Genel

kompleks fonksiYonları teorisi anlatıyordu

“Biz kendi kendimize seminer yapardık; ben, Vural Cinemre, Mithat İdemen, Cemil Erkmen, Nihat Pasin, he- birimiz bir ko~u alır anlatırdık. Ben elektromanyetik

kası kompleks fonksiYonları teorisi anlatıyordu. Kendi
pedi diyorlardı.’’
uog ymnaa çen/ıe/ı uu luıograıid traogan şunuoı, meslek yaşamının 30. yılı nedeniyle verilen şilt i Kemal Kafalı’dan alırken görülüyor
bilmiyoruz, hiç olmazsa bir Türk’ün yanma gidelim ki orada büyük bir sıkıntıyla karşılaşmayalım diye düşünüyordun. Biz Vural Cinemre ile Amerika Birleşik Devlet-lerı’ne gittik. Sınırdan geçince benim dilim de acildi ” Amerika’va liderken al-
ı

uumiiid\ tıiLU ojşmn, bakmak zorunda kj
İ/İüu^aii SJUİİUl)I, İMIKİC-

er Enerji Enstitüsü’nden 1962’de yüksek lisans derecesi aldıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne Purdue Üni-versitesi’ne gider. Burada Cemal Erin-gen vardır ve Şuhubi bir Türk’ün yanma gitmenin kendisi için yararlı olacağını düşünmektedir. Karşılaşması muhtemel olan sorunlardan biri dil sorunudur, çünkü İngilizceyi az bilmektedir.

İşte bu noktada Şuhubi’nin çizgisi ile Promet-heus’unki kesişmektedir, Şuhubi’nin kurumlaşma açısından yapmayı arzuladığı işler, nesnel bir toplum yapısını elzem kılan, fikirleri insanlardan ayrı düşünebilen bireylerden oluşan toplulukları gerektiren, bilhassa nesnel problemler etrafında tanımlanmış kurumiarın oluşturulmasıydı. Halbuki içinde çalıştığı toplum henüz nesnel düşünmeyi öğrenememiş; en iyi tahsil görmüş, hatta bilimsel yaşama kıyısından köşesinden dokunmuş olan bazı üyelerinin dahi en ilkel kabile mentalite-siyle iş görmeğe çabaladıkları; hiçbir konuda hiçbir standardın oturtulamamış olduğu; kendi çocukluğundan bu yana da büyük bir hızla kırsal nüfusun egemen hale geldiği kent müsveddelerinin ülkenin üretim ve tüketim gücünün en büyük kısmını barındırdığı; aklı, bütün kurumlarıyla dışlamış bir toplumdur. Sevgili dostu ve İTÜ’den meslekdaşı Prof. Doğan Kuban’ın yazdığı gibi “bilimsel ‘curiosite’si ortaçağda donmuş, sayı kullanma geleneği alışveriş aritmetiği ile sınırlı bir on milyonluk kent toplumunun bugüne kadar yaşaması da bir tesadüftür…Kuşkusuz toplumlar yok olmazlar. Yaşamlarını sürdürürler. Sorun, bunun ne oranda kent yaşamı adına layık olduğudur. Niye köylü gibi olmasın sorusu da sorulabilir. Yanıtı yukarıda verilmiştir. Uygarlık ancak kent ortamında yaratılır.”’

