Genel

Coğrafi Etkenler

Coğrafi Etkenler

Bir başka zorluk da. kaynakların coğrafi konumlan ile ilgilidir. Önemli bir kaynağın sadece birkaç elde bulunması, bu maddenin fiyatını üretim maliyetinin çok üstüne çıkarır. Petrol fiyatları bu nedenle çok yükselmiştir. Gelecekte de birçok kaynak için, örneğin, Çin’in dünva kaynaklarının yüzde 75’ini elinde bulundurduğu tungsten, Gü-nev Afrika’nın kaynakların yüzde 75’ine sahip olduğu krom ve İsoan-va’nın yüzde 33’ünü denetim altında tuttuğu cıva için de aynı durum sözkonusu olabiKr.
ayrıca bak-.
118 Karalarda bulunan mineral yatakları 120 Denizde bulunan mineral kaynakları 126 Enerji sağlama 128 Geleceğin enerji kaynaklan
Motorlu taşıtlar en
başta gelen enerji tüketicileridir. Bu aşırı ağır, aşırı güçlü ve
verimsiz araçlar yakıt enerjisini harekete dönüştürürler. Azami güçte. ortalama bir içten
yanmalı motorun verimi. kuramsal olarak %25, uygulamada ise: %10’dur.
Jeneratör
S) Genellikle petrol
ile birlikte bulunan doğal gazlar, fiyatlarının, toplanmaları ve tüketiciye dağıtımları için gereken maliyetleri karşılamadığı için yakılırlar. Ancak, uygun bir biçimde kullanılırlarsa,
daha fazla ısı vermeleri yada ka-İorifik değerlerinin kömür gazına göre daha yüksek olması nedeniyle bu gazlar, evlerde ve küçük çaplı ticari işlerde önemli bir ısı kaynağı oluşturabilirler.
4) Merkezi ısıtma sistemleri, azalan yakıt kaynaklarının çok daha verimli bir biçimde kullanılmasını sağlamaktadır. Geleneksel bir sistemde [A] elektrik, bir güç santralında yüzde 35-38 verimle üretilir; evlere dağıtılması ek bir kayba yolaçar. Işıklandırma ve ısıtma için yüzde 55 verimle kullanılır. Merkezi ısıtma sistemlerinde ise (B], elektrik ve sıcak su (yada buhar) bir güç merkezinde üretilir. Elektrik alışıiageldiği biçimde, sıcak su ve buhar ise yalıtılmış borularla evlere, tüketim için dağıtıJtr. Elektrikle ısının birlikte üretildiği yerlerde, bu sistemin verimliliği yüzde 80-85‘e kadar çıkar.
6) Otomobil gibi gün- kullanılır. Bu maddelerin ken tellür ve talk gibi lutıur. Bu denli deği- ömrü sona erdiğinde,
delik araçların pek demir ve cam gibi diğerleri, lastik ve şik ve çeşitli madde- onun yeniden u –
çoğunun üretiminde, bazıları, otomobilin boya içinde katkı nin birarada bulunma- lir nale ge ırı mesını
çok çeşitli mineraller yapısında kullanılır- maddesi olarak bu- sı, otomobilin yararlı zorlaştırma a ı.
Hava kirlenmesi
Hava, içinde çok küçük tanecikler bulunan çeşitli gazların bir karışımıdır. Hacim olarak, kabaca yüzde 78 azot ve yüzde 21 oksijenden oluşur. Ayrıca içinde çok az miktar-larda karbondioksid, argon ve baş-ka bazı gazlar da bulunur. Havadaki su buharı miktarı ısı ve hava koşullarına bağlı olarak değişir. Genellikle havayı görünür hale getiren ve bulutlarla gökyüzüne renk veren buhar zerrecikleri, çok küçük su damlacıklarından i pus, sis ve alçak bulutlan meydana getirir) ve buz kristallerinden (yüksek bulutları meydana getirir) oluşur. Denizlerin üzerinde hareket eden hava çok küçük tuz kristalleri ile yüklüdür. Karalardan esen rüzgarda ise, ince kum, çiçek tozu, bitki sporları, organik ve inorganik birçok maddeden oluşan toz bulunur. Bu gaz ve tanecikler, genellikle bitki ve hayvanlara zarar vermez, insanlar da değişik atmosfer koşullarına karşı dayanıklı bir yapıva sahiptir.
Hava Nasıl Kirlenir?
Hava kirlenmesine genellikle insanlar neden olurlar (1). Kentlerde ve sanayi bölgelerinde raslanan kirli havada, temiz havada az bulunan gazlar daha yüksek yoğunluktadır. Ayrıca atmosferde bulunmayan ba-
zı gazlara da raslanır. Tatjoçilderin sayılarının artması sonucu; atmosfer ağırlaşır, kararır ve görüş uzaklığı azalır. Kirli hava, her türden canlı için son derece tehlikeli olabi-lır. insanlar kirli havadan, doğrudan doğruya çevre koşullarının ve sağlıklarının bozulması, dolaylı olarak da, ekin ve malların zarar görmesi biçiminde etkilenirler.
Hava kirlenmesine yolaçan başlıca etken, fosil yakıtlarının bürü* çapta yafcıimasıdır. Evlerde, sanayi fırınlarında ve buharlı lokomotiflerde yakılan kömür, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ve XX. yüzyılın başlarında Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinin göklerini ka-rartmıstır. Petrol ürünlerinin (özellikle benzin ve dizel yakıtları) dumanları ise, günümüz kentlerinin hava kirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Özellikle gerekli bakımı yapılmayan ocak ve makinalarda yakılan yakıtlar, havayı çeşitli biçimlerde etkileyen maddeler çıkarır. Bunlar arasında en yaygın olanı, sülfürdioksittir. Sülfürdioksit. suda kolayca çözünerek, bitkileri öldü-ren, yapılara zarar veren ve sıvı asit meydana getiren keskin bir gaz-dlr; Fırınların ve motor silindirlerinin yüksek ısı koşullarında sıvı asitlerin oluşmasına yolaçan ve bo-
ğucu bir duman çıkaran nitrojen oksitleri meydana gelir. Nitrojen oksitleri güneş ışığında tepkimeye uğrayarak, îotokımyasal dumanın oluşmasına yolaçar (4). Yanmamış hidrokarbonlar ve öteki tanecikler, is ve havada uçuşan külleri oluştururlar. Bunlar ev ve fabrikaların üzerinde yağlı ve kara birikintiler, ayrıca su damlacıklarının üzerinde yoğunlaşarak, hafif duman ve sis
meydana getirirler. Bir u^ntin üzerinde bulunan değişik sıcaklıklardaki hava tabakaları kirli havanın yükselmesine engel olur. Bu yüzden ortaya çıkan ağır sis, bütün bu özellikleri biraraya getirir ve tüm canlılar ve insan yaşamı için büyük bir tehlike oluşturur.
Motorlu Araçların Rolü
Günümüzde birçok ülkede, içinde kurşun bileşiği bulunan benzin kullanılır. Bu kurşun bileşikleri motorlu araçlann egzoslarından atmosfere atılır (2). Zehirli bir gaz olan karbonmonoksit (yanan hidrokarbon yakıtları tarafından üretilir) ile birlikte bu bileşikler, kentlerde büyük yoğunluklara ulaşarak, insan sağlığı için önemli bir tehlike yaratırlar. Motorlu araçlar havaya, fren balatalanndan yayılan asbest liferi gibi başka artıklar da bırakırlar. Asbest lifleri ciğerlere
1) Bir sanayi bölgesin-de. hava kirlenmesinin ana kaynakları ve bölümleri, yandaki şekilde görülmektedir. Ulaşım araçlarının çıkardıkları gazlar ve öteki maddeler atmosfer kirlenmesinin’ “®
yüzde 51’ini oluşturmaktadır. Bunu. azalan oranlarda ev bacalarından, orman ve çalılık yangınlarından, fabrikalardan Cıkan dumanlardan doğan hava kirlenmeleri izlemektedir.
Yakıt deposu
2) Motorlu araçlar,
burada görülen oranlarda çıkardıkları nitrojen oksitleri, yanmamış hidrokarbonlar, karbonmonoksit. kurşun bileşikleri ve öteki şehirlerle en önde gelen hava kirleticileridir
Ceşitfi parçalar tarafından üretilen hava kirleticilerinin oranları
Egzos
0
■Karbon ■monoksit ■ Nitrojen 1 oksitleri
I Kurşun
Karbüratör
Motor krank bölmesi
f Hidrokarbonlar I Katı parçacıklar
Konutların ısıtılması Çeşitli ateşler
_ __yakılması
f ••
Aracın 20.000 km’de yoiaçtığı hava İKarbonmonoksit Kurşun * 0.775 kg kirlenmesi
| Hidrokarbonlar Nitrojen oksitlef 40,75 kg İKotı tanecikler fSülfürdioksit
Hidrokarbonlar H 12 Nitrojen oksitleri Karbonmonok8lt|
234 kg
765 kg
3) Batı Avrupa ülkelerindeki sanayi artıklarından kaynaklandığı ileri sürülen asitli yağmurlar, binalara, ormanlara ve nehirlere zarar vermektedir. Kömür ve petrolün yanması sırasında ortaya çıkan sülfürdioksit ÎS02). atmosferde yükselt-generek sülfürtrioksit (SOj) haline dönüşür. Bu gazlar bulutlardaki suda çözünerek, kaynaklandıkları sanayi bölgelerinden kilometrelerce uzaklara yağmur olarak düşen sülfrikasidi (H2SO4) meydana getirirler.
132
girerek, kansere ve başka solunum sistemi hastalıklarına yolaçan kronik iltihaplara neden olur. Ayrıca birçok kimyasal işlem de, kirletici gaz ve taneciklerle hava kirliliğine neden olur.
Hava Kirlenmesine Yolaçan Teni Kaynaklar
Boyutları şimdilik küçük olmakla birlikte, giderek büyüyen bir başka hava kirliliği nedeni de, nükleer silah deneylerinin ve atom enerjisinin barışçıl kullanımlarının yol-açtığı radyoaktif ışınımdır (6). Tarımsal ilaçlama da havaya organik zehirler yayar ve banlar zaman zaman çevredeki bitki ve hayvanlara zarar verir.
Atmosfere yayılan birçok yeni organik kimya maddesinin çevreyi uzun süre etkileyeceğinden korkulmaktadır. Örneğin, dondurucu bir madde olarak kullanılan freon gazlan ve aerosoller, yukarı atmosferin koruyucu ozon tabakasına ula-arak, morötesi ışınlarının tehlike-S yoğunluklarda yeryüzüne eriş-nelerine yolaçabilir. Morötesi ışınlar. cilde ve beden dokularına zarar «erir. Yanan fosil yakıtlarından at-ammtere yayılan karbondioksid mikam çoğalması, dünyanın ısı bozabilir.
Hava kirlenmesinin Üij^ük bir bölümü sanayi artıklarından ileri gelmektedir ve bunların birçoğu henüz giderilebilir düzeydedir. Zengin sanayi ülkelerinde, yasalar, fabrika bacalarından havaya karışan dumanlan denetim altına almada, duman ve ağır sise yolaçan artıkları azaltmada ve genel olarak atmosfer koşullarını iyileştirmede etkili olmuştur.
Yeni fabrikalarda hava kirlenmesini azaltıcı önlemler alınmakta ve motorlu araç ve uçak motorlarının kirletici artık miktarını, en düşük düzeye indirme yolları aranmaktadır.
Bu çözümler ise masraflıdır, sanayileşmiş ülkelerin insanı, yaşam standardını korumanın ve geliştirmenin oldukça pahalıya mal-olduğunu farketmektedir. Sanayileşmeye giden yolun henüz başında olan azgelişmiş ülkeler ise, daha şimdiden hava kirlenmesi sorunuyla karşı karşıyadır. Gerek ısınma için yakılan kömür dumanı, gerek sayıları sürekli artan taşıtların yakıt ürünleri Türkiye’de de bazı bölgelerde tehlikeli oranda hava kirlenmesine yolarmaktadır. Özellikle Ankara’da, iklim kent havasının temizlenmesine yardımcı olmadığı için kirlenme büyük bir sorun olmuştur.
ayrıca bak:
52 Atmosfer 134 Toprağın yanlış kullanımı 136 Irmak ve göllerin kirlenmesi 138
Yaşam Veren Oksijen
Avnı durum, nitrat yada fosfat gibi besleyici maddelerin aşırı bulunduğu sularda da görülür. Besleyici maddeler, tarımsal gübre yada deterjanlı kirli sularla karışır. Besleyici maddeler, yosun gibi organizmaların büyümesine yolaçar. Ancak bu büyüme, suyun sağladığından daha fazla oksijen tüketebilir. Gerekli oksijeni alamayan yosunlar ölür ve çürümeye başlar. Ancak çürüme süreci sırasında da oksijen tüketildiğinden, sudaki yaşam hiç de istenmeyen bir biçimde son-bulur.
Bir gölün ortalama ömrü, yani oluşmasıyla, dolup yokolması arasında geçen süre 20000 yıl kadardır. Ancak göle karışan besleyici madde miktarının artışı, yaşlanma sürecini tuzlandırdığı gibi, gölün görünüşünü de bozarak ömrünü azaltır (2).
Oksijen, yüksek ısıdaki sularda daha zor çözünür. Başta elektrik üretimi olmak üzere, kimi sanayi dallarında soğutma amacıyla büyük miktarda su kullanılır ve ısınmış su. su yollarına boşaltılır; böylece su sisteminin biyolojik dengesi altüst olur. Oksijen oranının düşmesi, bazı canlı türlerinin çoğalmağına, bazılarının ise azalmasına neden olur. Öte yandan, zamanla sıcak suda yaşamaya alışan canlılar, bu sıcak su akıntısı herhangi bir nedenle kesildiğinde ölürler.
Yabancı Maddeler
Suyun sıcaklığı ve içindeki organik ve besleyici maddeler aşırı miktarları bulunca, ekolojik sistem büyük sorunlarla karşı karşıya kalır. Ancak, son yıllarda bu sistemler için en büyük tehlikeyi, su yol-
Moden üretimi Petrokimyo sanayii Besin sanayii
Kimya sanayii
– Yosun
—— Asellus
—Totlısu balığı
Lağım manton Bakteri
Desmidler
Olıgotrofik göl
2) Ollgotrofik göl, diotomlar ve desm ler gibi yosunların planktonların düşüi yoğunlukta bulundı gene bîr tatlı su gö dür. Alabalık ve gö alası burada yaşayı tipik balıklardır. Gc yaşlandıkça daha v rimli hale gelir. Tof raktan gelen sulard [BJ besleyici madde yosunların, özellikle yeşil ve maviyeşil renkteki yosunların büyümelerine yolaç< Su çamurlu hale gel
Movi-yeşil yosun
Yeçil yosun
3) Soğutma sistemlerinden ırmaklara akı-tılan sıcak sular, alabalık [2] ve som balı-
ğı [7] gibi balıkların ölmesine neden olur. Bunların yerini lebistes reticulatus [3] ve
Tilapia zilin [4] gibi yararsız balıklar ahr. 5°C derecedeki ırmağın iıst kısımlarında
, Otrofik göl
fA] yerli balıklar yaşar. Yerli balıklar
Su fabrikaya girer ve ölür, bunların ye-
dışarıya 21 °C sıcaklıkta rini yararsız balıklar
ÎBJ çıkar. alır (C).
1) Tatlı suda yaşayan
bitki ve hayvanların hepsi, yaşamlarını suda çözünmüş oksijenle sürdürürler. Suya giren lağım da. çürümek için oksijen ister. Böylece sudaki canlılarla savaşıma girer. Kirletici maddeler sudaki oksijen düzeyini düşürür [A]. Böylece biyokimyasal oksijen tüketimine neden olurlar.
Öte yandan canlı organizmalar da etkilenir [B]. Yosun ve lağım mantarları gibi bitkiler yjşarlarsa da, balıklar ölür. Tatlı sudaki kirliliğin derecesini ölçmek için [C], hayvan ve bitki yoğunluğunun doruk noktaları saptanır.
Su yollarına boşaltılan İD] sanayi artıkları, kirlenmenin en önemli nedenleri arasındadır.
136
tanna atılan yabancı maddeler oluşturmuştur. Tarım alanlarından ■kan ilaç artıkları, sanayi bölgelerinden akan madeni ve kimyasal ■iaddeler suya karışmakta ve son derece kötü sonuçlar doğurmaktadır. Sudaki beslenme zincirinde yüksekçe miktarda bulunan türler, bu yabancı maddelerden tehlikeli birikintiler oluşturur (4).
Kirlenmiş sular temizlenebilir. Su, doğal çevrimi içinde bunu kendi kendine de gerçekleştirebilir. Ancak nehir yatakları ve göl dipleri bir kez bütünüyle kirlendi mi. yeniden eski canlılığına kavuşması çok uzun süre alır. Doğal sistemlerin kendilerini onarmalarına izin vermek için, su yollarına başka kirli maddelerin atılmasını önlemek gerekir. Pis su işleme tesislerinde, biyolojik oksijen kullanımının ve besleyici maddelerin oranı azaltılıp, çeşitli katı maddelerden oluşan lağım çamurlarının oluşması saflanabilir. Ancak, tarımsal alanlardan gelen akıntılar buralarda toplanamaz; sanayi artıkları ise bu suları zehirler. Öte yandan bu tesisler oldukça pahalıya malolmaktadır ve bunlardan temiz su elde etmenin değeri daha tam anlapııyla anlaşılamamıştır. Kentlerde ve sanayi ku-
6
A
ruluşlarında çöplerin suya ‘dökülmesi kolay olduğundan, suyun böy-lece kullanışsız ve tehlikeli hale geldiği anlaşılsa bile, bu yöntemden kolay kolay vazgeçilmemekte-dir. Bu konuda bir başka sorun da, ulusal sınırların yeraldığı bölgelerde doğmaktadır. Kuzev Amerika’daki Büyük göllerin kirlenmesi -diplomatik bir sorun haline gelmiştir (5).
Kim Sorumlu?
Hem Kanada hem de ABD karşı taraftan kirli maddeler atıldığı sürece kendi kıyılarını denetlemeyi gereksiz bulmaktadır. Ren ırmağının biyolojik ölümünü önleme girişiminde bulunanlar isa çok daha ciddi bir durumla karşılaşmaktadır. Bu ırmağın iki vakasında potas madenleri, güç istasyonları ve kimyasal madde fabrikaları yeralmakta-dır.
Tüm dünyadaki tatlı su yatakları, ciddi kirlenme ‘ tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kirlenen sular arasında St. Lawrence ve Volga ırmak-larıyle Büyük Göller ve Hazar Denizi gibi çok büyük ırmak ve göller de vardır.
ayrıca bak:
15« Ekinleri geliştirme 158 Ekinleri koruma 132 Hava kirlenmesi 134 Toprağın yanlış kullanımı 138 Deniz kirlenmesi
İçinde çeşitli maddeler taşıyan su, sonsuz bir çevrim içindedir ve buharlaşma yoluyla sürekli olarak kendi kendine temizlenir. Tatlı sudaki bir çok madde doğal olarak büyür ve yağmur yada akıntılar yoluyla sulara karışır, insanların yolaçtığı kirletici maddeler de aynı yolla suya ulaşır. Duman, kül ve sınai gazlar yağmur yoluyla, toprağın üstüne yayılan kimyasal maddeler ise, yeraltı sularıyla taşınır. Kanalizasyon yoluyla başka maddeler de taşınır. Bunlar genellikle daha zararlı olmakla birlikte, denetim altına alınmaları. doğal yollarla gelen artıkların engellenmesinden kolaydır.
4) Tarım alanlarına
uygulanan böcek öldürücü ilaçlar çok az miktarda da olsa, birçok hayvan için zehirleyicidir. Zehir, besin zinciri boyunca giderek artar ve zincirin sonunda tüm hayvanlar için ölümcül olur. Titrer sinek larvalarını öldürmek için suya milyonda 0,015 oranında sıkılan DDT’yi [1] bir plankton (21 milyonda 5 oranında biriktirir. Balıkların sayısı hâlâ yüksek orandadır [3,4], ancak bunlarla beslenen bir dalgıç kuşu gövdesinde, milyonda 1600 oranında kimyasal madde toplanacağından Ölür.
I1 Nüfus
İ 3 milyonun üstünde1 |
¥ 1-3 milyon
0 250000-1 milyon
Sanayi 2 Sanayi merkezi)
Ä Büyük göller ™ Akoçlonma hov;
A4 Yangın tehlikesi
5) Büyük Göller, bütün dünyadaki en büyük tatlı su gölleridir. Ancak bu göller yüzyılımızda kirlenmiştir. Bunda, nüfus artışı
[A] ve sınai gelişme
(B) büyük rol oynamıştır. Ev ve sanayi artıkları, [C] göllerin kimyasal Aizeninde ve direy dengesinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Yerli balıklar yerlerini, 1932’de açılan Walland Kanalı içinden geçerek gelen zararlı su yılanlarına bırakmıştır. Şimdi kaya levreği gibi yeni
tip balıklar çoğunluktadır. Tüm göllerin doğal yaşlanma süreci [D,E] üç aşamadan oluşur: oligotrofik {1], mezotrofik [2], ve örotrofik [3]. Büyük Göllerde bu süreç yapay olarak hızlandırılmıştır. Ve Erie gölü nerdeyse son örotrofik aşamaya gelmiş bu-
Deniz kirlenmesi
Okyanuslar, çok büyük miktarlarda suyun oluşturduğu alanlardır. Yalnızca Büyük Okyanus tüm kıtalardan daha geniş bir alan kaplamaktadır. İnsanlar önceleri okyanuslara korku ile karışık bir hayranlıkla bakmışlar, sonra da bunlara her türlü artığı (katı, sıvı ve gaz) atar olmuşlardır. Gemi ve tekneler, katı ve sıvı artıkları gözden ırak noktalara götürerek denize dökerler. Gemi mutfaklarının artıkları denize dökülür, tuvaletler doğrudan denize açılır. Nehirler dökülen çöpleri, yiyecek artıklarını ve üzerlerinde yüzen cisimleri kıyı sularına taşırlar. Atmosfer zararlı gazları açık denizlere taşır ve bunlar buralarda, suların kirlenmesini artırmak üzere ya çöker yada yağış olarak yere düşer.
Kaza Sonucu Denize Yayılan Petrol
Suyla petrol karışmaz, ancak insanı şaşırtacak miktarlarda (yılda milyonlarca ton) petrol, ya kazalar sonucu yada bilinçli olarak okyanuslara boşaltılır. Kaza sonucu denizlere petrol döküldüğü bilinmektedir. 1967’deki Torrey Canyon (4) kazası sonucu, yaklaşık 1000000 ton ham petrol İngiltere açıklarında denize dökülmüş, İngiltere ve Fransa’nın kıyılarını ağır, kara petrol birikintileri kaplamış ve özel-
likle deniz yüzeyinden beslenen binlerce deniz kuşu ölmüştü.
Her geçen yıl denizlerdeki tanker enkazlarına yenileri eklenmektedir. 1970 yılında Manş Denizi’n-deki Pacific Glory ve Allegro kazasında olduğu gibi, bu kazalar yoğun deniz trafiğinin olduğu bölgelerde meydana gelir. 1974’te Macel-lan Boğazı’ndaki Metula kazası gibi, bazıları da uzak denizlerde ortaya çıkar. Ancak bütün bu kazalar sonucu, okyanusların yüzeyine yayılan petrol miktarı giderek artar. Petrolün denize yayılmasına neden olan, başka kazalar da vardır. Yaşanan en büyük kazalardan biri, 1969’da Santa Barbara yakınındaki Kaliforniya sahillerinden pek uzak olmayan Union Oil şirketinin kuyularının bulunduğu alanda meydana gelmiş ve denize binlerce ton petrol akmıştı.
Tankerler büyüdükçe, kazalar sonucu denizlere yayılan petrol miktarı da büyümektedir. Ne var ki, kazalar, dünya tanker filosu işletmecilerinden oluşan küçük bir azınlığın sorumsuz davranışlarının volaçtığı miktarlar kadar petrol kirlenmesine neden olmamaktadır. Tankerler tanklarını deniz suyu ile temizlerler. Bazı tanker filoları, tankların yıkanması sonucu ortaya çıkan kirli suların güvertede de-
po edilerek, hemen denize atılmak yerine uygun suların beklendiği, güvertede depolama olarak adlandırılan bir yöntem uygulamaktadırlar. Ancak, denizlerde petrol kirlenmesinin en önemli kaynağını karalar oluşturmaktadır; bu kaynaklar sanayi ve motorlu araçlardır. Bunların petrol artıkları kaçınılmaz bir biçimde ya doğrudan yada nehirler aracılığıyla denizlere atılmaktadır (2).
Denizlerde Ölfim
Petrol kirlenmesinin önemli boyutlara ulaşmış olmasına karşın, petrolün organik kökenli olması, onun denizlerde yaşayan organizmalar tarafından zamanla etkisiz hale getirilmesi olasılığını artırmaktadır. Kurşun, kadmiyum ve cıva gibi ağır madenler zehirleyici niteliklerini kesinlikle korurlar. Hattâ denizlerde yaşayan organizmalar, bunların zararlarını artırır. Japonya kıyılanda dökülen cıvanın zehirleme oranının düşük olduğu sanılıyordu. Ancak cıva, denizde «»etil cıvası (HgCHj ) haline dönü-’ şefek, sinir sistemi için çok zararlı bîr zehir oluşturur. Sonuçta, bu zehir, balık ve kabuklu deniz hayvanlarında birikerek, Minimata hastalığı olarak bilinen ve kökeni uzunca bir süre bulunamayan bir has-
Rafinerller 0«nfzlerd« petrol kuyusu açma Kaza sonucu kirlenme
Tankerlerin çalışması öteki gemiler
Sanavi makine*artıkları
Motorlu araçların
2) Okyanusları kirlet
ten petrolün büyük ke simi, kazalar sonucu değil, bilinçli olarak atılmaktadır.
1) insanoğlunun denizler üzerindeki etkisi 4 ırmaklar yoluyla başlar. insanlar tarlaları sulamak için bir ırmak ağzındaki tatlı suyu kullanır [1], bu yolla tuz dengesini bozar [21 ve karides . benzeri organizmaların ölümüne neden olurlar (3). Tuz yataklarının ve bataklıkların [4] ıslah edilmesi, biyosfer’deki en verimli alanların tahrib edilmesi dernektir, deniz dibinin taranması I5J suyu bulandırır, su yüzeyine yakın alanlardaki güneş ışığını ve oksi|en miktarını azaltır. Pis suların İşlenmeden atılması [6] biyolojik sistemlerin aşırı yüklenmesine yolaçar. Temiz nehir ağızları [7J. ringa ve deniz alabalığı [8,91 cinsi balıkların tatlı suda yumurtlamaları nedeniyle, balıkçılık için önemlidi
7vT
4) Kuveyt’ten ham
petrol taşıyan bir süper tanker, yani Torrey Canyon, 1967’de, Güneybatı İngiltere kıyılarında, Cornwall yakınında karaya oturdu. Gövdesinin parçalanması nedeniyle, 100000 tona yakın petrol denize aktı. Alınan çeşitli önlemler, petrolün yayılmasını önleyemedi. Deniz kuşları petrole batıp, ölüyorlardı. Kıyılara yönaten petrol. güney ve doğuda, Mans Denizi’nde bulunan adalarla, Fransa kıyılarında bulunan pla|ları kapladı. Deterjanla temizleme çabalarının ise, deniz hayvanları için petrolden daha zararlı olduğu ortaya <ıktı. Etkilenen türler arasında dil balığı [1], yengeçler [2.3J, horozbina 14). iri karides [5J. ıstakoz [61. ve midye [7] bulunmaktaydı.
3) Petrolün deni
– leteceği başlıcg dünyanın ana dı ulaşım yolları ol rur. Petrol, günü uluslararası tica öteki bütün mail önüne geçmiş bı maktadır. Petrol eden ülkelerle tii ler arasında bini )tilometre_ uzaklık bulunmas neden yüzbinlerce tonlu tahker filoları. p< yüklü olaFak, sür ticaret yollarında dip gelmektedir, gün. yaklaşık 3 n ton petrol deniz \ la taşınır. PStrol kirlenmesi tehlike en yüksek olduğu ler, Mdnş Denizi 1 Malaya-adaları gi deniz ulaşım darb larınm bulunduğu lerdir. Petrol artık tup bölgelerinden çıkarılmaktadır. Tı ker filoları çok yal bir gelecekte, buz ları ve düşük görü uzaklıkları nedeni) kaza olasılığının ç arttığı bölgelerden yolalmaya başlaya tır. Bu da, buralarc ciddi kazaların bek meşine neden olm< tadır. Yerleşim alaı rina yakın petrol •Jenmeleri büyük gy koparmaktadır, hal buki yerleşim alanlı rina u^ak yerlerde t ekoloji ayni tehlike) le karşı karşıyadır. Uluslararası Deniz Hukuku Danışma Öı gütü gibi kuruluşlar petrol kirlenmesini., bazı alanlarda artıkların deniie atılmasını kısıtlayan önlemeğe çalışmaktadır.
138
talığa (6) yolaçar. Cıvanın hâlâ bulunduğu Minimata Körfezi’nde yada bazı başka Japon körfezlerinde balık tutmak sağlık açısından sakıncalı olmaktadır.
Çeşitli artıkları denizlere atmanın ne gibi sonuçlar doğurduğu hâlâ, tam olarak bilinmemektedir. İrlanda Denizi’nde binlerce deniz kuşunun ölümüne yolaçan ünlü olayın nedenlerinin saptanması, uzun süreli çabaya malolmuştu. Sonuçta ana nedenin, Clyde’e ağzında denize dökülen, organik sanayi kimyasal maddesi, poliklorin bifenil (PCBS) olduğu saptandı. Bazı denizlerde oluşan organik kimyasal maddeler, sanıldığından çok daha uzaklara gider; örneğin kuşlar ve balıklar, çok p’üçlü bir haşere ilacı olan DDT’yi çok uzaklara taşıyabilirler. Dünyanın oksijen dengesine katkısı büyük olan, deniz bitkilerinin fotosentezini çok küçük miktarda DDT engelleyebilir.
Kapalı Sistemler
Akdeniz, Baltık ve Marmara Denizi gibi bazı denizler, hemen hemen. kapalı denizlerdir ve okyanuslarla su alışverişleri en düşük düzeydedir. Bu gibi denizlerde, şimdiden biyolojik yaşamın ciddi zarar gördüğüne ilişkin işaretler belirmiştir (7). Ancak, bu denizlerin
içinde bulundukları durum, sadece buralara özgü değildir.
Gerçekte dünyanın, okyanuslar dahil tüm denizleri kapalı bir sistem oluşturmaktadır. Ancak ülkeler, bu suların korunması için bu güne kadar elbirliği yapamamışlardır. 1970’lerin başında, Birleşmiş Milletlerin Uluslararası Deniz Hukuku Danışma örgütü (Inter-Go-vemmental Maritime Consultative Organization – IMCO) tarafından düzenlenen toplantıda, gemilerin denizleri kirletmesinin denetim altına alınmasına ilişkin bir karar tasarısı imzalandı. Ne var ki, kararların ancak uygulamaya konulabil-dikleri takdirde bir anlam taşımaları nedeniyle, IMCO’nun bu kararı da gerçekte bir iyi niyet dileğinden öteye geçmemektedir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansları, 1958’den beri, oturum üstüne oturum yapmakla birlikte önemli bir ilerleme kaydetmiş değildir.
Ulusal çıkarlar, genellikle «insanoğlunun ortak çıkarlarından daha iyi korunmaktadır. Uluslararası işbirliğinin daha geniş boyutlara ulaşmasına kadar, okyanuslar, lağım sularının, yiyecek ve radyoaktif artıklarla, uygarlıkların her türlü pisliğinin atıldığı yerler olmağa devam edecektir.
ayrıca bak-. 158 Ekinleri koruma
132 Hava kirlenmesi
134 Toprağın yanlış
kullanımı
136 Irmak ve göllerin
kirlenmesi
Denize atılan artıklar,
genellikle gene insanlara dönmektedir. Fabrikalardan çıkıp bulut [3] haline gelen duman [1] ve öteki sıvı artıkları 12]
yoğunlaşarak geri dönebilir. Kirletici maddeler yağışla birlikte denizlere düşer [41. karalardan denizlere akar (5] ve (önce basit 16,7] daha sonra
büyük türler [8] olmak üzere) denizlerde bulunan organizmalar tarafınrton soğurulurlar. Balıklar [9], kuşlar yada insanlar [10] tarafından yenir.
7) Akdeniz’in bazı
kıyılarında yaşam ölmektedir. Bu deniz, üc noktada «soluk almaktadır»; dağlardan esen soğuk hava [1], deniz yüzeyine yakın bölgelerde soğuk ve bol oksiienli bir tabaka oluşturur, daha sonra bu tabaka çöker [2] ve oksijen serbest kalır. Bu «soluk alma» bölgelerine artıklarla zehirlenmiş ırmaklar [3] akar, kirletici maddeler derin sularda toplanır [4] ve bütün canlı varlıkları öldürür. Tanker artıkları [5] deniz yüzeyini petrol tabakası ile kaplar Insan-ların faaliyetleri, Nil Deltası ndaki [6] sardunya balıkçılığını öldürmüştür Asuvan Barajı {7] tatlı su akımını azaltmış, Kızıl Deniz’den gelen su ise, tuz oranının artmasına neden olmuştur [8],
5) Torrey Canyon gibi
büyük kazalar, ortaya çıkacak zararın önlenmesi için yeni tekniklerin geliştirilmesine neden olmuştur. Karaya oturan tankerlerin [2] gövdesine büyük tanklar [1] bağlanmakta ve tankerdeki petrol bu tanklara pompalanmaktadır. Denize dökülen petrol, yüzen bir çemberin [3] içine alınmakta [4] ve köpük almakta kullanılanlara benzer bir gereçle toplan maktadır. Petrol, bir emici bant [5] aracılığıyla da toplana-bilmekte yada dağıtıcı bir püskürtücü [6] ile mikroorganizmaların daha kolay tahrib edebilecekleri duru ma getirilebilmektedir.
• A
S) Zehirli kirlenme,
1950 ve 1960’larda Japonya’nın Minimata Körfezi -kıyılarında, insanlara zarar verici bir rol oynamıştır. Sanayi tesisleri [A] tarafından Körfez’e atılan inorganik cıva artıkları, deniz organizmaları tarafından metil cıvası haline dönüştürülmüş, bu yüksek derecede zehirli madde balık ve kabuklu deniz hayvanları [B] tarafından toplanmış ve bu hayvanlar da balıkçılar tarafından tutulmuştur rC]. Balık o bölgenin önemli yiyeceklerinden olduğundan [D], bölge halkı hastalanmış [E], ölümler ve bevin rahatsızlıklar’ görülmeye başlamıştır.
i İ* i 1 l> I
Topraktan yararlanma biçimleri
İnsanlar, yeryüzünde yasamın devamlılığının ancak, doğal yaşamsal kaynakların korunmasıyla gerçekleşeceğini; tükenen kaynakların, kirlenen hava, su ve toprağın, canlı yaşamını tehdit eden boyutlara ulaştığını artık anlamaya başlamışlardır. İnsanın toprak üzerinde etkisi yıllar boyu yok denecek kadar azdı. XVIII. yüzyılın ortasından itibaren yoğun tarım, mineral ve enerji kaynakları bulma gereksemesi, insanın doğa dengesine müdahale ederek bu dengeyi bozmasına ve çoğu kez yıkıcı yollara başvurarak, toprak rekabetine girmesine yolaç-mıştır.
Değişim Çağları
Bundan yaklaşık 10 bin yıl öncesine kadar insan, toprak üzerinde pek iz bırakmamıştır. Avlanmış, balık avlanmış, tuzak kurmuş, mağaralarda barınmış, aletleri için ııvgun malzeme aramıştır. Norfolk’ daki Grime’s Graves’de olduğu gibi, ilk maden ocakları gevik boynuzlarından yapılma kazmalarla kazılmış basit kuyulardı. Bununla bir-‘ikte, Cilalı taş devrinde ortaya çıkan tarım devrimiyle birlikte, göçmen kavimler toprakta yerleşerek
1) Toprak kullanımının
gittikçe artan çeşitliliği. doğa güçierinjn şekillendirdiği bir arazi oarçası üzerinde insanın yerleşme faaliyetini gösterir. Bu ortaçağ köyü, şerit
tarlaları ekip biçmeye, ev yapmak için ağaçları kesmeye başladılar ve böylece ilk kez, ekolojik dengeyi değiştirdiler. Ancak, sözkonusu topluluklar küçüktü. Yerleşme bölgelerinde bile kilometre kare başına ortalama bir kişi düşüyordu. M.S. 1000 yılında dünya nüfusu ancak 350 milyona ulaşmıştı.
Ortaçağda büyük şehirlerin gelişmesi, yolların yaygınlaşması ve kil, taş, demir gibi malzemelerin topraktan çıkartılması sonucu, insanın toprak üzerindeki etkisi arttı. Geniş ormanlar yok edilerek, otlaklara yada tarlalara çevrildi. XVIII. yüzyıl Sanayi Devrimi toprak kullanımında büyük bir dönüm noktası oldu. Kömür enerjisine dayalı buhar makinasının. bir dizi yeni sanayiin kurulmasına ve sayıları gittikçe artan fabrika işçilerini barındıracak şehirlerin, hızla gelişmesine büyük katkısı oldu. Mamul eşya taşımacılığı önem kazandıkça, yeryüzü, kanallar, demiryolları ve yollarla örüldü. Dünya nüfusu 1800 yılında 900 milyondan, 1900 yılında 1 milyar 650 milyona çıkarken, yapı mazemeleri gereksemesini karşılama çabaları hızlandı.
Aynı zamanda başlayan yeni bir tarımsal devrim, çiftçilik yöntemlerinde büyük değişikliklere yolaçtı. Ekinler ve hayvancılık gelişti, besin
ve hammadde üretimi arttı. Tarım, yeni keşfedilen topraklara yayıldı.’ Tarım gittikçe makinalaştı. XIX. yüzyılda ortaya çıkan tarım ve sanayi devrimlerinden, bitki örtüsü ve vahşi hayvanlar zarar gördü, su ve hava kirlendi.
İnsanın Olumsuz Etkisi
Hollanda’da (3) denizden toprak kazanma ve Asya’da setler üstünde ekim yapma gibi, akıllıca gerçekleştirilen bazı toprak koruma örneklerine karşın, tarım alanları genellikle çok kötü kullanıldı. ABD’ nin batısında toprağın aşırı işlenmesi, düzenli ekolojik sistemin bozulmasına neden oldu. 1930’larda görülen sert rüzgarlı kurak dönem sırasında, tarıma elverişli toprak savruldu ve bölge çölleşti. Başkc bölgelerd3 bitki örtüsünün düşüncesizce yokedilmesi tepelik arazilerin aşınmasına yolaçtı; yağmur suları derin sel yatakları açarak, bereketli tarıma elverişli toprağı nehirlere taşıdı ve mil yığılmasının neden olduğu daha başka sorunlar yarattı.
Hâlâ insanlar tarafından ya az, yada hiç etkilenmeyen geniş kır alanlarının bulunmasına karşılık.
gelişmiş ülkelerde doğanın görünümü giderek kalıplaşmaktadır. Dünya nüfusu 1975’te 4 milyara yaklaşırken, şehirler, kırların zararına çelişmeye devam etmektedir. Eskiden aşılmaz olan bölgelerden şimdi yeni vollar geçmekte, Avrupa ve Amerika’da dört bir yana kol atan otoyol sistemleri toprağı yok etmektedir. Tarımsal araziyi havaalanları almakta, tepelerin, vadilerin üzerinde elektrik direkleri yükselmektedir.
İnsanın, nehirler ve göller üzerinde etkisi, gerek kirlenme, gerekse bayındırlık işleri bakımından şimdiden büyük boyutlara ulaşmıştır. Gelecekte ise, daha da büyük çaplı müdahaleler beklenmektedir. Sovyetler Birliği, kuzeye akan nehirlerini, çöl alanlarını verimli kılmak için, güneye çevirmeyi öngören bir politika uygulamaya başlamıştır. Kuzey Amerika kıtası üzerine yapılan bir araştırmada, suların kuzey Buz denizine akmasını ön’emek için, nehir yataklarının değiştirilmesi önerilmiştir. 370 projeyi kapsavan bu tasarı, toplam 88 milyar dolara malolacaktır.
Bu gibi projeler baraj yapımını da içerir. Aşağı yukarı tarımda set usulü kadar eskiye dayanan barajlar, su akışını denetlemeye yarar, sulamaya yardımcı olur ve elek-
trik üretir, ama, sakıncaları da vardır. Değerli besleyici maddeleri alıkoyabilir, bitki örtüsünü su altında bırakabilir, yerel iklimlerin değişmesine, hattâ depremlere yolaçabi-lir.
Günümüzde toprak zenginliklerini saptamak için yeni yöntemlerden yararlanılmaktadır. Bunların en venileri, mikro-dalga, mor-ötesi ve kızıl-altı ışınım aracılığıyla gerçekleştirilen uydu incelemeleridir (2). Dünyanın yüzünden yayılan ve yansıyan bilgiler, havadan çekilen fotoğraflardan daha ayrıntılı bir tablo sunmaktadır (4).
Toprağı Koruma
Son zamanlarda toprağın korunmasından yana olan güçlü siyasi baskı gurupları ortaya çıkmıştır. Ayrıca yeniden ağaçlandırma ve çorak bölgelerin kazanılması yoluyla, dengeli bir kentsel çevre kurulmasına da çalışılmaktadır. Eski maden ocakları ve moloz yığınları düzlenin yeşil sahaya çevrilmiş, yataklarını aşan kanallar temizlenip, dinlenme yerleri olarak kullanılmaya başlanmış, doğal güzellikleri korumak ve daha fazla bozulmalarını önlemek için -büyük parklar yapılmıştır.
ayrıca bak:
134 Toprağın yanlış
kullanımı
Kıtalararası yollar,
(örneğin. Kuzey ve Güney Amerika’yı birleştiren ve uzunluğu
toplam 47516 km olan Pan-Amerikan Anayolu) toprak kullanımını birçok bakımdan etkile-
yebilir. Doğrudan fizik etkilerinin yanısıra yollar, yeni yerleşim alanları acarlar.
2) En İyi biçimde ya-
rarlanılabilmesi için, dünyanın geriye kalan toprak kaynaklarının saptanması gerekir. Kızıl-altı ışınlarla çekilen fotoğraflar yer ısısını kırmızı ve mavi gölgeler
halinde gösteren resimler verir. Sağlıklı bitki örtüsü kırmızı görünür: biçilmiş tarlalar mor, olgun buğday tarlaları mavidir. Günümüzde uydu araştırmaları yaygın
olarak kullanılmaktadır. ABD’de Ulusal Hava ve Uzay idaresi (NASA) projesi. 1972’de bütün dünyadan yararlı veriler elde etme amacıyla bir yörüngeye bir uydu oturtmuştur.
3) Nüfusun yoğun olduğu bölgelerde insan toprak alanını denizden toprak kazanarak genişletmeye çalışmıştır. Bu konuda en ileri adımları atmış olan ulus HollandalIlardır. Kullandıkları yöntemleri yüzyıllar boyunca geliştirmişlerdir. Önce körfez ağızları, set yada arklarla kesilir. Çevrilen alan, suyu akıtılarak kıvutulur ve tuzdan arındım İr. Elde edilen tarıma elverişli toprakta balıkçılık ve genel dinlenme yerleri için tatlı su gölleri bırakılır.
4) Toprak kullanımı
araştırmaları günümüzde birçok ülkede geniş çaDta yürütülmektedir. Japonya’nın Kobe bölgesinde kalabalık kıyı şeridinin havadan alınan fotoğraflarına dayanılarak hazırlanan bir harita, nüfusun. Hinterlantdaki
(bej) yüksek tepelerin yamacında dar bir şerife sıkıştığını acıkca göstermektedir. Öteki belirgin özellikler, yerleşim bölgesi (kırmızı), ağır sanayi (acık mavi), rıhtımlar (acık pem be), denizden kazanılan topraklar (sarı), merkezi iş alanları
(mor) ve koruluk (yeşil) alanlardır. İlk modem toprak kullanımı araştırması 1930 yıllarında. Ingiltere’de L.D. Stamp tarafından yapılmıştır. Günümüz, de bütün dünya. BM Gıda ve Tarım örgütü tarafından bir dizi haritada İncelenmektedir
1 u.,Yetİşkin bir. insan, sağlıklı kalabilmek için, günde ortalama 2300-2703 kaloriye, 37-62 gram proteine ve yeterli miktarda mineral ve vitamin gibi mikro-bssinlere gerekseme duyar. Dünya nüfusunun bu ‘ düzeyde beslenip beslenmediği, yalnız üretilen besin maddelerinin miktarına değil, bu besin maddelerinin nasıl paylaşıldığına da bağlıdır.
tik Besin Kavn.ıklan
İnsan, ancak yakın zamanlarda kendi besin kaynakları üzerinde de netim kurabilmiştir. Başlangıçta gerekli besini, avcılık ve meyve toplayıcılığıyla sağlıyordu. Bssin kaynaklarını denetleyemediğinden sürekli açlık tehdidi altında yasıyordu.
İnsan, bundan 10 bin yıl önce, ilk kez toprağı sürmeye başladı. Bereketli Dicle-Fırat ovasında ekin ekerek kendi besinini yetiştirdi. Ayrıca nehir ve göllerden yararlanmayı, hayvanları evcilleştirip yetiştirmeyi de öğrendi.
İnsan ok ve yaydan cok, saban ve tohuma dayanarak, besin kaynakları üzerinde daha büyük bir
denetim kurdu. Belli bir ekim alanını işleyerek ve belli sayıda hav-van yetiştirerek, ertesi yılın yiyeceğini güven altına aldı.- Ama gene de yaşamı, büyük ölçüde kendi denetimi dışındaki güçlerin elindey-, . kuraklık ekini kavurabiliyor-çekirgeler bitkileri yokediyor; hayvan sürüleri hastalanarak ölüp gidiyordu. Doğal afetlerin başgöster-dıgı yıllarda insanın açlık tehlikesiyle vüzyüze kalması isten bile değildi.
insanoğlu ayrıca, başka bazı kısıtlamaların, sadece ne kadar besin üretebileceğini değil, nerede besin üreteceğini de etkilediğini gördü Ekinlerin gelişmeleri için oldukça duz ve verimli topraklar, yeterli yağış ve uzun yetişme mevsimleri gerekiyordu. Nem gereksemesi ve yetişme mevsimleri, ekin türleri arasında büyük farklılık gösterdiğinden, belli ekinler, dünyanın belli bölgelerinde, öteki bölgelerden daha iyi yetişiyordu. Örneğin pirinç, hava sıcaklığının ve yağışın yüksek olduğu tropikal bölgelerde,
, .va- sıcakll£ln>n ve yağışın düşük olduğu ılıman bölgelerden daha iyi yetişmekteydi. Gene de arazi özelliklerinin, toprak veriminin, yağış ve ısının koyduğu kısıtlamalar nedeniyle,-karaların en azından yüz-
de 70 i işlenemiyordu.
Bu zorluklara karşın insan, yüzyıllar boyunca besin üretimini bü-vuk ölçüde arttırmayı başardı. Bunu, birçok önemli yeniliklerin yardımıyla gerçekleştirdi. Bunlar arasında (aşağı yukarı kronolojik sırayla), sulama tekniğinin geliştiril, meşini; buğday, arpa, mısır, manyok (1) gibi tahılların Yeni Dünya ne Eski Dünya arasında değiş tokuş edilmesini; suni gübrelerin (9) ve haşarat öldürücü ilaçların geliştirilmesini; bitki ve hayvan genetiğini denetleyen yasaları ve tarımsal işleri büyük ölçüde kolaylaştıran içten yanmalı motorun bulun-masını sayabiliriz.
Nüfusun Beslenmesi
Bu gelişmeler daha büyük miktarlarda besin üretme olanağı sağlarken, dünya nüfusu insanın tarımsal becerisi kadar hızla (bazen daha da büyük bir hızla) artıyordu. Yapılan tahminlere çöre insan çift-Çiliğe ilk başladığında, dünya nü-jusu on milyondan fazla değildi. Isa’ya kadar bu sayı 250 milyon olmuştu; XIX. yüzyılın ortalarında ise 1 milyar, 1900 yılında 1 milyar 650 milyon ve 1975’de yaklaşık 4 mil-yardı (73.
1) Buğday pirinç ve mısır, dünya için ha yati öneme sahiptir, çünkü hepsi bir arada insanın besin enerjisinin hemen hemen yarısını sağlarlar, öteki bütün tahıllar, (akdarı, süpürgedarısı, arpa ve yulaf)
Başlıca buğday, pirine »e mısır yetiştirme alanları
sadece yüzde 10’unu sağlar .
Mısır ve bir ölçüde buğday, aynı zamanda önemli hayvan besinleridir. Başlıca tahıl üreten bölgeler, toprak koşullarının arazi özelliklerinin ve iklimin
belli bir tahılın yetişmesine elverişli olduğu yerlerdir, örneğin, Asya’da deltalar pirinç yetiştirmeye elverişlidir. Kuzey Ame rika’nın daha serin ve daha kuru ovalarında ise. buğday ve mısır
bol yetişmektedir.
Mısır
Buğday
Pirine
2) Dünya tahıl ticareti
1930’lardan bu yana önemlr-ölçüde değişmiştir. İkinci Dünya Savasından önce Latin Amerika ile Kuzey Amerika başta gelen iki tahıl ihracatçısı ülkeydi. Savaştan bu yana tahıl ihracatçısı
Tahıl ticareti olarak Latin Amerika’nın önemi, nüfus artışının, besin üretme kapasitesine yetişmeye başlajnası nedeniyle azalmıştır. Günümüzde Kpzev Amerika dünyanın tahıl ambarı olmuştur. Avrupa ülkeleri başlıca tahıl
ithalatçılarıdır. Bur la birlikte son yıllaı gelişmekte olan üik ler eskiden tahılda kendi kendine yeter günümüzde gerekse melerini karşılamak için giderek daha ç< tahıl ithal etmeye bc lamışlardır.
Et, balık ve süt ürünleri böioeleri
Et ve süt ürünleri
3) Protein bakımından
zengin hayvansal besinler, et, balık, yumurta ve süt ürünlerini kapsar. Bitki proteinleri tam olarak hayvan proteinlerinin yerini alamaz. Bitki proteininin verimi düşüktür. Bir sığırın ya-
nm kilo hayvan proteini üretebilmesi için 9 kilo ham bitki proteini tüketmesi gerekir. Tavuk için bu miktar 2 kilodur. Dünya tahıl üretiminin yaklaşık yüzde 33’ü (400 milyon ton) halen hayvan besini olarak
kullanılmaktadır. Bu kadar tahılla Hindistan ve Cin nüfusunun tüm enerji gereksemesi karşılanabilir. Çiftlik hayvanları üretiminde başta gelen bölgeler tahılın bol olduğu ve zengin otlaklarla kaplı bölgelerdir
Et
Süt ürünleri
Koyun
Domu?
4) Çeşitli hayvansal
kesimler daha çok dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında alınıp satılmaktadır. 1971’de dünya serbest pazar ekonomisinde et ticaretinin yüzde 90’ını bu ülkeler ellerinde tutmaktaydı. Bundan
da anlaşıldığı gibi, genellikle öteki ürünlerden daha pahalı olan hayvan ürünlerini satın alabilenler sadece zengin ülkelerdir. Geçen yüzyıldan beri gelişmiş ülkelerin et tüketiminde artış görülmüştür.
Japonya’da et tüketimi 1960’dan bu yana dört kat artmıştır. Japonya kendi gereksemesini karşılamaya yeterli kaynaklara sahip.olmadığı için hem tahıl hem de et ithalatını arttırmak zorunda kalmıştır.
142
Nüfusun hemen hemen insanın ekin yetiştirme yeteneği kadar hızlı artması nedeniyle, dünya nüfusunun büyük kesimleri, özellikle Asya ve Afrika’nın bazı bölgeleri kıtlık ve açlık tehlikesinden kurtulamamıştır.
Geçmişte ve Günümüzde Yetersiz Beslenme
Sel yada kuraklık gibi doğal afetlerin, dünya besin üretiminde ani düşüşlere yolaçtığı yıllarda, kıtlık tehlikesi daha da ağırlaşır.
Geçmişte görülen büyük kıtlıklar arasında M.Ö. 346 yılında İtalya’ da ve M.S. 1231’de Hindistan’da baş-gösterenleri sayabiliriz. Her ikisinde de çok büyük sayıda insan ölmüştü. Daha yakın zamanlarda İrlanda’da patates ürünün kırılmasından doğan (1846) kıtlık, 800 bin İrlanda’lıyı Amerika Birleşik Dev-letleri’ne göç etme zorunda bırakmıştır.
Son yıllarda kıtlığın bir ölçüde önü alınmıştır, çünkü dünya besin üretimi, nüfus artışını aşmaya yönelmiş ve bazı ülkeler biriktirmeyi başardıkları stokları felakete uğra-
yan başka ülkelere göndermişlerdir. Bununla birlikte beslenme yetersizliği yaygınlığını korumaktadır. Sağlanan enerji yeterli olsa bile, yiyecekler, vitamin, protein v.b. bakımından yetersizse kötü beslenme sözkonusudur. BM’in hesaplarına göre, 460 milyon insan yeterli besin alamamaktadır. Başka bir deyişle, bu insanlar gerekli miktarda kalori, protein ve mikro-besinden yoksundur. İyi beslenen topluluklarla yapılan karşılaştırmada, yetersiz yada kötü beslenen topluluklarda yaşayan kişilerin büyük zararlara uğradıkları görülür. Yalnız protein yetersizliği bile, çocukların beden ve zihin gelişmelerinde ciddi bozukluklara yolaçmaktadır.
Yaygın beslenme yetersizliğinin gerçek nedeni, dünya besin üretiminin gerekli miktarlara ulaşamaması değildir. Asıl neden, üretilen besin maddelerinin ülkeler arasında hattâ ülkeler içinde adaletsiz dağılımıdır. Günümüzde dünya nüfusunun üçte birini oluşturan varlıklı kesim, üretilen besinin yarıdan fazlasını tüketmektedir. Geri kalan üçte ikisi de beslenme yetersizliğinin çok ileri boyutlarına ulaşmıştır. Bu durumda, bu dengesizliğe ivedi bir çözüm bulunması gerektiğine hiç şaşmamak gerekir.
Kişi başına protein
_J Günde 2.200 kaloriden az
^■2.200-2.700 kalori ■İ2.700 kaloriden fazla
8) üretimi yoğunlaştırma dünya toplam besin ürününü arttırabilir. Ne yazık ki, belli bir alanda daha çok besin üreten modern besin üretimi Yöntemlerinin birçoğu, güç ve gübre üretimi için büyük miktarda akaryakıta gerekseme göstermektedir. Yapılan tahminlere göre ABD’de kullanılan besin üretimi yöntemlerini bütün dünya benimseyecek olursa, dünyadaki bilinen petrol rezervleri 29 yıl içinde tükenecektir.
40
K191 boşma besin üretimi
Gelişen ülkeler
Besin üretimi, son
20 yıl içinde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde aşağı yukarı eşit oranda artmıştır. Gelişmiş ülkelerde nüfus artışı besin üretiminin gerisinde kalma eğilimi gösterdiğinde, bu ülkelerde kişi başına besin üretiminde yüzde 21 oranında artma olmuştur. Oysa gelişmekte olan ülkelerde nüfus, hemen hemen besin üretimi kadar hızlı artmış, bu yüzden kişi başına besin üretiminde hiçbir değişme olmamıştır. Nüfus artışı nedeniyle. beslenme düzeyini geliştirme çabaları pek başarılı olamamıştır. Hattâ, gelişmekte olan ülkelerde kişi başına besin üretiminin azalmaya başlaması bile mümkündür.
5) Buradaki haritalar-
da her ülkenin nüfusuna oranla yüzölçümü görülmektedir. A Kişi başına protein miktarını. B Kişi başına kalori sayısına göre besin miktarını belirtmektedir.
6) Ekilebilir topraklar,
dünya yüzölçümünün çok küçük dilimini oluşturur. Karaların %70’den fazlası tarıma elverişsizdir. Bu da besin üretiminde artışı kısıtlamaktadır.
1971

Orman
toprc^^
Ötekiler
2000 nüüDmmuünpiifjijijifiinıııij
7) Dünyanın nüfusu,
2000 yılında yaklaşık 6,5 milyar olacaktır. Birleşmiş Milletlerin tahminlerine
göre nüfus 2125 yılına kadar dengelenemeye-rek. 123 milyara ulaşacaktır.
A Kuzey Amerika
B Güney Amerika
C Afrika
D Avrupa ve SSCB
E Asya ve Okyanusya
9) Kimyasal gübreler
gittikçe artan miktarlarda kullanılmaktadır. Fosfatlar için çıkarılan bu grafikte durum milvon-ton fosfor olarak belirtilmektedir.
Ne yazık ki başlıca üc bitki besleyicisinden ikisinin (fosfor ve potasyum) rezervleri sınırlıdır,- azotun işlenmesi de büyük miktarda doğal gaz yada petrol tüketimine neden olmaktadır. Bütün bu gerçekler gübre darlığının ilerde daha da artacağını göstermektedir.
Homo sapiens ilk ortaya çıktığında öteki hayvanlar gibi yaşıyordu: bitkisel besin (tahıl, meyva kökleri ve sert kabuklu yemişler) topluyor, etinden yararlanabileceği hayvanları öldürüyordu. Bundan ancak 10 bin yıl kadar önce insan, hayvanları evcilleştirdi ve besleyici bitkileri ekip biçmeye başladı.
İlkel Çiftçilik Yöntemleri
M.Ö. 7000-9000 yılları arasında bulunan bir kazma aracı ve hafif bir saban (3) ekin yetiştirmek için toprağın hazırlanmasını olanaklı hale getirdi. Dicle ve Fırat nehirleri havzası ile Nil vadisi, tarımla uğraşmayan nüfusa da yetecek kadar besin üretilmesi nedeniyle, büyük uygarlık merkezleri haline geldi. Çiftçilik, kuzeybatı Hindistan’da, kuzey Çin’de, ABD’nin güneybatı bölgelerinde, Orta ve Güney Amerika’da da ortaya çıktı. Doğuda pirinç, Amerika kıtasında ise mısır ve kabak gibi çeşitli bitkiler yetiştirildi. Bu tür ilkel çiftçilik dünyanın birçok yöresinde bugün de sürdürülmektedir.
Eski Yunan ve Roma halkları Mısır’dan ve Afrika’dan tahıl ithal ederlerdi. Ama onlar da, üzüm in-
cir ve zeytin gibi bazı be&ıt^türle-rini kendileri yetiştiriyorlardı. Yunanlılar ve Romalılar toprağı sabanla sürüyor ve hayvanlara çektirilen tırmıklar kullanılıyorlardı. Yetiştirdikleri tahılı (buğday ve arpa; yulaf yada çavdar değil) biçmek için orak kullanıyorlardı. At, sığır, koyun, domuz, keçi, kümes hayvanları ve arı, evcilleştirilen hayvanlardandı. Tarım sistemi ekim-nadasti; yani bir yıl ekin ekiliyor, ertesi yıl verimliliğini yeniden kazanması için tarla nadasa bırakılıyordu.
Kuzey Avrupa’da ekim için seçilen toprak ormandan arındırılıyordu. Önce büyük ağaçlar devriliyor, çalılıklar kesiliyor ve bütün alan yakılıyordu. Bu topraktan (o zaman için) yüksek verimli çavdar ve vulaf ürünü alınıyordu. Bir iki yıl sonra tarla yeniden çalılığa dönüşmeğe bırakılıyordu. «Kes ve vak» diye bilinen bu sistem, Orta Afrika’nın bazı bölgelerinde bugün hâlâ uygulanmaktadır.
Roma İmparatorluğunun çökmesinden sonra Anglo-Saksonlar İngiltere’yi fethettiler ve o sırada Batı Avrupa’ya yayılmakta olan yeni bir ekim tarzını oraya da getirdiler. Açık tarla sistemiydi bu (4). Ekilebilir toprak üç büyük tarlaya bölünüyor, her birine sırayla buğ-
day yada çavdar; arpa, yulaf, bezelye ve fksulya ekiliyor; biri de yılda üç kez sürülmek koşuluyla nadasa bırakılıyordu. Meralarda saman biçildikten sonra koyun otlatılıyordu. İki ilâ sekiz öküzün çektiği yeni ve ağır bir pulluk (5), sert toprakta uzun yarıklar açıyordu.
Magrıplılar, Ispanya’nın büyük bir kısmını ele geçirmişler beraberlerinde yeni tür ekinler (şeker kamışı, pirinç, yarı-tropik meyvalar) ve bugün Avusturalya’da yetiştirilen büyük sürülerin ataları olan Merinos koyunlarmı getirmişlerdi. İtalya’ya getirilen ipek böceği, dut ağaçlarında besleniyordu; pirinç ise güneyde yaygındı.
Yeni Ekin Türleri,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir