(çalmak, vurmak’tan çal-ı-m). Gösteriş, karşısındakini yanıltıcı veya başkalarını etkileyici davranış: Bu, benim son süsüm, son gösterişim, son çalımımdı (Y. K. Karaosmanoğlu). || Esk. Kılıcın keskin tarafı, ağzı.
— çeş. DEY. Çalım satmak, kurulmak, büyüklük taslamak: Cebinde gördü mü üç tane çil kuruş, nazlım / Tokatlıyan’da satar mutlaka, gider de çalım (M.Â. Ersoy).
|| Çalımına getirmek, uygun bir fırsatı veya durumu ele geçirmek. Kıvamına getirmek, yoluna koymak.
— Denize. Gemide, su kesiminden aşağı kısmının baş bodoslamasına doğru darlaşması: Omurganın çalımı geminin baş veya kıç vurmasını azaltır. || Bir yatta teknenin baş ve kıç taraflarında su kesimi üstünde kalan kısım. || Baş çalımı, baş veya kıç bodoslamasının omurganın devamı ile teşkil ettiği açı. (Baş ve kıç çalımı birbirinden ayrı şeylerdir. Kıç çalımına kıç kru-zu da denir.)
— Spor. Çalım atmak, futbolda karşı takımın oyuncusunu topla ayak oyunları yaparak atlatmak.
٠ Çalımlı sıf. Gösterişli, azametli: Uzun bıyıklarına çalımlı zeybek kılığına rağmen … (K. Tahir).
— Denize. Bir geminin kaburga çatalının içeriye doğru kıvrık olması. || Çalımlı gemi, başı, kıç tarafına oranla daha yüksek, dar yapılı ve yollu gemi. (ML)
ÇALIM
09
Nis