1859 da on iki yaşında iken Port Huron ile Detroit arasında işleyen trenlerde gazete ve içecek şeyler satmak için müracaat etmişti. Kısa bir süre sonra isteği uygun görüldüğünden hemen işe başlamıştı. Tren; bagaj, sigara içilen vagon, yolcu vagonundan ibaret üç vagonluk bir dizi halinde gidip geliyordu… Bagaj vagonu üç kompartımandan ibaretti: Paket ve balya kısmı, posta kısmı, sigara içilen kısım..
• Sigara içilen kompartımanda havalandırma tertibatı olmadığından kullanılmıyordu. Burayı gazetelerini ve eşyalarını koymak için Edison’a verdiler. O da evinin bodrum katında bulunan kıymetli kimya lâboratuvarını buraya taşıdı. Trenin gidiş ve dönüşünde kimya çalışmak ve deneyler yapmak için zaman buluyordu. Trende kazancı yerindeydi. Günde sekiz, on dolar kazanıyordu. Her gün kazandığının bir kısmını annesine veriyor, geriye kalan ile de âletler ve kimya maddeleri satın alıyordu. Edison o günlere ait hayatını şöyle anlatıyor : «Bir gün elimde ceviz ve tatlı sepeti olduğu halde; kompartımanları dolaşıyordum. Bir köşede iki genç oturuyor, bunların karşısında zenci uşak duruyor ve emir bekliyordu. Henüz siftah etmediğimden mallarımı ballandıra ballandıra övüyordum. Kılıklarından zengin olduğu anlaşılan bu iki gencin önlerine gelince: «Efendim ceviz almaz mısınız?» dedim. İkisi birden Pekiyi deyip sepetimdeki malları yakalayıp vagonun penceresinden dışarı fırlattılar.. Sonra da uşaklarına emrettiler: — «Nikodemus, delikanlının parasını ver!» Ben fiyatları söyledim. Uşak da içi gümüş ve altın dolu bir çantadan bana epey para verdi. Bu hale yolcuların hepsi güldüğü halde, yalnız o iki genç gülmemişti. Ben hemen dışarı fırlıyarak vagonuma geçtim. Sabah gazetelerini yakalayıp salona koştum. Aynı iki gencin yanına gittim. — «Gazete istemez misiniz?» dedim. Derhal alıp, pencereden fırlattılar. Nikodemus bana bir avuç para verdi. Ben tekrar vagonuma koştum. Ne kadar eski, yeni gazete, dergi varsa hepsini arkama yükledim. İki gencin karşısına gelince yine sordular: «Ne satıyorsun?». Ben de «eski romanlar, eski gazeteler, eski dergiler..» dedim. Hepsini yine elimden alıp pencereden attılar. Nikodemus yine bana bir hayli para verdi. Artık satacak bir şey kalmamıştı. Aklıma bir şeytanlık geldi. Eski kasketimi, eski caketimi, ve eski ayakkabılarımı yakalayıp bir sandığa doldurdum. Sandığı bağlayıp, sırtıma aldım, bin güçlükle salona getirdim. İki genç yine sordular: ««Çocuk! Yine ne satıyorsun bakalım?» — «Şu dakikada bana lüzumu olmıyan her şeyi efendim» cevabını verdim. Bütün yolcular kahkahadan kırılırken Nikodemus bana beş dolar daha verdi. Sandığı da vagonun penceresinden dışarı attı. Bu iki yolcu güney bölgesinden geliyorlardı. Bunların sevimli yüzlerini şefkatli bakışlarını ve büyük yardımlarını hayatımın hiçbir anında unutamadım». Tren her gün öğleden önce saat 10 da Detroit’e varırdı. Edison trenin burada kaldığı altı saat içinde, Detroiter Freien Presse gazetesini alır, noksanlarını tamamlar, lokantada kamını doyurur, geriye kalan saatlerini de şehrin genel kütüphanesinde geçirirdi.