EKBER ŞAH (Ebül-Fefh Celâleddfn);
Bâbürlü Türk İmparatorluğunun üçüncü hükümdârı.
Bâbür Şahın torunu ve Hümâyûn ile Hâmide
Banu’nun oğludur. Hümâyûn’un, Sir Han ile mücâdelesi
esnâsmda uğradığı ağır bir mağlûbiyet
üzerine, âilesi ile birlikte iltica ettiği Ömerkot’ta
1542’de dünyâya geldi.
Daha küçük yaşından îtibâren babasının yanında
önemli hizmetler gören Ekber’in ilk başarısı
1555’te Serhend’e saldıran İskender Şahı mağlub
etmesidir. Komutanlar arasında zafer şerefini
paylaşamamaktan doğan ihtilâf, Hümâyûn tarafından
oğlu Ekber’e gönderilen ve kumandan olarak
tebriklerini bildiren nâme ile bertaraf edilmiştir.
Ekber bundan sonra 1555 Temmuzunda
idârî işlerine atabeyi Bayram Han tarafından bakılmak
üzere, Pencap vâliliğine tâyin edildi. Babası
Hümâyûn’un bir kazâ neticesinde ölmesi üzerine,
tahta dâvet edildi. O gelinceye kadar, bu sırada orada
bulunan Şeydi Ali Reis’in tavsiyesi üzerine,
Osmanlı töresine uygun olarak, Hümâyûn’un ölümü
gizlendi ve Şubat 1556’da Ekber, Hind-Türk İmparatoru
îlân edildi.
Ekber 14 yaşında devletin başına geçtiği zaman,
babasından kendisine miras kalan ülke, Bayram
Hanın küçük ordusunun hâkim olduğu Pencap’ın
bir kısmı ile Ganj ötesindeki Katehr eyâletinden ibâretti. Delhi ile Agra, babasının ölümü
ile düşmanların eline geçmişti.
Saltanatının ilk yedi senesinde harplerle meşgûl
olan Ekber, ilk iş olarak Delhi ile Agra etrâfındaki
memleketlerde hâkimiyetini tesis etti.
1567’de Racputların kalesi Çitor’u zapt ve Ecmir’i
fethetti. 1572’de Gücerât’a yürüyerek müstakil Ahmedâbâd
sultânlarının sonuncusunu mağlub edip bu
ülkeyi, hükümdâr nâibi tarafından idâre edilen
mümtâz bir eyâlet (subah) hâline getirdi. Ganj Vadisi
de imparatorluk hudutları içine alındı. Ayrıca
1578’de Orisa, 1581’de Kâbil, 1587’de Keşmir,
1592’de Sind ve 1594’de Kandehar alındı. Bundan
sonra ordularını Dekken’in Müslüman hükümdârları
üzerine tevcih ederek Berar’ı ellerinden aldı.
Ekber’in askerî ve siyâsî faaliyetleri yanında
özelliklerinden biri de teşkilâtçı oluşudur. Geniş ölçüde
ıslâhâta 1573’te başladı. O yıl “damgalama nizâmı”
konarak, bütün zeâmetler hükümdâra bağlı
devlet mülkü hâline getirildiği gibi, devlet memurlarının
mertebe ve dereceleri de tesbit edildi.
Zeâmet usûlünde de yeni tedbirler alındı. Erinden
en kuvvetli komutanına kadar herkese devlet hazînesinden
maaş bağlandı. Arâzi gelirlerini kontrol
için “kurubî” denilen tahsildârlar teşkilâtı kuruldu.
Ekber’in en zararlı icrââtlarından birisi, “Dîn-i
İlâhî” adıyla yeni, bozuk bir din kurmasıdır. Şeyh
Mübârek’in riyâkârâne telkin ve teşvikleri altında deEkber, 1582 senesi yağmur mevsiminde bütün vâlilerin
sarayda bulunmalarını fırsat bilerek dînini resmen
îlân etti. İşte bu târihten îtibâren ölümüne kadar
imparatorluk bünyesinde ve özellikle sarayda
Ehl-i sünnet âlimlerine îtibâr azaldı ve Ekber’in dînine
temâyülü olanlar baştâcı yapıldı. Mecûsî, Brehmen
ve Hıristiyanlara hürriyetler tanırken, Müslümanlara
çeşitli eziyet ve işkenceler yapılmaya başlandı.
Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî hapse
atıldı ve işkencelere mâruz kaldı. Ehl-i sünnet âlimlerinin
lâyık oldukları değere kavuşmaları, Ekber’den
sonra tahta çıkan oğlu Cihângîr zamânmda
olacaktır. Ekber’in bu dîni ülke çapında pek taraftar
bulamadı. Yakın adamlarından târihçi Ebü’l-Fazl’ın
öldürülmesi ile bu din zayıflamaya başladı, Ekber’in
ölümünden sonra ise tamâmen terk edildi.
Ekim 1603’te şiddetli bir dizanteri hastalığına
yakalanan Ekber, 25-26 Ekim 1603 gecesi öldü.
Cenâzesi İslâmî usûllere göre kaldırıldı. Cesedi, saraydan
10 km uzaklıktaki o zamanlar Behiştâbâd
denilen ve daha sonra İskender adı verilen bahçeye
gömüldü. Halefleri tarafından üzerine büyük bir
türbe yaptırıldı.
EKBER ŞAH (Ebül-Fefh Celâleddin)
20
Eki