Şuhubi, kendi çocukluğundan beri giderek köylüleşmekte olan bir ortam içinde, insan uygarlığının üretebildiği en üst düzeydeki kurumla-n, bilim kurumlarını yerleştirmek için çabalamıştır. Doğan Kuban’ın dediği gibi, “sayı kullanma geleneği alışveriş aritmetiği ile sınırlı” bir toplumun temsilcilerine yüksek matematik üretilebilecek kurumiarın gerekliliğini anlatmağa çalışmıştır. Bunlar arasında Şuhubi’nin derdini dinleyebilecek insanlar yok mudur? Erdoğan Bey dönem dönem bazılarının söylediklerine, bazıları hakkında da söylenilenlere bakarak, onları var zannetmiş, kendileriyle işbirliğine soyunmuş, ancak gene Kuban’ın yazısında belirttiği gibi bunların “kül-
“Fransızcam, lise Fransucasrçdı. İngilizceyi ben büyük ölçüde ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ adlı kitaptan öğrendim. O kitabı aldıktan sonra, bir yaz boyunca tek bir kelime atlamadan sözlüğe bakarak okudum. Dolayısıyla epeyce bir kelime bilgim oldu. Ama konuşma ve yazma neredeyse hiç yoktu. Ben onun için bir Türk’ün yanma gitmeyi istiyordum. Dil
tür yapıları söylediklerini gerçekleştirmeye yetmiyor. Bu doğaldır. Çünkü onlar da temelde kırsal kökenlidir.’’2 Ancak suç hep bu kırsal kökenlilerde miydi? Hayır! Bizzat İstanbul çocuğu Erdoğan Şuhubi pek çok fırsatı, kimisini benim gözümün önünde, bazı şeyleri istemeyi beceremediği için, kendini belki öne çıkaracak bazı gerçekleri haykırmayı kendisine yakıştıramadığı için kaçırmıştır. İşte bu gibi durumlarda da onu kendi şehir kültürü, annesinden babasından, çevresinden aldığı terbiye kösteklemektedir. Ben pek çok defalar kendisine “Hocam, şu şu kimseyi arayalım kendisine şunu şunu söyleyelim veya şunu şunu isteyelim” dediğim zaman, Erdoğan Bey çaresizlik içinde “bak işte ben onu yapamam” diye cevap vermiştir. Aldığı-kendisi beğense de beğenmese de- eski İstanbul OsmanlI burjuva terbiyesi Erdoğan Bey’i gerçekten çok ince, düşünceli, fevkalade kibar bir insaffyaptığı gibi, kendisini öne çıkarmasına, hatta hakkı olan şeyleri istemesine engel olmaktadır. Bir yandan toplumun ilkelliği, bir yandan da- ne fecidir ki- modası geçmiş sa-
*_[Iİ!ZCC VI .n..;»;.

EniîgCİl ili GiİtİMîlu- itidali!» ÎL.ÎİİÎ-gen yok. bir toplana için şehir dışına gk-ti dediler. Ben de cm ^eanatdıun. Türkçe b:i:v«r yi… Bana yer bulacak, yardtmc: «jatak diye düşünerek. ılkbaş-krdâ sikini: çekmemek için onun yanma gitmiştim.” Şuhubi. o günlerde kendi başına ev tutmayı başarır. Birkaç gün sonra Eringen geldiğinde kendisine bö-
yılan o eski İstanbul terbiyesi, çekingen kişiliğiyle de birleşince büyük bilim adamı Erdoğan Şuhubi’yİ Prometheus gibi bağlamış, yapmayı özlediği kurumlaşma işlerini arzu ettiği sıhhatte gerçekleştirmesine engel olmuştur. Bu çaresizlik, diğer tüm parlak ve kalıcı başarılarına rağmen Şuhubi’nin içini kemiren kartaldır. İşin onun açısından en üzücü yanı da toplumsal süreçlerin normal hızları çerçevesinde onu kurtaracak bir Herak-les’ln yetişebilmesinin oldukça uzak bir ihtimal olmasıdır.

Peki, Şuhubi’nin kendini başarısız addettiği konularda yapmaya çabaladıkla” heba mı olmuştu”? Kend® bunun öyıe gördüğünü söyıese dan, asla! O .e ae “•ume-ıf ‘akulelere saçı -m;ş er avuç arKaoaşı ıKema Gu’uz’jp ” JÜ’n-‘ virtüozîarf aea g1 mesekaas a ~ r kuş«asuz tüm Türkiye’ye herşeye rağme” j Ken zde ae bilim üretilebileceğini, bilim adamı yetıştiriıeDneceğ-ni, bilim dergileri çıkarılabileceğini, bilimsel araştırma gruplan oluşturulabileceğini öğretmişler, Türk biliminin adını tüm dünyaya duyurmuşlar, hatta kendileri açısından başarısızlık saydıklarıyla bile kendilerinden sonra gelenlere toplumsal parametrelerin değerlendirilmesi konusunda kıymetli dersler bırakmışlardır. Tüm bu dersler onlardan sonra gelen blzler için, toplumumuza ne denli güç olursa olsun, ne denli umutsuz görünürse görünsün, aşk ve şevkle hizmet edebilmemizi mümkün kılacak olan İşaret fenerleridir. Avrupa’daki Ortaçağ bilim adamlarına Ortaçağ içinden bakılırsa hiçbirinin herhangi bir başarısı olduğu söylenemez. Ancak tarihi perspektifte onların yaptıkları işin önem ve büyüklüğü anlaşılabilmek-tedir. Aynı şekilde, günün birinde Türkiye de uygar ülkeler safına katıldığı zaman, Erdoğan Şuhubi ve onun virtüöz arkadaşları, bu ülkenin ve insanlığın medeniyet tarihinin altın yapraklarından birini oluşturacaklardır.

“Biz kendi kendimize seminer yapardık; ben, Vural Cinemre, Mithat İdemen, Cemil Erkmen, Nihat Pasin, he- birimiz bir ko~u alır anlatırdık. Ben elektromanyetik

kası kompleks fonksiYonları teorisi anlatıyordu. Kendi
pedi diyorlardı.’’
uog ymnaa çen/ıe/ı uu luıograıid traogan şunuoı, meslek yaşamının 30. yılı nedeniyle verilen şilt i Kemal Kafalı’dan alırken görülüyor
bilmiyoruz, hiç olmazsa bir Türk’ün yanma gidelim ki orada büyük bir sıkıntıyla karşılaşmayalım diye düşünüyordun. Biz Vural Cinemre ile Amerika Birleşik Devlet-lerı’ne gittik. Sınırdan geçince benim dilim de acildi ” Amerika’va liderken al-
ı

uumiiid\ tıiLU ojşmn, bakmak zorunda kj
İ/İüu^aii SJUİİUl)I, İMIKİC-

er Enerji Enstitüsü’nden 1962’de yüksek lisans derecesi aldıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne Purdue Üni-versitesi’ne gider. Burada Cemal Erin-gen vardır ve Şuhubi bir Türk’ün yanma gitmenin kendisi için yararlı olacağını düşünmektedir. Karşılaşması muhtemel olan sorunlardan biri dil sorunudur, çünkü İngilizceyi az bilmektedir.

İşte bu noktada Şuhubi’nin çizgisi ile Promet-heus’unki kesişmektedir, Şuhubi’nin kurumlaşma açısından yapmayı arzuladığı işler, nesnel bir toplum yapısını elzem kılan, fikirleri insanlardan ayrı düşünebilen bireylerden oluşan toplulukları gerektiren, bilhassa nesnel problemler etrafında tanımlanmış kurumiarın oluşturulmasıydı. Halbuki içinde çalıştığı toplum henüz nesnel düşünmeyi öğrenememiş; en iyi tahsil görmüş, hatta bilimsel yaşama kıyısından köşesinden dokunmuş olan bazı üyelerinin dahi en ilkel kabile mentalite-siyle iş görmeğe çabaladıkları; hiçbir konuda hiçbir standardın oturtulamamış olduğu; kendi çocukluğundan bu yana da büyük bir hızla kırsal nüfusun egemen hale geldiği kent müsveddelerinin ülkenin üretim ve tüketim gücünün en büyük kısmını barındırdığı; aklı, bütün kurumlarıyla dışlamış bir toplumdur. Sevgili dostu ve İTÜ’den meslekdaşı Prof. Doğan Kuban’ın yazdığı gibi “bilimsel ‘curiosite’si ortaçağda donmuş, sayı kullanma geleneği alışveriş aritmetiği ile sınırlı bir on milyonluk kent toplumunun bugüne kadar yaşaması da bir tesadüftür…Kuşkusuz toplumlar yok olmazlar. Yaşamlarını sürdürürler. Sorun, bunun ne oranda kent yaşamı adına layık olduğudur. Niye köylü gibi olmasın sorusu da sorulabilir. Yanıtı yukarıda verilmiştir. Uygarlık ancak kent ortamında yaratılır.”’

