DOKUNMAK
DOKUNMAK geçz. f. (eski türk. fokun-mak’tan). Hafifçe değmek, sürünmek, el sürmek: Dokunabilir misiniz I Gözyaşları ma, ellerinizle? (O. V. Kanık). Yanına ‘ yaklaşma, dokunursan vücudun yanar, kiil olur (Namık Kemal). || El sürmek, karıştırmak: Bu yemeğe biri dokunmuş. || Sağlığını bozmak: Yediği karlar ona dokunmuş, yatağa düşmüştür (N. Araz). f| Sataşmak, rahatsız etmek: Baş gardiyanın oğlana dokunmamasını sağlamayı kararlaştırdı (K. Tahir). Rüyamdaki arslan bana dokunmamıştı (A.
H. Tanpınar). || — Mec. Etkilemek, içine işlemek, duygulandırmak: Bu sözlerim ona pek dokunmuş (N. Ataç). Mektep gibi kendime karşı da yabancı ve hissiz sandığım çocukların ağlayarak elimi öpmeleri bana çok dokundu (R. N. Güntekin). || İlgili olmak: O işin bana dokunur tarafı yoktur. || [İyilik, kötülük gibi kelimelerle kullanıldığı zaman] Olmak: Benim sana ne ziyanım dokunuyor (M. Ş. Esendal). Bana bu hususta biiyük yardımları dokunabilir (R.H. Karay).
♦ Dokundurmak geçi, f. Değdirmek, dokunmasını sağlamak: Altına elinizi dokundurunca bomba patlar, parçalanırsınız (Ş.S. Aydemir). Dudak dokundurduğunuz testiyi hemen kırarlar (R.H. Karay). j| Mec. Sözünü sitem yollu ve üstü kapalı olarak birine yöneltmek.
+ Dokunulmak edilg. f. Dokunmak işine konu olmak. Milletimiz-■■ memleketin henüz dokunulmamış, henüz uyuyan kaynaklarını ve kuvvetlerini harekete getirebilirdi (Ş.S. Aydemir), [ml]