wiki

DÜNYA

DÜNYA, Güneş’in çevresinde dolanan dokuz
gezegenden biridir. Merkür, Venüs, Dünya,
Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve
Plüton olarak adlandırılan bu gezegenlerin
Güneş’e en yakın olan ilk dördüne “ yerbenzeri
gezegenler” denir. Çünkü üzerinde yaşadığımız
gezegenin bir adı da Yer’dir ve öbür üç
gezegenin boyutları, kütlesi ve dış yapısı
bizim gezegenimize oldukça benzer. Gerçekten
de, içlerinde en büyüğü Dünya olan
yerbenzeri gezegenler öbür beş gezegenden
daha küçük, sertleşmiş kayaç yapısında, dolayısıyla
daha yüksek yoğunluktadır. Buna karşılık
“ dev gezegenler” denen Jüpiter, Satürn,
Uranüs ve Neptün yerbenzeri gezegenlerden
çok daha büyük, ama temel olarak soğuk
gazlardan oluştukları için düşük yoğunlukta
gezegenlerdir. Dokuzuncu gezegen olan Plüton’un
yapısı ve özellikleri ise Dünya’dan çok
uzakta bulunduğu için henüz yeterince aydınlatılamamıştır.
Merkür ve Venüs’ün yörüngeleri
Dünya’mn yörüngesinin içinde kaldığı
için bunlara ayrıca “ iç gezegenler” de denir;
Mars’tan başlayarak bütün öbür gezegenler
ise Dünya yörüngesinin dışında kaldıkları için
“dış gezegenler” dir. (Ayrıca bak. GEZEGEN;
G ü n e ş S i s t em ¡ . )
Dünya birçok özelliğiyle bütün öbür gezegenlerden
ayrılır. Örneğin yüzeyinde bol miktarda
su bulunan tek gezegendir. Yaşamın
başlaması ve sürmesi için mutlaka su gerektiğinden,
bütün Güneş Sistemi içinde canlıları
barındıran tek gezegen de gene Dünya’dır.
Yeryüzünün her yanını kaplayacak, denizleri
dolduracak kadar gür ve çeşitli olan bu yaşam
Dünya’mn atmosferini bile değişikliğe uğratmıştır;
çünkü soluduğumuz havadaki oksijenin
tümü bitkisel yaşamdan kaynaklanır.
Dünya üzerinde büyük kara parçalan ve
okyanus çanakları bulunmasaydı, ne yaşamın
başlangıcı için gerekli olan engin ve kalıcı su
kütleleri, ne de insanın ve üstün yapılı hayvanların
yaşadığı bugünkü topraklar var
olurdu.
Dünya’mn Biçimi, Boyutları ve Hareketi
Dünya bir küre biçimindedir. Uzaklaşan bir
geminin ufuk çizgisinin altında gözden kaybolması
gibi basit gözlemlerle eskiden beri
bilinen bu gerçek, astronotların ve Dünya çev!”es؛ndeki yörüngelerinde dolanan yapma
uyduların uzaydan çektiği fotoğraflarla hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanmıştır.
Dünya’nın yuvarlak olduğunu söyleyen
ilk kişi, IO 6. yüzyılda yaşamış Eski
Yunanlı bilgin ?isagor’dur. Gene Eski Yunanlı
matematik؛؛؛ ve bilim adamlarından
Eratosthenes de IO 3. yüzyılda ilk kez Dünya’mn
çevresini ölçmüştür. Eratosthenes bu
ölçüme girişmeden önce, 21 Haziran günü
öğle saatinde Güneş ışınlarının Mısır’ın Assuan
kentinde yere tam dik olarak geldiğini
öğrenmişti. Bu bilgiyi aktaranlara göre o gün
o saatte Güneş’in yansıması derin bir kuyunun
dibindeki suda görülebiliyordu. Eratosthenes,
Assuan’ın 800 km kuzeyinde olduğunu
tahmin ettiği İskenderiye’de aym gün ve aym
saatte Güneş ışınlarının düşeyle 7 ال 2 derecelik
bir açı yaptığını, yani yere 7 ال 2 ° eğik geldiğini
ölçtü. Böylece bu iki bilgiden yararlanarak
Dünya’mn çevresini bugün bilinen değerine
çok yakın olarak hesapladı. Gene de 16.
yüzyılda ^ ş if le r Dünya’nın çevresini denizden
dolaşıncaya kadar  yuvarlak
olduğu kolay kolay benimsenemedi.
Dünya’mn yuvarlakhğı aslında çok düzgün
ve kusursuz değildir. Kendi ekseni çevresinde
dönmesinden doğan merkezkaç kuvvetin etkişiyle
ekvatorda hafifçe şişkinlik yapar {bak.
M e r k e z k a ç K u v v e t ) . Bu şişkinlik nedeniyle
kutuplar da hafifçe basıktır; kutup noktalarımn
Dünya’mn merkezine olan uzaklığı ekvatordaki
bir noktanın uzaklığından yaklaşık 21
km daha azdır. Dünya’mn boyutlarına ilişkin
bazı bilgiler aşağıdaki tabloda verilmiştir.
12.756.776 metre
12.713.824 metre
Ekvatordaki çapı
K a p l a r d a k i çapı
Yüzölçümü
Hacmi
Kütlesi
^ t a l a m a yoğunluğu 5,52 gr/cm’
Dünya kendi ekseni çevresindeki dönme
hareketini 23 saat 56 dakika 4,09 saniyede
tamamlar. Demek ki bu dönme hareketinin
süresi 24 saatlik bir tam günden yaklaşık dört
dakika daha kısadır. Ama Dünya Güneş’in
çevresindeki dolammım 365 gün 6 saatte
tamamladığı için, bu yörüngede bir günlük
yol aldığında üzerindeki her noktanın Güneş’e
göre konumu değişir. Böylece, Dünya nın bir tam dönüşünden ancak dört dakika
sonra belirli bir noktada yeniden öğle olur.
Sonuçta Dünya üzerindeki her noktada günün
uzunluğu 24 saattir.
Dünya’nın kendi ekseni çevresindeki dönüşü
nedeniyle günün yansını gündüz, yansını gece
olarak yaşarız. Dünya’nın Güneş’e dönük
olan aydınlık yüzü gündüzken, karanlık yüzü
gecedir. Ama gündüz ve gecenin uzunluğu yıl
boyunca değişir. Yazın gündüzler 12 saatten daha uzun, kışın daha kısadır. Yeryüzünde
yaz ve kış gibi iki ayrı mevsim yaşanmasının
nedeni Dünya’nın dönme ekseninin yörünge
düzlemine eğik olmasıdır. Kuzey ve güney
kutup noktalarından geçtiği varsayılan dönme
ekseni yörünge düzlemiyle 23 derece 27 dakikalık
(23°27′) bir açı yaptığı için. Dünya
Güneş çevresindeki dolanımını tamamlayıncaya
kadar bu eksen uzayda hep aynı doğrultuya
(Kutup Yıldızı’na) yönelir. Bu nedenle yörüngenin, yani Dünya’nın Güneş çevresinde
izlediği yolun yarısında Güneş’e doğru,
öbür yarısında ters yöne eğiktir. Kuzey kutup
noktası Güneş’e doğru yöneldiğinde kuzey
yarıkürede yaz mevsimi yaşanır. Böylece,
dönme ekseni Güneş’e doğru eğik olduğu
için, yazın kuzey yarıkürenin her noktası
Dünya’nın günlük dönme hareketi sırasında
daha uzun süre gün ışığı alıp, daha kısa süre
karanlıkta kalır. Bu nedenle gündüzler gecelerden
daha uzundur. Yalnız 21 Haziran’da
Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyinde kalan her
yer bütün gün boyunca Güneş ışığı aldığından
gökyüzünde gece yarısı bile Güneş vardır.
Bütün bu süre içinde güney kutup noktası
Güneş’in bulunduğu doğrultuya yönelmediği
için güney yarıkürede mevsim kıştır, gündüzler
gecelerden kısadır ve Kuzey Kutbu’nun
sürekli gündüzü yaşadığı 21 Haziran’da Güney
Kutbu bütün gün karanlıktadır. (Ayrıca
bak. MEVSİMLER.)
Dünya’nın dönme hızı giderek yavaşlamakta,
dolayısıyla günler biraz daha uzamaktadır.
A y ’ın çekim kuvvetinin okyanus ve denizlerde
yarattığı gelgit hareketi Dünya’nın dönüşünü
yavaşlatan bir fren etkisi yapar (bak.
GELGİT). 370 milyon yıl önceki Devoniyen
Dönem’in ortalarından kalma mercan fosillerinde
bir yılda oluşan günlük büyüme halkalarının
365 yerine 400 tane olduğu görülmüştür.
Bu da o dönemde bir günün 22 saat olduğunu
gösterir.
