EN ESKİ ZAMAN ANSİKLOPEDİSİ
Günümüzde olduğu gibi eskiden de insanların bilgi ihtiyacını karşılayan ansiklopedik eserler vardı. Bu eserlerin en ilginçlerinden birisi de Kazvinınin Acâibu l-Mahlûkât ve Garâibu l-Mevcûdât isimli eseridir…
İnsanı bilgiye götüren en temel sâik meraktır. Ademoğlu asırlardır merak ettiği, ihtiyaç duyduğu, cevabını aradığı meselelerin peşinden koşmuştur. Bu ihtiyacı kimi zaman âlim bir insanın cevabı, kimi zaman tozlu bir kitabın yaprakları, kimi zaman kulaktan kulağa yayılan rivayetler ve kimi zaman da kendi kendimize edindiğimiz tecrübeler karşılamıştır. Son yıllarda ise bilgiye ulaşma biçiminde, hayatın her alanında kendisini kuvvetle hissettiren teknolojik gelişmeler ile insanların alışkanlıklarında birtakım değişiklikler meydana geldi. İnsanlar artık -kaynağım ve doğruluğunu sorgulamayı düşünmeden- hızlı bir şekilde bilgi ihtiyaçlarını genelde kitle iletişim araçlarıyla karşılıyorlar. Aradığı bilgiyi ansiklopedi ve lügatlerin sayfalarında bulmaya çalışan öğrenci neredeyse kalmadı. Bu durumun insanları tembelliğe itmesi bir tarafa, sıhhati sorgulanmadan edinilen “bilgi kırıntılarının” bilhassa genç dimağlarda tehlikeli sonuçlar doğuracağı da aşikâr. Peki ya eski devirlerde bu ihtiyaç nasıl gideriliyordu? Eski devirlerde de durum pek farklı değildi aslında, insanların bilgi ihtiyacını karşılayan ansiklopedi tarzında eserler mevcut idi. Muhtelif misaller verilebilir: Eminim sizin de ilk aklınıza gelen, kütüphanelerimizin lazım-ı gayr-ı mufârıkı yani vazgeçilmez parçalarından biri olan Marifetname’dir. Hâlâ memnuniyetle istifade ederiz. Pek bilmeyiz ama bir diğeri Dîvânü Lugâti’t-Türk’tür. Birçoğumuz sadece basit bir lügat zannederiz Ali Emiri Efendi’nin nazlı yadigârını. Ama o da şiirden edebiyata, sözlükten takvime âdet ve göreneklerimizi asırlar öncesinden bize aktaran bir kırkambardır. Yine on besinci asırda devrin padişahının emriyle ve Mercimek Ahmed’in güzel Türkçesiyle kültür hayatımıza kazandırılan ve hâlâ istifade ettiğimiz Kabusnâme de bu kabildendir, işte bu eserlerden biri de ismiyle müsemma, hayret verici bilgilerin bulunduğu Acâibü’l- Mahlûkât ve Garâibü’l-Mevcûdât adlı kitaptır. Eser, on üçüncü asrın ünlü coğrafyacılarından ve batılıların “Araplar’ın Plinius’u” ismini verdikleri Kazvinî (Zekeriya bin Muhammed, 1202-1283) tarafından Arapça olarak kaleme alınmıştır. İslam tarihinde, bu tür eserlere Acâibü’l-Büldân. Acâibü’l-Hind gibi isimler verilmiştir. Bu eserlere isim olan acâyib kelimesi “harika, görülmemiş, hayret verici” gibi manalara gelmektedir. Buna benzer birçok eser yazılmıştır İslam tarihinde. Ancak meşhur ismiyle Acâibü’l-Mahlûkât, kendi sınıfı içerisinde asırlardır en çok tercih edilen ve diğer dillere tercüme edilenidir. Kazvinî’nin döneminde yaygın olan bilgilere, tecrübelere ve Helenistik çağdan intikal eden malumatlara, gezgin ve tacirlerin aktardıklarına dayanarak yazdığı eseri çok revaç bulmuş ve bazen aynen bazen de kısaltılarak veya eklemeler yapılarak Farsçaya ve Türkçeye tercüme edilmiştir.
Eserin Türkçe tercümelerinden en meşhurları, Yazıcıoglu Ahmed Bîcan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’nın hocası Surûrî tarafından, talebesinin ricası üzerine yapılan tercümelerdir. Surûrî tercümesi minyatürlüdür. Ansiklopedik bir eser olan Acâibü’l-Mahlûkat, coğrafyadan kozmografyaya, tıp ve eczacılık bilgilerinden hayvanlar ve bitkiler âlemine kadar birçok mevzuyu ihtiva etmektedir. Dünya ve insanın yaratılışı, hangi hayvanın nerede yaşadığı, ne gibi acayip özelliklerinin bulunup hangi dertlere iyi geldiği gibi birçok malumat bulunmaktadır. Kitapta eski zamanlarda karşılaşılan hastalıklara, hastalık kabilinden rahatsızlıklara -bugün bile kullanılan- pratik çözümler bulunmaktadır.
1453 yılında meşhur mutasavvıf ve âlim Gelibolulu Yazıcıoğlu Ahmed Bîean tarafından tercüme edilip Harputlu Şeyhzâde Muhammed tarafından istinsah edilen (çoğaltılan) söz konusu eser, Ankara Millî Kütüphane’de bulunmaktadır. Eser, Mora’mn fethedildiği tarih olan 1458 yılında istinsah edilmiştir. Yazıcıoglu eserini şeyhi Hacı Bayram-I Yeli hazretlerinin himmeti ile tercüme ettiğini ifade etmektedir. Eserin dili, iktibas edeceğimiz metinlerden de anlaşılacağı üzere halkın anlayacağı tarzda sadedir. Yüz altmış sayfa olan eser, orjinalinden hayli kısadır. Beş bölümden oluşan eserin birinci bölümü yüz on fasıldır ve en uzun kısım olup yüz kırk dört sayfadır, ikinci bölüm on dört sayfadır ve fasıllara ayrılmamıştır. Kalan üç bölüm i$e bes sayfadır ve orijinal esere eklemedir. Eserde bir adet eçzacılık lügati ve bir adet de harita mevcuttur.
Coğrafya, kozmografya, madencilik, eczacılık, tıp, bitki, hayvanlar âlemi ile iştigal eden bilim adamlarının ve meraklılarının bu bilim dallarının tarihî seyrmi takip edebilecekleri sıra dışı bir eser
Esere klasik tarzda besmele, hamdele (Allahü Teâlâ’ya hamd) ve salvele (Peygamber efendimiz ile [s.a.v.] âl ve ashabına salât) ile giriş yapan ¥azıeıoğlu’nun, eseri ne maksatla yazdığım beyan ettiği sebeb-i telif kısmım, yazarın dilinden beraber okuyalım“…Sebeb-i tahrîr-i kitab odur ki, i-aalât؛tm masnuât ederken gönlüme bu dü$dü: Alemin bazı aeâyiblerini bir yere cem edem. Husüsâ ki İskender zamanında cihan hâkimleri cem olub, arsdan tâ ferşe varınca [ya kadar] ne denli garib âlem var ise beyân etmişlerdi. Amma bu kitab Arapça olunca bizim vilayetimizin ümmîleri okuyub fayda edemezler deyü say ve ihtimâm eyledüm. Şeyhim sultânu’l-meşâyih, kutbu’l-muhakkıkîn El-Hac Bayram’ın âlî himmetinde bu kitabı bir yere cem ettim.”
Özetleyecek olursak Yazıcıoğlu, kâinâtm yaratılışını düşünürken bu âlemin hayret verici bilgilerini bir yere toplamak istediğini; İskender zamanında böyle bir işin yapıldığını, daha sonra ise Arapça bir kitap yazıldığını ancak Arapça bilmeyen halkın bu kitabı okuyup anlayabilmeleri için şeyhi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin yardımıyla bu kitabı tercüme ettiğini ifade etmektedir. Muhtelif konulardan müteşekkil eserde, bugün dahi istifade edilebilecek malumatlar mevcut. Cümle yapısı, gramer özellikleri ve kullanılan kelimeler itibariyle Anadolu’da neşv ü nemâ bulan Türkiye Türkçesi ’nin geçiş dönemini aksettiren eser, Türkçe’nin lisanî gelişimini tesbit edecek dilcilerimiz için de zengin bir kaynak. Ayrıca coğrafya, kozmografya, madencilik, eczacılık, tıp, bitki, hayvanlar âlemi ile iştigal eden bilim adamlarının ve meraklılarının bu bilim dallarının tarihî seyrini takip edebilecekleri sıra dışı bir eser.
Kaynaklar: Acâibü’l-M ahlukat, DİA, c.l, s.315-317; Kazvînî, Zekeriyya bin M uhammed, DİA, c.25, s.160
Acâibü’l-Mahlukat’tan
.. .Kaçan agu içmiş adama deve südin birkaç kere içürseler aguyı döndüre ve bir dişi çürimiş adamun dişi ağrır olsa ol südden ağzında biraz dutsa hoş ola… (s.34) .. .Göz yidi katdır evvel katma tabaka-i sulbiye dirler ve ikinci katma rutubet-i zücâciye dirler üçünci katına celidiyye dirler ol zücâciyyeyi kablamışdur dördünci katma ankebutiyye dirler beşinci katına rutubet-i beyziyye dirler yumurta ağına benzer altıncı katma tabaka-i karniye dirler ak boynuza benzer yidinci katı gayet agdur ana tabaka-i mültehime dirler ve sag gözden sol göze bir sinir gider gelürler iki kas arasında buluşurlar sag göze bir afet irişürse nurın sola götürür solun nurun saga götürür ve teprenmede gözlerün yukarı kapakları teprenür eger aşağı kapaklar teprene idi gözden inen yaş gözün içinde kalurdı pişerdi irin olurdı ve dahi kirpiklerile gözleribizedi… (s.55-56) .. .Kaçan yir oynasa yir oynamazdan evvel Hak Teala anlara (kuşlara) bildürür anlar dahi bir yire cem olurlar öterler feryad iderler öyle olsa tecribe ehilleri bilürler kaydların görürler… (s.61)