DEZİDRO-ANDROSTERON

DEZİDRO-ANDROSTERON

hormon

hormon

DEZİDRO-ANDROSTERON i. (fr. deshy-dro-androsterone). Böbreküstü bezlerinin salgıladığı steroit grubundan hormon. (L)

DE ZİGNO (Achille), İtalyan jeologu (Padova 1813-ay.y. 1892). Tanınmış fosil koleksiyoncusu. Carnia’dan Adige’ye kadar Alp topraklarının jeolojik durumu, bolca balıkları, sirtnid’ler, balinagiller, kaplumbağa-giller ve bitki fosilleriyle ilgili birçok eser yazdı. (M)

 

DEZOKSİKORTİKOSTERON i. (fr. de-soxycorticosterone). Böbreküstü bezinde oluşan steroitler grubundan hormon. (L) DEZOKSİRİBONÜKLEİK sıf. (fr. desoxy-ribonucleique). Biyokim. Hidroliz yoluyle ayrıştırıldığı zaman D-ribodezoz veya dezok-siriboz gibi bir pentoz veren nükleik asit grubu. (Dezoksiribonükleik asitler, hücre çekirdeğinin, kromatinin ve kromozomların bileşiminde bulunur.)

— ANSİKL. Dezoksiribonükleik asit (D. N.A.) kalıtımın maddî temelidir. Kromozomları meydana getiren başlıca madde bu-dur.

• Tarihçe. 1869’da, Miescher hücre çekirdeğinde özel bir madde buldu ve buna «nük-lein» adını verdi. Sonradan nükleik asitlerin iki tipte olduğu anlaşıldı. Birincisi, timüsten elde edilen timonükleik asit hayvanlar âlemine, İkincisi, biramayalarından elde edilen zimonükleik asit bitkiler âlemine özgü sayıldı. 1924’te, Feulgen ve Ros-senbeck timonükleik asidin çok duyarlı bir tepkimesini tanımladılar; böylece her iki nükleik asidin her iki canlılar âleminde bulunduğu ispat edilebildi. Ondan sonra timonükleik asit çekirdeğe, zimonükleik asit ise sitoplazmaya özgü yapı maddeleri sayıldı. 1929’da Levene ve Mori timonükleik asidin dezoksiribonükleik asit (D.N.A.), zimonükleik asidin de ribonükleik asit (R.N A.) olduğunu gösterdiler. Bu iki nükleik asit, uzun süre, çekirdekler arası tampon diye kabul edilerek, kalıtıma yön vermede temel rolü çekirdek proteinlerinin oynadığı ve yalnız onların bu rolü yerine getirebilecek yapı çeşitliliğine sahip olduğu düşünüldü.

Bununla beraber 1928’de Griffith nükleik asitlerin gerçek rolünü neredeyse bulacaktı. Bilindiği gibi iki çeşit pnömokok vardır: bunların birinde polisakkaritlerden bir kapsül bulunur ve bakteriye hastalık yapma niteliğini verir; kapsülsüz olan diğeri ise hastalık yapma gücünden yoksundur. Birincisine düz veya smooth (S), İkincisine ise pütürlü veya rough (R) denir. Griffith bu ikisinin bazı kültürlerde birarada bulunmasından çok etkilenerek belki de bunların birbirine dönüşebileceğini düşündü, isiyle öldürülmüş S bakterileriyle canlı R bakterilerinden bir asıltı karışımını farelere aşıladı. Bu bakterilerin her birinden yapılan ayrı asıltılar tek başına hastalık yapmadığı, yani bunlardan biri veya diğeri ile aşılanan fareler hastalanmadığı halde her iki asıltının karışımıyle aşılanan farelerin bazıları, ölü bakterilerle, yani S tipi bir pnömokokla ağır şekilde hastalandı. Griffith böylece canlı bir R bakterinin bir S bakteriye dönüştüğünü ispatladı. Griffith’in sezdiği (fakat bulamadığı) değiştirici maddenin ne olduğu ancak on altı yıl sonra açıkça anlaşıldı. 1944’te, Avery, McLeod ve McCarty, New York Rockefeller enstitüsünde «pnömokok tiplerinde değişikliğe yol açan maddelerin kimyasal mahiyeti»ni ortaya çıkardılar. Bu bilginler Griffith’in canlı farede (in vivo) yaptığı deneyi cam tüplerde (in vitro) gerçekleştirdiler. S tipindeki bakterilerden elde ettikleri D.N.A.’yı, R tipindeki bir bakteri kültürüne sokunca R bakterilerinden birtakımının kendiliğinden S bakterisi özelliği kazandığını ve S tipine özgü bir kapsülle kaplandığını ispat ettiler.

Avery ile arkadaşları, değişikliğe uğrayan bakterilerin çoğaldığını ve kendilerine benzer bakteriler meydana getirdiğini de ayrıca gösterdiler. Demek ki bir bakteri tipinden alınan ve başka tipte bakterilere aktarılan D.N.A., bu bakterilerde «verici» bakteri tipine özgü bir karakter oluşturmakta ve bu karakter onlardan türeyenlere de geçmektedir.

«Genetik değişiklik» adı verilen bu deneyler, çeşitli mikroorganizmalarda çeşitli genetik karakterler bakımından defalarca tekrarlandı. Bu deneyler sonucunda D.N.A. nın kalıtım taşıyıcısı olduğu tereddüte yer vermeyecek şekilde anlaşıldı.

Diğer iki büyük deney grubu da D.N.A.’nın genetik rolünü ortaya koydu. Bu deneylerin birincisi «transdüksiyon» deneyleridir; bu deneylerde D.N.A.’yı bir bakteriden ötekine deneyciler değil, bir bakteri virüsü (bak-teriyofaj) taşımaktadır. Gerçekten de, bak-teriyofaj virüs bu bakteriye girerek onu tahrip etmekte ve ondan aldığı bir kromozom parçacığını, daha sonra içine girdiği bir başka bakteriye götürmekle özgül bir genetik karakteri de birlikte götürmektedir.

İkinci deney grubu, bakterilerin kavuşma yoluyle birleştirilmesi deneyleridir. Bunun için karşıt cinsiyette iki bakteri (Escherichia coli) eşleştirilir. Erkek bakteri kendi kromozomunu dişi bakteriye sokar ve böylece, sonradan ortaya çıkacak genetik karakterleri ona geçirmiş olur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*