BİYO-BİLİMLERİ VE SİBERNETİK

ilimlerin sınıflandırılması yapılırken, önce­leri, onları “Teknik-Bilimler” ve “Sosyal – Bilimler” adı altında, iki ana gurupta toplamaya çalışılmıştı. Çalışmalar, derinleştirildikçe, “Hayat” ya da “Yaşama Olgusu” nu inceleyen bilimlerin, bu her iki ana bilim dalı ortasında bir yer aldığı görüldüğünden, üçüncü bir ana grubun da, “Biyoloji Bilimleri” adı ile ayrılması, kabul edilmişti. Ancak, “Teknik Bilimler” geliştiği ölçüde, bu gelişmelerden esinlenen ve yararla­nan “Biyoloji Bilimleri” dalında, yepyeni dallar ortaya çıkmaya başlamıştı. Biyo-Akustik, Biyo- Elektrik, Biyo-Enerjetik, Biyo-Fizik, Biyo-Gene­tik, Biyo-Kimya, Biyo-Mekanik, Biyo-Metri.. v.b. gibi, adlarla, yepyeni “Biyo-Bilimleri” oluşmaya başlamıştı.

Çok iyi bildiğiniz gibi, “Biyo” kelimesi, eski Yunanca’da, “Hayat” ya da “Yaşama Olgusu” anlamına, “Bios” kelimesinden gelmektedir. “Biyoloji” kelimesi ise, yine, eski Yunanca’daki “Bio-logos” (Yaşama Olgusunu İnceleyen Bilim) kelimelerinin, birleştirilmesinden oluşturulmuş­tur. Kısaca, “Canlıları İnceleyen Bilim” diye tanımladığımız “Biyoloji Bilimi” nin, canlıların, tüm davranışlarını, bu ad altında açıklayamadığı ; ve diğer bilim dalları ile ortak çalışmaya girmenin, zorunlu olduğu; görülmüştür. Bu ortak çalışma, daha çok “Teknik Bilim” dalında y£r alan bilimlerle olduğundan, yukarıda belirtmeye çalıştığımız “Biyo-Fizik”, “Biyo-Mekanik”, “Biyo-Elektrik”, “Biyo-Kimya”., v.b. bilim dal­ları, kendiliğinden doğuvermiştir.

Sibernetik’in ise, 1944 yılında ortaya çıktığını biliyorsunuz. Sibernetik’in, ilginç yanı, (hem makinelerde, hem canlılarda ve hem de makine­ler ile canlılar arasında) karşılıklı bilgi alış-veri- şini inceleyen bilim, olması idi. “Karşılıklı Bilgi Alış-Veriş” (İngilizce ve Fransızca: communi­cation) konusu, canlı varlıklarda, öylesine ilginç durumlar gösteriyordu ki, yukarıda belirtilen bilim dalları dışında, yepyeni “Bilim Dalları” kurulmasını gerektiriyordu. Nitekim, Sibernetik Bilimi’nin kurucusu ve isim babası olan Prof. Dr. Wiener, kitabında, bu duruma şöyle işaret etmişti :

Sinir Sistemi ile Otomatik Makineler”, (daha önce vermiş oldukları kararlara dayanarak

Dr. Toygar AKMAN

karar veren sistemler, olmaları yönünden) bir­birlerinin aynıdırlar. Basit Mekanik Aygıtlar, (bir anahtarın açılıp kapanması gibi) iki işlem arasında bir seçim yapıp karar veren bir sistemdir. Aynı biçimde, Sinir Sisteminde de, “Sinir Ucu”, herhangi bir uyarıcıyı (impuls), iletip iletmeme konusunda karar veren bir sistemdir. İster Makine olsun, isterse Sinir Sistemi olsun, her iki sistemde de, (geçmişteki kararlara dayanarak, gelecekte vereceği kararları sağlayan) bir aygıt vardır..” (1)

Bir Matematik Profesörü olan Dr. Wienerin bu sözlerinin, Fizyoloji ve Nöroloji Bilginleri tarafından doğrulanması üzerine “Biyo-Bilim­leri” dalında çalışan bilginler, bu konu üzerinde derinliğine araştırma yapmak, heyecanını duy­maya başlamışlardı.

