Genel

AVRUPA’NIN SAVUNMASI

AVRUPA'NIN SAVUNMASI

AVRUPA’NIN SAVUNMASI

8 ekim 19″fa’da Sovyetler Birliği ile Demokratik Almanya’nın Batılı ülkelere ortak uyarısına ve Moskova’nın Kızılordu’ nun Doğu Almanya’daki kuvvetlerini bir yıl içinde 20 000 kişi ve 1 000 tank azaltacağını bildiren taahhüdüne rağmen, NA-TO’nun Savunma Planlama Komitesi (Fransa katılmamıştı), 12 aralık 1979’da, Batı Avrupa ülkelerine orta menzilli yeni nükleer başlıklı füzeler yerleştirilmesi yolunda karaT aldı.
Ama yine de, bu kararla birlikte, «Avrupa’ya yerleştirilecek nükleer başlıklı füzelerle ilgili tartışma» adıyla anılan bir tartışma başlamış oluyordu. Moskova’nın bu karara karşı tepkisi, hemen hemen her tarafta yankılar yarattı. Bu arada Fransız parlamentosunda da Sosyalistlerle Komünistler anlaşmazlığa düşerek aralarında somut bir tutum konusunda uzlaşma sağlayamadılar. NATO’nun Avrupalı ülkeleri, haklı ya da haksız, kendilerini Amerikalı müttefiklerinin yardımıyla karşı çıkmaları gereken bir meydan okumayla karşı karşıya saydılar. Gerçekten, Sovyetler Birliği, Avrupa harekât sahasında, o güne kadar ilk olarak, askeri bakımdan önemli sayıda nükleer silaha sahip durumda bulunuyordu ve bu silahlarla, Sovyetler Birliği sınırları içindeki üslerinden, Batı Avrupa’ daki herhangi bir hedefi vurabilirdi.
Bu silahlar başlıca iki kategoride ele alınabilir: Yerden yere, seyyar ve 4 500 km uzaklığa aynı anda Uç nükleer bomba gönderebilecek güçte olan balistik füze SS 20 ve 3 000 kilomçtre kadar uçtuktan sonra iki nükleer füze atabilen (NATO servislerince Backfire adıyla anılan) bombardıman uçağı Tupolev 26. Bu iki yeni araç, önceden var olan ve kıtalararası nitelikteki (menzili 10 000 km ya da daha çok) silah sistemleri ile kısa menzilli füze ya da u-çaklar gibi taktik görevli silahlardan değişik nitelikteydi.
Bu olası çifte tehlikeye karşı Amerika’.Birleşik Devletleriyle avrupalı müttefiklerinin karşısında birçok çözüm vardı. Batılılar, iki çözüm yolunu seçtiler: (son dünya savaşındaki pilotsuz alman füzeleri V 1 ’ler gibi) az yüksekten uçan ve hızı ses htzın-
Dilligil adına 1978’de kurulan en iyi tiyatro yazarı ödülü. Kazananlar: Bilgesu Ere-nus (İkili Oyun, 1978), Oktay Arayıcı (Bir ölünün Toplumsal Anatomisi, 1979), Fakir Baykurt (Tırpan, 1980), Sabahattin Kudret Aksal (Kahvede Şenlik Var, 1981), Turan Oflazoğlu (Kösem Sultan, 1982>3k. EK3IM] •AVOLOVO (Obafemi), nijeryalı siyaseı adamı. — 1979 devlet başkanlığı seçimlerinde yenilgiye uğradı. (Bk. EK CİLT 3) AVOONOR (Kofi), ganalı yazar (VVheta 1936). önce George Avoonor Williams a-dıyla tanındı. Yazarlık yaşamının büyük bölümünü ABD’de, çeşitli üniversitelerde ders vererek geçirdi. Daha çok, İngilizce yazdığı ve çocukluk anılarının izini taşıyan şiirleri ile tanındı: Rediscovery and Other Poems (Yeniden Keşfetme ve Diğer Şiirler) [1946], Night of my Blood (Soyumun Karanlığı) [1971]. Roman: This Earth, my Brother (Toprak Kardeşimdir) [1971J ve deneme türünde de eserler verdi (The Breast of t he Earth. A Study of the CultureHtnd Literatüre of Af rica) [Dünyanın Bağrı. Afrika’nın Kültür xe Edebiyatı üzerine Bir İnceleme] (1971). [Bk. EK CİLT 3XL)
•AVRUPA beş kıtadan biri. — Nüf. 500 milyon.
