin olmamasıydı.
Galileo (1564-1642) ve Newton
(1642-1727) bu sistemin kinematik tarafları yanında
dinamik yönlerini de açıklayarak, modern
astronomiye bir temel kurmuşlardır. Bunlar yıllar
önce okullar açmışlar, rasathâneler kurmuşlardır.
Bu hususta temel kitaplar yazmış, Türk-İslâm
âlimlerinin kitaplarından istifâde etmişlerdir.
Bu İslâm bilginlerinden biri El-Batrûcî’dir. El-
Batrûcî’nin Astronomi Prensipleri adını taşıyan
kitabı batıda asırlarca en önemli kaynak kitap
kabûl edilmiştir. El-Batrûcî’nin bu kitabı, o
zamâna kadar bilinen ve esâsı Ptolemy’nin görüşleri
olan astronomi bilgilerinde bir ihtilâl meydana
getirmiştir. El-Batrûcî, Helyo-sentrik gezegen
sistemini ilk defâ bulan kişi olarak modern
astronominin ilk kurucusu sayılmaktadır.
El-Batrûcî, Ptolemy’nin merkezî dâire çevresi
üzerinde devreden küçük dâire ve dış merkezli
sistemini tenkit etmiş ve Ptolemy’nin bu sisteminin
her hangi İlmî temele dayanmadığını ispat
etmiştir. El-Batrûcî’ye göre her gezegenin kendi
kutupları vardır. Yıldızların eşit zamanlarda eşit
olmayan kavisler yaptığını bildirerek yıldızlar
küresinin üç hareketi olduğunu, bunların birincisini
boylam, İkincisini enlem ve üçüncüsünü de
günlük olarak vasıflandırdı. Birçok batılı astronom
El-Batrûcî’nin fikirlerinden çok istifâde etmişlerdir.
Bunlardan birisi de günümüzde hemen
herkesin modern astronominin kurucusu kabûl
ettiği Kopernik’tir. Batılı çevrelerce ileri sürüldüğü
gibi; “Kopernik Arapça bilmez, eserleri
okuyup anlayamazdı.” görüşü isabetli değildir.
Çünkü bizzat Kopernik’in yazdığı De Revolitionibus
Arbium Coeleftium kitabı El-Batrûcî ve
El-Bettâni’nin fikirlerine dayandırılmıştır. Ayrıca
onun El-Batrûcî’nin fikirlerini iyi bildiğini
Venedik’te 1496’da basılan Regiom-ontanus adlı
kitabı da ispat etmektedir. Bütün bunlara ilâve
olarak, Kopernik gibi bir araştırmacının, birçok
yerleri El-Batrûcî’ye atfedilen 12, 13 ve 14. asırlarda
Lâtin bilginlerince yazılan astronomi kitaplarını
okumadığı düşünülemez.
Modern astronomiye yardımı bulunanlardan
biri de Johannes Keppler (1571-1630)dir. Bulduğu,
üç “Gezegensel Hareket Kânunu” aşağıdaki
gibidir:
1. Gezegenler, odaklarının birinde güneş bulunan
bir elips yörünge üzerinde hareket ederler.
2. Gezegenler, güneş etrâfında hareket ederken,
güneş ile gezegeni birleştiren doğru, eşit zamanlarda
eşit sâhalar tarar.
3. Gezegenlerin dönüş periyotlarının kareleri
güneşe olan ortalama mesâfelerinin (elipsin büyük
eksenin yarı uzunluğu) küpleri ile orantılıdır.
Keppler, bu kânunları, deneme-yanılma metodu
ile 20 yıl araştırmış olup, Newton 1687’de
yerçekimi kânunlarını ortaya koyuncaya kadar
mekanik bir temelden yoksun kalmışlardır. Jüpiter
etrâfında dönen kendi uydusu üzerinde Galileo
tarafından 1610’da kendi yaptığı teleskopla gözlendiği
halde, Kopemik’in kâinat sistemi görüşü
ancak 1627’de geçerlilik kazanmıştır.
Dünyânın hareketinin hassas bir biçimde incelenmesi,
bir zaman ölçüsü sisteminin tesbit
edilmesini mümkün kıldı. Güneşin uzaklığı yaklaşık
olarak belirlendi ve dünyânın yörüngesininçapı, trigonometrik esaslara dayanılarak bâzı yıldızların
uzaklıkları hesâb edildi. Bu, yıldız sisteminin
gerçek büyüklüğünün ve onun kâinata nisbetle
özel yerinin tasavvur edilmesine sebeb oldu.
Alman astronom Johann Gottfried’in daha önce
Fransız bilim adamı Le Verrier tarafından, teorik
olarak söylenen, Neptün gezegeninin varlığının
doğrudan doğruya gözlemle belirlenmesi, Galileo
ve Newton mekaniğinin önemini bir kere daha
ortaya koydu.
Dünyânın önemli şehirlerinde rasat istasyonları
kuruldu ve idâresi meslekten yetişen kimselerin
eline verildi. Meşhur Greenwich istasyonunun ilk
idârecisi John Flamsteed (1646-1719) ve Paris’inki
Jean de Cassini (1625-1712) olmuştur. Flamste
ed ’den sonra Greenwich’e Edmund Hailey
(1659-1742) gelmiş, kuyruklu yıldızların yörüngelerinin
çok büyük, basık elipsler olduğunu göstermiştir.
St. Helena’da, on yıllık bir çalışma ile,
ilk defâ güney yarımküresinin yıldızlarının haritasını
yapmıştır. Halley’in uzun basık yörüngesi,
gök cisimlerinin eş merkezli dâire yörüngeler çizdiği
teorisini de yıkmıştır.
Samanyolu’nun dikkatle incelenmesi neticesinde
William Herschel (1732-1822) yıldızların
yeni bir dağılışını tesbit etti. 1918’de Harlow
Shapley yıldız sisteminin merkezinin güneş olmadığını
ve hatta güneşin merkezden otuz beş
ışık yılı uzakta olduğunu iddia etmişti.
Kâinatın (evrenin) merkezi, güneşin de içinde
bulunduğu, Samanyolu diye bilinen büyük bir yıldız
grubu veya galaksi olarak kabûl edildi. Merkezî galaksi
görüşü sonra terkedildi. 1924’te Edwin Hubble
(1889-1953) Andromeda nebulasinm gerçekten bir
gaz ve toz bulutu olmadığını, fakat samanyolundan
iki milyon ışık yılı uzakta bir galaksi olduğunu ileri
sürdü. Neticede birçok yıldız sistemi ortaya çıkarıldı.
Diğer galaksilerden gelen ışığın atreoskopik
çalışmalarının başlatılması neticesinde uzaktaki
galaksilerin hepsinin bizim galaksimizden uzaklaştığı
anlaşıldı. Bu durumda bir süre Samanyolu’nun
kâinatın merkezi olduğu faraziyesi kabûlgördü. Fakat astronomlar böyle faraziyelere güvenilemeyeceğini
öğrenmişlerdi. İzafî mekaniği (fizikte
cisimlerin hareketleri ile ilgili olayları inceleyen
ilim) gelişmesi ile kâinatın hakikatle her galaksiden
aynı şekilde görüldüğünü ortaya çıkardı.
Öte yandan güneş sisteminin orijini (kaynağı)
hakkında ilk teori, “gaz bulutu hipotezi” Alman
filozofu E. Kant (1724-1804) tarafından ortaya
atılmış ve Fransız astronom ve matematikçisi P.S
Laplace tarafından detaylı bir şekilde geliştirilmiştir.
Bu teoriye göre güneş ve gezegenler önce
disk şeklinde dönen dev bir gaz bulutu hâlindeydi.
Gezegenler de yıldızların çekim kuvvetiyle
güneşten kopan parçalardan meydana gelmişti.
Fakat daha sonra gezegenlerin soğuk tâneciklerin
birleşmesinden meydana geldiğini kabûl eden teoriler
ortaya atıldı. Giderek bu konu astronomiye
fiziğin tatbikine imkân verdi ve yıldızların fiziksel
incelenmesi, Astrofizik (gökfiziği) bilim dalını
ortaya koydu.
Modern astronomi: Modem astronomi, modern
teknolojinin gelişmesine paralel olarak ilerledi.
Çünkü modern astronomların keşifleri, cihazlarda
bir ilerleme olmaksızın geliştirilemezdi.
Meselâ, yıldızların içinin ayrıntılı modelleri
hızlı kompütürler olmaksızın tesbit edilemezdi.
Yeni dev teleskoplar, hassaslığı gittikçe artan cihazlar
ve yörüngelerde dönen kozmik uydular gelecekte
daha hızlı ilerleme vaad etmektedirler.
Modern astronomi, kabaca birçok genel konularaayrılabilir. Güneş, güneş sistemi, yıldız içi ortamı,
galaksiler ve galaksi hârici sistemler gibi.
Modern astronominin teknikleri: Modern
astronominin temel teknikleri, astronometri, fotometri
ve spektroskopi’dir.
Modern Astronominin Dalları
Astrofizik: Gök cisimlerinin terkibini, enerji
kaynaklarını ve spektrumlarındaki enerji dağılımım
inceler.
Gök mekaniği: Gök cisimlerinin hareketlerinden
doğan olaylarla ilgilenir.
Kozmoloji: Evrendeki galaksilerin genel dağılımını
ve bunun sebeplerini araştırır.
Astronometri: Gök cisimlerinin pozisyonlarının
doğru olarak gezegenlerin ve yıldızların hareketleriyle,
yıldızların uzaklığıyla ve bu çalışmalardan
elde edilebilecek herhangi bir bilgiyle ortaya
konulmasıdır.
Fotometri: Tam spektroskopi diye de adlandırılabilir.
Uzaydan gelen radyasyonun yoğunluğunu
ölçer.
Spektroskopi: Gök cisimlerinden radyasyon
çıkışma daha ayrıntılı bakmaktır.
Astronomların Kullandığı Başlıca Âletler
Optik teleskop: Astronomide çok eskiden
beri tanınan bu âlet, yeryüzü platformlarından gök
cisimlerinin gözlenmesinde kullanılır. Son zamanlarda
yalnız güneş sistemi gezegenlerinin değil,
andromeda gibi çok uzaktaki galaksilerin bile
rahatlıkla gözlenebildiği dev optik teleskoplar
yapılmıştır.
Radyo teleskop: Modern astronominin en
önemli buluşu sayılan bu âlet, gök cisimlerinin
yaydığı radyasyonun incelenmesinde kullanılır.
Uzayın kulağı diye adlandırılan bu âlet sâyesindedir
ki, varlıkları ancak yaydıkları radyo dalgalarıyla
anlaşılabilen pulsar ve quasarlarm keşfi
mümkün olabilmiştir.
Tayfçeker: Gök cisimlerinin sepektrumlarmm
belirlenmesinde kullanılan bir âlettir.
Fakat, günümüz modem astronomlarının kullandığı
bütün cihazlar bunlardan ibâret değildir.
Dünyânın çevresinde dönen yapma uydulardan,
mikrobilgisayarlara kadar sayısız modem teçhizat
artık modern astronominin emrine girmiş bulunmaktadır.
Astronominin Başlıca Çalışma Sahaları
Güneş: Astronomik çalışmaların ilk safhası
en yakın olan güneştir. Teleskobun keşfinden binlerce
sene önce Çinli astronomlar güneşteki lekeleri
tesbit etmişlerdi. Hârun Reşîd zamânmda, on dört
ve on beşinci asırlarda İslâm âlimleri de bu hususta
önemli çalışmalar yapmışlardır. 16. yüzyılda Galileo
küçük teleskobu ile bâzı tesbitler yapmıştır.
Günümüzdeki astronomik araştırmalar, büyük
ölçüde, güneşin radyasyon ve magnetik alanı iledünyânın magnetik alanı ve atmosfer arasındaki etkileşimi
incelemektedir. Gerçekte Güneş, yıldızlar
hakkında detaylı bilgi alabilmek açısından oldukça
önemlidir. Çünkü bize en yakın yıldız güneştir.
Güneş spektrumunu inceleyerek, güneşi meydana
getiren elemanların sıcaklığını tesbit etmek
mümkün olmaktadır. Güneş genel olarak dört bölümde
incelenir.
Güneşin içi: Gotosferin altında enerjinin konveksiyon
yoluyla dışarıya iletildiği geniş bir bölge
vardır. Bu bölgenin altında enerjinin dışarıya
radyasyonla iletildiği diğer bir geniş bölge bulunmaktadır.
Güneşin çekirdeğinden gelen enerji,
hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşmesiyle
nükleer füzyon sonucu meydana gelir.
Radyasyon ve konveksiyonla enerjinin dönüşümü
ve nükleer reaksiyonlar günümüzde teknik ve
tecrübî astronominin uğraştığı konulardır.
Güneş rüzgârı: Korana akımının dış sınırı
herkesin tahmin edebileceği gibi çoğunlukla nasıl
tanımlandığına bağlıdır. Korana akımının ötesinde
devamlı dışa radyasyon ve elektirik yüklü parçacıkların
akışı vardır. Bâzan kromosferdeki patlamalar
esnâsında küçük parçacıkların oluşturduğu
büyük bulutlar güneşden ayrılır. Devamlı radyasyon
ve parçacıklarının akımı arasıra bu bulutlarla
birlikte güneş sisteminin derinliklerine doğru,
güneşin manyetik alanının çekilmesini tâkibeden
güneş rüzgârlarını meydana getirir.Fotosfer: Güneşin görünen yüzüdür. Bu tabakada
meydana gelen lekeler, güneş incelemelerinin
ana konularından birini teşkil eder. Güneş lekeleri
büyük faaliyetlerin vükû bulduğu bölgelerdir.
Kendilerini çeviren fotosferden daha serindirler.
Bunlar güneşin genel magnetik alanıyla ilgilidirler.
Sözü edilen bölgelerde magnetik alanın
şiddeti yüksektir. Güneş lekelerinin sayısının
artarak maksimuma erişmesi ve daha sonra tekrar
azalması şeklinde gözlenen leke periyodu yaklaşık
on bir yıl sürmektedir.
Maksimum faaliyet sırasında sık sık dünyânın
atmosferine de tesir eden jeomağnetik fırtınalara sebeb
olan büyük bir radyasyon akışı mevcuttur. Bu
radyasyon akımları insanlı uzay yolculuklarından
radyo dalgalarına kadar birçok şey için zararlı olduğundan
güneş lekeleri dikkatle izlenmektedir.
Kromosfer ve korona: Fotosferin ve güneş atmosferinin
üstünde kromosfer bulunur. Bu bölge
çok şeffaf olup, üstte bulunan koronaya kadardır.
Birinci beyazı olan korona, güneş tutulması sırasında
en iyi bir şekilde görülür.
Koronanm sıcaklığı çok yüksektir. İçindeki
madde iyonize olarak bulunur. Koronadaki sıcaklığın
enerji kaynağı, güneş fiziğinin en önemli
problemlerinden biridir.
Güneş sistemi: Sistemin doğru yapısı Endülüslü
büyük bilgin Nûreddîn el-Batrûcî’nin helyosentrik
gezegen sistemi teorisini geliştiren Kopernik
tarafından çözülmüştür. Onun teorisi giderek
gerçeğin birer parçası olunca, astronomlar ilgilerini
daha çok güneş sistemindeki gök cisimlerinin
fiziksel özelliklerine yönelttiler.
Ay, Dünyâ ve gezegenler: Ay konusunda cevaplandırılması
beklenen birçok soru vardır. Meselâ,
Ay ve Dünyâ meydana gelişlerinden îtibâren
iki gezegenli bir sistem midir veya Ay, jeolojik zamanlarda
Dünyâ’dan ayrılmış bir parça olabilir
mi veyahut Dünyâ’nın çekim kuvvetine kapılmış
bir gezegen midir? gibi.
Dıştaki gazlı gezegenlerle karşılaştırıldıklarında,
bunların yapısının Dünyâ gibi oldukça yoğun
olduğu görülür. İç gezegenler hakkında son yılyıllarda
çok ilgi çekici bilgiler elde edilmiştir. Venüs’ün
atmosferindeki büyük karbondioksit kuşağının
sebeb olduğu sera tesiriyle, bu gezegenin
yüzey ısısının çok yüksek olduğu anlaşılmıştır.
Hattâ bir uzay ilim adamının ortaya attığı tezde
Venüs atmosferinde patlatılacak birçok hidrojen
bombasının gezegenin atmosferindeki karbondioksit
kuşağını parçalayınca, gezegenin yüzeyine
nüfuz eden güneş ışınlarının artık dışarıya yansıyıp
sera etkisinin kaybolacağı ve bu sûretle yüzey ısısının
büyük ölçüde düşeceği ileri sürülmüştür. Amerikalıların
Mars’a gönderdiği Mariner aracının yolladığı
fotoğraflarda, bu gezegenin yüzeyinin Ay’daki
gibi kraterlerle kaplı olduğu tesbit edilmiştir.
Aynı araç, Mars’ın eğer bir manyetik alanı varsa,
çok zayıf olması gerektiğini ve güneşten gelen yüklü
parçacıklarla bombardımandan Mars’ın yüzeyini
korumada çok az faydası olduğunu belirlemiştir.
Ayrıca gezegenin yüzeyinde atmosfer basıncı Dünyâ’dakinin
yüzde biridir. Dış gezegenlerden Jüpiter
üzerinde yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Yapısı
ağır gazlardan teşekkül etmiş bu gezegen, kuvvetli
manyetik alanı ve şiddetli iç ısısı ile dikkati çekti.
Bu yüzden de Jüpiter’in orijini ve tabiatı hakkında
bir hayli tartışmalar olmuştur.
Diğer gaz yapılı gezegenler; Satürn, Uranüs ve
Neptün, Jüpiter kadar yoğun incelenmemiştir.
Güneş sisteminde bilinen en uzak gezegen olan
Plüton modern astronomi için başka bir muammadır.
Kuyruklu yıldızlar: Kuyruklu yıldızların
donmuş su, metan, amonyak ve diğer gazlarla birlikte
bir miktar katı döküntülerden meydana geldiği
düşünülmektedir. Böyle küçük döküntü yığınları
güneş sisteminin gözle görülebilir hudutları
dışında meydana geleceği için, güneşin çekim
kuvvetiyle tutunacağı tahmin edilmektedir. Gezegenlerin
sebeb olduğu düzensizlikler bâzan bu
metallerin bir kısmının güneşe doğru kuyruklu
yıldız şeklinde sapmasına sebeb olur.
Eğer bu fikirler doğruysa, güneş sistemini meydana
getiren orijinal materyalin bir kısmı kuyruklu
yıldızlarda mevcuttur. Aynı zamanda güneş sisteminin dışındaki böyle nesnelerin nümûneleri uzun
süreler boyunca uzayın büyük bir bölümünün önemini
anlatacaktır. Bu yüzden kuyruklu yıldız materyalinin
ayrıntılı incelenmesi, astronomlar için
büyük bir önem taşır. Çünkü bu çalışmaların başarıya
ulaşması, güneş sisteminin orijininin ve tekâmülünün
açıklanması demek olacaktır.
Yıldızlar: Astronomi çalışmalarının ikinci
önemli sahası Samanyolu ve diğer galaksileri meydana
getiren yüz milyarlarca yıldızın incelenmesidir.
Eski çağ AvrupalIları yıldızları gök kubbede
asılı küçük ışıklar sanırlardı. Yunan astronomları
yıldızları güneşler olarak değerlendirdi. Daha
sonraki yıldızların kızgın gaz tabakalarından meydana
geldiği tesbit edildi ise de, insanoğlu son zamanlara
kadar yıldız enerjisinin kaynağını öğrenememiştir.
Bütün bunlardan başka astronominin ilgilendiği
önemli konulardan biri de kuasarlardır. Büyüklük
ve uzaklık bakımından uzaydaki en büyük
gök cisimleri olarak tahmin edilen kuasarların
varlığı, ancak yayınladıkları radyo dalgalarıyla
tesbit edilebilmiştir. Kuasarların büyüklüğü
hakkında değişik tahminler yapılmıştır. Hattâ bu
dev gök cisimlerinin bir galaksi kadar büyük olduğu
bile ileri sürülmüştür.
Astronomi uydusu IRAS 1983 yılı içinde uzaya
gönderilmiş, hâlâ dünyâ çevresinde 906 km
yükseklikte dönmektedir. Bir turunu 103 dakikada
tamamlayan uydu, her döndüğünde gökyüzünün
bir dilimini taramaktadır. Bu esnâda elde ettiği
bilgiler yeryüzündeki bilgisayarlara kaydedilmektedir.
IRAS ile şimdiye kadar 200.000’den
fazla gök cisminin gözlemi yapılarak beklenilenden
daha fazla bilgi elde edilmiştir. Başlıca mühimbilgiler: Dünyâya yakın en az beş yeni kuyruklu
yıldızın bulunduğu, Güneş’e en yakın gezegen
olarak bilinen Merkür’den daha içerde Güneş çevresinde
dolanan 2 km çapında mini bir gezegenin
varlığı, Mars’la Jüpiter gezegenleri arasında yer
alan asteroid kuşağında, 100 milyon km genişliği
olan bir alanda yaygın ince tozların bulunması,
yıldızlar arası uzayda pekçok bulunan ve kendi
içinde burgu halinde dönen toz bulutlarının varlığı,
gezegen sistemlerine sahip olabilecekleri düşünülen
50 civârında yıldızın tesbit edilmesi.
Bize en yakın yıldızların bile gezegen sistemlerinin
var olup olmadığını doğrudan tesbit
etmek, Dünyâ yüzeyindeki gözlem âletleriyle
mümkün değildir. Zîrâ en büyük gezegen Jüpiter
en yakın yıldızlardan gözlendiğinde, Güneş’in
toplam ışığının bir milyarda birbuçuğunu yansıtır.
En güçlü teleskopun bile, Güneş’in ışığı ile Jüpite
r’in yansıttığı ışığı ayırt etmesi, imkânsızdır.
Astronomi uydusu Dünyâ atmosferinin dışında
dolandığından gerekli bilgileri toplıyabilmektedir.
1990 yılında bir uzay mekiğiyle uzaya gönderilen
ve dünya çevresinde bir yörüngeye oturtulan
Hubble Uzay Teleskobu astronomi biliminde
büyük ufuklar açmıştır. Son derece gelişmiş
bir cihaz olan bu teleskopla milyarlarca ışık yılı
uzaklıktaki galaksiler ve kuasarlar rahatlıkla gözlenebilecek
ve bir mânâda astronomi yeniden yazılmaya
başlanacaktır.
Yirmi birinci yüzyılda uzay gemileri ile gök
kubbemizin keşfi hızlandıkça ve Dünyanın çevresinde
dönecek büyük uzay istasyonlarından çok
daha geniş ve doğru bilgiler elde edildikçe, astronomi
ilmi daha çok gelişecek ve bir yerde tahmine
dayanan bilgiler artık tecrübelerle sâbit olacaktır.
Başka bir ifâde ile astronomi, gelecek yüzyılların
coğrafyasıdır. Astronomiden Kur’ân-ı kerîmde
de bahsedilmekte, insanların dikkatleri çeşitli
âyetlerle yıldızlara, göklere, gök cisimlerine
vb. çekilmektedir. Kur’an-ı kerîmin birçok yerlerinde
meâlen; “Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını,
gittikleri yolları ve başlarına gelenleri,
gözden geçirip onlardan ders alınız. Yerleri,
gökleri, canlıları ve kendinizi inceleyiniz. Gördüklerinizin
içini, özünü araştırınız. Bütün
bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi,
büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz,
görünüz, anlayınız.” buyurulmaktadır.
Yine Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, inanmayanlar,
neden akıllarını kullanmadıkları ve neden
yerleri, gökleri ve kendilerini inceliyerek düşünmedikleri
ve böylece îmâna kavuşmadıkları
için azarlanmaktadır. Daha önceki asırlarda yaşıyan
müslümanlar bu emirlere uymak için ilme çok
ehemmiyet vermişlerdir. Özellikle astronomi üzerinde
çok çalışmışlardır.
ASTRONOMİ
31
Eki