Sibernetik’in, kesinlikle ortaya koyduğu “Kar­şılıklı Bilim Alış-Veriş Sistemi” ile tüm bilim dalları içine girivermesi ile birlikte, o bilim dalında çalışan bilginler, bu “Sistemin”, işleyiş biçimini izleyerek, “Canlı Varlıkların Davranış­ları” nı, ayrı, ayrı yönlerden incelemeye baş­lamışlardı. Bu çalışmalar/öylesine derinleşmiş ve yaygınlaşmıştı ki, sonuçta 1967 yılında, konu­nun, başlı başına, “Biyo-Bilimlerde Haberleşme” olarak ele alınması, aşamasına gelinmişti. 1967 yılında, New York Bilimler Akademisinde, konu: “Biyo-Bilimlerde Haberleşme” ya da “Biyo-Alış, Verişi” olarak bilimsel tartışmaya açılmıştı. Aradan yedi yıl geçtikten sonra, 1974 yılında, yine New York Bilimler Akademisinde Dr. Stacey Day tarafından, yeni bir tartışmalı konferans düzenlenmişti. Bu konferans, “Biyo-Medikal Bilimlerde, Bilgi iletimi ve Karşılıklı Bilgi alış­verişi” adı ile (İngilizce, Communication of Information in the Biomedical Sciences) hazır­lanmıştı.

Bu konferansta, bizim “Sağlık” ya da “Hastalık” adını verdiğimiz durumların, o güne dek, ileri sürüldüğü gibi, “Etki ve Tepkiler” in sonucu değil, bu “Etki” lerin ilettiği “Bilgi” lerden ileri geldiği, açıklanmaya çalışılmıştı. Evet, tüm organizma davranışları, bir takım etkilerden ileri geliyordu. Aynı şekilde “Hastalık” adını verdiği­miz durumlar da, çeşitli “Etken” lerden ileri geliyordu. Ancak, burada önemli olan, o “Etken”

 

in kendisi değil, ilettiği “Bilgi” idi.

Konuyu, çok basit bir örnek ile açıklamaya çalışalım:

Dede ya da ninelerimizin, bizlere” — Kapıda durma şeytan çarpar” diye uyarıda bulundukları­nı, belki hatırlarsınız. Çok basit ya da çocuksu gibi gözüken bu uyarı, gerçekte ne kadar anlamla doludur! Kapı’da ya da eşik’te durduğunuz anda, her iki yönden gelen, ayrı sıcaklıkta (ve tabii ayrı elektronla yüklü) hava akımları arasında kalmış­sınız demektir. Organizma, (eğer, bu akım, bir tek yönden gelse idi) o akımın ilettiği “Bilgi” leri alacak ve ona göre bir “Denge Durumu” kurabilecekti. Eğer, gelen etki “Soğuk bir hava akımı” biçiminde idi ise, hemen organizma, iç çevresindeki ısı akımını arttıracaktı ve böylece, o “Soğu havanın ilettiği bilgi” ye göre “Ayarlama” sını yapabilecekti. Eğer, bir “Sıcak Hava Etkisi” ile karşılaşmış olsa idi, o “Etkinin ilettiği bilgi” le- re göre, dengesini sağlayabilmek için, hemen içerisindeki fazla kaloriyi, “Ter” olarak dışarıya atmaya başlayacak ve böylece de “Ayarlama” sını sağlayabilecekti. Ancak kapının eşiğinde durunca, durum birden bire değişivermektedir. Organizma, şimdi, iki ayrı yönden gelen “Etkiler” in ilettiği “Bilgiler” ortasında kalmıştır. Bir yön­den gelen “Bilgi” ler, onu, içerisindeki “Isı’yı arttırması yolunda davranışa itmekte”, diğer yönden gelen “Bilgiler” ise, tam tersine “Fazla kaloriyi dışarı atması” na zorlamaktadır. Kısaca: organizma, iki ayrı “Etken” den gelen “Bilgiler” karşısında ne çeşit bir “Cevap akımı” ile kendisinin “Dengesini kurabileceği” ni bilememiş ve bu nedenle de “Ayarlama” sını yapamamış durumda kalacaktır. Sonuçta da, bizinî “Soğuk algınlığı”, “Nezle” ya da “Grip” adını verdiğimiz, “Hastalık” durumu ile karşılaşacaktır. Dede ya da ninelerimizin, çok basit fakat çok güzel biçimde belirledikleri gibi, “Şeytan çarpmış gibi” bir durumla karşılaşacaktık.

İnsan, çok basit gibi gözüken birçok “Söz” de, bazan, ne kadar büyük bir gerçeğin anlatılmış olduğunu kavrayınca, bir an şaşırıyor. Tüm “Ata Sözleri” nde, aynı anlam zenginliğinin gizlenmiş olması da, bu durumu belirlemiyor mu?..

Biz, yeniden konumuza dönelim:

“Biyo-Bilimlerde Haberleşme” üzerindeki çalışmaların, yaygınlaşması üzerine, Amerika’da, aynı ad ile, bir bilimsel dergi yayınlanmaya baş­lamış ve Üniversitelerde yine aynı ad ile bir çok kürsüler kurulmuştur. Cincinato Üniversitesi Tıp Fakültesinde “Biyo-Medikal Haberleşme Bölü­mü” Başkanı olan Profesör Gunter Grupp, 1975 yılında, bu dergide yayınlanan yazısında, şunları söylemektedir:

“..Yeni bir disiplin olan “Biyo-Medikal Haberleşme” nin, bir merkezi vardır. Bu merkez­de, “Sağlığın Korunması” konusunda, “Haberleş­me Sistemleri” ne dayanan, Teorik Araştırmalar ve Psiko-Sosyal Esaslar, saptanmaktadır. Teorik Çalışma ve Araştırmalar, iki ayrı bilimsel dal ile birleştirilmiştir. Bunlardan biri, “Sağlığı Koruma Eğitimi”; diğeri de “Tıp Araştırmaları ve Geliş­meleri” dir. “Sağlığı Koruma Eğitimi”: Fizyoloji, Medikal Uygulamalar, Bilgi Transfer Sistemleri, Bilgi Kullanımı ve Sağlığı Koruma Organizasyo­nunu içeren “Klinik Tıp Bilimi Çalışmaları” dalı’- dır. “Tıp Araştırmaları ve Gelişmeleri” ise: Tıbbi Bilgi Alış-Verişi, Teknolojik öğretiler, Bilgi Yerleştirme Yöntemleri, Bilgi Düzenleme öğre­nimi ve Değerlendirme Yöntemleri, bölümlerini içeren dal’dır…” (2)

Profesör Gunter Grupp’un, bu açıklamaların­dan, “İnsan Sağlığı” ile uğraşan Tıp Bilimi alanında, “Bilgi Alış-Verişi Sistemi” nin ne ölçüde gelişmekte olduğu, kolayca görülmekte­dir. En küçük klinik olayın değerlendirilmesin­den, tüm Tıp Bilimi Araştırmalarına kadar uzanan, “Yeni Çalışma Disiplini”, artık, yalnızca “Bilgi Alış-Verişi ve Bilgi Değerlendirme Sistemi” olarak ele alınmaktadır.

Okuyucu, ilk bakışta, bu satırlarda belirtil­mek istenilen gelişmelerin, pek okadar önemli şeyler olamayacağı kanısına varabilir. Bu neden­le, Sibernetik’in bu gelişmelere, ne ölçüde katkıda bulunduğunu, biraz daha açıklamamız gerekecektir.

Çok iyi bildiğiniz gibi, Tıp Fakültelerinden mezun olup, doktor sıfatını alan kişiler, istedikle­ri taktirde, belirli Tıp Bilimi dalında uzmanlaş­maktadırlar. Uzmanlık imtihanlarını da başarı ile verdikten sonra, “İç Hastalıkları Uzmanı”, “Ku­lak, Boğaz ve Burun Uzmanı”, “Sinir Hastalıkları Uzmanı” ya da “Nörolog”., v.b. uzman sıfatlarını da edinebilmektedirler. Konumuz, “Bilgi Alış­verişi” olduğundan ve yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi, “Sinir Sistemi İçindeki Nöron­lar”, “Bilgi Alış-Verişi” ile çalıştıklarından, Sibernetik, Tıp Biliminin “Sinir Sistemi Bölümü” içinde, çok daha fazla yer almıştır, öylesine ki, artık, bir Sibernetikçi Doktor, Sinir Sistemi Uzmanlığı dalında, ayrı bir çalışmaya yöneldiği anda, ona “Nörolog” değil “Nöral Sibernetikçi” (İngilizce, Neural Cybernetist) adı verilmektedir. Çünkü, “Nöral Sibernetikçi”, sinir sistemi üzerin­deki araştırmalarını, elektronik beyin makineleri (komputerler) ile birlikte sürdürmekte ve bu makinelerdeki “Bilgi Alış-Veriş Sistemleri” ile sinir sistemindeki “Bilgi Alış-Veriş Yapıları” nin,
benzerliği ve geliştirilmesi üzerinde, ayrıca uzmanlaşmaktadır. Bu nedenle de, onlara “Nöral Sibernetikçi” adı verilmektedir.

Bu satırlar ile, Sibernetik’in, “Biyo-Bilim­ler” den Nöroloji alanına, nasıl iyice yerleştiğini ve bu bilim dalını, ne ölçüde geliştirmekte olduğunu, belirtmek istiyorum. Sibernetik bilgin­lerinin, bu bilim dalı ile yaptıkları ortak çalışmalar sonunda, “Yapay Beyinler” i, daha da geliştirmiş olduklarını, belirtebilmek istiyorum.

Burada, daha da ilginç olan durum, Siberne- tikçilerin, Biyo-Bilimleri alanları içine girdikçe, “Yapay Beyin” lerin, daha da geliştirilmelerini sağlamalarıdır. Biyo-Bilimlerde gözledikleri, “Çok ayrıntılı ve o ölçüde çok karmaşık” bilgi alış-veriş sistemlerini, bu kez “Makinelere de uygulayabilme” olanağına kavuşmuşlardır. Bu çalışmalar, Sibernetik bilginlerini, gelecekte, daha çok insana benzeyebilen “Robotların Dizaynını Çizebilmeye” dek getirmiştir. Siberne­tik bilginlerinin, Nörolog, Elektronikçi ve Fizik­çilerle ortak çalışmaları, hemen her yıl önümüze konulan yepyeni “Robotlar” ya da yepyeni “Yapay Beyin Sistemleri” ile ürünlerini göster­mektedir.

Nöral Sibernetikçilerin, “Daha Gelişmiş Ya­pay Beyinler Yapabilme” ve “Daha Karmaşık Sistemleri Yönetebilen Robotlar Yapabilme” ko­nusundaki ilginç çalışmalarını, Andrew Filo, “Siber-Canlılar” adı ile tanımlamaktadır. İngiliz­ce “Cyberan¡metrics” olarak yazılan bu yeni adı, hangi nedenle uygun gördüğünü de şöylece açık­lamaktadır :

“..Bu alandaki ilgi ve çalışmalarım,beni, bir boşluğu doldurmaya yöneltmişti. Nöral Siber- netikçiler ve düşünürler yanı sıra, “Yapay Beyin” ve “Robot Yapımı” sistemleri üzerinde filozofik çalışmalarımın gelişmesi, beni, genel bir tanım­lama bulmaya zorlamıştı. Ben de, bu alandaki çalışmaları, bir tek kelime ile “Siber-Canlılık” (Cyberan¡metrics) olarak adlandırdım. “Siber- Canlılık”, biyolojik organizma ile makineler üzerinde, (daha çok teorik olarak sürdürülen) çok geniş bir bilimsel çalışmayı, dile getirmektedir. Organize olabilme, bozulma, hareket edebilme, büyüme, kopya etme, uyumda bulunabilme v.b, durumlar, organizmaya özgü yeteneklerdir. Bu “Canlı Sistemler” üzerindeki çalışmalar, bir başka görüş ile “BÜgi iletimini gerektirmekte” dir. Böylece de o sistemlerin, çalışabilmesi ya da “Yaşamını sürdürebilmesi” durumu sağlanmak­tadır. Nöral Sibernetik ile Komputer Bilimin birleşiminden meydana gelen “Siber-Canlılık” çalışmaları, (diğer bilimlerden çok daha fazla) “Bilgi Akışı” ve “Meydana gelen bilginin yapısı” ve analizleri üzerinde toplanmaktadır. Biyolojik Sistemler ile Mekanik Sistemlerin, her ikisini birden ele alarak yapılan çalışmalar, bilimsel yönden, şu durumu da sağlamaktadır: Sistem Çizimcileri ve Kurucuları, gerek mikro-yapıdaki gerekse makro-yapıdaki tip ve sistemlerin, her ikisinin de özelliklerini ve gelişmelerini saptaya­bilmekte ve böylece de, kendi düşündükleri sistemleri kurabilmektedirler. Görüldüğü gibi, “Siber-Canlılık”, herhangi bir sistemi kurabilme’- den daha çok, “Sistemin özelliklerini Araştırıp” dizayn edebilme’dir…” (3)

Dikkat edilirse, bu çalışma, “Makineye Benzeyen Canlı” ile “Canlıya Benzeyen Makine” sistemleri arasında, benzerlik ve gelişmeleri inceleyerek, çeşitli uygulamalar yapmakta ve sonuçta da “özellikleri, Canlı’ya daha çok benzeyen makineler yapımı” na varmaktadır.

Okuyucu, burada, çok haklı olarak bir noktaya takılabilir ve “— Neden, ayrı, ayrı ad­landırma yoluna gidiliyor?.. Bütün bu çalışmalar ‘Biyo-Sibernetik’ başlıklı bilim bölümü altında toplanamaz mı?., diye sorabilir.

Böyle bir sorunun sorulabileceğini gözönüne alarak, yukarıda, özellikle, çeşitli “Biyo-Bilim­leri” ni belirtmeye çalışmıştım.

Bu durum hatırlanınca, “Biyo-Medikal Ha­berleşme”, “Nöral-Sibernetik”, “Siber-Canlılık”.. v.b. süre gelen adlandırma ya da tanımlama­ların, zorunlu olduğu, kendiliğinden belirlene­cektir. Bu zorunluluğa, bu kadar değindikten sonra, yeniden konumuza dönelim. Organizma’- da “Bilgi iletimi” nin, en belirgin örneğini, “Göz yolu ile beyine iletilen elektrik akımları” nda görüyoruz. Bu konuyu, “Nöral – Sibernetikçi” ler ele almadan önce, bir çok Fizyoloji bilgini de “Elektrik Akımları İletisi” olarak ele almışlardı. Prof. VVinterstein, bu nedenle kitabında şöyle yazmıştı:

“..Dokuların her bir işlemi, bir elektrik potansiyel farkı meydana getirir. Bu akımlar, bize, bir organın faaliyeti hakkında bilgi vere­bilir. Bu bakımdan “Görme” anında meydana gelen “Aksiyon Akımları” çok araştırılmıştır. Histolojik değişikliklerde olduğu gibi, yakın bir gelecekte, bu objektif metod, bilgilerimize etki yapacak ve yeni teorilerin doğmasını sağlaya­caktır..” (4)

Bu satırların yazıldığı tarihten bir kaç yıl sonra, “Nöral Sibernetikçiler”, Fizyoloji bilgin­lerinin inceledikleri “Görme” konusuna eğilmiş­lerdi. Organizma, bu “Görme” ye dayanarak, bir takım davranışlarda bulunduğuna göre, “Beyin” ile “İlgili Organ” lar arasında, ne çeşit bir “Bilgi Alış-Verişi” cereyan ediyordu? Bu bilginlerden,
bir kısmı, insanı incelemeye çalışırken, bir kısmı, hayvanlar üzerinde araştırma yapmaya girişiyor­du. Bir kısmı, kurbağayı ele alıyor ve bu kurbağanın, hızla uçan bir böceği yakalamak için, “Göz” ile “Beyin” ve “Beyin” ile “Adaleler” in sinirleri arasında, ne çeşit “Bilgi Alış-Verişi” olabileceğini, araştırıyordu. Massachusetts Tek­noloji Enstitüsü Araştırıcılarından J. Y. Lettvin, bu konuda, yeni bir görüş ortaya atmış ve “Göz” deki Net Konveks ve Kontrast (ters görüntü) iletimi durumlarını, dikkatle inceledikten sonra, “Görüntü Bilginleri” nin, “Birleşik Alıcı Nöronlar” tarafından, “Göz” deki retina üzerinde, sıraya girecek bir biçimde, birbiri ardınca iletildiğini, ileri sürmüştü. Lettvin, böylece yeni bir model ileri sürmüş oluyordu. Ona göre, tümsek kısım­daki “Görüntü Bilgileri”, kontrast bilgilerin akışı süresince, “Alıcı Nöronlar” tarafından meydana getiriliyordu. Net konveks’te “Tümseksel Bilgi’yi Meydana Getirmekle Görevli” olan nöron grubu, “Yüksek Duyum Alıcıları” ile “Alçak Duyum Alıcıları” ndan oluşan bir kümeydi. “Yüksek Duyum Alıcıları” olan kümeler, hiç bir zaman, “Alçak Duyum Alıcıları” olan kümelerin, ucu­na ya da merkezine yerleşmeyip, bu iki nokta­nın arasına yerleşmiş bir durumda bulunmak­tadır. Onların, böyle bir yere yerleşmiş olma­ları, bu kümeyi, bir “İşaret” olarak kullanabil­mesinden ileri gelmektedir. Bu durum, nöron’- un, bir “Sinyal” bir “Mesaj” ya da kısaca bir “Görüntü Bilgisi” meydana getirebilmesine, en büyük yardımcı rolü oynamaktadır. Bu sayede de, Kurbağa’nın tüm sinir sistemi, açı ve yön hakkındaki “Bilgiler” e sahip olabilmektedir. “Göz” ile “Beyin” arasındaki bu “Bilgi Alış-Ve­rişi” sonunda, Kurbağa, yanından geçmekte olan böceğin, “Hız” ve “Yönünü” saptayabilmekte, ona göre, “Adaleleri” ne ilettiği bilgilerle onları harekete getirmekte ve tam yerinde de dilini çıkartıp böceği yakalamaktadır.

Çok basit gibi gözüken “Kurbağanın, böcek yakalaması” işleminde, “Göz”, “Beyin” ve “Adale” sinirleri arasında, “Bilgi Alış-Verişi” nin, ne kadar büyük bir hızla cereyan etmekte olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki şekiller, Kurbağa’nın “Göz” üne iletilen bilgilerin, “Yüksek Duyum Alıcıları” de­tektörleri ve “Alçak Duyum Alıcıları” detektör­leri ile “Beyin” e nasıl iletildiğini; bu iletim esnasında da Kurbağanın yanından geçen bö­ceğin hız ile yönünün saptanılması sonunda, “Beyin” den adalelere “Hareket Emirleri” nin nasıl iletildiğini, açıkça göstermektedir.

Ufacık bir Kurbağa’da bile, “Beyin” iletilen “Bilgiler” de, çevrede dolanan “Böceğin” şekli, hızı ve yönü hakkında bilgiler, bir anda iletilip, ona göre “Belirli bir hareket” in meydana gelmesi sağlandığı halde, “Makinelerde de aynı hareket­ler niçin sağlanamasın?.. Aynı şekildeki bilgi iletimlerine göre, programlandıktan sonra, Ma­kine, aynı hareketleri, niçin yapamasın?..

Bu sorulan arttırdığımız sürece, Sibernetik’- in, Biyo-Bilimleri” alanında, neler yapmakta olduğunu, daha da ayrıntıları ile inceleyebilmek olanağını elde edebileceğiz.

Ancak, bir tek yazı içerisine, Sibernetik’in, tüm “Biyo-Bilimleri” alanında, ne gibi aşamalar yaptığını, sığdırabilmemiz mümkün bulunma­maktadır. Siz, şimdilik, “Biyo-Bilimlerde Haber­leşme”, “Nöral-Sibernetik” ve “Siber-Canlılık” tanımlama ve adlandırmalarını, hafızanızın bir köşesine yerleştirin. İleride, bu isimler altında

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*