DUYGULARIMIZIN VÜCUDUMUZA ETKİLERİ

DUYGULARIMIZIN VÜCUDUMUZA ETKİLERİ

Araştırmacılar, ruhsal durumlarla sağlık arasındaki ilişkiyi çözümlemeye çalışıyorlar. Vücutla ilgili bigiler, bu çalışmalarda tekrar ele alınıyor.
Gina MARANTO
MÖ 24. yüzy’fida, Mısırlı bir vezirin “Hayat, surat asmaktan çok, hüzünlü ve yarım da olsa, gülüşle çekilebilir hale gelir” vecizesi, bugün hile geçerliliğini sürdürmekte ve günlük yaşamda karşımıza çıkmaktadır.

Duygular ve sağlık arasındaki ilişkilerin açığa çıkarılması konusunda birçok araştırmalar yapıla gelmiştir.

Hatta, sağlam kanıtlar elde edilmeden önce bile, uzun süreli gözlemler, depresyon (çöküntü), bedbinlik, yalnızlık, sinirlilik gibi psikolojik durumlarla kanser, kalp hastalığı ve diğer öldürücü hastalıklar arasında bir bağlantı orta-taya koymuştur.

Fakat Araştırıcılar, ruhsal durumların, gerçekten vücudu etkilediği görüşüne deneysel olarak ancak geçtiğimiz birkaç yıl içinde varmışlardır.

İnsanlar üzerinde yapılan deneysel çalışmalar, bizleri belli bir sonuca ulaştıramamaktadır. Oysa hayvanlar üzerindeki araştırmalar, bugün, “beyindeki yüksek fonksiyonların, vücudun fiziksel durumunu etkileyebileceğini” doğrulamaktadır.

Araştırmaların sonuçları “bir bireyin hissettiklerinin ve dünyadaki yerinin bilincine varmasının, onun fiziksel olarak iyi olmasıyla değerlendirilebileceğini” telkin etmektedir. Düşünce ve vücut arasındaki bulanık sınırı keşfetmeye çalışan ve aralarında immiinolojlstler, fizyolojistler,
lunan birçok araştırıcı, bugün, “bazı negatif psi kolojik durumların, gerçekte immün sistemi .(organizmaya bağışıklık kazandıran sistem) sarsmaya sebep olan çarpaşıklıklar veya kimyasal dengesizlikler sonucu ortaya çıktığından” şüp helenmektedir.

Bazı psikologlar “beynin, immün sistem üze rinde kontrol yeteneği olduğunu” ileri sürerken, bazı biyolojistler bunu daha da ileri götürerek, psikolojik tedavinin alışılagelmiş tıbbi bakıma önemli bir destek olduğunu, bazı ‘hastalıklara karşı bireylerin kendilerini nasıl kontrol altında tutacağını öğretmekte önemli rol oynadığını ileri sürmektedirler. Bu tür iddiaları destekli yen kanıtların elde edilmesi zordur, bu nedenle birçok araştırıcı, bulguların “aşırı gayretle” yo rumlanmasına karşı uyarılmışlardır. Bugün tıbbi araştırmalar alanında en yoğun ve en ümit verici araştırmalar psikoneuro-immünoloji ve beha-vior tıbbı (davranışlarla ilgili tıp) adı verilen alanlarda yapılmaktadır.

New York’ta Montefiore Hastanesi direktörü Cari Eisdorfer ‘‘Çok heyecan verici sırlardnn biri, zihinsel aktivitenin fizyolojiyle ilişkisidir” demektedir. Bu ilişkinin bugün bilinmeyen ayrın tılarının ortaya konması yıllar sürecektir Bunun dışında, farklı duyguların farklı vücut cevabı başlatıp başlatmadığı veya hangi duy guların hangi vücut cevabını başlattığı bu gün bilinmemektedir. Ancak, Kaliforniya Üniversitesi psikologlarından Paul Ekmpn’u göre; ‘‘Araştırıcıların, korku, kızgınlık mut luluk, sıkıntı gibi evrensel duyguların, sağ lık üzerindeki rolünü ortaya koyabilmeleri ıımıı dıı doğmuştur.” Psikosomatlkle İlgili erken devir

r. Bu devir araştırıcıları, beyinin ve onu den-ide tutan vücudun karmaşık mekanizmalarının ılışmalarına ait ilkel bilgilere sahiptiler. Bun-r bir fizyolojik cevabı ortaya çıkarmakta “aşı-yeterlilikte” görünen, elektrik şoku, yüksek ekanslı ses, aşırı soğuk, açlık, ameliyat ve-a korku çıibi stimuluslarla (uyarıcılarla) çalış-lalar yapmışlardı ve bundan dolayı da, ev ren-el duyguların sağlık üzerinde kesin rol oyna ığı görüşünde idiler.

Bu yüzyılın başlarında Amerikan fizyolojist-îrinden Walter Cannon, bu çeşit “stres”lere arşı, vücudun vermiş olduğu cevapları kabaca arif etmiştir. Deneysel çalışmalar, birkaç organ e salgı bezinin, örneğin beyindeki “hipotala-ıus” adı verilen bölgenin hemen yakınında yer lan hipofiz bezinin ve böbreklerin üst kısmında olunan adrenal bezlerin, vücut cevaplarında gö-ev almakta olduklarını göstermiştir.

1930 yıllarında AvusturyalI Dr. Hans Selye, stres altında, bu iç etkileşim sistemlerinin ve sempatik sinir sisteminin, kalp ve kasları, strese karşı cevap hazırladığını belirtmiştir.

Bütün bu bulgular, zamanla toplumsal olarak jilinir hale gelerek, kesin bilimsel dayanağı ol-nıyan ve çelişkiler gösteren vecizelerin ortaya-;ıkmasına neden olmuştur:

— “stres, sizin için kötüdür.”

— ‘‘stres, hastalık sebebidir.”

— “stres, gerçek olarak hastalık sebebi değildir” gibi.

Keder, ruhsal çöküntü, bedbinlik, yalnızlık, karamsarlık, korku ve endişe kanser, kalp hastalıkları ve diğer öldürücü olabilen
Üzüntü, mutluluk ve diğer duyguların yüzdeki ifadesi dünyanın hemen her tarafında birbirine benzer.

Keder ve aşırı sevinç:

F.D. Roosvelt’in ölümü nedeniyle bandodaki müzisyenin üzüntüsü, güzellik kraliçesi Miss Virginia’-ııın sevinci.
Eisdorfer, “stres gerçek olarak hastalık sebebi değildir; ancak sizi hastalığa yakalanmaya meyilli hale getirir veya gizli bir hastalığa sahipseniz onun ortaya çıkmasına yol açar” demektedir.

Bu görüşü destekliyen sağlam kanıtları elde etmek için, bir takım güç deneyler serisine ihtiyaç vardır.

1960 ortalarında Pennsylvania Üniveritesi’n-deki Martin Seligman ve Steven Maier, elektrik şokuna tabi tutulan sıçanların kaçamıyacak kadar pasif hale geldiklerini bulmuşlar ve bu olaya. “ÖĞRENİLEN BECERİKSİZLİK” adını vermişlerdir. 1970’li yılların sonlarına doğru Seligman ve arkadaşları “öğrenilen beceriksizlik” sonucu, ) sıçanların hastalıklara karşı meyilli hale geldiğini ileri sürmüşlerdir. Tümör yapıcı hücreler enjekte edilince veya elektrik şoku verilince bu sıçanlarda yüksek oranda tümör gelişmektedir. Oysa şoka tabi, tutulmayan sıçanlar, tümör hücrelerine daha dirençlidir.

Bu konuda, son olarak Denver Üniversitesi psikologlarından Mark Laudenslager, elektrik şokunun, vücuda giren yabancı maddelerin tanınmasında anahtar hücre olan T-lenfositlerin cevabını ortadan kaldırdığı sonucu varmıştır.

Diğer araştırıcılar, birbirlerine danışarak; fakat birbirlerinden etkilenmeden araştırmalarını sürdürmüşler ve “stresin, direkt olarak vücudun savunma sistemi üzerinde etkili olduğunu, lenfosit ve diğer beyaz kan hücrelerini zarara uğratarak hastalıklar için açık kapı bıraktığını öne sürmüşlerdir.

19S2’de bir araştırıcı grubu, iki farklı şok çeşidinin, sıçanların beyninde iki farklı reaksiyon başlattığını göstermişlerdir. Bunlardan belli aralıklarla uygulanan şok, ağrının azaltılmasında rol oynayan doğal ağrı kesici kimyasal mad

vamlı olarak uygulanan şok ise bu reaksiyonu başlatmamaktadır.

Bu çalışmayı daha da ileri götüren Yehuda Slıavit “sersemletici bir şokun vücuda zararlı olduğu” sonucuna varmıştır. Shavit, burada, “sersemletici bir şokun, belli tümör hücrelerini avlayan ve öldüren, beyaz kan hücrelerini ele ge girerek, immün sisteme zarar verdiğini” belirtmiştir. Bu şekilde organizmanın kansere karşı koruyuculuğu azalmaktadır. Ayrıca sersemletici bir şok, vücuda giren yabancı maddeleri yok edici hücrelerin aktivitesini yavaşlatıcı bazı hormonları salgılatmaktadır. Niçin korkunç ve kaçınılmaz durumlara karşı beyin reaksiyonları, imimin sisteme zarar vermektedir?

Laudenslager’e göre “şayet her zaman küçük bir ağrıya sahip olsaydık bizim immün sistemimiz çökerdi. Bugün burada olmamız düşünülemezdi.”

Gerçekten, bilim adamları, küçük fakat düzenli aralıklarla oluşan bir stresin vücuda bazı faydalar sağlıyabjleceğini düşünmektedirler. Küçük stresler, hayVanlara kendi çevrelerine karşı daha uyumlu olmasını öğretmektedir.

Bazı araştırıcılar ise beyin ve immün sistemin bazen dengesiz olabileceğine inanmaktadır. Şöyle ki şayet olaylarla mantıksal iletişim yolu kurulursa, size ait negatif değişiklikler azalacaktır.
Son yıllarda yapılan çalışmalar da çelişkili sonuçlar ortaya koymuştur. Geçtiğimiz Eylül ayında “National Academy” yayımlarında son üç yılda Amerika’daki eş ölümlerine dikkat çekil mektedir. Eş ölümü sonucu ortaya çıkan, dü şünceyle ilgili ızdırap, immün sistemin, lenfosit aktivitesini çöküntüye uğratır. Sağlığı zayıf bireylerde bunun sonucunun, öldürücü hastalık olabileceği belirtilmiştir. Yine geçtiğimiz Ağus tos ayında, “Health Insurance Plan of Greater New York” tarafından yayınlanan bir bildlrido. tek bir kalp krizi geçiren iki binden fazla kişi nin, yalnızlığı seven bireyler olduğu, ev ve İş yerlerinde büyük bir stres altında oldukları, vo bunların ikinci bir kalp krizi geçirme riskinin sosyal çevresi olan ve daha az stres altındaki bireylere göre dört kat fazla olduğu belirtilmiş tir. Araştırıcılara göre, stres sırasında salınan hormonlar, kişileri fibrilasyona (kalbin düzensiz atım yapması) daha meyilli hale getirmektedir

Seligman’a göre olaylar, kişilerin kendi do ğerlendirmelerine göre “iyi veya kötü”, “kont rol edilebilir veya kontrol edilemez”, “önceden sezilebilir veya sezilemez”, “şiddetli ya da ılım lı” olarak sınıflandırılabilir.

Laudenslager’in bir örneğine göre; “eş ölümleri”, şartlara göre farklı olarak ele alınma lıdır. “Şayet, polis gece yarısı evinize gelir vo size babanızın öldüğünü söylerse, ‘bu tam olarak
Uzun süreli felaketler, beyaz kan hücrelerini etkiler ve immüniteyi (barışıklığı) azaltır. Biliın adamları, hastalıklara kar »i korunmada pozitif pslko. lojik durumun etkili olııp olmadığım araştırmaktadır-
Hayal kırıklığı, sevinç, ümitsizlik: Pat ve Trlcia Nixon, Nixon’un istifa konuşmasını dinliyor.

John Mc Enroe, turnuva zaferi sonrası. Bunalım sırasında çocuğuyla Kaliforniya kamplarında bir göçmen işçi.

Fransa’da bir adamın Nazi işgali gecesinde yaşlı gözleri.

DUYGUSAL TİLT MAKİNASI

Bireylerin, dehşete düşmüş, kızgın, sinirli, felakete veya çöküntüye uğramış hissetmelerine yol açan olağandışı veya tehlikeli durumlar, ya da düşüncelerin altüst olması, bir düzine topla oynanan bir tiit makinasına benzer; vücutta parlama ve sönmelere yol açar. Bütün bu olayları başlatan kimyasal maddeler, hemen hemen kendiliğinden tüm vücudu etkiler. Konuya açıklık kazandırmak için, işlemler burada numaralarla gösterilmiştir.

Beyinden, böbreklere, kalbe ve sonra vücudun bütün üst kısmına giderler.

Beyindeki elektrokimyasal aktivite, hipotalamustaki hipotiz bezinde ACTH salınmasına sebep olur (1).

ACTH hormonu, kana karışır (2), böbreklere ulaşır (3).

ACTH burada tüm organları etkileyebilen kortizol, efineprin vb. hormonların salınması için adrenal (böbreküstü) bezini harekete geçirir. Efineprin, kalbi uyarır (4), kalp daha hızlı atar, krize doğru hızını artırır.

Mide (5), Metabolizmanın genel hızlandırıcısı gibi rol oynayan gastrin hormonu yapmaya başlar. Vücudun her tarafındaki hücrelerde hayati proteinler parçalanır ve sentezlenir (6).

Krize cevap olarak salır—rr hormonlar, kadınların adet dü zenini ve seks hormonlarındaki dengeyi bozar (7).

Böbrekler (8), kan damarlarında büzüş- (10) görevlerini yapamaz, immün sistem za-meylyl (kontrakslyonu) sağlıyan renin üre- lyıflar. Belli şartlar altında, keza beyin de timine başlar. ağrıyı azaltan uyuşturucular ve hormonlar

Yüksek kortizol düzeyi, beyaz kan hüc- salgılayabilir. Yüksek uyuşturucu düzeyi, has-relerlnln üretiminde rol oynıyan hayati or- talıklara karşı vücudun vermiş olduğu ceva-ganlara zarar verebilir. Dalak (9) ve timus bı bozabilir (11).
inceden bilinmeyen ve kontrolümüz dışındaki ir olaydır. Bu durum, ağrılı bir kansere yakalan-mş olan eşinizin ölümünü beklemekten çok arklıdır.

Ekman’a göre, araştırıcılar bir duygunun da-a kesin tanımına ihtiyaç duymaktadırlar.

Son yıllarda yapılan bir araştırmada Robert ovenson ve arkadaşları, kızgınlık, korku ve di-or duyguları yansıtmak üzere yüz kaslarının ireket etmesinin, vücutta derin fizyolojik etki-ir gösterebileceği sonucuna varmışlardır. Üriğin bu nedenle kalp atımı ve vücut sıcaklığı rtar. Kalp kası, düz kaslar ve saigı bezlerine ayinden direkt sinyal taşıyan sinir ağında ve ıtonom sinir sisteminde değişimler ortaya çı-ar.

Ekman, bu bulgulara göre; her bir duygulun otonom sinir sisteminde kendine özgü deği-iklikler gösterebileceğini, normal duyguların se kısa süreli olmaları nedeniyle sağlıkla ilgili orunlar çıkaramıyacağını öne sürmüştür. Aynı raştırıcı, cani ruhlu kişilerin, uzun süreli duy-lulara sahip bireyler olduğunu belirmiştir.
• Duyguların kendisi,

• Duyguların davranışa etkisi,

• Duyguların karaktere etkisi,

• Ruhsal hastalıklar

Bunların her biri bir öncekinden daha uzun sürelidir. Örneğin:

• Üzüntü ibir duygudur,

• Üzüntü, üzgün davranışlara yol açar (ağlama vb),

• Melankoli ruhsal hüzünlü karakterdir,

• Depresyon (ruhsal çöküntü) ise bir ruhsal hastalıktır.

Ekman’a göre, sadece duyguların karaktere etkisi ve ruhsal hastalıklar uzun süreli sağlık sorununa yol açmaktadır. Fakat bir duygu da evrimleşebilir ve sağlık sorununa yol açabilir.

Düşünce, vücuda yardımcı olabilir veya onu zarara uğratabilir. Bugün araştırıcılar, immün sistemin gücünün sağlanmasında daha yeni ve daha gelişmiş çalışmaların planlanmasına ihtiyaç duymaktadır; fakat fazla deney yapılması, daha çok finansman gerektirmektedir. Bu yüzden Eisdorfer “biz, bilimde daima yarım ölçek-

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*