COĞRAFYA fiziki coğrafya
• Avrupa’nın sınırlan. Güney’de Avrupa’ nın sınırları kesinlikle bellidir; çünkü Akdeniz, Afrika ile Avrupa’yı birbirlerinden açık ve kesin bir biçimde ayırır. Batıda (Atlantik Okyanusu), ve kuzeyde de (Kuzey Buz Denizi) durum böyledir. Ama. bazı toprakların Avrupa kıtasından sayılması gerekip gerekmediği konusunda fikirler değişiktir: örneğin, Avrupa ile Amerika kıtaları arasında, bu iki kıtanın her ikisine de hemen hemen eşit uzaklıkta o-lan İzlanda Adası’nın Avrupa toprağı mı yoksa Amerika toprağı mı sayılması gerekir? Ayrıca, halkının çoğunluğu Katolik olan, buna karşılık Arap kökenli bir dil konuşulan Malta Adası’m Avrupa toprağı mı yoksa Afrika toprağı mı saymak gerekir? Avrupa’nın sınırları, asıl, Doğuda sorun yaratmaktadır. Çünkü Doğuda, Avrupa ile Asya’yı birbirinden ayırmayı sağlayacak gerçek anlamda bir doğal engel yoktur. Gerçekten, coğrafyacıların pek çoğu için Avrupa ile Asya arasındaki geleneksel sınır olan Urallar kolay aşılabilen bir dağ kütlesidir. Bazı kimseler Avrupa’nın, SSCB’nin batı sınırında son bulması gerektiği görüşündedir ki bu da Avrupa’nın
yüzölçümünü yan yarıya azaltır. Bazı başkaları ise Avrupa ile Asya’yı, birlikte, çok büyük bir kıta sayarak adına Avrasya denilmesi ve Avrupa’nın bu kıtadaki bir yarımada sayılması gerektiğini öne sür-mektedirlerr
• Avrupa’nın doğal bitki örtüsü. Kıtaya çok eskiden yerleşilerek topraklarının tarıma açılması sonucu ve demografik baskının (öbür kıtalara nispetle) yüksekliği nedeniyle, hemen hemen . yok olmuş durumdadır. Kıtada geniş ormanlar bulunmasına karşılık, ya bu ormanların ¿ağaç cinsleri çok zaman insanlar tarafından seçme ve ayıklama yoluyla saptanmıştır, ya da insanlar, ağaç türlerini de seçejrek kendileri tümüyle yeni ormanlar meyîdana getirmişlerdir (Landes ormanı gibi).
beşeri coğrafya
• Nüfus. Avrupa, SSCB’nin Avrupa kıtası üzerindeki toprakları hesaba katılmaksızın. 530 milyon nüfusla, kıtalar arasında, Asya ve Amerika’nın ardından üçüncü sırada yer alır. Yüzölçümünün nispetep az olması nedeniyle, yeryüzünd£ki beş kıta içinde nüfus yoğunluğu en yüksek olam kıta Avrupa’dır: Kilometrekareye, .yaklaşık 70 kişi. Bölgelere göre, nüfus yoğunlukları değişiktir: Ren nehri ülkelerinde (Hollanda, Belçika, Federal Almanya), İngiltere’de ve Po ovasında (çok zaman kilometrekareye 300 kişiyi aşar) nüfus yoğunluğu çok yüksektir. Iberik yarımadasının büyük bir bölümü ile Avrupa Rusyası’nın ve İskandinavya’nın büyük bir bölümünde ise bu oran 50’den aşağı düşer. Çok küçük ülkeler bir yana bırakılırsa, Avrupa’da en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olan ülke Hollandadır (kilometrekareye 400 kişiden çok). Bu sayı, İzlanda’da 2,2’ye ve topraklarının genişliğine oranla Kuzey Avrupa’da nüfus yoğunluğu en az ülke olan Norveç’te 12,5’e düşer. Avrupa • aynı zamanda. nüfus artışı en az .olalı kıtadır. Bunun nedeni, hemen hemenl bütün Avrupa ülkelerinde doğumların gltgidfc azalmış olmasıdır: 1980’de, sadece İrlanda’da salt doğum oranı binde 2Ü’yi aşkındı ki zaten bu da üçüncü dünya ülkelerinde görülen oranlardan azdır. Hatta 1978’de Federal Almanya’da binde 9,4 oranına ulaşıldı. Bu ise, bir ülkede barış zamanında rastlanmış olan en düşük orandır. Eğitimli, kadınları çok zaman paralı bir işte çalışan, nüfusunun büyük çoğunluğu kentlerde yaşayan (Avrupa, nüfusunun kentlerde yaşayan bölümü en yüksek olan kıtadır) Avrupa halkları, gebeliği önleme yöntemlerini kullanmayı öbür kıtalardakind^n çok daha fazla
AET Dublin toplantısındo devlet ve hükümet baskanları ■30 kasım 1979)
t
Atom Enerjisi Kurumu (Türkiye), atom enerjisinin kullanılmasıyla ilgili bilimsel, teknik, iktisadi ve idari çalışmaları yürütmek amacıyla Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş devlet örgütü. 1956’da 6821 sayılı kanun uyarınca kurulan Atom Enerjisi Komisyonu yerine 2690 sayılı kanunla 1982’de kuruldu. Başbakana bağlı olarak kurulan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) kamu tüzel kişiliğine sahip bir kuruluştur. Kurumun, başlıca organları şunlardır: Atom Enerjisi Komisyonu, Danışma Kurulu, ihtisas Daireleri, Bağlı Kuruluşlar. Kurumun yönetiminden sorumlu o-lan başkan ve üç başkan yardımcısı, konusunda uzman kişiler arasında Başbakan tarafından seçilir ve ortak kararnameyle a-tanırlar. Başkan, başkan yardımcıları, Milli Savunma, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlıklarından birer üye ile, nükleer alanda eğitim, öğretim ve araştırma yapan 4 üniversite öğretim üyesinden oluşan Atom Enerjisi Komisyonu yılda en az dört kez toplanır. Komisyonun sekreterlik işleri Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı sekretaryasınca yürütülür. Nükleer konularda çalışma yapan üniversite ve kuruluşların temsilcilerinden oluşan TAEK Danışma Kurulu, Kurum’un danışma organıdır. Danışma Kurulu’nun Nükleer Güvenlik, Radyasyon Sağlığı, Araştırma ve Geliştirme, Nükleer Tıp ve Nükleer Enerji konularında çalışan alt çalışma komiteleri vardır. Başkan yardımcılarına bağlı olarak çalışan ihtisas daireleri şu birimlerden oluşur: Nükleer Güvenlik Dairesi, Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği Dairesi, Araştırma – Geliştirme – Koordinasyon Dairesi, Teknoloji Dairesi, İdari ve Mali işler Dairesi. Şimdiki durumda, Kurum’un bağlı Uç kuruluşu var: 1962’de İstanbul’da kurulan Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ÇNAEM), 1966’da Ankara’da kurulan Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ANAEM) ve 1981* de çalışmaya başlayan Ankara – Lalahan Veteriner Hekimlik ve Hayvancılıkta Nükleer Araştırma Enstitüsü.
Kurum’un yerine getirmekle yükümlü olduğu başlıca görevler şunlardır: Atom e-nerjisinin ülke yaranna kullanımına ilişkin ulusal politikanın ilkelerini belirlemek; nük-leer alanda araştırma, geliştirme, inceleme çalışmalarını yürütmek; nükleer hammaddelerin aranması, çeşitli işlemlerden geçirilmesi, taşınması, dışalımı, dışsatımı gibi konularda uyulacak genel ilkeleri saptamak; araştırma ve eğitim merkezleri kurmak; radyoizotop ve radyofarmasötik üretimi, dağıtımı çalışmalarını yürütmek; nükleer güç ve yakıt çevrimi kuruluşlarını, i-yonlaştırıcı radyasyonlar ve radyoaktif maddeler ile çalışan yerleri denetlemek, bu yerlerle maddelere gerekli izin ve lisansları vermek; radyoaktif artıkların yönetimine ilişkin çalışmaları yürütmek; nükleer alanda ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak; eleman yetiştirmek; nükleer enerji konusunda kamuoyunu aydınlatmak.
Kurum’a bağlı kuruluşların (ÇNAEM. A-NAEM, Lalahan Veteriner Hekimlik ve Hayvancılıkta Nükleer Araştırma Enstitüsü) etkinlik gösterdiği başlıca çalışma a-lanlan da şunlardır: Reaktör fiziği; reaktör işletmesi; radyoizotop üretimi; nükleer yakıt, nükleer mühendislik; radyasyon korunması, sağlık fiziği; nötron fiziği; eser element analizleri; çevre kirlenmesi çalışmaları; katı hal fiziği; nükleer elektronik aygıtların yapımı, bakımı ve onarımı; rad-yobiyoloji, radyoizotopların sanayi, tarım ve hayvancılık alanında uygulanması; laser ve palazma – füzyen konularında araştırma, geliştirme ve uygulama çalışmaları. ÇNAEM’de 1962’den beri çalışan I MW termal güçteki TR-1 araştırma reaktörünün gücünü arttırmak için 1977’de başlatılan çalışmalar 1981’de tamamlanarak deneme üretimine başlandı.
TR-2 diye adlandırılan ve 5 MW gücünde olan bu yeni reaktör tam güçle çalışmaya başladığında daha önce üretimi yapılamayan yeni radyoizotoplar üretilebilecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir