DEĞERLİ
YAPAY
S |
imyacılar zamanındaki ilk deneyciler, bodrumların derinliklerinde mumların loş aydınlığında çalışırlarken, araştırmacılarının gerçekten çarpıcı iki amacı vardı: Tılsımlı yaşam suyunu ve madenleri altına çeviren filozof taşını bulgulamak. Birincisi, bu sudan içene kalıcı gençlik vermeliydi; İkincisi ise, kurşundan altın elde etmeyi güvencelemeliydi. Başka deyişle, simyacı sonsuza dek genç ve zengin yaşamalıydı. Böyle hoş bir girişimin çok sayıda peşinde koşanı olduğu gözlendi. O sıralarda elmasın karbondan başka bir şey olmadığı biliniyor olsaydı, filozof taşından, odun kömürünü elmasa çevirmesi de kuşkusuz istenecekti. Böylece genç, zengin ve süslü olunacaktı.
Bu kristallerin hepsinin yapay sentezleri vardır. Soldan sağa doğru: Kashan yakutu Krischka yakutu, Gil- son zümrütü, Regeney zümrütü, Verneuil yöntemi ile yapılmış 1920 tarihli bir yakut topağı, Chatham safiri, bir ergiticide kristalleştirilmiş yakut kübü, Verneuil yöntemi ile yapılmış safir topağı
Biçildikten sonra takılara yerleştirilebilir duruma gelen bu kristalleri, çoğu kez doğal bileşimdeki kristallerden ayırabilmek çok güçtür; bunu ancak bilim adamları yapabilir.
Fakat simyacıların, deneysel bilimle büyücülüğü birbirine karıştırmaları şanssızlık olmuştur. Bazı ustalar yapacakları sentezler için kan gerektiğine karar verdiklerinden, bu uğurda çocukların kurban edilmesine dek gidilmiştir. Dolayısı ile, deney karnilerinin yeşilimsi ölgün ışığı ve kükürt kokuları, adak masalarının çevrelerini sarmıştır. Sonunda simyacılar kendilerini, darağacından hiç de uzak olmayan cezalarla karşı karşıya bulmuşlardır. Şimdi ise, parçacık hızlandırıcılarının yardımı ile kurşundan altına, dev sıkaçlar (presler) yardımı ile de grafitten elmasa nasıl geçileceği biliniyor. Bulanamayan ise “tılsımlı yaşam suyu”dur.
Şimdi, değerli olan her şey, güncel sentez olanaklarıyla elde edilebiliyor. Kristal düzeninde iken taşıdıkları değer yanında, oldukça düşük değerlerdeki yapıtaşlarından yola çı-
|
pay olarak üretmek, zor; fakat yapılabilir bir işlemdir. B da iyice belirtelim ki, taklitlerinden değil, doğada bulu kristallerle aynı fiziksel ve kimyasal özellikleri taşıyan; laboratuvanda yapılmış kristallerden söz ediyoruz. Öyl kuramsal bakımdan, bu iki tür kristalin birbirinden ayırd lemez olmaları gerekir; uygulama bakımından ise, ku” süreçleri aynı olmadığından, yalnızca kristalin kimi özelli rinin incelenmesi ile güçlükle anlaşılabilecek farklar buluna
Böylece, bu özellikler yoklanmadan, belli sentez ya ları ile doğada bulunanlar arasındaki ayrımları bulmak naksızdır. Aynı şey safirler, zümrütler için de geçerlidir; kat sorun, elmas için çok değişiktir. Tüm bu taşların de* leri çok yüksek olduğundan, bunları yapay olarak ürer başka bir deyişle, aynı görünüşte, aynı kimyasal bil eşi“ aynı kristal yapıda ve dolayısı ile aynı optik, elektronik, ziksel v.b. özelliklerde bir taşı yeniden yapmak olanakları aranması do£ru bir düşüncedir. Kristalleri yapay olarak üretebilmek için, onların bih mini tanımak, ve dolayısı ile analitik kimyanın, simyanın rini almasını beklemek gerekmiştir. Elmasın, odun köm’ gibi, yalnızca karbondan oluştuğu, fakat atomlarının deği bir geometrik düzenlenim içinde bulunduğunun anlaşılırı 1797 yılına rastlar. Sonraları, 1800 yılına doğru, yakut safirin, korindondan, yani alüminyum oksitten başka bir şey olmadıkları, fakat kristalde çok az miktarlarda bulunan başka metallerin (krom, demir, titan, v.b.) kristale çok özel renkler verdikleri bulgulanmıştır: Ömegin, zümrüt yalnızca bir berildir ve alüminyum oksit yerine krom oksit geçtiği için yeşil renklidir. Molekül yapısı anlaşıldıktan sonra, sentez kimyasının sunduğu olanaklar, büyük jeolojik çöküntülerle biçimlenmiş değerli taşların tam aynını yapay olarak üretmeyi sağlamalıydı. Bununla birlikte, yapay sentezin eldesinin birkaç ayı aşma- |
Burada görülen ve en büyüğü 1 kır al (2 desigram) gelen elmeslar biraz kirlidirler; fakat kristal oluş munun özgün biçimini korurlar, Bunlar grafitten yola çıkar çok yüksek basınç ve sıcaklıkta elde edilmiş dir, Kara bir toz olan grafitten kurşun kalem uçlan da yapılır; bu toz karbonun olağan biçimini oluştur Süregelen bir söylencenin aksine; doğal ya da sentetik elmas hiç de sonsuza dek kalıcı değildir: Kolayca rıhr (çatlama) ve ayrıca yanıcıdır, karak, safir ve elmasın, yakut ve zümrütün ve kuartz, grena, topaz, mavimsi zümrüt gibi tüm değerli taşların yapay olarak nasıl üretilebileceği biliniyor.
Yaygın inanışın tersine, karbondan oluşan elmasın dışında halen değerli taşlar basit maddeler değillerdir. Bunların tümü basit metal oksitlerdir; başka deyişle, bunlar çok basit öğelerin (elementlerin) kimyasal bileşikleridir, çoğu zaman da çeşitli oksitlerin ya da minik kristallerin yığışımlarının (aglomerats) karışımıdırlar. Öyleyse, seyrek bulunan doğal öğeler olan değerli metalleri ve bol bulunan öğelerden; fakat seyrek bulunan bileşikler olarak kurulmuş olan taşları birbirlerinden ,yi ayırmak gerekir.
Bu durum, filozof taşının başarısızlığını da açıklar: Bir öğeden bir başkasına, örneğin demirden nikele ya da cıvadan platine geçmek için, her öğenin belirtgeni olan yapıyı; yani atomsal çekirdek yapısını değiştirebilmek gerekir. Bu ise, ancak büyük parçacık hızlandırıcıları ile yapılabilir. Bu dönüşümün, büyüteçle ancak görülebilen çok küçük madde miktarları ile ilgili olduğunu da eklemek gerekir.
Buna karşılık, değerli taşlara özgü kimyasal bileşikleri ya- __
Avusturya kökenli Krischka yakutu bir ergıticide yavaş kristalleştirme ile elde edilmiştir.
ken (verimlilik yönünden), doğanın bol bol za- nu da belirtmeliyiz. Oysa kristallerin oluşumu,
, özellikle de iyi belirlenmiş bir kristal yapısına ula- nirse, kendiliklerinden çok yavaştır. Doğanın yal- I zamanı olmayıp, laboratuvarda yapay olarak yeni- nmaları pek kolay olmadan basınç ve sıcaklık ko- ı vardır. Metal oksitler, kilometrelerce kalınlıktaki |kayalarının altında ve yer kabuğunun derinliklerinde- nnem sıcaklığı içinde ezildiklerinden, göze güzel gö- Itürlü biçimlerde kristalleşmeleri için gereken tüm ko- bulurlar.
|Bu demektir ki, problemin güçlüğü kuramsal düzeyde np, yalnızca uygulama düzeyindedir. Gerçekten, kris- i elde etmenin iki yolu vardır: Birincisi yapıtaşlarını birli içinde ergitmek ve sonra katılaştırmak; İkincisi ise, ^çözeltiden yola çıkarak doğal gelişime bırakmak. İlk for- laboratuvarda en kolay gerçekleştirilebilecek olandır, her zaman elverişli olmayabilir: Kimi maddeler ısı ile fırlar, ya da doğrudan gaz durumuna geçerler (süblimas- ı), ya da istenen kristalden başka bir biçimde katılaşırlar;
i sonunda, kuartzın cam (amorf durum: kristal olma- I durum) oluşturması, ya da zümrütün yüksek sıcaklıkta nası gibi.
