wiki

Eğiterek sakındırmak (tedîb)

Bağlayıcı, farz ve zaruri olmadığı halde iyi, güzel, uygun olan davranış ve ibâdetleri teşvikte heyecanlı ve itici ifadeler kullanıldığı gibi, bunlann zıddı söz konusu olduğu zaman da caydıncı, alıkoyucu, engelleyici ifadeler kullanılmıştır. Eğitimde bu üslûb ve ifade hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Müctehid, bu ifadelerden hangilerinin kesin olduğunu, hangilerinin böyle olmadığını diğer delil ve karineleri değerlendirerek ayırmak mecburiyetindedir. Meselâ Peygamberimiz, namazı evlerinde kılıp cemâate gelmeyenler hakkında şöyle buyurmuşlardır: Hayatım elinde olana yemin olsun, içimden öyle geçiyor ki, emredeyim odun tolpansın, sonra söyleyeyim ezan okunsun, sonra birisine emredeyim cemâate imam olsun, sonra ben onlardan aynlıp evlerinde kalan adamların yanlarına varayım ve onlar içeride iken evlerini yakayım. Allah’a yemin ederim ki onların her biri yağlı bir kemik, yahut iyisinden iki ayak (paça) bulacağını bilse hemen yatsı namazına gelirdi!» (Buhârî, Ezan, 29, 34; Müslim, Mesâcid, 251-254). Şüphe yok ki Allah Rasûlü, cemâate gelmeyenlerin evlerini yakacak değildir, aynca «yağlı kemik…» gibi sözleri nâdiren söylemektedir; burada maksat, cemâatle namazın önemini anlatmak, ve cemâate gelmeme âdetini ortadan kaldırmak, müslümanlann cemâat sevabından ve bereketinden istifade etmelerini sağlamaktır: Peygamberimiz yine bu maksatla «şöyle şöyle yapmayan iman etmiş olmaz» ifadesini çeşitli konular için kullanmıştır. Bunlardan birinde şöyle buyurur: «Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!»’ «Kim, yâ Rasûlullah?» diye sorarlar, devam eder: «Komşusu, kötülüklerinden güvende olmayan kimse.^ (Buhârî, Edeb, 29; Müslim, îman, 73). Bu nevi kusurlann kişiyi imaıi- dan çıkarmadığı kesin deliller ile bilinmektedir; bu ifadenin yöneldiği maksat sakındırmak, ve bu gibi davranışların müminlere yakışmadığım etkili bir şekilde ortaya koymaktır.

  1. Örneklik ile ilgisi olmayan tabîî, beşeri davranışları .• Peygamberimiz bir insan olduğu, her insanda bulunan normal vasıflan, ihtiyaç ve temayülleri bulunduğu için bunlara, bağlı davranışlarda bulunması da tabiîdir. Günah ve yasak çerçevesine girmemek şartıyle gerek dini hayatında ve gerekse dünya işlerinde, günlük hayatında bu kabil davranışlarda bulunmuş, ümmetini de bu konularda serbest bırakmıştır. Yeme, içme, yatma, yürüme, binme şekli, bu konulardaki zevk ve tercihi burada örnek olarak zikredilebilir. Tamamen müsbet ilmin, tekniğin ve teknolojinin konusu olan dünya işleri de böy- ledir; O’nun bu konulardaki sözleri şahsî görüş, zan ve tecrübesine dayanmaktadır, ümmeti için bağlayıcı değildir. Bedir savaşında mevzilenme yeri ile ilgili görüşü ve tavsiye üzerine yer değiştirmesi, hurma ağaçlarının tozlaştınlması konusundaki reyi ve bunun sonucu ile ilgili örneklere daha önce yer verilmişti. Namazda secdeye giderken Rasülullah (s.a.) genellikle önce dzilerini, sonra ellerini yere koymuş ve böyle yapılmasını buyurmuştur (Ebû-Dâvûd, Salât, 137). Mâlik ve Evzâî gibi bazı müctehidlerin önce ellerin konması gerektiği şeklindeki görüşlerine, «Peygamberimiz yaşlandığı zaman, önce dizlerini yere koymakta güçlük çektiği için böyle yapmıştır, sünnet olan önce dizleri koymaktır» şeklinde cevap verilmiştir. İşte bu önce ellerin konması, ibâdet içinde de olsa beşeriyet icabı bir davranıştır. Peygamberimiz vedâ haccında, vedâ tavafından önceki gün, Mekke ile Mina arasındaki Abtah düzlüğünde konaklamış, burada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlanm kılmış, biraz istirahat etmiş, sabaha karşı halkı uyandırmış ve vedâ tavâfı için Mekke’ye gelmiştir. İbn Ömer bu düzlükte konaklama, namaz ve istirahatı sünnet (tebliğ tasarrufu) olarak yorumlamış ve ömrü boyu buna riâyet etmiştir. Hz. Âişe ise şöyle demektedir: «Bu konaklama sünnet değildir, Peygamberimiz bunu halka kolaylık olsun (burası müsait olduğu için rahatça toplanıp hazırlıklarını yaparak vedâ tavafına gidebilsinler) diye yapmıştır, isteyen burada konaklar, istemeyen konaklamaz.» (Buhârî, Hacc, 148; Ebû-Dâvûd, Menâsik, 86-87). Sabah namazından sonra sağ yanı üzerine yatıp istirahat etmesi de aynı şekilde farklı değerlendirilmiş bazılan bunu sünnet telakki ederken bazılan beşerî, tabîî bir olay olarak yorumlamışlardır. Hz. Meymûne’nin evinde Rasülullah (s.a.) in sofrasma kızartılmış çöl keleri konmuştu, yemek üzere elini uzattığı sırada bunun keler olduğunu söylediler ve elini geri çekti, «bu haram mıdır?» diye sorulunca «hayır, fakat bu bizim memleke
    timizde yoktur, ondan hoşlanmıyorum»’ dedi. Hadisi rivayet eden Hâlid b. Velîd diyor ki: «Bunun üzerine Rasûlullah’m gözü önünde keleri önüme çekip yedim.» (Buhârî, Zebâih, 33; Müslim, Say d, 44). Hâlid b. Velid’in b udavranışı, Hz. Peygam- ber’in keleri yememesini bundan hoşlanmamasına, keler eti yemeye alışmadığı için bunu sevmemesine bağlamasına dayanmaktadır. Helal olan bir şeyi sevip sevmemek beşerî, tabîî bir zevk ve tercih meselesidir. Buraya kadar Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in çeşitli sıfatlarla ortaya koyduğu, bağlayıcılık bakımından farklı hükümler ifade eden davranışlarını gördük. Şüphe yok ki O’nun asıl vazifesi ve Allah tarafından eğitilerek insanlığa gönderilmesinin sebebi peygamberliktir, tebliğdir ve rehberliktir; bu sebeple de davranışlarının çoğa bu sıfatına dayanmaktadır. Bunun en açık işareti de herkesin duyması için gayret sarfetmesi, herkesin gözü önünde uygulaması, buna uygun üslublar kullanmasıdır. Ancak verilen ve çoğaltılması mümkün bulunan örnekler O’nun, başka sıfatlarla ve bağlayıcı olmayan davranışlarda da bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu davranışlarının önemli işaretlerinden biri herkesin duyması için gayret göstermemesi, uygulamada ısrar etmemesidir. Nitekim ebedî âleme intikalinden önceki hastalığında bazı tavsiyelerini yazmak üzere bir kâğıt istediği zaman yanında bulunan sahabe konuyu tartışmış, bazıları «Allah’ın Kitabının elde olduğunu, dinin tamamlandığının bildirildiğini, bu halinde Hz. Peygamberi bunlarla rahatsız etme ve yormanın doğru olmayacağını» ileri sürerek kâğıt getirmeyelim demiş, bazıları ise getirmek istemişlerdi. Peygamberimiz tartışmayı keserek vazgeçtiğini bildirdi CBuhârî, îlim, 39; Müslim, Vasiyet, 22). Eğer bu isteği bir tebliğ olsaydı, peygamberlik görevinin gereği bulunsaydı, «güneşi sağ eline, ayı da sol eline verseler jöne bu isteğinden vazgeçmezdi», ısrar eder ve vazifesini yerine getirirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir