Genel

EŞİTSİZLİK

EŞİTSİZLİK 

eşitsizlik

eşitsizlik

 

26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Haklan Beyannamesi’nin birinci maddesi, «İnsanlar özgür ve eşit haklara sahip olarak doğar ve yaşarlar; toplumsal ayrımlar ancak kamu yaran üzerinde temellenebilir», der. Ne var ki, hukukî eşitlik ilkesi, maddî ve kültürel farklılıktan ortadan kaldırmadı. Bu farklılıklann saptanması ve eşitlik fikri konusundaki düşünceler toplumsal eşitsizliklerin nedenlerine ilişkin değişik yorumlara ve bunlan azaltmayı veya ortadan kaldırmayı hedefleyen yollann tasarlanmasına yol açtı.
Güneydoğu AsyalI hamal Bir Antikçağ felsefe geleneği, toplumu, herkesin hiyerarşik bir ve taşıdığı müşterisi. düzen içinde yer alan bir görevi yerine getirdiği bir organizma olarak tasarlar; aynı şekilde, eski krallıklar zamanındaki imtiyazları ve ayrımcılığı da, yüzyıllarca, Tanrı’nın istediği bir düzenin özünde var olan bir şey olarak algılanmış, doğal sayılmış, İnsanî kurumların yarattığı haksızlıklar olarak tanımlanmamıştır. Tersine, birtakım kültürel veya ideolojik tasarımlar, (cinsiyetten, deri renginden, bedensel veya zihinsel yetilerden kaynaklanan) doğal farklılıkları toplumsal eşizsizlikler haline dönüştürebilir.

HUKUK VE GERÇEK

Fransız Devrimi’nin ayrıcalıkları ortadan kaldırdığı ve hak eşitliği ilkesini ortaya koyduğu andan itibaren (çalışmanın ücretlen-dirilmesinde, iş yapma imkânında, mülke sahip olmada, sağlık veya adalet sisteminden yararlanmada [ilköğrenim veya üniversite öğrenimi, müzeleri gezebilme, okuma veya bir sanatı uygulamada, nihayet ulusal dile hâkim olma konusunda], kültür karşısında sürmekte olan) toplumsal eşitsizlikler sorunu ideolojilere göre değişik cevaplar bulmuştur.

Toplum üyeleri, herkese eşit tarzda davranan hukuk açısından eşit; yetenekleri, iktidar konumlan veya yaşam koşulları açısından farklı kabul edilmiştir. Beyanname’nin 6. maddesine göre,
her insanın «erdem»leri ve «yetenek»leri onu diğerlerindeı eder. Dolayısıyla eşitlik, şansların eşitliği olarak tanımlanır > tü hiyerarşisi, katkıları veya başka deyişle, hak edişleri ölç de maddî veya sembolik ödüller alan eşit bireyler arasınd; rekabetin sonucudur. Liyakata önem veren bir yönetim s. (;meritokmsi) gelir eşitsizliklerine uyum sağlar ve araçların ı lendirilmesini ihtiyaçların değerlendirmesiyle karşılayan rimlilikleri azalmış olanların yardımına koşma kaygısını ye ahlak alanına bırakır.

Liberalizm

Liberal düşünceye göre hukukî eşidik ilkesi, içeriksiz bir olmak bir yana, hukuk devlederinde, 1789’da ilan edilen haklan geri döndürülemez kılmasına ve örgüdenme hak grev hakkının ve gecikmiş olarak da olsa kadınlara oy hal gösterdiği gibi, bu hakların alanlarını adım adım genişletn imkân tanımıştır. Politik eşidik (bir insanın bir oya eşit oldu anlamında, yoksa etki anlamında değil) hukukî eşidiğin arc gelmiştir. Tocqueville’in eserlerini okuyan Fransız filozofu C Lefort, Hannah Arendt’in analizlerinden esinlenmiş şu tezi nur: modem demokrasi her bireye «haklara sahip olma hak tanınmasına dayalı olarak kurulduğuna göre, eşitlik isteğin kukî ifadesi, toplumsal eşitsizliklere karşı en güvenilir mü aracıdır. Demek ki eşitlik fikri, farklılıkları önceden varsaya