Buna karşılık, ergitim, kristalleşmiş alüminden başka bir f olmayan korindonlarla çok iyi yürür. Katı alüminyum oksit ı arı körinden genellikle saydamdır (allokromatik). Ayrı- , olabilen tüm renkleri vermek için, az miktarlarda da öbür al oksitlerden kullanmak yeterlidir. Böylece %l-3 ora- hda krom oksit (Cr203) ile, alümin (AL202) kırmızılaşır ve kut adını alır. Bu iki oksit hemen hemen yollardaki taşlar dar bol bulunduğundan, yapay taşlar elde etme denemele- |yakutla başlamıştır.
i İlk girişimler, Doğa Tarihi Müzesi’nde kimya profesörü lan Edmond Fremy ile, 1890 yılında başlamıştır; fakat ba- Irıya ulaşabilen, kendisinin asistanı olan August Vemeuil’- pr. Vemeuil I902’de, bileşim ve özellikler bakımından do- I yakutlara sıkı sıkıya uyan ilk yapay yakutları sergileyebil- fıiştir. Vemeuil’in ortaya koyduğu tekniğin çok az değişik- |kle bugünde kullanılıyor olması, Sanatlar ve Meslekler Mü- a’nde saklanan aygıtının, güncel aygıtlarla ilkel bakımın- ı aynı olması şaşırtıcıdır.
Vemeuil, yakutun korindondan; yani altıgen biçimli kristal lotan alüminden başka bir şey olmadığını, ve atomları ı atomlarının yerini almış az miktarda kromun, kris- ı rengini verdiğini biliyordu. Korindon 2050°C’de gir;l»x*fck, oksiasetilenik üfleç yardımı ile, daha 1900’ler ! edilebiliyordu; Vemeuil, amonyak ve krom aplanm l200°Ce dek ısıtma ile işe başlamıştır: Bu sıcak- , ftktv.su, amonyak sülfat ve kükürt oksitler buharlaşır ve alnızca az miktarda krom oksit ile alümin kalır.
Bu alümin toz haline getirilir, sonra üflecin alevi içine
Yakuttan çok daha az ölçülerde üretilen safir
(chatham) de bir korindondur.
üflenir ve burada sıvılaşın Damlacıklar aygıtın alt bölümünde toplanmağa başlarlar, sonra da yavaş yavaş yeni damlacıklar birikir ve birbirleri ile kaynaşarak bir armut ya da top biçimini alırlar; bu toplar ise, alevin içinde yavaşça yükselirler. İç kabuklar azar azar kristalleşirken, üst bölümler ergimiş kalırlar. Sonunda on santimetre yükseklikte ve birkaç santimetre çapında bir silindir elde edilir; bu bir yakut topudur. Bu Vemeuil yakutları, ilk bakışta gerçeklerinden ayırd- edilemezler; çünkü, renk ve fiziksel belirtgenler bakımından gerçeğe bağlı kalınarak üretilmişlerdir.
Fakat gözle incelemede çoğu zaman, çok yüksek basınçta kristalleşmiş doğal yakutlarda bulunmayan kabarcıklar ve özellikle, ardarda eklenen tabakalar biçimindeki kuruluştan ileri gelen eşmerkezli oluşum halkaları saptanır; ağaç halkalarına benzeyen bu oluşum halkaları, deneyimli bir meslek adamının gözünden kaçmaz. Buna karşılık, taşın yalın güzelliği açısından hiçbir ayrım (fark) yoktur: Ayrıca, bu yakutlar ölçü aygıtlarının milleri için her zaman yaygınca kullanılırlar; fakat kuartzın bulunuşundan sonra, saatlerde daha çok kuartz kullanılmaktadır.
Başarı kazanmış bir yöntem olarak, Verneuil yöntemi korindonun tüm çeşitlerinin yapılmasına olanak sağlar: Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor ve renksiz. Renk yalnızca, yer yer alüminyum atomları yerine geçmiş olan başka metal atomlarının varlığından ileri gelir. Yakutun kromunu nikel ile değiştirerek, sarı korinden elde edilebilir. Krom, nikel ve demir konularak renk turuncuya, kobalt, vanadyum ve nikel ile de yeşile dönüşür. Tüm renkler elde edilebilir; böylece safirin; yani mavi korindonun rengi, oksit biçimindeki demir ve titanı arı alümine katarak’ bulunur.
Daha yakın zamanlarda, I950’ye doğru, lazerlerin bul- gulanması araştırmacıları, çok iyi optik arılıkta küçük yakut çubuklar kullanmağa yöneltmiştir. Böylece ergitici ya da akış tekniği denen başka bir tekniğe (çok pahalıya çıkan) geçilmiştir. Bu teknikte alümin ve krom oksit, yüksek sıcaklığa (I300°C dolayında) çıkarılmış olan ve ergitici denen bir çözelti içinde eritilir, ve sonra çok yavaş olarak, örneğin saat başına 2°C olmak üzere soğumaya bırakılır. Bu sırada ko-
*
Amerikan sentez kristali (kashan), çok yüksek nitelikli taşların özelliklerine ulaşmaktadır.
rinden, çözeltinin içinde çok yavaş olarak kristalleşir; söz konusu çözelti metal tuzlarından yapılmıştır: Bor ve kurşun oksitleri, kurşun flüorür, v.b.
Tüm soğutma en az sekiz gün sürdüğü için, bu yöntem çok yavaştır; ayrıca çok ince bir yöntemdir, çünkü sıcaklık düşüşünün sıkıca denetlenmesi gerekir; ek olarak da oldukça pahalı bir yöntemdir, çünkü bol bulunmayan platinden yapılmış potalar gerekir. Bundan başka, yine lazerler için geliştirilmiş ve Czochralski yöntemi ya da yalına çekme yöntemi denen bir teknik daha vardır. Bu yöntemde, hiç ergiti- ci yoktur; alümin ve renk için gereken metal oksitler, iridyumdan yapılmış bir potada ergitilirler; gereken ısıtma, çok yüksek frekanslı elektromanyetik dalgalarla sağlanır. Burada iridyum gereklidir; çünkü iridyumun ercime noktası (244z°C), ata minin kinden (2050°C) yüksektin Oysa platin oldukça erken ergir (I774°C). İridyumun yalnızca bir sakıncası vardır: Platinden çok daha seyrek bu/unan, do/ayısı ile daha pahalı ve ayrıca biçim verilmesi ve işlenmesi daha zor bir metaldir.
Karışımın pota içinde ergitilmesİ başarıldıktan sonra, tohum denen minik bir korinden kristali sıvı yüzeyine yaklaştırılır; Bu minik kristal, kristalleşmeyi sıvı yüzeyinden başlatır ve oluşan kristal dakikada otuz kadar dönmeden oluşan bir hızla tornadan geçirilerek çekilir Böylece kristalleşmiş korindondan oluşmuş bir silindir elde edilir; fakat sıcaklık denetimi son derece ince olarak yapılmalıdır: Ergimiş karışımın sıcaklığı olan 2Ö50°C’den I ya da 2°C yüksek sıcaklıkta, tohum kristal de ergir; I ya da 2°C düşük sıcaklıkta ise, tüm sıvı birdenbire katılaşır.
Bir çözeltiden yola çıkarak, kristalleştirme ile ya da çekme ile elde edilen korindonlar üstün niteliklidirler. Kabarcıklar ve oluşum halkaları bulunmaz (fakat mikroskopik platin kristalleri kalmış olabilir) ve ayrımı bulgulayabilmek için çok gelişmiş analiz yöntemleri gerekir.
korindonlar için az kullanılan, fakat kuartzlar ve zümrütler için yaygın olarak yararlanılan dördüncü bir sentez yöntemi daha vardır: Suısıl (hidrotermal) kristalleşme yöntemi dé denen, su buharı altında kristalleşme. Doğadan sursuz arılıkta yeterince kristal sağlanamadığı için, salın larda, frekans üreteçlerinde, saatlerde, elektronik devre de, v.b.’de kullanılan kuartzların çoğu bu yöntemle yapıl Ametistler ve sarı taşlar (citrines) da benzer olarak yapıl* lirler; ve belirtmek gerekir ki, bu taşların doğallarını ve tetiklerini birbirlerinden ayırmak hemen hemen olanaks dır, Ayrıca, suısıl (hidrotermal) yöntemin, doğal oluşum k şullarına en yakın yöntem olduğunu da söylemek gerek’ Yüksek basınç, yüksek sıcaklık ve suyun varlığı.
İlke yalındır: Sodyum sülfat ya da sodyum karbonat e lenmiş silis, suyla doldurulmuş olan bir otoklava (etüve’ y leştirilir, ve sıcaklığı 300°C’e, ya da biraz daha yukarıya karılır. Buhara dönüşen su, basınç 2000 bar’a yükseltilme silisi eritir. Bu sırada buharlaşan sıvının orta yerinde bir caklık değişimi oluşturulur; ve silis, tohumların çevresin kristalleşmeğe başlar; böyle elde edilen kuartzlar son de“
arı durumdadırlar.
Aynı teknik, A.B^’de berilin yeşil çeşitlerinden bir şey olmayan zümrütlerin yapılmasında uygulanır. Be tanım olarak, bir alüminyum ve berilyum silikatı AI203(Be0)3 (Si02)6; alüminyum oksit yerine, yer yer k Oksit konularak yeşil renk kazandırılır, (aynı krom o’ korindonların rengini ise kırmızılaştırmaktadır). D zümrütlerde çok az miktarlarda vanadyum oksit ve d bulunur. Suısıl (hidrotermal) sentezde alüminyum hidro silis, berilyum hidroksit, bakır klorür hidrat ve gereken 21 miktariarâaki krom, buhar içine erimeye bırakılırlar, la rm tümü 500 ya da 6O0°C’e dek ısıtılırlar; Basınç 700’den 1400 bar’a çıkarılır. Yapımcıları, kristalleşti izlenen tam yolu giz o/arak saklamaktadırlar. Gilson nütleri, ergitici tekniğine göre yapılmışlardır; buradaki tici, lityum, vanadyum ve molibden temeline dayalıdır.
Şimdi de, bilinen dört değerli taşın sonuncusu ol elmasa gelelim; elmas, birçok nedenle özel bir durum turur. Elmas öncelikle, şimdiye dek gördüğümüz üçü bol bulunan öğelerin (elementlerin) seyrek bulunan bir yasal bileşimi değildir; fakat bol bulunan bir öğenin, yani bonun seyrek bulunan bir kristal yapısıdır. Ayrıca, tüm delerin en sertidir ve en iyi ısı iletkenidir (bakır ve gü ten çok ilerde). Ek olarak ,çok yüksek bir kırılma indisi dır (n = 2,42). Bu kırılma indisi ile birlikte, yüksek ayırma gücünün de bulunması, parıltısını açıklar; üste“ tan oksit ile veya rütil ile dövüldüğünde kırılma indisi, yısı ile parıltısı, daha da yükseltilebilir (n = 2,8).
Kimyacı Tennant, 1797 yılında, elmasın küb br: kristalleşmiş karbon olduğunu bulgulamıştır; aysa tığen biçimli karbon kristalidir (duman karası, odun rü, v.b. de grafittir). Tennant,sağduyusuna dayanarak, tin 2,25’lik yoğunluğuna karşılık, elmasın yoğunulğu” olduğunu belirtmiştir; böylece elmasın, grafit biçr
den %60 daha fazla karbon atomunu içine alacağı önemli sonucunu çıkarmış, dolayısı ile de elmas elde etmek için daha çok madde yığmak gerektiğini ileri sürmüştür.
Bu ilkenin anlaşılmasından sonra, birçok araştırmacı problemin çözümüne istekle girişmiştir; fakat onların iyi değerlendiremedikleri nokta, grafitten elmasa geçecek biçimde, karbon yığmak gerektiğini düşünmeleri olmuştur. Olağan basınçtaki karbon, 4000°G’e dek grafit olarak kalır; bu sıcaklıktan sonra da ergir. Öyleyse aşırı yüksek bir basınç ile, yüksek bir sıcaklığı birlikte kullanmak gerekir; fakat bu kez de, uygun pota bulma sorunu çıkar, En iyi alaşımlar
70.0 bar yakınlarında bozulurlar; ayrıca bu alaşımları fazla ısıtmamak da gerekir, çünkü bu kez de basınca karşı dayanıklılıklarını kısmen yitirirler.
Yıllar boyunca her yol denendi; Şahmerdanlar, hidrolik sıkaçlar (cendereler), patlayıcı maddeler, önce ergitilmiş, sonra soğuk suya daldırılmış yüksek karbon oranlı alaşımlar, v.b.. Bunların kimileri başarıya yöneldi, fakat hiçbir zaman sonuca ulaşılamadı. Asıl önemli çalışmalar, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, A.B.D.’de Bridgman ile başlamıştır; Bridgman, alıcı parçaları, bilinen en katı alaşım olan tungsten karbür ve kobalt alaşımından yapılmış bir sıkaç (pres) kurmuştur.
Bu çok karmaşık sıkaç sistemini, General Electric firmasında çalışan Hail, I954’de yeniden ele almış ve sonunda elmasın sentezini başarmıştır. Aynı yıl, hemen hemen elmas sertliğindeki ve küb biçimli yapıdaki bor nitrürü de elde etmiştir.
Elmas üretimindeki deneyimler, karbonun tüm biçimlerinin kullanılabileceğini kanıtlamıştır; gerçekten yirmi kadar karbon türü madde denenmiştir; Naftalin gibi kimi maddeler, şlmas üretimine geçmeden önce, grafit üretimi ile başlarlar. Balmumu ve şeker, 2000°C’de ve 140.000 Bar’da, 5 dakika içinde doğrudan elmas üretirler. Yer fıstığı bile, %60 verimle elmas üretir.
. Sanayi kullanımında, kuşkusuz, çoğu zaman çözgen olarak kullanılan bir metal (demir, kobalt, nikel, v.b.) ile karıştırılmış durumdaki grafitten yola çıkılır. Elmas, grafiti çözen ergimiş metal içinde kristalleşir; metal, daha sonra, asit yardımı ile kaldırılır. Genellikle, elde edilen elmaslar, toz şekeri gibi, çok çok ufaktırlar; kristaller 0,5-1 milimetre boyutlarını pek geçemezler.
Bununla birlikte, kuyumculuk boyutlarında kristaller de yapılabilir, fakat daha bol zaman ve iyi denetlenen koşullar gerekir; böylece 1970 yılında General Electric firması, grafitten yola çıkarak, 5 mm boyutunda olan ve 0,2 g gelen kusursuz bir kristali yapmak için, bir hafta zaman harcamıştır (burada da, başlatma maddesi olarak sentez yolu ile elde edilmiş minik kristaller kullanılmıştır). 0,2 g’lık elmas, biçildikten sonra, desigram basamağından daha fazla gelmemiş, fakat doğal bir kristalden de kolay kolay ayrılamamıştır; yalnızca soğurma izgeölçümü (spektroskopisi), bu ayrımın an-
t
%
Sentez yolu ile elde edilen yakut (Gilson), burada görüldüğü gibi açık yeşil olabilir; ayrıca koyu yeşil de olabilir,
İaşılmasını sağlayabilmiştir.
Bu arada, doğal elmasın daha arı ve renksiz olduğunu belirtelim. Öte yandan, ilke olarak, sentezin de tam bir olağanüstü arılığa ulaşmayı sağlayacağı biliniyor. Normal boyutlardaki kristaller elde etme araştırmaları sürseydi, doğallarından ayrılamayacak taşların elde edileceği kuşkusuzdu.
Güzellik kavramı tümüyle öznel olduğuna göre, ya/nız- ça güzel duyu (estetik) bakımından, bir sentez yakutu da bir doğal yakut kadar değerlidir; üstelik, özellikle Vemeuil yakutlarının daha ucuz olması da bir yarardır. Ayrıca, sentez yolu ile elde edilmiş çok temiz, arı, iyi renklenmiş güzel kristallerin aynıları yeraltında daha seyrek bulunurlar, (kuşkusuz, büyük derinliklerde bol bulunabilirler).
Bununla birlikte, sentez taşları büyük bir yayılma gösterememiştir; böyle olmasının iki nedeni vardır: Birincisi, ticaret yaşamındaki eğilimin, maden filizlerinden kuyumculuğa doğru olmasıdır; herkes “doğadan” olanı satmak ister. İkincisi ise, doğal olanın satın alınması yolundaki gelenektir. Kimilerine büyük varlık sağlayan ve büyük bir kitleyi de büyük harcamalara sürükleyen bu koşullanmalar, sentez taşlarının üretimini sınırlamıştır. Dolayısı ile, sınırlanmış üretim, fiyatların yükselmesi demektir: Güzel sentez taşları da, kolayca alınacak kadar ucuz değillerdir.
Elmasın daha değişik bir durumu vardır; sentez kristalleri minik olduğundan daha çok sanayide (bileği taşları, perdahlar, delgiler, elmaslı gereçler, v.b.) kullanılmaktadır. Daha önce gördüğümüz gibi, Hail yöntemi, daha uzun zaman harcayarak, normal boyutlarda kristaller yapılmasını sağlamaktadır. Fakat bunların fiyatları da doğal elmaslarınkilere ulaşacak gibi görünmektedir. Bu nedenle, karbon atomlarını doğru dizilişlerine yerleştirmek için, dört kollu sıkaç (pres) yönteminden daha yalın başka yöntemler bulunup bulunmadığı sorulabilir. İşte bu, yanıtlanmasını uzmanlarına bırakacağımız, bir kristal fiziği problemidir.
TASLAR