DİKİLMEK
DİKİLMEK geçz. f. (dikmek’ten dik-i-t-mek). Dikmek işine konu olmak: En aşağı yüz otuz kat elbisem olduğu için artık düğmelerim dikilmiyordu (A.H. Tanpınar). Yola direkler dikiliyordu. || Dikleşmek, dik hale gelmek: Saçları dikiliyor, kolları
Futa. LAROU8SE
geriliyordu (A.H. Müftüoğlu). j| Devamlı ayakta ve hareketsiz durmak: O aralarında soğuk bir mezar taşı şeklinde dikiliyordu (H.Z. Uşaklıgil). Burada ne dikilip duruyorsun? ‘¡| Ayağa kalkmak, toparlanmak: Yatağımın kenarına oturmağa hazırlanan Ferit birdenbire dikildi (P. Safa). || [Göz için] Sabitleşmek, belli bir noktaya saplanmak: Biraz soma, üzerime dikilmiş, korkudan alabildiğine açık iki gözden başka bir şey kalmadı (A.H. Tanpınar). || Birdenbire karsısına çıkmak: Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane (M.Â. Ersoy). || Karşı gelmek.
+ Dikili sıf. Dikilmiş olan: Dikili ağaç.
II Sabit, hareketsiz: Gözlüklü mühendis, boş kollarıyle dikili kaldı (F.R. Atay). j| [Göz için] Sabitleşmiş: Zira Efgan’h Şeyh’ın gözlerini anlatamayacağım bir mana ile bana dikili bulmuştum (R.H. Karay).
— DEY. Dikili ağacı bulunmamak, malı ve parası olmayan kimseler için kullanılır: Memleketinde tek dikili ağacın ve bir yerde bir tek kuruşun bile yok (Ş. S. Aydemir). [M]