İngiliz Hayek gibi aşırı liberallere göre, serbest piyasa ya na dayanan ekonomik sistemin zararlı sonuçları öldürücü tutku haline gelirse ve toplumsal adalet özlemi, totalitariz humlarını içeren bir liberal düşünürlerin çoğu, «ancak ortak ra dayanmak şartıyla» eşitsizlikleri düzeltme olanağını dişi, lar. Nitekim, John Ravvls’ın «Adalet Kuramı»na (A Thec Justice, 1971) göre, bazı eşitsizlikler toplumun dinamizmi ■ tünlüğü için gereklidir; meşrudur, çünkü kamu yararınadır’ tahlilde, en zor durumda olanların lehinedir; fakat, en yol rmki de dahil, herkesin iyiliğine zarar verebilecek eşitsiz azaltmak veya ortadan kaldırmak uygun olur.

Eşitlikçilik

Bir başka öğreti, 1789 Bildirisi’nin tanımını toplumsal ko daki gerçek eşitsizliklerin fiilen yalanladığı veya geçersi: gösterdiği biçimsel veya sembolik bir eşitlik tanımı olarj rumlar: bu doğrultuda tercih, yurttaşların eşitliği önermesi) şulların eşitliği olarak anlaşılan ve o andan itibaren ulaşılac def düzeyine yükseltilen gerçek bir eşitlik isteminin dile j mesi olarak görüp kabul etmektir. Nitekim Babeuf’den ( Komplosu) Marx ve ingels’in Komünist PartiManifestosu’nm nifest Der Kommunistischen Partei) 1848’de başlattığı ya bir buçuk yüzyıllık macerayı belirlemiş kuramcılara kadar e çilik ve ilerlemecilik yandaşları, bunu böyle anlamışlardır. E «sınıf uzlaşmazlıkları koşulları»nm ortadan kaldırılmasını hükümranlığının, başka deyişle komünizmin doğuşuyla c leştiriyorlardı.

Bu karşıt tezlerde, demokrasinin iki temel ilkesini, özgi ve eşitliği bağdaştırmanın zorluğu kendini gösterir. Bir yz olanak eksikliği nedeniyle, her bireyin yaşamını istediği gil dürme hakkı tüm anlamını yitirir. Diğer yandan, zenginli paylaşımına bir iktidarın müdahalesi bireysel özgürlüğü su

Rousseau’nun Fransız Devrimi’nden çeyrek yüzyıl öno lum Sözleşmesi’nde (Du Contrat Social) geliştirmiş olduğu biçimsel eşitlik ve gerçek eşitlik diyalektiğine temel oluştun litik topluluğu oluşturan anlaşmanın, fizikî eşitsizliklerin ; «ahlakî ve meşru» bir eşidik koyduğunu ve «güç veya d eşitsiz» bireylerin «hepsinin itibarî ve hukukî olarak eşit gelmesine imkân tanıdığını öne sürerek, «kötü yönetimlere eşitliğin, «yoksulu yoksulluğu içerisinde, zengini de gas içerisinde» tuttuğunu saptar. Gelecekteki toplumların bu < nüşteki ve yanıltıcı eşidik»ten kurtulması ve «devlete tut kazandırmak» için Rousseau, «zenginlik içinde yüzen inşa «baldırıçıplaklar»dan ayıran ekonomik mesafeyi kapatm; «aşırı uçları olabildiğince» yakınlaştırmayı önerir.

Ekonomik eşitsizlikler

Modem politik düşünce, başlangıcından itibaren, ekoı eşitsizlikleri, toplumsal eşitsizliklerin ana dışavurma biçi eşitlikçi toplumsal ilişkilerin kurulmasının önündeki temel olarak belirlemiştir: alım gücü ölçüsü olan parasal gelir eşitsizliklerin tek belirleyici nedeni olmasa bile, gündelik; koşullarının, özellikle barınma, tüketim ve kendini yetiştirr şullarının niteliğini dolaysız olarak belirler. Uzun vadede, uçları» yakınlaştırma hedefi üç sürecin etkisiyle gelir yelpa :ki daralma ile, bir eğilim olarak gerçekleşti: ücret artışım hedef-/en işçi mücadelelerinin gelişimi; bir üretim ve kitle tüketimi steminin, fordculuğun, dünya çapında yayılmasıyla XX. yy’da ışlayan, kimi mallara ve uygulamalara katılımdaki demokratik-şmeye yol açan sürekli sanayi devrimi, nihayet, gelişmiş top-mlarda, (vergi ve «erken emeklilik», sağlık sigortası, aile yarımları, işsizlik sigortası ve buna bağlı olarak asgarî ücret garan-sinin oluşturulması yoluyla) zenginliklerin bir tür yeniden pay-şımım sağlayan sosyal devletin kurulması.

Bu nesnel ilerlemeye rağmen, Rousseau tarafından ortaya atlın, «hiçbir yurttaş başka birini satın alabilecek kadar zengin ve iç kimse de kendini satmak zorunda kalacak kadar yoksul olma-nalıdır» isteğinin tersine, XX. yy’ın sonunda yalnız geri kalmış Ikelerde değil zengin Batılı ülkelerde de ekonomik eşitsizlikler, adece nüfusun artan bir bölümü için büyümekle kalmadı, aynı lamanda tehlikeli biçimde ağırlaştı. Milyonlarca insanı etkileyen ‘e meslek, kalifiyeleşme ve öğrenim konularında eşitsizliğin büzülmesini yansıtan kitlesel işsizliğin sonucu olan modern bir yok-iulluk doğdu. Ekonomistler ikili emek pazarından söz ediyorlar; gazeteciler iki vitesli toplumdan.

Çalışma konusundaki eşitsizlik, böylece yeni bir dışlanmış nü-:us yaratmanın ötesinde, bizzat emekçilere, şu üç noktada, gelir Earklılıklarmm elbette yalnızca yansıtmaktan ibaret kaldığı temel eşitsizlik olarak görünüyor: aile yardımları hariç, zaten meslekî gelirlere göre hesaplanan toplumsal yardım gelirlerinin artan önemine rağmen, çalışmanın, gelirlerin ana kaynağım oluşturması; çalışma biçimlerinin eşitsiz biçimde zahmet verici veya ödüllendirici olması ve en usandırıcı çalışmanın genellikle en az ücret verilen çalışma olması; nihayet, çalışmanın çalışanı sınıflandırması veya birbirinden ayırması («köylü» aşağılayıcı bir ifade olabilir, ama «doktor» olamaz, oysa bir çiftçi bir doktordan veya eğitmenden daha fazla gelir elde edebilir). Bu nedenlerle, çalışma konusundaki eşitsizlik toplumsal tabakalaşmanın gerçek temelidir.

BİRİKME VE YENİDEN ÜRETİM

Çağdaş sosyolojinin, özellikle de Batı sosyolojisinin bir bölümü ve esas olarak Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün çalışmaları, hükmeden ile hükmedileni karşı karşıya getiren güç ilişkileri olarak anlaşılan eşitsizlikçi ilişkilerin toplumsal yapısında kendini devam ettiren süreçleri, hükmedilenlerde hâkimiyetin uygulanabilmesi için gerekli rıza gösterme davranışlarını doğurmaya yönelik olarak hükmedenlerce yaygmlaştmlan meşrulaştırma stratejilerini anlaşılır kılmaya yöneliktir. «Görünür doğal eşitsizlikler tarafından toplumsal olarak koşullanmış kültürel eşitsizliği sistematik olarak ortaya çıkarmak» söz konusudur. İster iradî, ister iyi niyetle olsun, aldatmaca, doğuştan yeteneklere, aile veya okul eğitiminin meyvesi olan yetenekler eklemekte ve fiilen kültürel veya eko-
GELİR DAĞILIMI, 1992
Hanehatkları Gelir paylan* % GSMH (milyar $) Kişi başına ort. yıllık gelir($) Kişi başına ort. aylık gelir ($)
Birinci % 20 4,0 4,554 386 31,4
ikinci % 20 7,0 7,970 675 56,3
Üçüncü % 20 13,0 1,567 1255 104,5
Dördüncü % 20 21,0 23,912 2 027 168,8
Beşinci % 20 55,0 62,628 5 308 442,3
Toplam 100,0 113,870 1930 160,8

* DİE, 1987 yılı gelir dağılımı oranlan.
Türkiye’de gelir dağılımına ilişkin üç temel araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalann ana bulgulan 1963-1973 yılları arasındaki dönemde sınırlı bir iyileşmeyi göstermekle birlikte, Türkiye’deki gelir dağılımının oldukça dengesiz olduğunu da ortaya koymaktadır.

Î960 sonrası, çeşitli üretim faktörlerinin gelişme eğilimlerine ilişkin çalışmalar, 1963-1984 döneminde, birkaç yıl dışında, tarımsal gelirlerin payının sürekli azalarak yüzde 41,19’dan yüzde 20,11’e düştüğünü göstermektedir. 1984’te maaş ve ücretlerin payının 1963’tekiyie aynı düzeyde olması, 1980’lerde bu tür gelirlerin ne ölçüde geriletildiğinin kanıtıdır. DPT de yapılan bir çalışmada ise, bölgelerarası tanmsal gelir dağılımının 1980-1935 döneminde İç Anadolu, Akdeniz, Marmara ve Ege bölgeleri lehine ve Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri aleyhine değiştiği ortaya konmuştur.

Son altı yıldır ücret ve maaşların reel olarak artırılmasına karşın gelir dağılımında bir iyileşme sağlanamamıştır. DtE tarafından yapılan hesaplara göre, 1992 yılında nüfusun en alt dilimi olan birinci yüzde 20’lik gelir grubunda kişi başına yıllık gelir 386 dolardır (aylık gelir 31 dolar). Aym hesaplamaya göre ikinci yüzde 20’lik gelir grubunun kişi basına yıllık geliriyse 675 dolardır (aylık gelir 56 dolar). Buna göre Türkiye nüfusunun en az yüzde 40’lık bölümünün aylık geliri asgarî yaşam koşullarını sağlayacak düzeyin altında kalmaktadır.
m
nomik olarak miras alman ayrıcalıkları doğal yeteneklere dönüştürmektedir. Toplumsal eşitsizliklerin böylesi bir doğallaştırılması, politik entelektüel ve finansal seçkinlerde sıkça görülür; bunlar, yeteneklerin doğal olarak eşitsiz paylaşımına atıfta bulunarak, kendi güçlü konumlarını ve yoksulların başarı eksikliğini, hem kendi açılarından, hem de yoksulların gözünde haklı göstermeye çalışırlar: «Yetenek» ideolojisi, başlangıçta en prestijli veya en rahat mevkilere erişebilir olma koşullarından yararlananların kullandıkları toplumsal başarı söylemlerinin ana kaldıracıdır.

Rousseau, eşitsizlikler teorisinde, eşitsizliğin tıpkı ayrıcalıkların birikmesi gibi biriktiğini belirtiyordu. Genellikle, tüketim top-lumunun avantajlarından en az yararlananların, en kötü konutlarda yaşadıkları ve eğitim sisteminden en erken ayrıldıkları doğrudur; suça ve cinayete en kolaylıkla yönelenler onlardır, polisin ve adaletin sabırsızlıkla özgürlüklerinden yoksun bıraktıkları insanlar da onlardır. Nihayet, sağlık ve ölüm karşısındaki eşitsizliğin ilk kurbanları da onlardır -tıbbî faaliyetlerden ve uzman muayenelerinden en az yararlananlar onlardır: 35 yaşındaki bir insan, ortalama bir hesapla eğer vasıfsız işçiyse 34,3 yıl, öğretmense 43,2 yıl daha yaşayabilir.

Diğer yandan, eşitsizlikler tamı tamına bir sermaye hissesi gibi aktarılmasa da, birtakım mekanizmalar, meslekî ve kültürel yaşam alanında, bireyler için babalarınınkine benzer yollar çizer. Tamamen ekonomik kurallara uyar gözüken bu yeniden üretim olgusu, gerçekte, kültürel alanda, özellikle eğitim sisteminde belirleyici biçimde meydana gelir. Toplumsal eşitsizliklere karşı mücadeleye en uygun kurum olma ve bu eşitsizlikleri görünmez bir biçimde yeniden üretme işlevi, modern okulun paradoksudur.

Pierre Bourdieu’nün ve Jean-Claude Passeron’un «Mirasçılar» (Les Heritiers, 1964) ve «Yeniden Üretim» (La Reproduction, 1970) adlı çalışmalarında, ayrıcalıklı sınıfların çocuklarının miras aldıkları kültürel sermayeyi, ilköğrenim kurumunun, yeteneğe ve Tanrı vergisine dönüştürdüğünü açıklayarak ve böylece, görünüşte demokratik bir işleyişle «miraslılar» ile mirastan yoksun olanlar arasında farklılaşma üreterek, kültür karşısında başlangıçtaki şans eşitsizliklerini sürdürmeye katkıda bulunan mekanizmaları gün ışığına çıkararak, bu paradoksu gösterdiler. Toplumsal olarak eşit olmayan öğrencilerin yeteneklerini biçimsel olarak eşit tarzda değerlendiren okul, ailede kazanılan istidat farklılıklarını bilmemez-likten gelir veya isteyerek yok sayarken sağlamlaştırır da: öyle ki, «ayrıcalıklara en yüksek ayrıcalık olarak ayrıcalıklı gibi gözükmeme ayrıcalığını verir»ken, «yoksulların okuldaki ve toplumdaki kaderlerinin yetenek veya Tanrı vergisi yokluğuna bağlı olduğuna da o kadar kolay ikna eder. […] Kültürel alanda, mutlak yoksunluk, yoksunluğun bilincinden yoksun bırakır.

Ayrıca, Talcott Parsons veya Vilfredo Pareto gibi sosyologlar, toplumların katılığım veya açıklığım ifade eden toplumsal hareketliliği ölçmeye ve yorumlamaya çaba göstermektedirler.

«Olayların gücü eşitliği ortadan kaldırmaya her zaman eğilimli olduğundan, yasamanın gücü de her zaman eşitliği korumaya yönelmelidir», diye yazıyordu Rousseau. Demokrasi, eşitsizlikçi bir toplumda, üyelerinin çatışırken bile birbirlerini insan olarak kabul edecekleri bir eşitler topluluğu oluşturmalarını ister. □
Paraguay’da, vergi tahsildar, re yoksul köylü. Vergi eşı!s;z’s düzeltir mi?
Bir törene katılan akademssjiBZ

«Ayrım» giysiyle
AYRICA BAKINIZ

► S5H2 anarşızrr.

► Hâşşl demckraç..

*- ibânsl! insan

► ÜSSE kcmunjır–

► ieünsİİ Marksizm

► İBiÂssiü sıruLar .?

– EŞE sosya~zrr:

► Ü2hS uropva

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir