bilgiyi özümsemenin ne ol-duğunu öğrenince, o zamanki ^
Vehbi Günev adında bir mate-
tarihinde Gebze’de çekilen bu resimde soldan sağa yer Tolon, Erdoğan Şuhubi, Doğan Gücer, Nimet Özdaş.
uıyLi ınaamaıa üaK. verdim. Hatta bir seferinde hatırlarım amcam sinirinden suratıma bir bardak su fırlatmıştı. Masada otururken bir olayı tartışıyorduk. Amcam tartışmayı kazanamadı ama benim haklı olmadığıma yüzde yüz inandığı için böyle bir şev vaptı.”
Erdoğan Şuhubi ortaokulda başarılı bir öğrencidir. Bununla birlikte bir dönemde beden eğitimi ve müzik derslerinden kırık notlar alır. Bütün notaları bildiği halde çekingen bir yapıya sahip olması, sınıfta solfej okumasını engeller.
“Bu çekingenlik bütün hayatım boyunca devam etti; şimdi bile vardır. Hiçbir zaman çok girgin, yırtık bir insan olmadım. Bu da belki benim yetişme koşullarına ve Fenerbahçe’de izole bir hayat sürmeme bağlıdır.” Erdoğan Şuhubi ortaokulu bitirince Saint Joseph’e kaydolmaya karar verir. Babası da yabancı dil olarak Fransızca’yı tercih ettiği için bu düşünce kabul edilir. Ne yazık ki Saint Joseph ortaokuldan sonra öğrenci kaydetmemektedir. Bunun üzerine Saint Benoit’ya kaydolmaya karar veren Şuhubi, bu okulun yaz kurslarına gittikten sonra kayıt yaptırmaktan vazgeçer. İki yıl süren hazırlık sınıfında vakit geçirmek düşüncesi hoşuna gitmemiştir. Saint Benoit’dan vazgeçer ve Haydarpaşa Li-sesi’ne girer. Okulun çok güzel bir kütüphanesi vardır.
Erdoğan Şuhubi, boş vakitlerini bu kütüphanede geçirir, ileride sahip olmak istediği mesleğe de karar vermiştir: Tıp doktoru olacaktır.
O dönemlerde biyolojiye Hazjran 1973 meraklı olması ve birçok bi- alanlar: Raşit
“Her şeyi bilir havalarına girmiştim; küçücük boyumla akıl öğretiyordum. Birçok kişi benim bildiklerimi bilmiyordu; ama bu o kadar da önemli değildi, çünkü bu bilgilere da- ^
kır çoğu zaman doğru değildi. Dolayısıyla haklı Aİarslc biin^ mıirhis !*’?- –
mfştı ve ben o sınavda başarılı olmuştum, benim gibi başarılı olan bir başka arkadaşım da Gökçe Aykut’tu. Biz o sınavda başarılı olunca, hoca bizimle rzel olarak ilgilenmeye başladı. Füîlİ’Ec; kitaplardan bize proKescIer v Bs-ırr. birdertrssre Ktkurr degjn tik çi-k hoşunu gıtmeve raşlîit.
Güney’in duyduğu tek zevk üğrencüen-nin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girmesiydi. Biz de Teknik Üniversite’ye girmeye karar verdik. O zamanlar girilmesi en zor fakülte İnşaat Fakültesi idi. İnşaat Fakültesi’ne girmemin tek nedeni zor giriliyor oluşudur. O zaman ne kadar bilinçsiz bir yaklaşımımız olduğunun bir göstergesidir bu. Üstelik ben başka hiçbir fakülteye ve üniversiteye de başvurmadım. Babam saçını başını yoluyordu. Tıp Fakültesi yerine Teknik Üniver-site’ye girmeme çok bozulmuştu, bir de ikinci tercih yapmamama kızdı. ‘Ya kazanamazsan ne olacak?’ diyordu. İlk başta bende kazanamam diye bir korku yoktu,
yoloji kitabı okuması bu kararı almış olmasını etkilemiştir. Bir diğer neden ise babasının astımlı olmasıdır. Erdoğan Şuhubi doktor olup babasını ve babası gibi başka astımlıları te-u:iv; etmek istemekte-
“Bcu o zamanlar tip-
li
rnatiğı ise hep, geçecek kadar öğrenirdim Son sınıfta
‘iîtîv BjîTİ’î nır. 1
ad:nı duyurur. Şuhubi, haş-r^cır. ûr.r.sz-site yıllarında da sürdürür ve cıkalcır. üçüncülükle mezun olur. Okul \ iyinr.v boyunca bir tek dersten kalır. Bu hala unutmadığı ve haklı olduğunu iddia ettiği ahşap çelik dersidir. “Benim iddiam şu ki, ben o dersten hak etmeden kaldım. Bunu, masanın bu tarafına geçip hâlâ söyleyebildiğime göre, doğrudur diye düşünüyorum. Hoca, Abdullah Türkmen adında çok ilginç biriydi. Birini kaldırır bir soru sorardı. Akıllı öğrenciler soruya zırva bir cevap verirler, hoca öğrenciyle alay eder fakat çok mutlu olurdu. Ben bunu biliyordum ama boş bulundum. Bana, kalk sen söyle dediğinde doğru söyleyince bana bir mim koydu ve o günden sonra kök söktürdü. Ben ikmale kaldım.” Şuhubi, Temmuz 1956’da İnşaat Fakültesinden mezun olur. Fakülteden iyi bir derece ile mezun olmasına rağmen mühendis olarak çalışmak istemez ve ailedeki başka mühendislerin tavsiyesiyle asistan olmaya karar verir. Önce. Yapı Statiği Bölümüne başvuran Şuhubi, bir arkadaşının ricası üzerine bu bölümden vazgeçer, Teknik Mekanik ve Genel Mukaverre: kürsüsüne başvurur.
J -J
arasında bulunduğu Purüue Umversne-si’ndeki çalışma odasında,
başında Mustafa İnan vardı.
Onlar da adam arıyorlardı, kimse gitmiyordu oraya.
Çünkü hem zordu, hem de dış iş yapma olanağı yoktu.
Diğer bölümlerde dış iş yaparak para kazanma imkânı vardı. Oysa mekanik kürsüsü tamamen bilimsel çalışan bir yerdi. Hoca orada Vural Ci-nemre’yle beni gayet sert karşıladı. Hatta gayet kazık bir soru sordu; o soruyu bir hafta sonra getirin dedi. Yaptık getirdik, heyecanla bekliyoruz, sonuç ne olacak diye… Meğer Mustafa Bey daha ilk seferden asistan olarak alınmamızı isteyen yazıyı yazmış bile.”
1956 yılından günümüze değin akademisyenlik yapan Şuhubi, asistan oluşumun ertesi yılı Mustafa Bey’in Rektör eh»®: keEdisi için bir şanssızlık olarak şörSr. Biiîrdiği okul beş yılhk olduğu
izin yüksek lisans yapmış kabul edilir ve doğrudan doktoraya başlar. 1959 yılında tamamladığı doktora tezinin konusu ‘Plastik Plaklarda Minimum Ağırlık Tasarımı’ dır. Şuhubi, doktora tezini, 4 yılda bir İtalya’da yapılan ve dünyanın çeşitli ülkelerinden mekanikçilerin katıldığı uluslararası bir toplantıda sunulması için önerir ve kabul edilir.
“Fakat o sırada, 1960’ta ihtilal olur. Üniversite onlara bir jest yaparak bütün dış se-yahatlari iptal etti. Dolayısıyla hevesim kursağımda kaldı. Zaten beni göndermiyorlardı. Oraya Profesörler gidiyordu, onlar bir şey sunmuyordu ama yine de gidiyordu. Ben rica etmiştim biri tezimi benim adıma okuyacaktı. Yoksa asistan olarak bizim gönderilmemiz kimsenin aklından geçmiyordu.”
Erdoğan Şuhubi bir yandan da o sıralar yeni kurulmuş olan İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Enerji Enstitüsü’ne de devam eden ve 1962 yılında buradan da master derecesi alır. O yıllarda üniversitede açılan ders miktarını yeterli bulmayan birkaç arkadaş toplanıp kendi kendilerine seminerler yapmaktadır, bunlardan biri de Erdoğan Şuhubi’dir.
Herakles’î Olmayan Bir Prometheus
Es« “e.6?* “¡iîCiOjisınae aklın ve özgür dü-ş„~zs:~r ser^boıü olarak titanlar soyundan gelen FvoPne’?’eus görülmüştür. İnsanlara bilgi ve özgür aklın temsilcisi olan ateşi vermemek kararında olan baştanrı Zeus’tan onu çalıp insanlara götürmüştür Prometheus. Zeus’un intikamı korkunç olur: Prometheus, Kafkas Dağı’nda bir kayaya zincirlenir; bir kartal hergün gelerek ciğerini kemirecektir ve bu işkence sonsuza dek sürecektir. Sonunda Herakles imdada yetişir, kartalı öldürür, ama Prometheus’un zincirlerinden kurtulup kurtulamadığı bize kadar gelebilen masallarda muğ-| laktır.
Prçmpthpı ıs hikavesl bana qenelde~ dünyada
L kalmış toplumlarda bu Prometheus benzetmesı ç 1
v
rettıği yolda ilerlemelerim ya yuyıeşum veya , ,oF
Ten imkansız kılar –
Ben Erdoğan Şuhubi’nin önüne, hocası Mustafa İnan’ın oğlu Hüseyin inan tarafından götürüldüğüm zaman henüz üniversiteye yeni başlarrıiş-tım. Hüseyin, benim akademik kariyeri düşündüğümü, İhsan Ketin’i tanıdığımı ve dolayısıyla ITÜ’ye olan yakınlığımı bildiği için bir de Erdoğan Şuhubi ile tanışmamın şart olduğunu söylüyordu.
“B-tj” .asa’”’ Mim olan, üstün yetenekli bir a’£şt”-=c, c r”c sır* fer öğretmendir” dediydl.
*a;3a Sc^ra
c-5″ azz zz s;-Ş-~aş'<şa””’’e”„s:><a:r’3a, ~rz~ ■ cC2î”Daa3<. rose,’■ce” ta-
“-. E’nogarBe. aecara ete” cr ,a<:”Ka”e-5’e «gjenaığriı, gelecekte ne yapmayı düşündüğümü sordu. Tektonikle ilgilendiğimi duyunca, bunun mekanikle olan yakın ilişkilerinden bahsederek, bana matematik öğrenmemi, ITÜ’ye gelince belki bu konuda ortak birşeyler dahi yapılabileceği anlattı; Türkiye’de akademik kariyer yapmak arzusundaysam bunun benim için doğal yerinin ITÜ olduğunu da vurgulayarak eklemeyi ihmal etmedi. Yarım saat kadar bir sohbetten sonra yanından ayrılırken fiziksel olarak olduğu gibi Şuhubi’nin entellüktüel olarak da bir dev olduğu konusunda Hüseyin’den duyduklarıma inanmağa başlayacak kadar bilgi derleyebildiğimi sanıyordum. Gerçekten ben İhsan Ketin’in ve Erdoğan
İTU’ye geldikten sonra kendisine çok daha yakın
KcU ŞU I id yilMI. IUUI IVJV I J __.___ .__
mt:sfosU’eSH?.A •SÜr-fitİRÖ-~tîİC_DI:Oİ3İ©=-
İ i
* £
f >1
3 <
-rion glrtamk rlaha çnk emin oloyûurn tertemiz kalbi ve sabrı, üstün yetenekleriyle bir araya gelerek Şuhubi’yi etkin bir öğretmen de yapmıştır. (Egitîrrrkonasunda pek titiz olan-ve kendisine öğretmen beğendirilemeyen Nüzhei Daffes, her fırsatta kendisinden ders gördüğü Erdoğan Bey’in ne büyük bir öğretmen olduğunu tekrarlamaktan zevk alır!).
Şuhubi İstanbullu entellektüel bir ailenin çocuğudur, Ailesi gibi kendisi de Atatürk’ün uygarlaşmanın batılılaşmak demek olduğu tezine yü-re*:en ‘nanm;ş, onun başlattığı hızlı devrim hava-S: .ş^de okumuş, o hızla ülkesinin girilmesi en zor
o an en «yi üniversitesine giderek, “müsbet ilim” tahsil etmişti. Önlerindeki model “herşeyi bilen adam” Mustafa Inan’dı. Erdoğan Bey’in de zaten aileden ve onun çevresinden gelen geniş entellektüel merakı bu suretle daha da kamçılanmıştı. Yalnız çok iyi bir mühendis olmak değil, iyi bir bilgin olmak o ve arkadaşlarının amacıydı. Daha sonra Şuhubi Amerika’ya gitti, oranın bilim ortamını tanıdı, bilginliğin yanında verimli bir araştırmacılık iştahı hızla büyümeğe başladı. Geri gelerek yeni dersler açtı, kafasında yeni araştırmalar, yeni gruplar, yeni enstitüler vardı. Bu nedenle ITÜ’deki görevlerine ilaveten TÜBİTAK’ın Gebze’deki enstitüsünde bir uygulamalı matematik grubu oluşturdu ve onu başarıyla yönetti.
R j arm amaç haşarıları zaten
artık Kd nuojunun malı olan, Tumıye nm yetışrıre-
ii meyvalar vermiştir, traogan şı mut» yu* <»-Tün kaliteli öğrenci yetiştirmiştir; içinde ve uaşındcr bulunduğu kurumlarda iyi kalitede bilim üretilmiştir; yönettiği yayın organları genellikle tarihlerinin en iyi dönemini onun zamanında yaşamışlardır. Ancak Şuhubi toplumuna kendisinin arzu ettiği kurumlan, İstediği kurumlaşmayı verememenin sürekli ve samimi ıstırabı içindedir.