DİYARBAKIR ULU CAMİİ
Evliya Çelebi’nin hakkında “Oyle bir mükemmel yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkân yoktur.” dediği Diyarbakır Ulu Camii Diyarbakır’ın en önemli tarihî yapılarından biridir. Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmeyen Ulu Cami, yine Evliya Çelebiye göre Hazret-i Musa (a.s.) devrinde yapılmıştı…
Anadolu’yu tanımak isteyen Diyarbakır’ı, Diyarbakır’ı görmek isteyen Ulu Camiyi ziyaret etmeli ilk olarak. Neden Diyarbakır ve Ulu Cami sorusunun cevabıysa tarihte saklı. Çünkü Diyarbakır, eski adıyla Amid veya Diyardı Bekr, Hazretti Ömer (r.a.) devrinde Anadolu’da fethedilen ilk İslam toprağı (639). Bir nevi İslamiyet’in Anadolu’ya açılan kapısı. Şehir fethedildiği günden bu yana hep Müslümanlar tarafından yönetildiği gibi Anadolu’nun en eski camilerinden olan Ulu Cami de ilk inşa edildiği günden bu yana hep ibadethane olarak kullanıldı.
Diyarbakır şehrinde bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü ve en meşhuru merkezi bir konumda bulunan Ulu Cami’dir. Evliya Çelebi, ilk olarak kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmeyen Ulu Cami’nin, avluda gördüğü İbranice kitabeye dayanarak Hazretti Musa (a.s.) devrinde yapıldığını söylemektedir.
Birçok tamirat geçiren cami ve müştemilatında pek çok kitabe bulunmaktadır. Bu kitabelerin pek çok hususiyeti vardır. Öncelikle yapılmış oldukları devirler, banilerinin, ustalarının ismi, yazıldıkları devirlerin yazı karakterleri gibi hususları aydınlatmamıza yardımcı vesikalardır. Bu kitabelerin ekserisi taş üzerine oyma ve kabartma olarak hakkedilmiş ve bilhassa binaların dış cephesine yerleştirilmişlerdir. Bu kitabelerin ilki Büyük Selçuklu Devleti zamanından günümüze ulaşmıştır. Elimizde henüz Dört Büyük Halife, Emevi ve Abbasi Devleti de dâhil olmak üzere daha önceki devirler hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Ulu Cami Selçuklu Eseridir
Büyük Selçuklu Devleti, Sultan Melikşah devrinde en geniş sınırlarına ulaşmış, en parlak devrini yaşamıştı. Melikşah’m en büyük hususiyeti şehirlerin imarına son derece dikkat etmesiydi. O devirde Anadolu’da pek çok eser inşa ve restore edildi. Daha önceki tarihlerde fetih hakkı olarak kiliseden camiye çevrilmiş ve zamanla eskimiş, yıpranmış Ulu Cami’nin detaylı bir bakıma ihtiyacı vardı. Bu çalışma da Melikşah’m emriyle şehrin valisi Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed tarafından 484/1091’de gerçekleştirildi. Bu devirde cami esaslı bir bakıma tabi tutuldu. Bazı farklılıklar olmakla birlikte plan olarak Şam’daki Emeviye Camii örnek alındı. Emeviye Camii’ni görüp de yolu Diyarbakır’a düşenler bu benzerliği hemen müşahede edeceklerdir.
Bu devirde yapılan onarımdan dolayı sanat tarihçileri yapıyı Selçuklu eseri olarak kabul etmektedir.
Şehre hâkim olan her devlet bu mabedi ihya etmekten geri durmadı. Yine kitabelerden anladığımız kadarıyla Anadolu Selçuklu Hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artukoğullarından Melik Salih, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Haşan ve Osmanlı Padişahı Sultan Dördüncü Mehmed Han camiyi tamir ettiren diğer hükümdarlardır.
Avluyu Baştanbaşa Dolaşan Çiçekli Kûfi Hatla Yazılı Ayetler
Ulu Cami külliyesi, ortadaki dikdörtgen biçimindeki avlunun etrafında yer alan çeşitli bölümlerden meydana gelir. Gazi Caddesi üzerinden camiye girişi sağlayan doğu kapısı avlunun ana kapısı konumundadır. Fakat caminin önündeki meydana yeraltı çarşısı yapılması hasebiyle kapı bir metre kadar aşağıda kalmış. Bu kemerli kapının üstünde iki katlı, revaklı bir bölüm bulunmaktadır. Günümüzde bu bina Suriçi Halk Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir. Bunun haricinde kuzey ve batıda iki kapı daha bulunmaktadır. Avlunun güneyinde Hanefiler Camii, kuzeyinde Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi ile batısında Zinciriye Medresesi ve çeşitli revaklı yapılar bulunmaktadır* Avlu zemininin tamamı bazalt taşla kaplanmıştır. Avlunun ortasındaki sekizgen planlı şadırvan ve hemen yanındaki kare planlı, sekiz sütunun taşıdığı namazgah, piramidal çatı ile örtülüdür. Namazgahın yanındaki havuzun cephelerinde abdest muslukları bulunmaktadır. Avluda dikkat çeken diğer bir detay ise avluyu baştanbaşa dolaşan çiçekli Kûfi hattıyla yazılan ayetlerdir. Minare, alışılmışın dışında kıble duvarına bitişik olarak inşa edilmiştir. Yapının alt kısmı kare planlı bir kule şeklinde göğe doğru uzanıyorken, üst kısımda bu şekil yerini silindir şeklinde bir gövdeye ve en üstte de konik külaha bırakır.
İç Mekânda En Dikkat Çeken Bölüm Mihrap ve Minber Kısmıdır
Caminin en büyük hususiyeti bütün tarihî Ulu Camilerde olduğu gibi enine dikdörtgen planlı olmasıdır. Birinci saftaki cemaatin, ikinci saftaki cemaate göre daha fazla sevap aldığı düşüncesinden hareketle bu şekilde tasarlanmıştır. Cami iç mekânda enine genişleyen üç nefli ve nefleri ikiye bölen iki sıra halinde granit sütunlar ile inşa edilmiştir. Oldukça ferah ve sade olan caminin içinde taş malzeme olarak bazalt ve kalker birlikte kullanılmıştır. İç mekânda en dikkat çeken bölüm mihrap ve minber kısmıdır.
“Bif Kimse iki Rekât Namaz Kılsa Kabul Olur”
Evliya Çelebi neredeyse bütün dünyayı dolaşır da hiç Anadolu’daki peygamber ve sahabe şehrini ihmal eder mi? Bakınız o tatlı üslubuyla Evliya Çelebi, Ulu Cami’yi nasıl anlatıyor: “Şehrin ortasında eski mabed ve büyük eami, Di^rbekir’in yüzsu^ yani Cami’i kebir. Müverrihler birliktirler ki bu kadim mabed, ta Hazret’i Musa zamanında yapılmıştır. Avlu sütunlarının sağ tarafında bir sütun üzerinde ibranice bir tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmiş ise, yine bu eski yapı ibadet yerinden başka bir şey olmamıştır, içinde öyle ruhaniyet var ki bir kimse iki rekât namaz kılsa kabul olunduğuna kalbi şahitlik eder. Sanki Haleb’in Ulu Camii, Şam’ın Emevi Camii, Kudüs’ün Mescid’i Aksası, Mısır’ın Ezher Camii, İstanbul’un Ayasofya’sı gibi duaların kabul olunduğu bir eamidir…
“Caminin içi avize ve kandillerle süslüıl(‘ır. Küçük, büyük çeşitli üç kat sütunları birbiri üzerine konulmuşlardır. Caminin içinde bir cami de Şafii Camii’dir. Bütün Şafii mezhebinde olanlar burada ibadet ederler. Bu caminin dört kapısı vardır. Gece ve gündüz cemaati eksik olmayıp, yetmiş seksen yerinde çeşitli ilimler okunur. Nice yerinde tarikat erbabı kimseler erbaine girip tevhid ve tezkir ile meşgul olurlar.
“Dış avlusu, beyaz mermer ile döşenmiş olup, avlunun tam ortasında bir abdest ha^zu vardır. Bütün musluklarından namaz kılanlar, abdest tazeleyip ibadet ederler. Bu çeşmelerin hepsi aynı Hamravat ve Ali Nehri pınarından gelir. Avlusunun dört tarafı, İstanbul’daki Süleymaniye Camii gibi yan ifalardır… Velhasıl Diyrbekir’de bu kadar büyük bir cami yoktur. İçi on bin adam alır. Btıtün yapıları ve bo^n eğmiş kubbeleri baştanbaşa has kurşun ile örtülüdür. Cuma hutbesinde hatib, şehrin fatihi Selim Han’ı da anar ki Amid’i Bıyıklı Mehmed ?aşa vasıtasıyla fetheden (Yavuz Sultan) Selim Han’dır.”
Diyarbakır Ulu Camii; Mekke-i Mükerreme’deki Kâbe-i Muzzama, Medine-, Münevvere’deki Mescid-i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-iAksa ve Şam’daki Imeviye Camii’nden sonra beşinci harem-i şerif olarak kabul edilmektedir..
önünde başımızı yukarı kaldırdığımızda l?12’de yapılan kalem işi süslemelerle örtülü ahşap tavanı görürüz.
Geriye döndüğümüzde müezzin mahfili b^unmaktadır. Tamamen Osmanlı devri yapısı olan bu mahfilin tavanı çeşitli desenler ve kalem işi süslemelerle ana tavan ile bir bütünlük arz etmektedir.
Beşinci Haremdi Şerif
Diyarbakır’da pek çok peygamber kabir ve makamı b^unmaktadır. Bunun yanında Evliya Çelebi’nin bahsettiğine göre Ulu ر Cami’nin Hazret’i Musa (a.s.) devrinde ا yapılmış olma ihtimali bulunmaktadır. Hazret’i Yunus’un (a.s.) da Fis Kayası ا denilen yerde yedi yıl ikamet ettiği rivayet [edilmektedir. Bunun yanında Feygamber Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından 7 yıl sonra Hazret-i Ömer (r.a.) devrinde Anadolu’da fethedilmiş ilk İslam toprağıdır. Fethi sırasında pek çok Sahabemi Kiram’ın şehid olduğu bu şehir, fetihten sonra da pek çok Sahabet Kiram’ı misafir etmiştir. Bütün bu manevi mirasın neticesi olarak Diyarbakır Ulu Camii; Mekke’i Mükerreme’deki Kâbe-i Muazzama, Medine-i Münevvere’deki Mescid’i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve Şam’daki Emeviye Camii’nden sonra beşinci harem-i şerif olarak kabul edilmektedir.
“Ondan daha sağlam, daha düzgüüa yapılmasına imkân yoktur.”
Tarih boyunca pek çok seyyah Diyarbakır’ı ve şehrin ana yollarının kesişme noktasındaki Ulu Camiyi ziyaret etti. Bunların çoğunu 16. asırdan sonra gelen batılı seyyahlar teşkil etmektedir.
En erken tarihli gelen doğulu seyyah ise Nâsır-ı Hüsrev’dir. 1061 yılında ziyaret ettiği Diyarbakır Ulu Camii’ni Sefername isimli eserinde bakın nasıl tasvir ediyor:
“Ulu Cami de bu kara taşla yapılmıştır. Öyle bir mükemmel yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkân yoktur. Caminin içinde iki yüz küsur taş direk vardır. Her direk yekpare taştandır. Direklerin üstüne, hepsi taştan olmak üzere kemerler yapılmıştır. Kemerlerin üstünde de öbür direklerden kısa direkler, o büyük kemerlerin üstünde yine bir sıra küçük kemerler vardır. Bu mescidin bütün damları kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla süslenmiş, boyanmıştır. Mescidin ortasında büyük bir taş vardır, o taşın üstüne bir adam boyu yüksekliğinde, çevresi iki arşın gelen pek büyük bir yuvarlak taş havuz konmuştur. Havuzun ortasında pirinç bir lüle vardır ki oradaki fıskiyeden berrak su fışkırır,
o suyun nerden gelip nereye aktığı görünmez. Öyle büyük, öyle büyük bir şadırvan yapılmıştır ki ondan daha iyisi olamaz. Yalnız binaların yapıldığı taşların hepsi karadır.