Bitim Adamı ve Sanatçı
K |
ültürden söz ederken (Bilim ve Teknik, Sayı 144, Sayfa 35), bilim ve sanat yapıtları arasındaki benzerliğe dikkati çekmiştik. Bilim adamları, doğayı anlamak ve açıklamak için oluşturdukları modellerde yaşadıkları dönemin kültüründen yararlanırlar. O güne kadar kanıtlanmış doğa kanunlarıyla sezgilerini birleştirerek tutarlı bilimsel kuramlar geliştirmeye çalışırlar.
Anc^k, akla şu soru gelmektedir: Acaba bilim adamlarını en küçükten, yani atom çekirdeği ve elementer parçacıklardan en büyüğe, yani gök cisimleri ve tüm evrene kadar çeşitli boyutlardaki doğa olaylarını incelemeye yönelten dürtü nedir? Bu soruyu, “mesleki zorunluluk” şeklinde yanıtlamak bence yeterli değildir. Bu konuda Fransız matematikçisi Henri Poincare’nin (1854-1912) güzel bir açıklaması vardır.
“Bilim adamı doğayı yalnızca yararlı olduğu için incelemez. Bu uğraştan zevk duyduğu için ve doğayı güzel bulduğu için inceler. Bilim adamı için güzellik, hem parçaların kendi aralarındaki uyumlu ilişkiden, hem de parçaların bütün ile olan bağlantılarından kaynaklanmaktadır.”Güzelliğin bu tür bir tanımı oldukça evrensel sayılabilir. Böyle bir tanımdan hareket edince, bilim adamı ile sanatçı arasında yeni bir ortak yan belirginleşmektedir. O, da, her iki tür insan için estetik duyguların büyük bir önem taşıdığıdır
İstatistik mekaniğin kurucusu olan Ludvvig Boltzmann (1844-1906), Ingiliz fizikçisi James C. MaxweH’in (1831-1879) bir çalışmasından söz ederken, adeta bir sanat eleştirmenini andırmaktadır.
“Nasıl ki bir müzik adamı daha ilk notalarda Mozart, Beethoven veya Schuberfi tanırsa, bir matematikçi de Cauchy, Gauss veya Jacobi’yi daha ilk sayfalardan tanır. Fransızlarda aşırı zarafet, Ingilizlerde ise özellikle, Maxwell’de dramatik bir yapı vardır. Maxwell’in “Gazların dinamik kuramı”, önce hızların değişimi ile etkileyici bir şekilde başlar. Bir yandan hal denklemi, diğer yandan hareket denklemi geliştirilerek… bir sonuç diğerini izlerken birdenbire en sonda ısı denge şartları ile transport katsayıları yapıtı noktalar.”
Tüm bilim adamlarında estetik duygular egemen olmakla birlikte, bence onları yönlendiren önemli bir dürtü daha bulunmaktadır. O da, bilinmeyenleri merak etmek, oyun oynamak ve bu ikisinin birleşimi sayılabilecek olan bilmece çözmek zevkidir. 1979 Nobel Fizik ödülünü alan Amerikalı kuramsal fizikçi S. Glashow, “Benim için fizik yapmak bir çeşit oyun oynamak gibidir” demektedir.