ESERİNİN SONRASI
Kepler Ortaçağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminin hem tanığı, hem aktörüdür. Gözleme öncelik tanıyan çalışmaları bilimsel yöntemin başlangıcım vurgular. Ancak astroloji ve dinamik alanlarındaki fikirleri, tam gerçeğe ulaşmak için daha pek çok mesafeler kat edilmesi gerektiğini gösterir ve Newton’un düşüncelerine kapıyı açar.
Özellikle astronomlar için Kepler üç temel yasanın bulucusu olarak ölümsüzleşmiştir. Gerçi onun ortaya koyduğu şekilleriyle bu yasalar ancak döneminde ulaşılabilmiş olan ölçümlere tekabül ederse de, bugün onları Newton’un yasalarından çıkarmak mümkündür. Bunlann, gezegenin Güneş’in karşısında tek başına olduğu ve küdesinin Güneş’in kütlesine oranla önemsiz sayıldığı durumlar için geçerli olduğu gösterilmiştir. Onun içindir ki, daha dakik bir sonuca varmak amacıyla, üçüncü yasa bazen değiştirilerek a3/P27nin (a = gezegenin Güneş’ten ortalama uzaklığı, P = dolanım süresi) Güneş ile gezegenin toplam kütleleriyle orantılı olduğu şeklinde yazılır (oysa, en büyük gezegen olan Jüpiter’in bile küdesinin Güneş’in kütlesinin ancak binde biri kadar olduğu düşünülecek olursa, Kepler’in yasasının doğruya ne kadar yaklaştığı görülür).
îlk iki yasaya gelince, odak olarak alınan, Güneş’in kendisinden ziyade güneş sisteminin ağırlık merkezidir. Kepler tarafından tarif edilen yörüngeler bugün daima kısa bir süre içindeki hareketleri betimlemek için kullanılır ve öpüşen yörünge parametrelerinin (merkezden uzaklık, eğiklik…) çok yavaş değiştiği kabul edilir; tedirginlik teorisi denilen budur (salt eliptik hareket başka gökcisimlerinin varlığı yüzünden aksar). Kepler ve New-ton’un teorilerinden kaynaklanan bu teori gezegenlerarası sondaların dakik bir şekilde yönlendirilmesini ve aynı zamanda çift yıldızların kütlelerini ve Güneş’ten uzaklıklarını ölçmeyi mümkün kılar. Bu ölçüler evrenin boyutlarını tahmin edebilmemiz için zorunlu aşamalardır. □
ASTROLOG KEPLER
Astroloji (ilmi nücum) üzerindeki düşüncelerinin çoğu çeşidi eserlerine dağılmış vaziyettedir, ama Kepler ayrıca «Astrolojinin Güvenilir Temelleri» (De fundamentis Astrologiae Certiorilous, 1601) ve «Astrologicus» (1620) adlı iki eser de yayımlamıştır.
Bir astronomun astrolojiyle uğraşmış olması belki yadırganabilir, çünkü alt tarafı astroloji bilimsel bir temele dayanmayan boş inançlardan ibarettir. Ne var ki, Kepler’in zamanında bilim ile inanç (veya din) arasında bugün gözettiğimiz ayırım gözetilmezdi. Bu itibarla bir «bilimci»nin o dönemde astroloji hakkında neler düşünmüş olabileceğini tasavvur etmek güçtür.
Kepler bu bilgi alanım, yani astrolojiyi, «fakir annesi astronomiyi besleyen ar daman çadamış bir kız» olarak tarif eder. Onun içindir ki, almanakların yanı sıra horoskoplar ve yıldız falları yayımlamaktan çekinmez. Bununla beraber, fikirlerine sadık kalarak, astrolojiyi de sağlam ve «bilimsel» temellere oturtmaya çalışır. Bu çerçeve içinde, o zaman bu konuda okutulanların bir kısmını saçma bularak reddetmiş, bazılarını ise benimsemiş ve nihayet bazı fiziksel (veya öyle saydığı) temellere dayanarak bunlara birtakım eklemeler yapmıştır (mesela, gezegenlerin kendilerine özgü bir ışık kaynağı olduğunu, dünyanın ruhunun Güneş’te temerküz ederek gezegenleri hareket ettirdiğini ileri sürmüştür). Buna karşılık, söz ile nesne arasında her türlü sembolik ilişkiyi reddeder: burçların ve yıldız kümelerinin isimlerinin keyfî olduğunu, zodyakın on iki eşit kısma bölünmesinin matematiksel bir kolaylık teşkil etmekten başka bir amacı olmadığını bilir. Onun için de bir gezegenin esas «evi»ne ve on iki astroloji evine ilişkin bütün teorileri reddeder. Aynca bütün bu inançların paganizmin ve hatta şeytana tapmanın artıklan ve pis kokulan olduğunu söyler.