wiki

EBU HANİFE

EBU HANİFE (asıl adı, Numan bin Sabit)
imaımazam denir, Hanefî mezhebinin
kurucusu (Küfe 699-Bağdat 767). Babası
Sabit bin Zütâ’dır. Ailesinin Kûfe’-
ye, Enbar, Nesa yahut Tirmiz’den geldiği,
Ebu Hanife’nin arap olmadığı bilinmektedir.
Türk veya iranlı olduğuna dair söylentiler
vardır. Ebu Hanife Kûfe’de yetişti ve
büyüdü, önce Kur’an’ı hıfz etti, sonra da
arap grameri ve edebiyatını öğrendi. Bir ara
babsının mesleği olan ticarete giriştiyse
de devrinin ileri gelen bilginlerinin uyarıla-
. rı üzerine tekrar ilim yoluna döndü. Bir
taraftan bilginlerin derslerine ve meclislerine
devam etmeğe, bir tarafdan da ortakları
vasıtasıyle ticarî işlerini yürütmeğe başladı.
Ebu Hanife’nin önce kelâm ve münazara,
sonra fıkıhla uğraşmağa başladığına
dair söylentiler vardır.
Ebu Hanife yaklaşık olarak on sekiz yıl
Hammad’dan ders okudu. Hocasının sağlığında
bir ara ondan ayrı bir kürsü açarak
ders okutmak istediyse de fıkıh’ konularında
yeteri kadar bilgi sahibi olmadığını görerek
vaz geçti.
Hammad’m derslerine devam ederken Hac
yapmak için sık sık Mekke ve Medine şehirlerine
gittiği ve bu arada o bölgenin
bilginleriyle görüşerek bilgisini arttırdığı, hayatta
kalan tâbiîn^den hadis dinlediği bilinmektedir.
Hocası Hammad’ın ölümü üzerine arkadaş
ve öğrencilerinin ricalarıyle hocasının makamına
geçti ve ders okutmağa başladı (737).
Bazı aralıklarla ders okutmayı otuz yıl kadar
sürdürdü. Alçak gönüllülüğü, din kurallarına
uyması, meseleleri incelikleriyle kavrayışı,
öğretme kabiliyeti ve güzel konuşması
sayesinde ünü kısa zamanda İslâm
dünyasına yayıldı. Çeşitli ülkelerden gelen
dört bin kadar öğrenci yetiştirdi’, öğrencileri
arasında kırk kadarı da müctehid* derecesine
yükseldi. Bunlardan en tanınmışları
Ebu Yusuf, Yakub bin İbrahim el-ensarî,
Züfer bin el-Hiizeyl Enbarî, Davud-üt-
Taiî, Esed bin Amr, Afiyet bin Yezid-ül-
Avdi, Hibban bin Ali, Muhammed bin Hasan-
üş-Şeybanî’dir.
Ebu Hanife hayatının elli iki yılını Emevîler
devrinde geçirdi. Emevîlerin son devirlerinde
idarenin gevşediğini, Ali taraftarlarının
harekete geçtiğini gördü. Kendisi
de ehl-i beyte karşı sevgi duyduğundan
imam Zeyd bin Ali Zeynelâbidin’-
in Emevîlere karşı ayaklanmasını, «onun bu
çıkışı, Hz. Peygamber Efendimizin Bedir
harbine çıkışma benzer» diyerek doğru bulduğunu
ve desteklediğini belirtti, imam Zeyd
bin Ali Zeynelâbidin’in ve daha sonra da
Horasan’da başkaldıran oğlu Yahya’nın öldürülmesinden
sonra duruma hâkim olan
Emevîlerin Irak valisi Yezid bin Hubeyre,
halk ile Emevîler arasında meydana çıkan
soğukluğu gidermek \e Ebu Hanife’nin de
Emevîleri desteklediğine halkı inandırmak
için Ebu Hanife’yi hazinedar ve kadı yapmak
istedi. Ebu Hanife’nin bu görevi kabul
etmemesi üzerine kendisine işkence yapıldı
ve hapse atıldı. Kaçarak Mekke’ye giden
Ebu Hanife, Abbasîlerin iktidarı alışma kadar
orada kaldı. Mekke’de kaldığı sürece
.hadis ve fıkıhla uğraştı; Malik bin Enes,
Süfyan bin Uyeyne ve Abdülaziz bin Seleme
gibi bilginlere kendi düşünce, ve sistemini
açıkladı.
Abbasî halifeliğinin kuruluşu üzerine Kûfe’ye
geldi ise de derslerinin ügi gördüğü
bir çevre bulamadığı için Mekke’ye döndü.
754’te Ebu Cafer Mansur’un halife olması
ve siyasî durumun normale dönmesi üzerine
Kûfe’ye yerleşerek derslerine başladı.
Ehl-i beyte eziyet eden Abbasîlerle anlaşamadı.
Muhammed Nefs-üz-Zekiyye ve kardeşi
İbrahim’in isyan edip öldürülmelerinden
sonra açıkça Abbasîlere karşı cephe aldı.
Hareketlerini yakından takip eden Ebu Cafer
Mansur ona resmî bir görev vererek
hükümete bağlı olup olmadığını anlamak istedi.
Ebu Hanife kendisine teklif edilen
Bağdat kadılığını kabul etmedi. Bunun üzerine
zindana atıldı. Çeşitli söylentilere göre
hapiste işkence yüzünden veya zehirlenerek
ölünce Bağdat yakınındaki Hayzuran
mezarlığına gömüldü. Kabrinin üzerine Melik
Eşref Ebu Said-ül-Müstevfî el-Harizmî
tarafından genişçe bir kubbe ve çevresine
de medrese yaptırıldı. Türk-tran savaşlarında
şiî-sünnî çatışmaları yüzünden türbesi
yıkıldıysa da Kanunî Sultan Süleyman ve
Murad IV tarafından iki defa yeniden yaptırıldı;
daha sonra da birçok onarımlar gördü.
Türbesinin etrafında kurulan mahalleye
Ebu Hanife’nin hatırasına saygı için Azamiyye
adı verildi.
Tâbiînin küçüklerinden, tebe-i tâbiînin de
büyüklerinden sayılan Ebu Hanife’nin hocaları
arasında çeşitli mezheplerden kimseler
vardı. On sekiz yıl derslerine devam ettiği
Hammad’dan halife Ali ve Abdullah bin
Mesud yoluyle gelen fıkıh ilminin özünü
öğrendi. Fıkhı, daha sonraki çalışmalarıyle
sistemli bir ilim haline getirdi. Derslerinde
fıkıh bilgisi verir, sonra da halkın
sorduğu meseleleri öğrencileriyle tartışırdı.
Ebu Hanife’nin bu yolla yarım milyona yakın
meseleyi çözdüğüne dair söylentiler
vardır. İslâm hukukunun her yönüyle ilgili
sorular ve cevaplar Ebu Hanife’nin ve dar
ha sonra da Ebu Yusuf’un öğrencisi olan
Muhammed Şeybani tarafından Zahir-ür-
Rivaye (Söylentilerin Görünüşü) adı verilen
bir dizi kitapta toplandı.
Ebu Hanife’nin fetvalarında ve çözdüğü meselelerde
görülen en önemli özellik, kendisinden
önce geleceğe ait farazî hükümler konmadığı
halde onun ileride olabilecek olaylar
üzerinde de düşünerek hükümler çıkarması,
fıkhı müşahhaslıktan çıkararak, mücerred
ve genel fıkhî ilkelere bağlamasıdır.’ Çağdaşı
olan fıkıhcılar sadece geçmişte ve halde
olan meselelerden beş on bin tanesi ile ilgili
hüküm verirken, Ebu Hanife’nin bir sonuca
bağladığı meseleler yüz bini aştı. Bu yüzden
de bunların tasnif gerekliliği hissedildi. Meselelerin
tasnifinden sonra da bunlar arasındaki
ortak noktalardan genel kurallar çıkarıldı.
Bunlara El-Asl adı verildi. Böylece
fıkıh, sistemli, bir bilgi haline geldi.
Ebu Hanife bir konuda hüküm verirken önce
Kur’an’da bir hüküm olup olmadığını
araştırır, yoksa o komiyle ilgili hadisleri
bulurdu. Fakat İslâm esaslarına ve asıllarma
uymayan haber-i vahid denilen hadisleri
kabul etmezdi. Eğer o Konuda hüküm
çıkaracak hadis bulamazsa ashabın fetva ve
hükümlerinden bir dayanak bulmağa çalışırdı.
Ebu Hanife’ye göre sahabenin fetva
, hükümleri doğruluğuna güvenilir birer kaynaktır.
Ama tâbiînin fetva ve hükümlerine
uymanın mecburî olmadığını söyler, o ko-.
nuda kıyas ve istihsana başvurarak kendi
görüş ve kanaatini belirtirdi. Ebu H^nife
bazen de, «ehl-i hal vel-akd» dediği, İslâm
büginlerinin müşterek hükümlerinden doğan
‘icmaları kaynak olarak kabul ederdi.
Hüküm verirken «haber-i vahid»i kabul etmediği,
tabiînin fetva ve hükümleriyle kendi
fetva ve hükümlerini bir tuttuğu için,
çağdaşı olan bilginlerce tenkitlere uğramış,
kendi reyi (görüşü) ile hareket etmekle suçlanmıştır.
Ebu Hanife’nin açtığı bu yoldan
öğrencileri de yürüdüğü için çeşitli dinî meselelerde
yorum ayrılıkları olan bir mezhep
doğdu. Bu mezhebe, kurucusuna nispet-
. le Hanefîlik* adı verildi. Ebu Yusuf, hocasının
ölümünden sonra derslerini devam ettirdiği
gibi, onun, imam Malik’in ve Ebu Hanife’nin
öğrencisi olan Muhammed bin Haşan
Şeybanî de El-Asi, Cami-üs-Sagir (Küçük
Derleme), Cami-iit-Kebir (Büyük Derleme),
Ez-Ziyadât (Fazlalıklar), Siyer-ül-Kebir (Büyük
Siyer) adlı kitapları meydana getirdi.
Bu eserlerdeki çözüm yollarından birçoğunun
Ebu Hanife’ye ait olduğu kabul edilir.
Ebu Hanife’nin sözlerinin öğrencileri tarafından
yazılmasıyle ortaya çıkan eserler çırasında
en tanınmışı birçok İslâm bilgini
tarafından şerh edilen Fıkh-ı Ekber’dir. (Büyük
fcıkıh). Ebu Hanife’nin olduğu kabul
edilen diğer eserler şunlardır: Fıkh-ülrEbsat
(Genişletilmiş Fıkıh), Kitab-ül-Âlim vel-Müteallim
(Bilginler ve öğrenciler Kitabı), £7-
V asiye, Kaside t-ün-Numaniye (Numaniye
Kasidesi), Marifet-ül-Mezahib (Mezhepler Bilimi),
Müsned-i Ebu Hanife. (Ebu Hanife’ye
isnat Edilenler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir