Bir Damla Ab-ı Lezize Acem Mülkü Fedadır
Su, sizce de acayip bir nesne değil midir efendiler» Tatsız, tuzsuz ve kokusuz; soğukta donan, sıcakta buhar olan ve hemen ardından yağmur olup yağan bir nesne düşünün; işte bu bizatihi suyun halleridir» Allahü Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde, este’îzü billah, “Ve ce’alnâ mine’knâi külle şey’in hayy” yani; “Her canlı şeyi sudan yarattık” buyurun Biz günahkâr ve isyankâr kullarına bahşettiği en büyük ihsan da sudur. Zira hiçbir âdem evladı yoktur ki su içmeksizin yaşayabilsin. Hatta efendiler, yemek yemeden günlerce hayatta kalabilen bir beşer, birkaç gün su içmese Hakk’m rahmetine kavuşuverir. Ayrıca sadece içmek için de kullanılmaz, ahalinin bekası için en elzem şey olan temizliğin olmazsa olmazı da sudur. Onunla yıkanır bedenler, arınır cümle kirler…
Hal böyle olunca suya yakın olmak, yakınında oturmak mühim bir hadise olmuş, şehirler, kasabalar ve dahi cümle memleketler en az bir su kaynağının kenarına inşa olunmuştur. Ancak İstanbul bu şarttan muaftır. İstanbul bir leb’i deryadır. Ancak, bahrin suyu beşer için zehir gibidir efendiler. Hiçbir âdemoğlu deryanın suyunu içemez, onunla temizlenemez. Yine hiçbir akıl sahibi yoktur ki, su için İstanbul’u terk eyleyebilsin.
Taa devpi Bizans’ta, uzak diyarlardan, toprak künkler içinde, engin kemerler üzerinde şehre getirilen sular sarnıçlarda saklanır, ihtiyaç halinde kullanılırmış. Devran dönüp Osmanlı şehri fethettiğinde işler biraz değişmiş. Çünkü efendiler,Osmanlı ahalisi durağan suyu sevmez; ister ki gürül gürül aksın, kendini tazelesin. Bu kere de medreselere, camilere, saraylara, sokak başlarındaki çeşme ve sebillere dek uzanan yeni su yolları inşa edilmiş. Şehir gelişip büyüdükçe bu yollar da uzamış, ehki İslâm suya doymuş.
Şimdi efendiler, asıl mevzuumuza, yani bendenize gelecek olursak, ben ki merhum ve mağfur cennetmekân sultanımız Bayezidi Sânî devrinde Edirnekapısı haricinden sultanımızın sur içindeki camidi şerifine kadar uzanan su yollarını gösterir haritayım. Mühendis Kapıkuleli Seyyid Haşan Bey -Allah mekânını cennet, Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize de kapı komşusu eylesnv Miladî hesapla 1800’lü senelerin başlarında beni resmeylemiş. En mühim hususiyetim ise Bayezid ve Eminönü demekle meşhur semtleri, civarındaki bahçeleri, paşa konaklarını, çeşmeleri, camileri ve dahi nice kul yapılarını alenen göstermemdir. Kim şöyle bir göz gezdirse, Seyyid Haşan Bey’in devrini bâriz bir şekilde görüverir.
Berhayatım ve dahi; evvel Makbul, âhir Maktul İbrahim Paşa Sarayı’ndan bozma, sizler tarafından
“Türk ve İslam Eserleri Müzesi” denilir meşhur mekânda Rabbimin bahşettiği hayatı yaşamaktayım. Bunca yıl yaşadım, nice havadis gördüm, geçirdim. Ancak efendiler su kadar elzem, su kadar değerli hiçbir nesne yoktur bu cihanda. Onu bilir, onu derim…