Şuhubi, kendi çocukluğundan beri giderek köylüleşmekte olan bir ortam içinde, insan uygarlığının üretebildiği en üst düzeydeki kurumla-n, bilim kurumlarını yerleştirmek için çabalamıştır. Doğan Kuban’ın dediği gibi, “sayı kullanma geleneği alışveriş aritmetiği ile sınırlı” bir toplumun temsilcilerine yüksek matematik üretilebilecek kurumiarın gerekliliğini anlatmağa çalışmıştır. Bunlar arasında Şuhubi’nin derdini dinleyebilecek insanlar yok mudur? Erdoğan Bey dönem dönem bazılarının söylediklerine, bazıları hakkında da söylenilenlere bakarak, onları var zannetmiş, kendileriyle işbirliğine soyunmuş, ancak gene Kuban’ın yazısında belirttiği gibi bunların “kül-
“Fransızcam, lise Fransucasrçdı. İngilizceyi ben büyük ölçüde ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ adlı kitaptan öğrendim. O kitabı aldıktan sonra, bir yaz boyunca tek bir kelime atlamadan sözlüğe bakarak okudum. Dolayısıyla epeyce bir kelime bilgim oldu. Ama konuşma ve yazma neredeyse hiç yoktu. Ben onun için bir Türk’ün yanma gitmeyi istiyordum. Dil
tür yapıları söylediklerini gerçekleştirmeye yetmiyor. Bu doğaldır. Çünkü onlar da temelde kırsal kökenlidir.’’2 Ancak suç hep bu kırsal kökenlilerde miydi? Hayır! Bizzat İstanbul çocuğu Erdoğan Şuhubi pek çok fırsatı, kimisini benim gözümün önünde, bazı şeyleri istemeyi beceremediği için, kendini belki öne çıkaracak bazı gerçekleri haykırmayı kendisine yakıştıramadığı için kaçırmıştır. İşte bu gibi durumlarda da onu kendi şehir kültürü, annesinden babasından, çevresinden aldığı terbiye kösteklemektedir. Ben pek çok defalar kendisine “Hocam, şu şu kimseyi arayalım kendisine şunu şunu söyleyelim veya şunu şunu isteyelim” dediğim zaman, Erdoğan Bey çaresizlik içinde “bak işte ben onu yapamam” diye cevap vermiştir. Aldığı-kendisi beğense de beğenmese de- eski İstanbul OsmanlI burjuva terbiyesi Erdoğan Bey’i gerçekten çok ince, düşünceli, fevkalade kibar bir insaffyaptığı gibi, kendisini öne çıkarmasına, hatta hakkı olan şeyleri istemesine engel olmaktadır. Bir yandan toplumun ilkelliği, bir yandan da- ne fecidir ki- modası geçmiş sa-
*_[Iİ!ZCC VI .n..;»;.

EniîgCİl ili GiİtİMîlu- itidali!» ÎL.ÎİİÎ-gen yok. bir toplana için şehir dışına gk-ti dediler. Ben de cm ^eanatdıun. Türkçe b:i:v«r yi… Bana yer bulacak, yardtmc: «jatak diye düşünerek. ılkbaş-krdâ sikini: çekmemek için onun yanma gitmiştim.” Şuhubi. o günlerde kendi başına ev tutmayı başarır. Birkaç gün sonra Eringen geldiğinde kendisine bö-
yılan o eski İstanbul terbiyesi, çekingen kişiliğiyle de birleşince büyük bilim adamı Erdoğan Şuhubi’yİ Prometheus gibi bağlamış, yapmayı özlediği kurumlaşma işlerini arzu ettiği sıhhatte gerçekleştirmesine engel olmuştur. Bu çaresizlik, diğer tüm parlak ve kalıcı başarılarına rağmen Şuhubi’nin içini kemiren kartaldır. İşin onun açısından en üzücü yanı da toplumsal süreçlerin normal hızları çerçevesinde onu kurtaracak bir Herak-les’ln yetişebilmesinin oldukça uzak bir ihtimal olmasıdır.

Peki, Şuhubi’nin kendini başarısız addettiği konularda yapmaya çabaladıkla” heba mı olmuştu”? Kend® bunun öyıe gördüğünü söyıese dan, asla! O .e ae “•ume-ıf ‘akulelere saçı -m;ş er avuç arKaoaşı ıKema Gu’uz’jp ” JÜ’n-‘ virtüozîarf aea g1 mesekaas a ~ r kuş«asuz tüm Türkiye’ye herşeye rağme” j Ken zde ae bilim üretilebileceğini, bilim adamı yetıştiriıeDneceğ-ni, bilim dergileri çıkarılabileceğini, bilimsel araştırma gruplan oluşturulabileceğini öğretmişler, Türk biliminin adını tüm dünyaya duyurmuşlar, hatta kendileri açısından başarısızlık saydıklarıyla bile kendilerinden sonra gelenlere toplumsal parametrelerin değerlendirilmesi konusunda kıymetli dersler bırakmışlardır. Tüm bu dersler onlardan sonra gelen blzler için, toplumumuza ne denli güç olursa olsun, ne denli umutsuz görünürse görünsün, aşk ve şevkle hizmet edebilmemizi mümkün kılacak olan İşaret fenerleridir. Avrupa’daki Ortaçağ bilim adamlarına Ortaçağ içinden bakılırsa hiçbirinin herhangi bir başarısı olduğu söylenemez. Ancak tarihi perspektifte onların yaptıkları işin önem ve büyüklüğü anlaşılabilmek-tedir. Aynı şekilde, günün birinde Türkiye de uygar ülkeler safına katıldığı zaman, Erdoğan Şuhubi ve onun virtüöz arkadaşları, bu ülkenin ve insanlığın medeniyet tarihinin altın yapraklarından birini oluşturacaklardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir