TOPRAKANA
Prof. Dr. Arif AKMAN
oprak her çeşit varlığın ve yaşamın temelidir. Bunun içindir ki, toprağı en kutsal ve saygın bir varlık olarak saydığımız “ana” ile bir tutuşumuz ve toprağa “toprakana” demişizdir. Yine toprak öyle bir varlıktır ki, onsuz yaşamak olanağı bulunmadığı gibi, yaşamımızı yitirdiğimiz zaman onun kucağına sığınır ve nihayet toprak oluruz. Kendisini iyî niyetle anmak istediğimiz müslüman olmayan bir ölüden söz ederken de “toprağı bol olsun” deriz. Bir hıristiyan ölünün son yolculuğuna gönderilmesi sırasında papaz, mezarı başında konuşurken de sözleri arasında “topraktan geldin, toprağa gidiyorsun” der.
Toprak bir çok canlıların barınıp yaşadıkları bir alan olduğu gibi kendisi de ölü bir materyal olmayıp canlıdır. Yer kabuğundaki kayaların çok uzun sürelerden sonra parçalanıp ufalanmasiyle oluşan toprak, cansız gibi görünürse de, gerçekte toprak içinde sayısız camlılar bulunmaktadır. Şöyle ki, toprağın bir gramında 0-100 milyon canlı bulunmakta olup bunların en büyük kısmı bakteridir. Bunların yanında aynı zamanda küf mantarları, protozeerler, alkler ve likenler bulunur.
Birand’a göre (1) bir leblebi büyüklüğünde olan toprak parçasının içinde 10-15 milyon bakteri, 5-6 bin küçük örümcek kurdu, 7-8 bin kadar yuvarlak, halkalı ve eklemli kurt, solucan bulunur. Plank ise (2), daha ayrıntılı bilgi vermekte olup toprağın çeşitli derinliklerinde bulunan mikroorganizma sayısı, yazara göre tüm olarak çizelgede gösterilmiştir.
yapılan çalışmaların, ne çeşit gelişmelere ulaştığını, birlikte inceleyeceğiz.
(1) WIENER Norbert THE HUMAN USE OF HUMAN BEINGS Sphere Books Ltd. London, 1968.
(2) GRUPP Gunter BIOSCIENCES COMMUNICATION (An attempt at a Definition) 1975. Biosciences Communications. BSCMCH. 1 (1) 1 – 60 (1975) New York, Sayfa : 3.
(3) FİLO Andrew DESIGNING A ROBOT FROM NATURE, Byte Publication Inc. February 1979. Sayfa: 12-13.
(4) WINTERSTEIN Hans FİZYOLOJİ, İstanbul, 1957, Sayfa: 151.
ÇEŞİTLİ DERİNLİKLERDEKİ
MİKROORGANİZMA SAYISI
|
Dittrich de (3) tarla topraklarında 1 gramda bulunan mikroorganizma sayısı 1 milyardır demektedir. Bu 1 milyar mikroorganizmanın yüzeyi ise 1000 hektar tutmaktadır: Yukarıdaki rakamlar daha çok kuzey yarıküreye göre olsa gerektir. Sıcak bölgelerde yağışların daha az olması dolayısiyle mikroorganizma sayısı daha azdır. Öteyandan topraktaki mikroorganizmaların sayısı, çizelgedeki rakamların da gösterdiği gibi, toprağın çeşitli derinliklerine göre bir hayli farklı olup en çok 5-30 santimetre derinliklerde bulunurlar, daha derinlere -doğru miktarları gittikçe azalır ve nihayet 1-2 metre derinliklerden itibaren hemen hemen hiç bulunmaz. Yalnız ağaçların kök sistemlerinin bulunduğu toprak bölümünâfe köklerle birlikte mikroorganizmalar da derinlere kadar geçmiş olurlar. Şu halde bu kadar canlının bulunduğu ve yaşayıp barındığı toprağı elbette canlı saymak gerekir.
|
||||||||||||
|
||||||||||||
|
|
|||||||||||
zamanda bor v.b. ölçüde i; sinde fol
Top* mış kay; birlikte a maddefe bitkilerle sağlar. C .sürekli o uğrayara sağlamış Topı yecek ki toprak k şişer, bü kapar. S gerilimi yükseltil bazları alırlar, > genel ol % 5 org Beli siyle ol uzun z özellikli ları, ağ yüzüne humus ler havi Kuş rak, yaı pek ço santirm 200 ser da top gereker Bun d ar durumı olmalıc korum« yapılar aşırı ol yaşamı sel ve r lenip g Es< çok y gelmel gelmel örneği müştüı erozye erozye harap kapı [1] |
kalınlığında toprak tabakasını toprağın yüzüne çıkarırlar, buna göre de 100 yılda bir tarladaki bütün toprak, bir kez solucanların barsaklarından geçmiş olur. Bu işlemle toprak altüst edilmiş, havalanmış ve bakterilerin yaşamları için uygun ortam hazırlanmış bulunur. Solucanlar 5-10 yıl yaşarlar, öldükleri zamaırda vücutları bakteriler tarafından çözülerek toprağa karışmış olur. Bu itibarla solucan!ı topraklarda bakteri sayısı daha fazladır.
Bu arada önemli üzerinde durmak gerekir ki, mikroorganizmaların başardığı işlemler sayesinde dünya yüzü insan, hayvan, bitki ve bir kelime ile bütün canlılar için yaşanabilecek bir ortam olmuştur. Mikroorganizmaların bu biyolojik çalışmaları olmasa ve yer yüzüne düşen ölü organik maddeler çözülmüş bulunmasaydı, dünya yüzü çürüyen, kokuşan ve bu kokuşmuşlardan meydana gelen kötü kokulu ve zehirli gazlardan dolayı nefes alınamaz ve yaşanamaz duruma gelmiş olurdu.
Bu itibarla mikroorganizmaları ve özellikle bakterileri, dünya yüzünü temizleyen temizlik işçileri ve organik âlemin mezarcıları saymak gerekir, ölü bir organik madde yer yüzüne düşünce bakteriler için gün doğmuş olur. Zira çözme, bozulma, çürüme ve kokuşma dediğimiz olaylar, bakterilerin sağladıkları çözme ve ayrışmadan ibarettir. Bu olaylarda karbonhidratlarla yağlar ve proteinler, mikroorganizmalar tarafın^ dan basamak ve her basamakta özel bir mikroorganizma grubu rol alarak, karmaşık yüksek moleküllü organik maddeleri küçük moleküllü maddelere ve nihayet karbondioksid ve suya çevirmiş olurlar.
Bu olaylarda her yıl 1 hektardan Yaklaşık 6-8 ton kadar karbondioksidin havaya verildiği (3) düşünülecek olursa, organik maddelerin bu ayrışmasiyle havaya ne ölçüde karbondioksid gazının verildiğini anlamak güç olmasa gerektir. Ancak, bu karbondioksid de yeşil bitkiler tarafından alınarak, köklerden gelen su ile birleşip güneş enerjisinin de etkisiyle fotosentez, ya da asimilasyon dediğimiz reaksiyonla yeniden organik madde, yani karbonhidratlar oluşmuş olur. Bu karbonhidratların bir kısmı bitkide oluşan protein ve organik asitler için yapı taşı görevini görürler.
öteyandan bazı bakteri grupları bitkiler tarafından doğrudan doğruya alınamayan havadaki nitrojeni bağlayarak bitkilerin emrine hazırlamış olurlar. Bu bakterilerin bir kısmı serbest çalışır, bir kısmı da bitkide simbiyoz hâlinde, yani ortaklaşa yaşarlar. Bu son grup bakteriler konuk oldukları bitkilerin köklerinde yumrular (nodosite) yaparak, böylece bu yumrularda nitrocen biriktirip birlikte yaşadıkları bitkide, bitkinin beslenmesi için son derece önemli ve gerekli olan nitrozenin toplanmasını sağlamış olurlar.
Toprak ise, iklim koşullartntn etkisi altında yer kabuğundaki kayaların parçalanıp ufalanmasından oluşmuştur, iklim koşulları arasında en çok etkili olan etken ise başta ısı, bununla birlikte su ve rüzgârlardır. Kayalar minerallerden oluşmuş olup güneş kayaları ısıtınca kayaların bileşimindeki çeşitli mineraller yapılarına ve kristal biçimlerine göre ısının etkisiyle uzar ve genişlerler; soğuyunca da büzülürler. Bu genişleyip uzama ve büzüşme olaylarının bîr çok kez tekrarlanması sonucunda zamanla gevşemeler, çatlamalar olup, boşluklar meydana gelir. Yağışlar da kayaları ıslatıp bu sırada yarıklara, çatlaklara ve boşluklara dolan su, ayaz olup donunca, buzların her yana yaptıkları basıncın etkisiyle önceden gevşemiş olan mineraller birbirinden ayrılıp kaya çatlamış olur. Bu olaylar uzun süreler içinde tekrarlana tekrarlana, kayalar kavlıyarak yıpranıp dağılırlar ve ufalanıp parçalanırlar, böylece de ham toprağın ilk malzemesi oluşmuş bulunur.
Gündüz ile gece arasındaki ısı farkı nekadar fazla olursa, kayaların aşınıp dağılması da o kadar hızlı olur. Rüzgârların ve şiddetli fırtınaların da kayaları aşındırmada büyük rolu olur. Rüzgârlar ısı ile suyun etkisini kolaylaştırdığı gibi, kayaların ufalanmasından oluşan ham toprağın da dağılıp sürüklenmesinde, ufalanmasında ve taşınmasında rol oynar. Çöllerde oluşan kumlu topraklar, oralarda yağış az, ya da hiç olmadığı için, daha çok ısı ve rüzgârların ürünüdür (1).
Suyun etkisinde, donduğu zaman buzun yaptığı basınç rol oynamakla birlikte, aynı zamanda suyun çözücülüğü ve eritken olması da önemlidir, özellikle suda bufunan karbonik asit, suyun eritici, çözücü ve değiştirici özelliğini artırmış olur. Karbonik asit ise, yukarıda belirtildiği gibi bakterilerin ölü organik maddeleri çözmeleri sırasında ve aynı zamanda bitkilerin solunumu ile meydana gelip suya karışmış olur. Suyun bu özelliği, kimyasal değişmeleri sağlayarak toprağın oluşmasını kolaylaştırmış olur.
Toprakların çeşitli özelliklerde olması ise, o toprağı oluşturan kayaların özelliği ile ilgilidir. Yer kabuğu başlıca feldispatlardan (sodyum- potasyum-kalsiyum-alüminyum silikat), piroksen (kalsiyum – magnezyum – sodyum – alüminyum silikat), mika (potasyum-magnezyum-sodyum – lityum silikat), kuvars (silisyum oksid) karbonatlar (kalsiyum, magnezyum ve demir karbonat) v.b. öğelerden oluşmuştur. Topraklarda önemli olan kil mineralleri feldispatlarla silikatların ayrışmalarından meydana gelir.
Hornbland ve augitin ayrışmasından ise demir serbest duruma geçer. Kireççe zengin topraklar da, ayrışan kireç taşlariyle dolomitlerden olufmuştur. Bu ana maddelerin yanında toprakta, kendini oluşturan kayaların bileşimine göre, potasyum, sodyum, magnezyum, alüminyum, silisyum, fosfor, kükürt ve klorla aynı
zamanda mangan/flüon, lityum, titan, volfram, bor v.b. bulunmakta olup bu sonuncular bir ölçüde izelementler olarak bitkilerin beslenmesinde rol oynarlar.
Toprak, genel olarak parçalanmış ve ufalanmış kaya ve mineral parçacıklariyle, bunlarla birlikte ayrışmış, ya da ayrışmakta olan organik maddelerin karışımıdır. Toprakta bulunan sü da bitkilerle topraktaki canlıların yararlanmasını sağlar, öteyandan topraktaki organik maddeler sürekli olarak biyolojik ve kimyasal değişmelere uğrayarak toprağın verimliliğini artıran humusu sağlamış olurlar.
Toprak parçacıklarının artık gözle görülemeyecek kadar küçük ve kristal olmayan zerrecikleri toprak koloıtilerini oluştururlar. Toprak koloidleri şişer, büzülür ve ara boşlukları doldurup bunları kapar. Miktarlarına göre toprak koloidleri yüzey gerilimi artırıp böylece emme gücünü sağlayıp yükseltirler. Toprak koloidleri aynı zamanda bazları ve asitleri bağlarlar, toprak tuzlarını alırlar, ya da eriyiği verirler. Bir tarla toprağında genel olarak % 45 mineral, % 25 su, % 25 hava, % 5 organik madde ve canlılar bulunur (4).
Belirtmek gerekir ki, kayaların parçalanma- siyle oluşan toprak, ham topraktır. ¿Ancak çok uzun zamanla olan ayrışmalar” sayesinde ve özellikle toprak yüzüne yetişen bitkilerin artıkları, ağaç yaprakları ve çürüyen köklerle, yer yüzüne düşen çeşitli organik maddelerden humus oluşur, aynı zamanda topraktaki bakteriler havanın nitrojenini toprağa bağlarlar.
Kuşkusuz böylece hem toprağın olgun toprak, yani bitki toprağı olması için çok ve hem de pek çok uzun bir sürenin geçmesi gerekir. Bir santimetre kalınlığındaki toprağın oluşması için 200 senenin geçmesi gerektiğini düşünürsek, bu da toprağın ne kadar değerli ve korunması gereken bir varlık olduğunu anlamış oluruz. Bundan ötürü toprağı yel üfürür sel götürür durumuna getirmemek, en büyük çabamız olmalıdır. Bu ise ancak toprağın bitki örtüsünü korumakla olur. Oysa kesme, yakma ve açma ile yapılan silme orman kıyımı, mer’a ve çayırları aşırı otlatma, olur olmaz yerleri ekime açma, yaşamımızı sağlayan değerli toprakların yağmur, sel ve rüzgârların neden olduğu erozyonla sürüklenip gitmesine yol açar.
Esefle söylemek gerekir ki, yurdumuzun bir çok yeri erozyonla çorak ve çöl durumuna gelmek tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir ve gelmekte devam etmektedir. Bunun en tipik örneği Konya ilinin Karapınar ilçesinde görülmüştür. 1960 yılında bu ilçede ekinlerin % 100 ü erozyonla harap olmuştur (5). Burada rüzgâr erozyonu o kadar şiddetli olmuştur ki, ekinler harap olduğu gibi, rüzgârların sürüklediği kumlar kapı ve pencere aralıklarından evlerin içini doldurmuş ve anneler yavrularını korumak için onları yorgan altında tutmak zorunda kalmışlardır!
Bu felaket fse Karaprnarlıların mer’aları aşırı derecede otla^igr .toprağın bitki örtüsünü yok etmelerinden ilet ilmiştir (5). Son yıllarda sırtların ve yamaçsın ekime açılması da buralarda erozyonu teşvik etmiştir. ?ira buraları sürülüp toprak yüzündeki bitki örtösü ortadan kaldırılmış, böylece de rüzgâr ve su erozyonu için ortam hazırlanmıştır. Görüldüğü gibi bu da yanlış olmuştur. Asıl sorun mer’a olarak yararlanılan yamaç ve sırtları ekime açmak değil, kültür arazisinde birimden fazla ürün alınmasına çalışmaktır.
Nehirlerimize bir göz atalım: İstisnasız hiç bir nehrimiz duru değildir, hep bulanık ve boz renkte akıp gitmektedir. Bu bulanıldık ve boz rgnk de değerli bitki topraklarımızıiü sürüklenip gitmesinden ileri gelmektedifr^Ayfıca ormanlardaki yangınlar ve açmalar sel afetine yol açmış ve seller önüne gelen değerli toprakları taş ve molozlarla doldurup buralarını sel ağzı yapmıştır.
Dengesi bozulmadıkça doğa ve toprakana çok cömerttir, ama hor kullandıkları zaman da öçleri yamandır yeçok acımasızdırlar. Bu itibarla ne yapıp yapıp kalrr^ş bulunan ormanları korumak> çıplak yerleri ağaçlandırmak ve toprağın bitki örtüsünü yok olmaktan kurtarmak başlıca amacımız olmalıdır. Orman, ağaç ve her türlü yeşillik bir memleketin süsü olduğu gibi, iklim koşullarını da dengeli olarak ayarlayan ve yağışları çeken faktörlerdir. Bir yazımda (6) şöyle demiştim ve burada da tekrarlamak isterim: Orta Asya’dan gelip burada bir vatan edindik. Artık başka bir diyara gidip de orada yeni bir vatan edinmek olanağı söz konusu olamayacağına gore bu vatanı çöle çevirmek dçğil, yaşanacak bir durumda bulundurmak ve torunlarımıza bugün yerdiğimiz dedelerimiz gibi değil, abadan bir vatan bırakmak çabasını göstermek başlıca görevimiz olmalıdır!