Dünya’nın Güneş çevresinde dolanırken
çizdiği yörünge tam dairesel değil elips biçiminde,
yani ovaldir. Bu nedenle, yörüngedeki
dolanımı sırasında Dünya’nın Güneş’e olan
uzaklığı biraz değişir. Güneş’ten en uzak
noktadayken aralarında 152 milyon km, en
yakın noktadayken 147 milyon km vardır.
Dünya’nın Güneş çevresindeki yörüngede dolanım
hızı ise saniyede 30 kilometreden biraz
azdır.
Dünya, zayıf bir magnetik alanla kuşatılmış
dev bir mıknatıs gibidir. Kuvvet çizgileri
kuzey ve güney magnetik kutuplarında birleşen
bu magnetik alanın, Dünya’nın merkezindeki
demirden çekirdeğin dönmesiyle doğan
elektrik akımlarından kaynaklandığı sanılmaktadır.
Dünya’nın magnetik kutupları zamanla
yer değiştirir; ama Dünya’nın dönme eksenini belirleyen coğrafi kutuplardan hiçbir
zaman fazla uzaklaşmaz. Ne var ki k ؛taların
Dünya üzerindeki yeri başlang!Çtan bu yana
çok değiştiği için, bugün Kanada’mn kuzey
ucunda bulunan kuzey magnetik kutbu jeolojik
çağlar boyunca değişik krtalar üzerinde yer
almıştır. Aynı şey güney magnetik kutbu için
de geçerlidir. 450 milyon y؛l önce bu kutup
noktas؛ bugünkü Sahra Çölü’nün bulunduğu
yerdeydi. Ayrıca zaman zaman magnetik
kutupların konumu değişmediği halde işareti
değişmiş, kuzeyken güney, güneyken kuzey
magnetik kutbu olmuştur; başka bir deyişle,
mıknatıslanmış pusula iğnesinin öbür kutbunu
çekmeye başlamıştır. (Ayrıca bak. M a g n ETİK
KUTUPLAR; MAGNETİZMA.)
Dünya’nın Oluşumu ve Yaşı
Bilim adamları öteden beri Dünya’nın bütün
öbür gezegenlerle aynı zamanda oluştuğuna
inanırlar. Güneş Sistemi’nin başlangıcına ilişkin
eski bir kurama göre önce Güneş var
olmuş, daha sonra gezegenler ondan kopmuştur.
A rtık geçerli sayılmayan bu kurama göre
Güneş ilk oluştuğu zaman bugünkünün 50-60
katı büyüklükteydi ve kendi çevresinde hızla
dönüyordu. Bu dönme hareketinden doğan
merkezkaç kuvvetin etkisiyle Güneş’ten dışariya
bir miktar madde savruldu, ©nce çok
uçucu olmayan mineral ve metallerin yoğunlaşmasıyla
iç gezegenler, sonra uçucu gazların
yoğunlaşmasıyla dış gezegenler oluştu.
Güneş’in ve bütün gezegenlerin aynı zamanda
oluştuğunu ileri süren yeni bir kurama
göre de Samanyolu Gökadası’ndaki dev bir
gaz ve toz bulutu kendi kütleçekim kuvvetinin
etkisiyle büzülmeye başladı (bak. G ö k a d a ) .
Bu madde parçacıklarından çok büyük bölümünün
yoğunlaşmasıyla Güneş oluştu; bu
kütle giderek öyle büyüdü ve madde yoğunluğu
öylesine arttı ki bir süre sonra nükleer
tepkimeler için elverişli bir ortama dönüştü.
Ote yandan buluttaki daha küçük madde
yoğunlaşmalarıyla da ilk gezegenler oluşmaya
başladı. Bugünkü gezegenlerin öncülü olan
bu ilk gezegenler başlangıçta birer gaz kütlesi
halindeydi, ama hiçbiri nükleer tepkimelerin
başlayabileceği kadar büyük değildi. Güneş’
in sıcaklığı arttıkça çevresindeki yakın gezegenleri,
yani yerbenzeri gezegenleri kuşatan üzeringaz
bulutları yok oldu ve geride büyük olasılıkla
erimiş durumdaki minerallerden oluşan
çekirdekleri kaldı. Güneş’e çok uzak olan
öbür gezegenler ise pek fazla değişikliğe
uğramadan bugüne kadar ulaştı.
Güneş’in ve gezegenlerin oluşumuna ilişkin
daha ayrıntılı bilgiyi GÜNEŞ SİSTEMİ maddesinde
bulabilirsiniz.
Dünya’nın yaşı doğrudan doğruya kayaçların
yaşıyla ölçülemez. Çünkü bilinen en yaşlı
kayaçların bile bugün artık yeryüzünde var
olmayan daha yaşlı kayaçlardan oluştuğunu
biliyoruz. Bugüne kadar saptanabilen en yaşlı
kayaçlar Grönland’ın batısında bulunmuştur
ve 3,8 milyar yaşındadır. Demek ki Dünya’
mn yaşı bundan daha fazladır.
Bugün Dünya’nın yaşını hesaplamak için
başvurulan en güvenilir yöntem radyoaktif
elementlerin dönüşümüdür (bak. RADYOAKTİFLİK).
Örneğin radyoaktif uranyum elementinin
uranyum-238 ve uranyum-235 gibi ik i ayrı
tipte atomu (izotopu) vardır. Bu atomların
ikisi de çok yavaş bir süreçle kurşun atomları na dönüşür. Öbür uranyum izotopundan biraz
daha ağır olan uranyum-238’in dönüşümüyle
dah/> hafif bir kurşun izotopu olan
kurşun-206, uranyum-235’in dönüşümüyle de
biraz daha ağır bir izotop olan kurşun-207
atomları oluşur. Uranyum-235’in kurşuna dönüşme
hızı uranyum-238’in dönüşme hızından
altı kat daha fazladır. Bu nedenle, incelenen
bir kayaçtaki kurşun-206 ve kurşun-207 atomlarının
oranı kayacın yaşma bağlı olarak
değişir. En yaşlı olduğu düşünülen b ir kurşun
minerali ile bugün okyanuslarda oluşan k u rşunun
izotop yapısı arasındaki fark, ancak bu
ik i örneğin oluşumları arasında 4,55 milyar
yıllık bir zaman dilimi olmasıyla açıklanabilir.
Bu süre de Dünya’nın yaşı olarak kabul
edilebilir. En eski kayaçların yaşını hesaplamak
için radyoaktif rubidyum elementinin
stronsiyuma dönüşme süreci de temel zaman
ölçeği olarak alınabilir.
Dünya’nın İç Yapısı
Dünya’nın dış kabuğu ile bu kabuğun üzeringaz deki atmosfer (hava) ve hidrosfer (okyanuslar
ve denizler) katmanları doğrudan gözlemle
incelenebilir. Oysa Dünya’nın iç bölümlerine
ulaşarak yapısını doğrudan inceleme olanağı
yoktur. Dünya’nın iç yapısına ilişkin bütün
bilgiler depremlerin incelenmesinden ve Dünya’nın
içinde var olduğu düşünülen maddeler
üzerindeki deneylerden elde edilmiştir
(bak. D e p r e m ) . Yanardağların varlığına ve
yerkabuğunun yüzeyindeki ısı akışı ölçümlerine
dayanarak Dünya’nın iç bölümlerinin çok
sıcak olduğunu biliyoruz (bak. YANARDAĞ).
Yerkabuğunun derinliklerine doğru inildikçe
kayaçların sıcaklığı her kilometrede 30°C
kadar yükselir. Böylece, kabuğun en alt
katmanlarının çok daha üstünde yer alan
kayaçlar kızıl kor haline dönüşür. Aslında
Dünya’nın büyüklüğüne oranla yerkabuğu çok incedir. Eğer Dünya’yı bir futbol topu
büyüklüğünde düşünürsek kabuğu da ancak
topun üzerine yapıştırılmış bir posta pulu
kalınlığındadır. Kabuğun altında kalan kayaçlar
ise akkor sıcaklığına kadar ulaşır.
Depremlerin nedeni, yerkabuğundaki bir
kırıkla birbirinden ayrılan ik i büyük kütlenin
(levhanın) birdenbire harekete geçerek üst
üste binmesi ya da uzaklaşması sonucunda
yerkabuğunun şiddetle ileri geri sarsılmasıdır.
Büyük bir depremde bazı titreşimler Dünya’
mn derinliklerine doğru yayılır ve merkezdeki
çekirdeğin etkisiyle Dünya’nın öbür yüzündeki
dairesel bir alanda “ odaklanır” . Buna
karşılık bazı titreşimler çekirdeği aşıp öbür
yana geçemez. Böylece Dünya’nın öbür yüzünde
hiçbir titreşimin duyulmadığı halka
biçiminde bir “ gölge” belirir. Bu gölgenin boyutları ölçülerek çekirdeğin büyüklüğü hesaplanabilir.
Ayrıca deprem titreşimlerinin
yayılma hızı saptanarak içinden geçtikleri
maddelerin yoğunluğu, dolayısıyla bileşimi
belirlenebilir. Eritilmiş kayaçlarla yapılan laboratuvar
deneyleri bu çalışmalara büyük
ölçüde ışık tutar.
Dünya’nın yüzeyi, kalınlığı 6 ile 70 km
arasında değişen bir “ kabuk” katmanıyla ö rtülüdür.
Yerkabuğu denen bu katman daha
ağır maddelerden oluşan ve 2.865 km derine
inen çok kalın bir “ manto” katmanının üzerine
oturur. Mantonun bittiği yerde de Dünya’
nın merkezine kadar 3.473 km boyunca uzanan
“ çekirdek” başlar. Jeologlara göre, içteki
manto katmanı çok büyük kabarma hareketleri
sonucunda yerkabuğunu iterek birçok
yerde yüzeye çıkmıştır. Ayrıca normal olarak
yerkabuğunun yapısında bulunmayan bazı
kayaçlar da yanardağ hareketleri nedeniyle
Dünya’nın yüzeyine ulaşmıştır. Jeologlar bu
verilere dayanarak mantonun üst kesimlerinin
“ ültrabazik” korkayaçlardan oluştuğunu
ileri sürerler. B ir yanda “ asit” kayaç olarak
nitelenen granitin yer aldığı kayaç sınıflandırmasının
öbür ucunda bulunan bu ültrabazik
kayaçlar ağır demir ve magnezyum silikatlardan
oluşur. Mantonun alt bölümlerinin de
aynı yapıda, ama daha ağır ve yoğun olduğu
sartılmaktadır. Çekirdeğin yapısındaki maddeler
ise hem mantodakilerden daha ağır,
hem de hiç değilse çekirdeğin dış bölümünde
sıvı haldedir. Buna karşılık çekirdeğin içinin
manto ve kabuk gibi katı olduğu sanılıyor.
Yerçekirdeğinde olağanüstü bir basınç vardır.
Bilinen elementlerin çoğu böylesine büyük bir
basınç altında çok yoğunlaşmış olarak bulunabilir;
ama jeologların genel kanısı, bazı demirli
göktaşları (meteoritler) gibi çekirdeğin de metal
halindeki nikel ve demirden oluştuğudu  Yerkabuğu
Yerkabuğu mantoya oranla daha hafif maddelerden
oluşmuştur ve bu iki katman arasındaki
geçiş bölgesi neredeyse kesin bir sınır çizer.
Bu geçiş bölgesi, böyle bir sınırın varlığını
ilk kez saptayan Yugoslav bilim adamı
A nd rije Mohoroviçiç’in (1857-1936) adıyla
“ Mohoroviçiç süreksizliği”, kısaca “ M-süreksiziiği”
ya da “moho” olarak anılır. Bu sınırın
varlığını gösteren en önemli kanıt yerkabuğundaki
deprem titreşimlerinin süreksizlik
bölgesinden geçip mantoya ulaştığında b irdenbire
hızlanmasıdır.
Yerkabuğu okyanusların ve denizlerin altında
uzandığı zaman “ okyanus kabuğu”, kıtaları
oluşturduğu zaman da “kıta kabuğu”
olarak adlandırılır. Okyanus kabuğunun kalınlığı
ancak 6-8 km arasındadır. Oysa ortalama
kalınlığı 40 kilometreyi bulan kıta kabuğu
yüksek sıradağların altında 60-70 kilometreye
ulaşır.
Okyanus kabuğu üç katmandan oluşur. En
alt katman, yerin derinliklerindeki erimiş
maddelerin (magmanın) katılaşmasıyla oluşan
korkayaçlardır. Orta katman yanardağ
lavlarından, üst katman ise temel olarak kum
ve çamur gibi tortullardan oluşur. Okyanus
kabuğu sürekli hareket halindedir. Bu nedenle
kabukta okyanus sırtları boyunca çatlaklar
oluşur ve bu çatlakların arasından yüzeye çıkan
erimiş maddelerin sertleşmesiyle okyanus
kabuğuna yeni katmanlar eklenir. Bu yeni kabuk
sertleştikten sonra yılda 1 ile 10 cm kadar
ilerleyerek yavaş yavaş okyanus sırtından ik i
yana doğru yayılır. Böylece okyanus sırtları
suyun altında yüksek sıradağlar oluşturur.
Yerkabuğu çok sayıda eğri levhanın yan yana
dizilmesiyle oluşan bir bütün olarak düşünülebilir.
Bu levhalar mantonun oldukça yumuşak
üst katmanına oturduğu için sağa sola edebilir. Okyanus sırtları, okyanus
çukurları ve bazı uzun kırıklar yalnızca levhaların
kenarlarında oluşur; bu kırıkların olduğu
yerlerde de levhalar kayarak birbirinin üstüne
binebilir. Levhalardan çoğunun üzerinde
bu levhalarla birlikte hareket eden bir ya da
birkaç kıta bulunur. Nitekim, bir zamanlar iki
kıtayı ayıran okyanus kabuğunun bir okyanus
çukuruna doğru çökmesiyle kıtalar bazı yerde
birbirine iyice yaklaşmış, hatta üst üste binmiştir.
Örneğin aralarındaki okyanus kabuğunun
çökmesi sonucunda Hindistan ile Asya
kıtası çarpışmış ve iki karanın kenarları yükselerek
Himalaya Dağları’nı oluşturmuştur.
Büyük ve şiddetli depremlerin hemen hepsi
bu levhaların kenarlarında, bir levhanın öbürünün
altına girmesiyle olur. Aynı biçimde,
en etkin yanardağlar da okyanus kabuğunun
ya İzlanda’da olduğu gibi yükselerek sırta dönüştüğü
ya da A n d la r’da olduğu gibi çökerek
kıtaların altına girdiği yerlerde bulunur.
Okyanus tabanının yanlara doğru yayılarak
genişlemesi çok çarpıcı bir biçimde kanıtlanmıştır.
Bu kanıtlamanın en önemli dayanak
noktası da Dünya’nın magnetik alanının yukarıda
anlatıldığı gibi zaman zaman yön değiştirmesidir.
Yerkabuğunun derinliklerindeki
erimiş magma yüzeye çıkarak kristalleşirken,
yani katılaşırken bazı mineral parçacıkları
mıknatıslanır. Böylece her biri Dünya’nınmıknatısa dönüşür. Jeologlar yaşlan bilinen
lav katmanlarının, yapılarındaki mıknatıslanmış
parçacıklar bazen kuzey, bazen güney
magnetik kutbuna yönelecek biçimde yan yana
yerleştiğini saptamışlardır. Bunun nedeni, bir
katmandaki mıknatıslanmış parçacıkların kuzey
ve güney kutuplarının Dünya’nın magnetik
kutuplarına uygun olarak dizilmesi, sonra
magnetik kutuplar yön değiştirdiğinde üstteki
yeni katmanda bulunan parçacıkların bir önceki
katmandakilere ters yönde yerleşmesidir.
Kısacası okyanus kabuğu magnetik bantlı
dev bir kayıt aleti, yani bir teyp gibi Dünya’
nın magnetik alanındaki bütün değişiklikleri
bir bir kaydetmiştir.
A B D ’nin araştırma gemisi Glomar Challengef
in okyanus tabanında yaptığı sondajlar
bu alanda yeni kanıtlar sağlamıştır. Bu araştırmalara
göre, okyanus sırtlarından uzaklaştıkça
korkayaçlardan oluşan tabanın üzerindeki
tortul b irik in tile rin yaşı da artar. Bulunan
en yaşlı tortu l katman, dolayısıyla okyanus
tabanının en yaşlı kesimi 200 milyon y ıldan
daha yaşlı değildir.
Kıta kabuğu okyanus kabuğundan çok
farklı yapıdadır. Her şeyden önce bu kabuğun
alt katmanları okyanus kabuğu gibi ağır kayaçlardan
oluşsa bile üst katmanları granit,
şist ve şeyi gibi daha hafif kayaçları da kapsayan
değişik maddelerden oluşur. Ayrıca
kıta kabuğu birçok yerde okyanus kabuhareket
magnetik kutuplarını gösteren küçük birer mıknatısa dönüşür. Jeologlar yaşlan bilinen
lav katmanlarının, yapılarındaki mıknatıslanmış
parçacıklar bazen kuzey, bazen güney
magnetik kutbuna yönelecek biçimde yan yana
yerleştiğini saptamışlardır. Bunun nedeni, bir
katmandaki mıknatıslanmış parçacıkların kuzey
ve güney kutuplarının Dünya’nın magnetik
kutuplarına uygun olarak dizilmesi, sonra
magnetik kutuplar yön değiştirdiğinde üstteki
yeni katmanda bulunan parçacıkların bir önceki
katmandakilere ters yönde yerleşmesidir.
Kısacası okyanus kabuğu magnetik bantlı
dev bir kayıt aleti, yani bir teyp gibi Dünya’
nın magnetik alanındaki bütün değişiklikleri
bir bir kaydetmiştir.
A B D ’nin araştırma gemisi Glomar Challengef
in okyanus tabanında yaptığı sondajlar
bu alanda yeni kanıtlar sağlamıştır. Bu araştırmalara
göre, okyanus sırtlarından uzaklaştıkça
korkayaçlardan oluşan tabanın üzerindeki
tortul b irik in tile rin yaşı da artar. Bulunan
en yaşlı tortu l katman, dolayısıyla okyanus
tabanının en yaşlı kesimi 200 milyon y ıldan
daha yaşlı değildir.
Kıta kabuğu okyanus kabuğundan çok
farklı yapıdadır. Her şeyden önce bu kabuğun
alt katmanları okyanus kabuğu gibi ağır kayaçlardan
oluşsa bile üst katmanları granit,
şist ve şeyi gibi daha hafif kayaçları da kapsayan
değişik maddelerden oluşur. Ayrıca
kıta kabuğu birçok yerde okyanus kabuğundan çok daha yaşlıdır ve yapısı oldukça
karmaşıktır.
Kabuğun değişik bölgelerinde her birinin
oluşumu ayrı koşullara bağlı olan yüksek dağlar,
yuvarlak tepeler ve geniş düzlükler gibi üç
değişik yapı görülür, içlerinde en son oluşan,
yani en genci yüksek dağlardır. Bugün bile
her 1.000 yılda 8-10 metre kadar yükselen bu
dağlardaki kayaç katmanları çok kıvrımlıdır
ve içlerinde granit sızıntıları bulunur. Granit
erimiş haldeyken kayaçların içine sızmış, sonra
katılaşarak orada kalmıştır.
Yuvarlak tepeler ile daha küçük dağlar ise
birkaç yüz milyon yıl önce oluşan ve artık
yükselmeyen sıradağların kalıntılarıdır.
Büyük ovalar da bir zamanlar geniş ve sığ
bir denizin tabanını oluşturan kristalleşmiş
kayaçların üstüne çökelmiş çamur ve kum karışımı
tortullardan oluşur. A ltta k i kristalleşmiş
kayaçlar birçok bölgede yüzeye çıkmıştır.
Bunların çoğu 1,5, hatta 2,5 milyar yıldan daha
yaşlıdır. Kristalleşmiş kayaçlar da çok kıvrımlıdır
ve henüz katılaşmadıkları dönemde
içlerine granit sızmıştır. Bir zamanlar bu kayaçlar
yıllarca rüzgârın, yağmurun ve akarsuların
etkisiyle aşınarak küçülen sıradağların
parçasıydı. Aslında kristalleşmiş kayaçların
çoğu ilk oluştuğu zaman yeryüzünün 20 km
kadar altında bulunuyordu. Bugün yüzeyde
olduklarına göre, üstlerini örten 20 km kalınlığındaki
kayaç katmanlarının o günden bu
yana aşınarak sürüklenmiş olması gerekir
(bak. A ş inm a ) .
Kıta kabuğundaki daha hafif maddelerin
bir bölümü belki de 4,5 milyar yıl önce erimiş
halde olan Dünya’nın yüzeyinde sıvı bir örtü
oluşturuyordu. Ama jeologlar bunlardan çoğunun
daha sonraki çağlarda oluştuğunu düşünüyorlar.
Bu uzmanların açıklamasına göre
kıta kabuğu bugün de sürüp giden levha hareketlerinden
doğmuştur. “ Levha tektoniği”
denen bu süreçte okyanus kabuğu okyanusun
tabanında bir çukur oluşturacak biçimde alçalırken
yavaş yavaş manto katmanının altına
doğru girer. Bu arada okyanus tabanındaki
ıslak kum ve çamurları da aşağıya doğru sürükler.
Bu ıslak maddeler mantodaki kayaçlarla
karışır, hepsi birden erir ve sonunda
“ ada yayı” denen bir zincir oluşturacak biçimde
sıralanmış bir dizi yanardağın ağzından lav halinde dışarı püskürür. Mantonun yapısındaki
maddelerden daha hafif olan bu sıcak lav
akıntısı donarak katılaşır, rüzgârın ve yağmurun
etkisiyle ufalanarak kuma dönüşür ve ırmaklarla
yeniden okyanusa taşınır. Böylece
aynı süreç bir kez daha yinelenir. Ama yanardağlardan
püsküren bu lav şimdi daha fazla
kum taşıdığı için öncekinden daha hafiftir.
Böylece yanardağların püskürttüğü lavlar ile
kıta kabuğunun bileşimi aynı olur ve en sonunda
okyanusta yeni bir kıta kabuğu şeridi
oluşur. Kıta kabuğunun geniş bir kara parçası
olarak yüzeye çıkabilmesi için birçok şeridin
yan yana gelmesi, bunun için de aradaki okyanus
kabuğunun levha kenarlarındaki çukurlardan
dibe doğru çökmesi gerekir. Kıta kabuğundan
oluşan büyük kara parçalarında,
akarsuların sürükleyip getirdiği çamur ve
kumlar kara parçasının kenarlarında yığılarak
b irik ir. Eğer okyanus kabuğu o karanın kenarından
kıta kabuğunun altına doğru girerse,
kenardaki kum ve çamur katmanlarının kıvrılmasıyla
dağlar oluşur. B ir ada ya da başka
bir kara parçası gelip o karaya çarptığı zaman
da çok yüksek dağlar ortaya çıkar (bak. D a ğ ;
K i t a l a r ) .
Bugünkü kıtaların hepsi art arda gelen bir
dizi çarpışmanın ürünüdür, ilk çarpışmada
çok büyük bir anakara parçası oluşmuş, sonra
bu kütle daha küçük parçalara ayrılmıştır. 240
milyon yıl önce oluşan ve Pangaea adıyla b ilinen
bu dev anakara 120 milyon yıl öncesine kadar bütünlüğünü koruyordu. Büyük olasılıkla
okyanus tabanının genişlemesi sonucunda
bugün var olan altı parçaya bölündü. Sonradan
yedinci parça olarak Doğu A frik a ’dan
kopan Hindistan ise Asya kıtasıyla çarpışarak
Himalayalar’ı oluşturdu.
Kıtaların yüzeyi yağmur, rüzgâr ve akarsuların
etkisiyle sürekli aşınıma uğrar. Yüzey ne
kadar yüksekse aşınma oranı da o kadar fazladır.
Colorado Irmağı’nın dik ve yüksek Colorado
Yaylası’nı oymasıyla oluşan Büyük
Kanyon bunun en çarpıcı örneklerinden b iridir.
Daha soğuk bölgelerdeki yüksek dağlarda
da büyük buzullar dağ yamaçlarını hızla
oyar ve böylece açığa çıkan kayaçlar donun
etkisiyle parçalanır. Yüksek dağların doruklarının
genellikle sivri ve testere dişi gibi g irin tili
çıkıntılı olması bu yüzdendir. Aşınan dağlardan
aşağıya doğru sürüklenen maddeler kıtaların
çöküntü havzalarında b irik ir. Yükselmesi
durmuş olan bir sıradağın aşınarak yok
olması ve düz bir ovaya dönüşmesi için aradan
yalnızca 10-20 milyon yıl geçmesi yeterlidir.
Ayrıca bak. JEOLOJİ.
DÜNYANIN YEDİ HARİKASI. Eski Yunanlı
yazar Saydalı Antipatros İÖ 2. yüzyılda, dünyada
bulunan olağanüstü nitelikte yedi yapıtın
bir sıralamasını yapmıştı. B iri dışında bugün
hepsi yıkılıp yok olmuş bu yapıtlar gene
de Dünyanın Yedi Harikası olarak anılıyor.
Bu yapıtlar şunlardır:
1- Piramitler. Mısır’daki bu üç piramit bugün
de görülebilecek durumdadır. Bunlar, IO
yaklaşık 2613-2494 yılları arasında Mısır kralları
için mezar olarak yapılmıştı (bak. MISIR
PİRAMİTLERİ).
2- Babil’in Asma Bahçeleri, IO 600 dolaylarında
Babil Kralı Nabukadnezar’ın yaptırdığı
bahçelerdir (bak. NABUKADNEZAR). Söylentiye
göre kral bunu kraliçelerinden b irini sevindirmek
için yaptırmıştı. Bahçeler, bir piramit
oluşturacak biçimde taraçalar halinde yükseliyordu
ve her taraçaya dünyanın dört bir yanından
getirilmiş ağaç ve çiçekler dikilmişti.
Bu b itk ile r asıl yapıyı gözden saklıyor ve sadece
havada “ asılı” gibi duran bahçeler görülüyordu.
Bazılarına göre Asma Bahçeler yerine büyük
Babil Surları dünyanın ikinci harikasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir