ETNİK TOPLULUKLAR
Etni, ortak bir kökenden gelen ve homojen bir kültüre, özellikle homojen bir dile sahip olan bir halk topluluğudur. Yani etniye bir bakıma minyatür bir ulus denebilir. Ama bu geleneksel anlayış bugün etnologlar tarafından şiddetle eleştirilmektedir.
Kamerun Pigmeleri. Melezleşme , s, a asimilasyon yüzünden soyları -İkenmeye yüz tutan Pigmelerin çoğunluğu kadınlar tarafından sapılan yan m daire biçimindeki kulübelerden oluşan kamp yerlerinde yaşarlar.
Tanımın belirsizliği yüzünden ve etnolojik geleneklerin verdiği öneme göre «etni» (kavim) terimi son derece farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Etnoloji ve etnografya, etniye neredeyse doğal bir varlık, yani sorunsuz bir konu gözüyle baktığından, aslında onunla hiç ilgilenmemiştir. Etni, sosyal açıdan güçlü bir bağlılık gösterir ve belli bir adla anılır. Günümüzde bu ilk kavram çok sayıda terimle karışmıştır: «etnik grup», «etnik azınlık». Öte yandan, söz konusu kavramın son yıllardaki ele alınışı kuramsal bir evrime tekabül etmekte ve böylece etni yerine etnik topluluk deyiminin kullanılması tercih edilmektedir.
XIX. yy’da ortaya atılan ırkları sınıflandırma kuramlarıdır ki milletleri derecelendirmeye, uygar denen toplumları ilkel denen top-lumlardan, milletleri etnilerden ayırt etmeye yönelecektir. Sorunun ele almışında, biyolojik ve kültürel karakterlerin çakışması ikinci Dünya Savaşı sonrasına kadar ağırlığını korudu. Etni terimi, geleneksel bir kabileden (Zenci Afrika’da) Avrapalı bir halk topluluğuna (mesela Korsikalılar), ulusal bir azınlığa (Amerikan toplumu içindeki Polonyalılar), hatta Britanya yönetimi tarafından kabile düzeyinde sınıflandırılan halk topluluklarına kadar birbirinden son derece farklı durumlara uygulandı.
Gerçekten de, etnoloji, incelediği halk topluluklarım uzun bir süre, gerek Fransızca gerekse İngilizce’de kabile olarak nitelendirdi. Mesela, Fransız etnolojisinin kurcusu Marcel Mauss ne etni-den, ne de etnik gruptan söz eder. Amerikalı bir etnolog ethnic teriminin ancak 1971’den sonra, etnoloji ve antropoloji elkitaplann-da görülmeye başlandığını tespit etmiştir. Etni teriminin gerçekten etnolojik ve sosyolojik bir anlam kazanması, sosyal değişimlere (kentleşme), kabile veya etni yaşamının varlığına ilişkin siyasal ve daha ziyade ideolojik bağlamda yer verilmesine, kültüre ve kimliğe ait taleplere gösterilen ilgiyle başlamıştır. Değerlendirmenin çerçevesi yer değiştirmiştir: terimin kullanımını belirleyen artık belli bir halk veya toplum tipi değil, daha çok onun özellikle politik içerikli müdahale ve kendini ifade alanıdır. Etni etnik topluluk olmuş ve etnilerin uyanışından veya «aslına dönüş»ünden söz edilmeye başlanmıştır. Etni kavramı günümüzde bir geleneği, otantik bir toplum yapısını savunma, geçmişi reddeden bir modernliğe veya azınlıkları (ki bu anlamda «etnik azınlık» olmaktadır) tanımayan bir devlete karşı korunma aracı olarak ortaya çıkmaktadır.
NÜFUS YAPISI: SAYILAR VE BOYUTLAR
Etnilerin sayısı binleri bulur. Ancak değerlendirmedeki kriterlerin, sınıflandırmaların, etnolojik araştırma geleneklerinin çok çeşitli oluşu bu kavrama bulanık bir karakter kazandırmaktadır. Dil ve ad ortaklığına dayanan kimlik belirlemesi daha yaygın olmakla birlikte bir etni, alt gruplar içinde, politik değişikliklerde, hatta nüfus ve ülke tarihi içinde kaybolabilir (göçler, asimilasyon, soykırım). Gene de ister belli sınırlar (İdarî, coğrafî, dilbilimsel) içinde olsun, ister bir diaspora halinde dünyanın her yerine dağılsın, nüfus yapısı bakımından farklı bir kimlik kendini kabul ettiren ilk tanımdır. Eskimo da denen Inuitlerin (Kanada), Laponların (İsveç) bir kenara itilmişliği, Pöllerin (Batı Afrika) veya Masailerin (Kenya, Tanzanya), Yanomami’lerin (Venezuela, Brezilya) dağılması, Kuzey Amerika Kızılderililerinin belli yerlerde (rezervler) çoğu zaman kendi iradeleri dışında toplanmalan etnik hayatın açık delilleridir.
Ancak, bu terimi Meksika Kızılderilileri, Doğu Afrika’da yerleşmiş Gucerat ve Pencablı Hindiler, Güneydoğu Asya’da kümelenmiş Çinli topluluklar veya Alman, isveçli veya Irlandalı göçmenlerin Amerikalı torunları için kullanmak tartışılabilir gibi görün-
Ssn Francisco: Çin mahallesinde bir sokak. ABD’de aynı kökten gelen ahali, geleneksel olarak büyük kentlerin merkezinde toplanarak, kültürlerinin derin r='” taşıyan mahalleler meydana getirirler.
ETNOS, ETNİ, ETNİK TOPLULUK
«Etni» kelimesini ilk defa 1896’da, Fransız Georges Vacher de la Pouge «ToplumsalAyıklanma» (Les Selections sociales) adlı eserinde, dildeki bir sürü değişikliklere, hatta nüfustaki bölünmelere rağmen ırksal temeli değişmeyen halk topluluklarını belirtmek için kullanmıştır. «Ulus» veya «millet» kavramındaki daha kültürel ve daha siyasî niteliklere karşılık, etniyi etni yapan bu organik ve ırkî bağdır, ayrı düşen kısımlar arasındaki bu kararlı ve karşılıklı çekiciliktir denebilir. 1920’de Felix Regnault etniyi yalnız dilbilim açısından tarif etti. Ama özellikle «Fransız Etnisi» (Ethnie Française, 1935) adlı kitabın yazarı ve 1941’de aynı adlı derginin kurcusu olan Georges Mantandon’un araştırmaları sayesinde, iki savaş arası dönemde «etnik-ırksal» yorumun ağırlık kazandığını hatırlatmak yerinde olur. Rus S. M. Şirokogorov «Etnos Teorisi» (1936), Alman Wilhelm Mühlmann «Irklar, Etnik toplumlar, Kültürler» (Rassen, Ethnien, Kulturen, 1964) gibi etnologlarsa insan topluluklarının güçlerini gösterme iradesini ortaya koyan teoriler geliştirdiler.
Irksal özelliklere ağırlık veren bu yaklaşım, sitelerde yaşayan Yunanlı yurttaşların tersine, örgüdenmemiş veya alt tabakadan insan topluluklarını niteleyen Yunanca etnos terimiyle tam olarak aynı anlamı taşımaz; pagan anlamına gelen latince ethnicus’tansa daha da uzaktır; zaten Hıristiyan geleneği kelimenin bu anlamım aynen koruyacaktır. XVIII. yy sonlarında yaratılan «etnoloji» ve «etnografya» terimleri de etni kavramım pek ifade etmez. Ancak
vm um
mektedir. Çünkü etnilerin kalabalık olup olmaması işi zorlaştırmaktadır. Doğu Senegal’deki birkaç yüz kişilik Basarilerden meydana gelen ve görünürde hiçbir siyasî otoriteye bağlı olmayan toplulukla, ağırlıklı olarak iki ülkede (Nijer, Nijerya) yerleşmiş bulunan son derece örgütlü yirmi milyonluk Hausaların tamamı için aynı tanımı kullanabilir miyiz? Etnik kimlik konusundaki verilerin güvenilir olmaması yüzünden nüfus sayımlarına dayanan bu kriterler aldatıcıdır: kişilerin (hatta ailelerin) beyanları, tartışılmaz ve kesin bir etnik kökenden çok, ait olma duygusunu yansıtmaktadır.
GELENEĞİN YAŞATILMASI, TARİHÎ YAPILANMA
En yaygın değerlendirmeye göre, etni «geleneksel» bir gerçeklik, zamanın gerisinde kalmış bir toplum ve kültür modelinin az veya çok eski bir kalıntısıdır. Bu yaklaşım, el konulan hak ve değerlerin yeniden kazanılıp yaşatılması çabalarıyla da desteklenmiş görünüyor. Emik kimlik önce kimliğin kabulü, sonra da dayanak noktalarım bir dil veya lehçeden, din ve ibadet biçimlerinden, akrabalık ilkelerinden, üretim tekniklerinden, hatta bir beslenme geleneğinden alan bir kimlik yüceltilmesi biçimine bürünür. Bu etnik kimlik olayı şehirleşme (etnik demek ve kuruluşların, mahallelerin ortaya çıkışıyla) ve emik olarak tanımlanan çatışmalar (etniler arasındaki veya bir etni ile devlet güçleri arasındaki) sebebiyle yoğun bir ivme kazanmıştır. Böylece etnolog, eminin, apriori olarak kabul ve bilimsel olduğu iddia edilen bir sınıflandırmanın, sosyal bir kimlik arayışı seferberliğinin ve özel politik koşulların üçlü sonucu olduğunu görür. Bu nedenle, bütün cepheleriyle ele alındığında etninin sömürgecilik, ulus ve devlet işgallerinden kaynaklanan sadece yüzyıllık bir kimlik olduğu söylenebilir. Etniyi ortaya çıka-np güçlendiren etnik toplum sürecidir, tersi değil. Bu yüzden etni konusundaki her türlü inceleme, sosyolojik sınıflandırma kalıplarım kırmak ve kabilelerin ve etniyi meydana getiren benzer sosyal unsurların tarihine baş vurmak zorundadır.
Kristalleşme (bir sentez olarak etni) ve farklılaşma (özerklik olarak etni) yönündeki çifte hareket eskide kalmıştır. Bununla birlikte, etnik oluşumun, daha açıkçası tek bir siyasî otoritenin varlığından bağımsız olarak, uydurma da olsa ortak bir kimlik bilincinden yoksun aile ve klan topluluklarına kendim yavaş yavaş kabul ettiren bu konunun belirsiz ve yavaş süreçlerim farketmek için batı dünyasının işaretini beklemek gereksizdir. Bir bakıma etli kendi kendine yapılanmaktadır. Ekonomik, politik veya askerî sonuçları inkâr edilemeyecek olan bu mekanizmalar, sosyal konumu belirli (çiftçi, balıkçı, zanaatçı, avcı) grupların tek bir emik ad altında toplanmasını, hâkim toplum içinde eritilmesini veya bzerkleştirilmelerini sağlar. Komşuluk, alış-veriş, düşmanlık, fe-ıih, göç ve dağılma gibi olayların getirdiği dinamizm hatırı sayılır 3İr kelime hâzinesinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yerler, ata-ar, sosyal gruplar, meslekler, gelenek ve görenekler, düşmanlar, akaplar (veya küçültücü ad takmalar) yolcuların, misyonerlerin, ezellikle de etnologların, neredeyse bir böceği incelercesine, pek de eleştirel olmayan bir biçimde kabul ettikleri birer etikettir.
Halk topluluklarının etniler halinde sınıflandırılmasıyla, bu dmlik çevresinde yeniden ortaya çıkan bir tarihin kapısı aralan-nış olur. Sosyal değişim ve politik modernleşme, toplumun mad-iî kaynaklarım ve hedeflerini tam bir çekişmeye, hatta «etnik ça-ışmalara» dönüştürebilen birer rekabet ve kapışma objesi haline •etirecektir; toprak, iş, konut, tanrılar ve devlet, güçlü hareketle-ı ve gruplaşmaları kışkırtan unsurlardır.
1940 ve 1950’li yıllarda Orta Afrika’da incelemeler yapan Ingi-:z etnologlar (Max Gluckman, Clyde Mitchell, Arnold Leonard :pstein) sosyal statüdeki değişimi açıklamak için «kabile düzecinden çıkış» ve «kabile düzenine dönüş» terimlerini ortaya at-aışlardı. Şehirleşme, sınai örgütlenme (madencilik), sendikal ve joütik hayat, o dönemde kabile yaşamı olarak adlandırılan, bu-
günse etnik topluluk adı verilen etnik gruba ait olma duygusunun gelişmesini kolaylaştırdı. Etnik topluluk tanımlamasıyla göçmenlerin kırsal kökenleri vurgulamyor ve onların göç olgusunun sorunları karşısında, suçlanma veya unutturulma tehditi altındaki çıkarlarım ortaklaşa değerlendirmelerini sağlıyordu. Böylece, etnik kimlikler «imal ederek», dava (onların davaları) uğruna bir kültür, dil, politika birliği icat ederek, etnologlarla kendi usullerince oynayan kültürel aracılar ortaya çıktı. Tarikat toplulukları, parti seçmenleri, aynı mahallenin sakinleri etnik temsilciler haline geldi. Artık tarihin bir ürünü olan etniden, sosyal bir hareket olan etniye geçilmiştir: kültür ideolojiye dönüşmüştü; dilbilimsel dayanak noktalarından hareketle keyfi olarak belirlenen sınıflandırma, dışlanma sonucunu getirmiştir. Etnik özümleme, tam karşıtına dönüşmüş yabancı düşmanlığı biçiminde ortaya çıkmıştır.
PAYLAŞILAN SEMBOLDEN ÇATIŞMANIN ŞİDDETİNE
Bununla birlikte bugün sembolik yaratıcılık tam anlamıyla etni-lerin büyük yapıcı gücü olarak kalmıştır. Bu yaratıcılık öncelikle, eldeki geçmişle ilgili yorumların çeşitliliği karşısında tek bir seçimi vurgulamaktadır. Kaldı ki etniler, tanım olarak «geleneksel»le «modern»! kendinde taşıyan kimliklerdir: süreklilikleri yalnızca bugünün sıkmtılanna ve geçmişin tartışmalı yorumlarına (sosyal açıdan izler taşıdığından) çifte uyum sağlamalanndan ileri gelmektedir. Afrikalılarla veya Kızılderililerle ilgili birçok örnek belli bir geçmişe bağlanma teknikleri konusunda mükemmel ipuçları vermektedir. Mesela Zimbabve’de büyük çoğunluğu Şonalardan oluşan politik seçkinler, bugün kendisine ona diyen etni o uzak tarihlerde daha oluşmamış olsa da, kendilerinin XII. yy’da Büyük Zimbabve sitesinin kurucularının soyundan geldiğim iddia etmektedir.
Etnik kimlik ulusal kimliğe karşı hem bir engel, hem de rakip bir değerlendirme unsuru olarak yaşanmaktadır. Etni aynı zamanda bir küçük ulus (bu da etnilerin hukuku tanınacak demektir) ve şoven bir ideoloji (etnik özerklik, toprak ve kendi dilini konuşma talepleri) olarak ortaya çıkmaktadır. Etni, her durumda demokratik kurumların düşmanı gibi görülmektedir, hiç bitmeyen bir iç çatışmaya sebep olmaktadır. Bu arada devlet de her türlü muhalefet ve sorgulama gösterisine kabilecilik suçlamasıyla karşı çıkmakta, bu da yurttaşların etnik ruhunu güçlendirmekten başka işe yaramamaktadır. Gelişme adına (yerli topluluklarının ve onların taleplerinin Brezilya’da Amazon havzasının «gelişmesini» baltalayacağı düşünülmüştür) ayrılıkçılıkları ezme talebi, az veya çok sistemli soykırım politikalarıyla son bulmaktadır. Etni-ler doğal çevreyi koruma yanlılarını büyülemekte ve onlara, etnik olduğu için otantikmiş gibi sunulan bazı ahlakî ve sosyal ilkeleri değerlendirme imkâm vermektedir.
Kolaylık olması bakımından etni terimiyle özetlenen durumun meydana geliş şeklindeki karmaşıklığı ne devletler, ne etnologlar, ne de etnik bilincin sözcüleri tanımak istemişlerdir. Bununla birlikte, etni tartışılmaz bir gerçeklik olarak hızla kendini dayatmış ve etnolojik açıklamaların başta gelen konusu haline girmiştir. □
Bosna’da tutsak değişimi, 1992
Eski Yugoslavya’yı kana Cu(ara’ etnik çatışmalar sırasında BM g~; nakledilen sivil halkı koruyor
Monument Valley’deki Navaholar.
Asimilasyona direnen bu Kızılderililer bugün kendilerine aynian bir rezervde yaşamaktadırlar.
ETNOLOJİ
Etnoloji, Avrupa’da XVIII. yy’da girişilen ahlakî ve kuramsal bir uğraşının sonucudur. Ancak o zaman insanoğlunun da bir doğa tarihi konusu olabileceği ve bu tarihin hem insanın yeryüzünde ortaya çıkışım, hem de toplumlann evriminin sebeplerini ve biçimlerini açıklayabileceği anlaşıldı. Yok olmuş uygarlıkların paleontolojik ve arkeolojik kalıntılarının tespit edilmesine yönelik araştırmalar, XIX. yy’da, yaşayan topluluklar üzerinde yerinde yapılan araştırmalara dönüştü. Bununla birlikte, bu çalışmalar, çoğu zaman tartışmaya açık birtakım kuramların hazırlanması sonucunu veren iddialı tasvir ve karşılaştırmaları da içinde barındırmaktadır. Bugünse etnoloji, antropolojinin bir dalı veya bir
antropoloji yöntemi gibi görünmektedir.
Yerinde araştırma. Toplumlann tanınması için bu aşama vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, Goroka Adalanndaki (Yeni Gine) Papulann bu yıllık şenliğinde olduğu gibi, gözlemci katılımının kabulü her zaman kolay olmaz ve davranışlar değişebilir.
İÇİNDEKİLER
İLK okullar ve
KURAMLAR UZMANLAŞMALAR VB TEKNOLOJİLER AİLE YAPILANMASINDAN TOPLUMSAL ÖRGÜTLENMEYE YENİ BİLİM DALLARI, YENİ ALANLAR
Etnolojik kavrayışın da bir tarihöncesi vardır. Üstelik bu tarihöncesi, dünya çapındadır; çünkü kendisininkinden farklı ve «başka» topluluklara yönelik merak, sadece Antik Yunan’a (MÖ V. yy’da Herodotos’un yazdığı Herodot Tarihi, Historiai) vergi değildir; Araplar, Hintliler ve Çinliler de, birçok seyahatnameyle birlikte, henüz ismi konmadan etnolojik olan betimleme metinleri yazmışlardır. Yine de bu bilim dalının günümüzde bilinen ve uygulanan haliyle işaret noktası Batı geleneğinde bulunur.
İLK OKULLAR VE KURAMLAR
«Etnografya» ve «etnoloji» terimleri XVIII. yy’ın sonunda ortaya çıkar, fakat kullanımları hemen kabul görmez. Üstelik ilk anlamları, bütünüyle etnik olmaktan çok, dil bilimsel bir boyutu ve sınıflandırmayı çağrıştırır. Mesela Alman A.L. Schlözer (1735-1808), «Evren Tarihi Kavramı» (Vorstellug der Universalhistorie, 1772) adlı eserinde «etnografik» sıfatını kullanır; ama ünlü filozof J.G. Herder, bunu barbarca bir kullanım olarak niteler. 1784’te G.H. Stuck coğrafî literatüre giren 3 452 kitabın bibliyografyasını yayımlar; bölümlerden birinin başlığı yaşama biçimleri ve «diğer etnografik ilginçlikler»idir. 1826’da bu terimi Fransızca’ya sokan kişi, «Yeryüzünün Etnografik Atlası veya Eski ve Yeni Halkların Dillerine Göre Sınıflandırılması» (Atlas ethnographique du globe ou Classification des peuples anciens et modernes d’apres leur langue) adlı eseriyle Venedik kökenli A. Balbi olmuştur. Etnoloji terimine gelince, 1788’de isviçreli ilahiyat profesörü Alexandre
Cesar de Chavannes’m (1731-1800) «Antropoloji veya Cen, Bilimi» adlı eserinde anılır.
Felsefî kurgudan belgelendirme ve sınıflandırma kaygıs nelen geçiş dönemi sırasında, doğa tarihine, antropolojiyi insan bilimine ayırt etmeden gönderme yapıldığı görülü de, İnsan Gözlemcileri Cemiyeti (1799-1805) üyelerindenj Gerando ile L.F. Jauffret’nin düşüncelerini, aposteriori olara radan) ve birbirine kanştırmadan etnolojik ve etnografik c telendirmek mümkündür. Bu düşünceler, «vahşî» halklarıı koşullar altında gözlenebileceğini kapsamlı olarak anlatıl halklara ait nesnelerin toplanması için açıklayıcı bilgi veril
Bu yeni bilim dallarının kapsamının bir formülle ifades demeklerinin, akademik kuramların ve meslekî dernekle man içinde bunlara yükledikleri çeşitli kullanımlar aracılığ belirginleşir. Paris Etnoloji Derneği, 1839’da bu terimi resr kullanan dernek olarak görünmektedir. 1842’de, bir etnolc neği kurma sırası New York ve Londra’ya gelecektir. 1859 ris’te bir Etnografya Derneği bulunmaktadır. Sonraları, ö; İngiliz dilinde, «antropoloji» terimi yaygın olarak kullaıu başlanır; Fransızca’daysa bu sözcük sadece fiziksel ve ırkb bir bakış açısına işaret eder. Terim Almanya’da, görüldüğü rıyla önceki anlamım korur; çünkü 1869’da, Gesellschaft R hropologie, Ethnologie und Urgeschichte (Antropoloji, E ve Eskiçağ Tarihi Derneği) kurulmuştur.
Etnolojinin üniversite öğrenim çerçevesi içinde kurum ması, Fransa’da yine de geç gerçekleşmiştir. Paris Üniversit noloji Enstitüsü ancak 1926’da kurulmuştur. Marcel Maı enstitüde, 1939’a kadar, «Betimlemeli Etnografya Açıklan başlıklı bir ders verir (bu dersler 1947’de yayınlayacağı ünl binin temelini oluşturur). Uygulamalı Yüksek Araştırmalaı lu’nda bulunduğu kürsü, «Uygarlaşmamış Halkların Dinler m taşır. Buna karşılık, etnoloji, üniversitede öğrenimi yapıi lim dalının adı olarak kalacaktır; oysa Toplumsal Bilimler Y Araştırmalar Okulu ve College de France, Levi-Strauss’un el le antropoloji terimini benimseyeceklerdir. Kurucu üyelerir ğu etnolog olsa da, ilk meslekî Fransız derneği 1979’da ku ğunda, Fransız Antropologlar Derneği adını alır.
İlk kuramlar
Bütün XIX. yy boyunca, etnoloji, ikinci elden bilgi üzeriı rulu bir sentez disiplini olarak kalır. Etnolojinin, fiziksel ant lojiye, hatta paleontolojiye esin kaynağı olan kuramsal etkil ayrı durması çok güçtür. O zaman ruhu, evrimci kuramlar şarıya ulaşmasını kolaylaştırır: üstelik bu kuramlar, sömürge tihlere girişen ve beyaz toplumlarla (bazılarına göre de bey; sanayii devriminin üstünlüğünü vurgulayan büyük ulusları garlık götürücü işlevini teyit eder görünmektedir. «İlkel» to] lar, bu olgudan ötürü, çağdaş toplumun evrime uğramamış ataları olarak ortaya çıkar.
Bu evrimcilik tek çizgide gelişir; yani kültürlerin tarihini, bir, receden bir üst dereceye geçirten zorunlu aşamalann art arda şi olarak algılar. Böylece, Amerikalı Lewis H. Morgan (1818-: akrabalık biçimleri, üretim biçimleri ve toplumsal bilinç biçim rasındaki bağıntıların üç büyük aşamayı tanımlama olanağı v sonucuna vanr: vahşîlik, barbarlık ve uygarlık. İngiliz E. B. (1832-1917)dahagenişbir karşılaştırma uygulayarak, kültürü t tün olarak tanımlamaya yönelir: «Kültür veya uygarlık terimi, ı niş etnografik anlamıyla, bilgiyi, inançları, sanatı, ahlâkı, ya: âdetleri veya bir toplum üyesi olarak insan varlığının elde etti; tün diğer yetenek veya alışkanlıkları gösterir». Ama görenekler garlaşma süreci»nin ortadan kaldırması gereken kalıntılardır.
ETNOLOJİ, TARİH, SOSYOLOJİ
Etnolojinin bu iki komşu bilim dalıyla ilişkileri, yüzyıl önce kuruld zamanki ilişkilere artık hiç benzememektedir. Aralarındaki işböli şöyle olmuştur: tarihi olmayan bazı toplum tipleri (ilkel diye adla, rılan), etnolojinin; büyük uygarlıkların yazılı geçmişi, tarihin; kur sal düzenlemeler ve çağdaş Batılı toplumlardaki gruplar, sosyoloj alanı olmuştur. Evrimci veya kültür yayılmacılığı saplantılarına rağr etnoloji, zamansallığı olmayan bir toplumsal durumun geçmişi ol: yan güncelliğini inceleyen bilim olarak kalmaktaydı.
1930-1940 yılları sırasında Afrika toplumlarında, toplumsal v kültürel değişimin göz önünde bulundurulması (özellikle sömürge ğin etkisi altında), Anglosakson antropologlarını, inceledikleri etno; fik güncelliğin ancak sahte bir eskilik olabileceğini kabul etmeye neltti. Böylelikle, kültürlerin modernleşmesi bir sosyolojiye yol aça miş (G. Balandier) ve gerçek zamansallıkların tanımlanmasına «etni riK» adı verilmiştir (arkeolojinin etkisiyle Kuzey Amerika’daki y toplumları Kolomböncesi tarihlerine yeniden kavuşmuşlardır); d. sonra bu sosyoloji «tarihî antropoloji» adını alacaktır.
X. yy’ın sonuna doğru kültür tarihinin gelişmesiyle, evrimci amada çok açıkmış gibi sunulan gerçekler sorgulanır. Kültür macılığının yorumlarında etnografik farklılıklar daha çok dik-îlınıyormuş gibi görünür, fakat etnologlardaki kurgusal hayal-, bilgi eksikliğinin yerini rahat rahat doldurur. Kültür arının veya çemberlerinin oluşturulması, insan grupları arasm-temas olguları, âlet aktarımları, inanç veya ahlâkî unsurların masıyla gerçekleşir. Bu okulun son derece dogmacı olduğu ve :ok hata yaptığı ortaya çıkmıştır: bütünlerin küçük parçalara yenmesi, biçimsel veya varsayıma dayanan özdeşleştirmeler, ıhasına olursa olsun tek başına yayılma merkezleri arayışı.
eğilimler arasında en tanınmışı Avusturya-Alman kültür :si kuramıdır. Coğrafyacı F. Ratzel (1844-1904), kökenlerine kültürel özellik sayısının niceliksel değerlendirilmesi yoluy-lyılma süreçlerinin kronolojisini saptamaya girişir. Ratzel’in idlerinden biri olan Leo Frobenius (1873-1938), özellikle Af-nalzemesinden yola çıkarak, «kültür çemberi»ni tammlaya-r. Fritz Graebner (1877-1934) Okyanusya konusunda uz-aşırken, bir Cizvit olan öğrencisi VVilhelm Schmidt, kültürel nenin evrensel tablosunu çıkarmaya çabalar ve en eski kat-arar: buna göre Pigmelerin, insanlığın arkaik deposunu oluş-ığu ileri sürülecektir.
jiliz G. Elliot Smith (1871-1937) ise, Alman etnograf Adolf an’m (1826-1905) varsayımlarım benimser. Bastian’a göre, i bir şekilde düzenlendiklerinde ilerlemeye yol açan temel fi-• vardır: böylelikle de, sonradan kendini komşu toplumlara me kademe dayatan uygarlaşma sürecinin zemini, firavun-önemindeki Mısır olur. Benzer fikirlerin izine ABD’de de ınır. Bununla birlikte Franz Boas’ın (1858-1942) kültür tarihi, de yaptığı büyük soruşturmalarından ötürü daha da karma-. Amerika’nın kuzeydoğu kıyısındaki yerlilerin durumun-‘ola çıkarak hazırlanan «kültürel çekirdek» ve «değişkenlik» imlan, psikososyal varsayımlara eklemlenir ve antropolojik rcülüğün öncüllerine yolu açar.
na bir yandan arazi üzerinde etnolojinin uygulanmaya baş-sı, diğer yandan Bronislaw Malinowski (1884-1942) tara-n işlevsel bir antropolojinin kuramlaştırılması, Birinci Dün-ıvaşı’ndan sonra, yeni bir bilim dalı olan «sosyal antropolo-ı doğuşunun işaretini verir. Sosyal antropoloji, geçmişteki k tasarımlara sırt çevirir ve şimdiki zamanın davranışlarım imlemekle yetinir.
ansız etnolojisinin başlangıç dönemi
insiz etnolojisi ilginç bir yol izler. Sosyolojinin, £mile Durk-, Celestin Bougle, Lucien Levy-Bruhl ve özellikle Marcel Ma-ibi kurucuları, ilkel toplumlarla çok yakından ilgilenirler; bu mların toplumsal ve dinî özelliklerine de özellikle dikkat er. Böylelikle Durkheim, «.Totemcilik» (Le Totemisme, 1900) lvustralyalüar’tn Evlilik Yapılan» (les Structures matrimoniales .ustraliens, 1904), Bougle «KastlarDüzeni» (le Regime des cas-
tes, 1908), Levy-Bruhl «Kapalı Toplumlarda Zihinsel işlevler» (les Fonctions mentales dans les societes inferieures, 1910) ve «tikel Zihniyet» (la Mentalite primitive, 1922) konuları üzerine eğilecektirler. Ama etnolojinin asıl babası Marcel Mauss’tur: «Bir Büyü Kuramı Taslağı» (Esquisse d’une theorie de la magie, 1903), «Eskimo Topluluklarında Mevsimlik Değişimler» (Variations saisonnieres dans les societes eskimos, 1904), Hibe: Arkaik Cemiyetlerde Mübadelenin Şekilleri ve Sebepleri (l’Essai sur le don. Forme et raison de l’echan-ge dans les societes archaıques, 1924) adlı eserleri vermiştir.
Bütün bu kuramcılar için (Mauss bile alan çalışması yapmaz), tam anlamıyla karşılaştırmalı bir bilim kolu olan etnoloji, daha ziyade sosyolojinin bir dalıdır. Etnoloji, ancak alan araştırması zorunluluğunun kabul edildiği andan itibaren özerk bir hale gelir. Sömürge yöneticilerine (M. Delafosse, H. Labouret ve L. Tauxi-er’nin Afrika’yla ilgili çalışmaları bulunun tanığıdır) veya misyonerlere (M. Leenhardt’ın Yeni Kaledonya’yı konu alan eseri) kendiliğinden veya zorunlu olarak gelen etnografik merakın XX. yy’ın ilk yarısındaki bu dönüşümde payı vardır. Ama özellikle Marcel Griaule (1898-1956) tarafından düzenlenen ünlü Dakar-Cibuti seferi (1931-1933), Mali’de yaşayan Dogonlar üzerine uzun soluklu bir ortak araştırmanın yolunu açar. Bütün bu araştırmalarda, o toplumlann kafalarındaki dünya konusu baskın çıkar: bizzat Griaule’da «Dogon Maskeleri», (les Masques dogons, 1938); «Su Tanrısı», Dieu d’eau 1948); Michel Leiris, «Sanga Do-gonları’nın Gizli Dili», (la Langue secrete Des Dogons de Sanga, 1948) ve G. Dieterlein’da «Bambara Dini», (le Religion bambara 1951); Denişe Paulme ise «Dogonlar’da Toplumsal Orgütlenme»yi (l’Organisation sociale chez les Dogons, 1940) betimler.
1940’lı yılların sonunda bir dönüm noktası belirir. Georges Ba-landier «güncel sosyoloji» deyimini kullanır; bunun içeriği, Ingiliz sosyal antropolojisinin bazı yönelimlerinin, özellikle de değişimle ilgili uğraşılarının uyarlanmasıdır.
Bir misyonerin çizgileriyle insan kurban etme töreni. Yönetici sınıf gibi misyonerlerin tanıklıktan da, sömürgeleştirilmiş toplumlann gelenekleri hakkında, çoğu zaman tartışmalı kaynaklar oluşturmaktadır.
ETNOLOJİK
ARAŞTIRMA
nr.a ve etnolojinin öz-saha çalışması» adı
– tutmaya başvur-■i-iz-r Bu çalışmada araş-
^_rece cnemlı bir süre r:r topluma kişisel ve gündelik yaşa-: -rre’-en. ortak veya bi-z~5.*nlar: gözlemler; bel-“ir.ar aletler, sözlü gele-r .-_£tta sczel veya görsel ■- -_js_<.an teşvik eder. Bu-” t.r •. saha çalışması ol-* ~^5w7_ulemez. oysa Bi-I _r_v3 Savaş: na kadar bu
— r~r~nuyle istisnaî bir T-zzvzı Katılımcı gözlem, i- <—tüner ve etnologlar
sırur. çıkarır. Bilginin zerimesi ve niteliği, : t=r_ ce araştırmacının bil* ı_2Z.e olan ilişkisine bağ-I’nc-cg hem yansız kal-..-n. D^hnmeyen alışkan-. =r>:smda, ahlâkî, psiko-_-^ra fiziksel tepkilerine zszzh., hem muhatapla-izıcan kabul edilmeli (dili ■ rldağunca bilme ge-•-ztiar.dır;. hem de koru-r..r rotumla demagoji yapıl . eya yöntembilimsel düşmeden araştır-=^.e£enne hâkim olabil-
Knftürierin çeşitliliği. Dünyanın – zö gelerinden toplanmış bilgiler, _ ~ 2rn karşılaştırmalı incelemesi r ~ gerekli malzemeyi oluşturur. SZj eiikle, mesela Ekvaöor’öaki — s-*? gündelik yaşamı (yukanda sağda), Mato Grosso’daki £.^Ç ”enn, iyilik ve kötülük dansı sağda) gibi ritüet ayinleri ve ei. *3 evlilik gibi (altta) toplumsal kurumlar araştırılmıştır.
UZMANLAŞMALAR VE TEKNOLOJİLER
İnsan faaliyederinin ve davranışlarının çeşitliliği, toplumlann ve kültürlerin çokluğu, betimleme ve açıklamalarını düzenleyebilmek için düzenli ve mantıksal bir okuma anahtarı hazırlamayı ilk görev bilen etnologları büyülemiştir. Bundan dolayı etnoloji, özel kuramsal sorular üzerine kurulu bir konular bütünü görünümüne o kadar kolaylıkla bürünmüştür. Bu alanların her birine verilen önem, bilim dalının kuruluşundan beri evrim geçirmiştir; etnolojinin antropolojinin içinde git gide daha görünür bir şekilde yer alması da, onu simgesel sistemler gibi bazı alanları ön plana çıkarmaya yöneltmiştir.
Etnoloji, başlangıçta, hem toplumsal ve kültürel oluşumunun işareti ve aracı, hem de bunların yayılıp korunmasının bir aracı olan dili en öne yerleştirmiştir. J.M. de Gerando, E.B. Tylor ve hatta B. Malinowski ve F. Boas gibi ilk antropologlar, aynı zamanda uzman dilbilimcilerdir. Bununla birlikte, en güçlü kalan görüntü, etnologların getirdiği nesneler ve maddî hayatın görüntüsü olmaktadır. Yapım ve imal tarzlarının, doğayı dönüştürme araçlarının incelenmesi ve bizzat insan bedeniyle ilgili teknikler, bir yandan da tarihöncesi arkeolojisinin girişimleri ve sonuçlarıyla beslenerek kültürel teknolojinin alanım oluşturacaklardır: etnolojiyle bu özel bilim dalı arasında bir senteze ulaşma çabasının en iyi örneklerinden biri Andre Leroi-Gourhan’dır (1911-1986).
Büyük alanlar
Kuramsal düşüncenin dinamikleri için temel hizmeti gören üç eksen vardır: akrabalık ve toplumsal örgütlenme; din, düşünce ve temsil biçimleri; toplumsal düzenin hukukî ve siyasî çatısı.
Her alan, araştırılan toplumlarla Batılı ilerleme arasındaki mesafeyi bulmaya olanak verir: teknolojik basidikle sanayi devrimi arasında hiçbir ilinti yoktur; aile modelleri XIX. yy burjuva faziletlerine tamamen zıttır; değer sistemleri gibi zihinsel mantıklar da Descartesçı akılcılığın özsel üstünlüğünü doğrular görünür; son olarak da hukuk ve siyaset, gerçekten eşsiz bir özgürlük ve bireyselliğin sonucu olduklarını kanıtlar.
Bu alanların her biri başlı başına birer altkol haline gelecektir; ama etnodilbilim, etnobotanik, etnozooloji veya etnomüzikoloji gibi çokkollu bir uygulamanın sonucu olan etnobilimsel uzmanlıklarla aynı yapıda değildir. Etnotıp veya etnopsikiyatri gibi uygulamalardan doğan bilim kolları, biyomedikal dizgede sınıflandırdığımız sistemleri betimledikleri ölçüde daha muğlaktırlar; göründüğü kadarıyla, etnologlar tarafından araştırılan toplumlarda bu böyle olmamaktadır. Son olarak, sanat ve estetik alanlarını, yani o ünlü «ilkel sanadar»ı anmak yerinde olur.
Bunlardan sonra sıra coğrafî ve kültürel bölgelere göre uzmanlıklardadır. Etnoloji, başlangıçta, bir kültür çizgisinin veya bir kurumun karşilaştırılabilirliği üzerinde ısrar etse de, ele alınan belgelere karmaşık bir bakış getiriyordu: bunun nedeninin, olgulara kitabî ve derleyici bir şekilde yaklaşması olduğu muhakkaktır.
Uzun süreli saha çalışmalarına geçiş, etnologları, verilerin toplanma ve doğrulanma yöntemlerini inceleştirmeye zorunlu kıldı; bunun sonucunda da bakış açılarını ters yüz ederek öncelikle bir toplum hakkında, sonra da bir konu üzerinde uzmanlaşmanın yolunu açtılar. Bu olgu, iki savaş arasından itibaren, etnik topluluklar veya sınırları az çok belirlenebilen kültürel bütünler üzerine etnografik yazıların artmasını açıklamaktadır.
Kültürel teknolojiler
Teknolojilerin dökümünün çıkarılması, uzun soluklu bir çalışma gerektirir. Zengin etnoloji veya halk sanadarı müzelerinin olması, bu alandaki güncel ve karmaşık araştırmaları gizlememelidir. Fransa’daki etnolojik araştırma birikimi, çok çabuk gözder. düşmüş tekniklerin yeniden değer kazanmasına yardım etmek için, yok olmuş mesleklerin incelenmesine olanak verir. Teknolojiler, bir madde, araç ve etkin insanların özel bir şekilde bir araya gelmelerinin sonucu değildir sadece. Bu ilk yaklaşımı, doğal kaynakların incelenmesi (doğal çevre ve uğradığı değişiklikler), sosyal ve kültürel bağlamın aydınlatılması (mesela bazı gıda yasaklarının dinî kökeni), son olarak da siyasî ve ekonomik zorunlulukların hatırlatılması (teknolojik yeniliklerin nedeni çoğu zaman iktidardır) yoluyla tamamlamak gerekir. Böylelikle kültürel teknoloji, üretim, tüketim, mübadele veya yok etme biçimleriyle (savaş sanadarı diğer teknik yeterliklerin bütününe dayanır) bütünleşir. Dolayısıyla, müzelerin vitrinlerindeki donuk alet ve nesnelerin esinlediği durağan imgenin aksine, özellikle dinamik bir alan söz konusudur.
Arkeolojik ve tarihî yaklaşım, tarih öncesi dönemlere kadar çıkar ve teknik gelişim süreçlerini betimler. L.H. Morgan, (Eski Toplum, Ancient Society, 1877) adlı eserinde, belli bazı teknikleri evrim aşamalarına göre tanımlamıştı (Eski Dünya’da çömlekçilik, hayvanların evcilleştirilmesi, Amerika kıtasında mısırın keşfi ve nihayet demir metalürjisi gerçekleşmişti). Bu evrimci yaklaşıma, Leslie White veya Julian Stevvard gibi Amerikalı antropologlarda rastlanacaktır. İnsanlık tarihinin, ilerleme ve teknolojik dönüşüm terimleriyle birlikte okunması, sadece yararlı veya işlevsel bir olgu gibi görünebilecek olan şeylere hemen bütünüyle toplumsal bir anlam verir.
Fransız geleneği, daha çözümlemeli ve sistemli olma savmda-dır. Mauss, teknolojiye epey önemli bir yer ayırsa bile (kitabının üçte biri bu konuya yer verir), vurguyu beden teknikleri üzerinde yoğunlaşır. Beden kullanımının, suda doğumun, iş hareketlerinden tamamen oyun harekederine kadar her şeyin araştırılması, tekniklerin algılanmasında gerçekten etnolojik bir alan açar. Son-
ETNOLOJİ
ra, Leroi-Gourhan ve Andre Haudricourt, kültürel teknolojiye neredeyse özerk bir doğa tarihi statüsü verirler. Başlangıçta maddeye müdahale yöntemlerini, yapım tekniklerini (hammaddesine göre) üretme ve elde etme tekniklerim (hayvan yetiştiriciliği, balıkçılık, tarım), ulaşım ve nihayet tüketim tekniklerini (yaşanan yer, konut, giysiler, beslenme) ayırt etme olanağı, ince tiplemeler sayesinde sağlanacaktır. Etnolojinin bu dalım etkileyen uzmanlaşmaya rağmen, teknolojilerin modernleşmesi ve bu modernleşmenin değişim halindeki kültürlere etkilerini hesaba katan kuramların hazırlanmasında, bu dala halen gerek duyulmaktadır.
AİLE YAPILANMASINDAN TOPLUMSAL ÖRGÜTLENMEYE
Etnolojinin yüreği akrabalıkta, daha genel olarak da toplumsal örgütlenmede atmaktadır. Karşılaştırmalı incelemenin temellerini de yine L.H. Morgan’a borçluyuz «İnsan Ailesinde Kandaşlık ve Akrabalık Sistemleri» (Systems of Consanguinity and Affinity of the Human Family, 1871).
Akrabalık sistemleri
Morgan, İrokvalar arasındaki soruşturması sırasında, akrabalık terimlerinin sistemler oluşturduğunu keşfeder; böylelikle betimle-yici terminolojileri sınıflandırıcı terminolojilerden ayırt edecektir. Betimleyiciler, birinci ve ikinci dereceden akrabalar için kullanılan birkaç özel terime başvurur; daha uzak akrabalarsa birleşik deyimlerle adlandırılır («annenin erkek kardeşi», «babamn kız-kardeşinin kızı», vb). Sınıflandırıcı terminolojiler, farklı kuşak ve cinsiyetlerden olan akrabaları aym kategoride tanıyabilir. Mor-gan’ın çözümlemesindeki evrimci önvarsayımlara rağmen, bu tema işlevselci ve yapısalcı kuramların temeli haline gelecektir; İngiliz etnologları M. Fortes, A. R. Radcliffe-Brown, E. Leach bunun mekanizmalarını açık ve seçik bir şekilde, ayrıntılarıyla belirteceklerdir. Claude Levi-Strauss’un yapısalcılığının kurucu eseri, «Akrabalığın Temel Yapıları» (les Structures elementaires de la pa-rente, 1949) başlığını taşır. Yazarın sonuç bölümünde belirttiği gibi, «akrabalığın ancak üç temel yapısının olması mümkündür; bu üç yapı, tek bir ayrımsal özelliğe bağımlı olan iki mübadele biçiminin yardımıyla oluşur». Bu özellik de tek bir soruda özetlenebilir: «Oturma-barınma kurallarıyla soy zinciri kuralları arasında ne gibi bir bağ vardır?» Akrabalığın ve evliliğin hedefi, ensestin yasaklanması gerçekleşip herkese dayatıldığında, «biyolojik aileleri toplumsal grubun bağrında» özümlemektir sadece. Verilerin karmaşıklığı ve terminolojiler arasındaki oyunlar, kurallarla pratikler, kâh niceliksel soruşturmaya (mesela M. J. Meggit’in Yeni Gine’deki Mae Engalar üzerine araştırması, 1965), kâh matematik biçimlendirmelere ve bilişimsel modellere (Fr. Heritier-Auge, «Akrabalık Uygulaması», l’Exercice de la parente 1981) yöneltir.
Kuşkusuz akrabalık bütün toplumsal örgüdenmeyi açıklama iddiasında olamaz. Salt deneyci olan veya aksine fazla biçimsel olan bu tip yaklaşımların özündeki kusurlar, bu alanı, diğer tarihsel, ekonomik ve kültürel gerçekliklere kapamıştır. Marksistlerin akrabalığı hem bir altyapı, hem de bir üstyapı gibi (M. Godelier) veya demografik, ekonomik ve toplumsal bir kendi içinde çoğalma topluluğu olarak (Cl. Meillassoux) ele alma iddiaları, bazen stratejik bir oyun gibi görünen şeye dinamik bir anlam verebilmiştir. Akrabalığın, hâlâ etnolojinin bilinçdışı gibi kaldığı söylenebilir.
Dinler, tasvirler ve inanışlar
Etnolojinin ikinci kurucu teması, muhtemel olarak en muğlak tarafıdır; çünkü her toplumun özünü, yani kendisi hakkmdaki fikrini, kafasında kendisiyle ve çevresindeki evrenle, kökeni ve kaderi hakkında yarattığı görüntüyü konu alır. Hıristiyanlık veya en azından deizm (sonra da felsefî düzlemde idealizm) duygusu, uzun zaman boyunca ilkel toplumlann insanlık derecesinin ölçüm aracı gibi olacaktır. XIX. ve XX. yy’lardaki sosyolojik ve etnolojik kuramlar, her toplumsal örgütlenmenin motoru olan kutsallığı ve ortak tasarımları ideolojide bulurlar. Mauss’a göre bile, Avrupadı-şı toplumlar, tam anlamıyla «Homo Religiosus»un toplumlarıdır.
Dinî etnoloji, ilk incelenen toplumlann özel doğalarına rağmen, büyük evrensel dinlerin işleyişlerine, kültürsüzleştirme etkilerine ve bunun sonucunda çıkmış olan yeni inanış ve örgütlenme biçimlerine de ilgi göstermiştir: bağdaştırmacılık, mesihçilik, binyılcılık ve peygambercilik olguları, bazı kültürel ve hatta siyasî durumlara özgü dinî canlılığın varlığım doğrular görünüyorlardı (1950’li yıllardan itibaren Roger Bastide ile Georges Balandi-er’nin Afrika veya Güney Amerika üzerine çalışmaları buna tanıklık etmektedir).
Etnoloji önce her kültüre, her topluluğa özgü dinler ve inanışlar konusunda uzmanlaşmıştır. Bu uzmanlaşmanın sonucu olarak, tipolojilere yer açan şaşırtıcı bir etnografik panorama çıkmıştır. Mauss bu yolla kutsallığı, büyüyü, kâhinliği ve batıl inançları ayırt edebiliyordu. 1950’li yıllardan beri yeni bir yaklaşım kendini dayatmıştır. Sosyal bir kurum olarak din, yerini, doğa ve insan dünyasım temsil eden ve yorumlayan sistemlere bırakır. Kutsallık, büyücülük, kişi kavramı, daha soyut olarak da « Yaban Düşünce» (Cl. Levi-Strauss) veya «ideolojik» (M. Auge), bir simgesel benzeşim antropolojisiyle benzer yanlar taşımaktadır. Bu antropoloji, tanrılara ve doğaüstü güçlere inanışları daha genel niteliklerin özel görünümlerinden başka bir şey olmadığı için, dinî etnolojiyi zorunlu olarak dağıtır (Edmund Leach, Mary Douglas ve Clifford Geertz’in Anglosakson antropolojisi içindeki çalışmalarının da vurguladığı gibi).
Ama dinî etnoloji Batılı toplumlann üzerine de eğilir. «Pagan» batıl inançlarındaki folklorik görüntüyü bir yana bırakarak, halktaki dinine bağlılığı kadar az çok «egzotik» kökenli yeni katı tapınma biçimlerini de ciddiye almıştır. Günümüzdeki toplumsal bunalımların kuşkusuz dünya çapında bir etkisi olmakta ve inançların canlanmasına yol açmaktadır: dinî etnoloji bunu iyi anlamıştır.
Brazzaville ’Ğe (Kongo) bir büyü:
Büyücülerin kendilerim .
dileklerinin gerçekleşmesin ssi e için başvurduktan nesneler, sistemlerinde çok önemli r= sahiptir.
Bir Sih (Hindistan). Sıfı:$ • benimseyenler için telehSC” gerçeklik sayılan Tannya yaklaşmanın yoludur
Pigmeler (Kongo). Erkevs’ avlanırken kadınlar ka.rp kalır; çevredeki av =’ yetmez olunca, kamp tefter
Papua ayin maskesi (kilden).
Nesneler ve süsler, etnologlann araştırdığı malzemenin bir parçasıdır.
Dogon köyü (Mali). Dogonlar, kabile kültürlerini günümüze kadar koruyabilmişlerdir. Oturduktan konutlar, ilginç bir sanat mirasının zenginliğine tanıklık etmektedir.
Düzen, hukuk ve siyaset
Etnolojik düşünce, başlangıcından beri toplumsal düzeni, yani çekişme ve çelişkilerin halledilme biçimini sorgulamıştır. XIX. yy’da Batılı toplumlarındaki hukukî etnomerkezcilik, göründüğü kadarıyla kamu alanıyla özel alan arasındaki ayrımdan habersiz olan toplumlarda hukukun yaratılma koşulları üzerine sorular sormaya yöneltir. 1861’de yayımlanan «Eski Hukuk»\ın (Ancient Law) yazan Sir Henry Maine’e göre, hukukun özerkliğinin ortaya çıkışını görmek için, önce «sınırları belli toplum»u, sonra da «yasalar dönemi»ni beklemek gerekir.
Hukukî etnoloji, 1930’lu yıllara kadar toplumsal örgütlenmenin bütün alanlarım kapsar. Fakat katılımcı gözlem yöntemleriyle birlikte, önemli bir dönüşüm gerçekleşir, hukuk, artık toplumun itici gücü ve geleneğin tek kefili olarak algılanamaz. Mali-novvski, yasamn bir işlev olduğunu ve dolayısıyla her sosyolojik gerçeklik veya kültürel mekanizmanın hukukun içinde yer bulabileceğini açıklar («İlkel Toplumda Suç ve Gelenek», Crime and Custom in Savage Society, 1926).
Böylelikle hukukî etnoloji yerini siyasî antropolojiye bırakır: iktidar, devlet, yasa ve düzen, istikrar ve değişme (sömürgeciliğin girişi sırasında Batılı yasaların yarattığı hukukî kültürsüzleşme de dahil olmak üzere), daha bütünlüklü bir arayışın hedefleri haline gelir. Hukukî etnoloji, çoğu zaman etnomerkezci bir uzmanlaşma olduğu izlenimim vermiştir (sivil toplum belki hukuktur da, ama her şeyden önce uygarlıktır). Hukukî etnolojinin bir antropolojiye dönüşmesi de sadece terminolojik bir işlem olmaz.
Ve sonunda ekonomi
Ekonomi alanına ilgi ise çok geç kendini gösterir. 1897’den itibaren Boas, tipik olarak Amerika’mn kuzeydoğu kıyısındaki yerli topluluklarında rastlanan ve birikiminin yok edildiği gösterişli bir tören olan yotlaçı tanımlamıştır kuşkusuz. Malinowski de, gerçek bir deniz yolu ve uluslararası mübadele ağı olan kula çemberinin işleyişini açıklamıştır. Mauss, bağış ve karşı bağış kuramım geliştirmek için bu çalışmalardan yararlanacaktır. Bu mübadele ve âyinlerde yapılan veya toplum tüketim olguları, etnologların öncelikle ilgisini çeker, zira bunlar ekonomiöncesi veya antiekono-mik bir zihniyetin ürünüdürler.
Etnologlar topladıkları mal ve nesnelerin üretildiği koşulları da açıklamaya çalışırlar. Toplumsal örgütlenme, cinsiyete göre iş bölümü, birikim ve harcama kavramları (mesela paranın rolü), sessizce geçiştirilemeyecek derecede açık gündelik gerçeklerdir. Okyanusya, Afrika veya Amerika’daki ilkel ekonomiler, Almanya’da (Richard Thurnwald), İngiltere’de (Raymond Firth), ABD’de (Melville Herskovits) araştırılır ve 1950’den sonra ekonomik nitelemesini alacak olan bir antropolojinin konusu haline gelir.
FOLKLORDAN ETNOLOJİYE
Halk alışkanlıklarının araştırılması; IX. yy sonunda folklor9un İngilizce’den alınmıştır) oluşmasına neden olur. «Halk gelen (Paul Sebillot’nun 1892’de kurduğu dergiye verilen isim) düşkünlük, sistemli olarak malzeme toplanmasına neden binden fazla olguyu derleyen «Fransa Folkloru» (le Folklore d 1904) adlı ilk döküm Sebillot’ya aittir. Ama, soru kâğıtları toplanmasının halen sistemli bîr şekilde yapılmasına karşın, daha etnolojik bir düşünceye açan kişi Amold Van Gennep (18. olmuştur. Artık, halk sınıflarındaki mantıköncesi zihniyetin kal bulmak değil, karşılaştırmalı bir yöntem yardımıyla tutarlı bütünler oluşturmak söz konusudur {«Çağdaş Franstz Folklo Kitabı», Manuel du folklore français contemporain, 1937-1958] 1878?de Etnografya Müzesi’nde bir Fransa salonunun açılm ra da 1937’de İnsan Müzesi’ne bağlı olarak Halk Sana Gelenekleri Müzesi tasarısı, Fransa’de etnografyanın egzotik di gerisinde kaldığını kanıtlar. Fakat G.H. Riviere’in (189 çalışmasının önemi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıt Gerçekten de Fransız etnolojisi, uzaklarda uygulanan ilkelerdi lenerek, ancak 1950’ye doğru doğar. 1949’dan itibaren Marce araştırmalara kültürel uğraşıyı dahil eder ve ilk monografi ışığına çıkar-. Louis Dumont’un la Tarrascjue (1951) adlı çalışı Lucien Bernot ile Rene Blancard’m «Nouville, Bir Fransız (Nouville, un village françois, 1953) adlı eserleri. Bretagne (İS itibaren), Aubrac (1964’ten itibaren) ve de Châtillonais b< konusunda büyük ortak soruşturmalar düzenlenir. Fransız et 1970’den beri bu bilim dalının en dinamik alanlarından birini c maktadır. Bugün, Kültür Bakanlığı’na bağlı bir Etnoloji Varlıklan vardır ve antropoloji adı altında, kentsel ve sınaî biçimleri (J Gutwirth, Gerard Althabe), hatta siyasî yaşamı (Marc Abeies), maya koyulmuştur.
1960’h yıllarda Fransa’da «ekonomik etnoloji»den h edilmektedir (Pierre Bessaignet, Jean Poirier), fakat bu kc Marksist kuramcılar tarafından kuşatılması, Mauss’un b-toplumsal olgu anlayışıyla bağları aynen kalsa da, «antro teriminin kullanımını doğrulamıştır.
Dil, diller ve etnodilbilim
Etnoloji (ve hele günümüzdeki a fortiori antropoloji) ins üzerine düşünmenin bir ürünü olarak kabul edilebilir. D kültür, hayvanlıkla insanlık ve de tabii ilkel kültürle uygaı kültür arasındaki ayrımları konu alan birçok kuram, sonul kullanımını, dünyamn simgelerle yorumlanmasını, insan yimlerinin aktarılmasını, toplumsal mekanizmanın tam mt ne yerleştirir.
İnsanlık tarihi yazı devrimine dayansa bile, günümüzdel topluluklarının çoğunun sözellik tarafından yönlendiriliyor sı ve etnolojinin uzmanlık alamna giren kültürlerin sözellil fmdan yaratılmış olmaları, toplumlann bu tarzda algılatır daha da anlaşılır kılar. Yazısı olmayan birçok dili anlamak vı da geçirmek için bütünüyle dilbilimsel tekniklerin geliştir: ve bilgi kayıtları için özel yöntemlerin yaratılması, sözellij öneminden ötürüdür.
XIX. yy’da, ırklarla dilleri, kültürel gelişme düzeyiyle dilse maşıklık düzeyini birbirine bağlayan kuramların etkileri, b lerin ciddiye alınmasını yasaklamıştır. Uzun zaman boyun mel dilsel derleme çalışmalarını, amatörler, misyonerler, asi ve yöneticiler yürütmüştür; bu durumda, kaçınılmaz olaraj çok hata da yapılmıştır. Boas veya Malinovvski’nin, çözüml lerindeki kültürel veya işlevsel bakış açısının sonucu olarak i den metinlere gösterdikleri ilgi, birçok etnologu yetkin bire bilimci olmaya itmiştir. İçlerinde, kızılderili dilleri uzmanı j rikalı Edward Sapir (1884-1939) gibi kimileri, anlatımı, dilin lı başına kültürel bir nesne olma deneyimini sınıflandırmanı yolu olarak tanımlamışlardır. 1950’li yılların başında, Cl Levi-Strauss, yapısal antropoloji yöntemini ve «yaban di ce»nin mantığım hazırlamak için Nikolay Trubetzkoy’un se: minden yararlanacaktır.
«Etnodilbilim» terimi birbirinden farklı birçok nesneye iş eder. İlkin, dilbilimin egzotik veya etnolojik bir zeminde kul mı söz konusu olabilir. Ama etnodilbilim, dilbilimin (hatta lumsal dilbilimin) kültürel bir çeşidi de olabilir. Kültürel ve zi sel taslakları, sözlü edebiyatların anlambilimi veya çözümler aracılığıyla kavramaya girişir. Etnodilbilim için daha karmaşıl şekilde söz konusu olan şey, dili kültürün içine yeniden yerle mek ve onun kültürel ve toplumsal kullanımlarını, etnoloj herhangi bir kurum veya uygulama için yaptığı biçimde karşı tırmaktır.
ETNOLOJİ YENİ BİLİM DALLARI, YENİ ALANLAR
Yine de etnologların en çok tercih ettiği alan, dünyayı kavrayış, fikir yürütme ve düşünce biçimleri, doğa ve insan gerçekliklerini yorumlama biçimleri alanıdır. Etnologlar taralından incelenen toplumlann maddî ve maddî olmayan dünyası üzerine bilgi alanı sonsuzdur ve Batılı doğa bilimlerinin sınıflandırmalarıyla etnologların sınıflama ve açıklama tarzlarının uyuşmaması doğaldır.
Bundan ötürü, «kendiliğinden edinilen» veya üzerinde çalışılmış bilgileri kendi bağlamları içinde işlemeye çalışan etnolojik ve bilimsel dallar gelişmiştir. J. W. Harshberger 1895’ten itibaren et-nobotanik terimini kullanırken, Amerikalı George Murdock da (1897-1986) 1950’de «etnobilim» deyimini ortaya atacaktır.
Etnobilimler
Gerçekliğin tanımlanması ve anlaşılmasında işlemsel ve an-lambilimsel mekanizmalara öncelik veren açıklamalarla, daha ziyade pratik ve yararcı tutumlar üzerinde duran açıklamalar birbirinden ayrılır. İlk gelenekte, etnobilim, dünyada verili olan anlamları saptamakla yetinen simgesel bir yorumlama haline gelir. İkinciye göreyse, çözümlemeli veya pragmatik kavramları, zorlamalarla yemlikler arasındaki diyalektik ilişkiler ve somut adlandırmak deneyimler kurmaktadır. Doğa bilimlerindeki pozitivist gelenekler, kendilerini daha çok bu ikinci yaklaşımda ortaya çıkarlar; bununla birlikte, sadece belli alanları kapsayan söz dağarcıklarının toplanması bile, bir etnobotaniğin, bir etnozoolojinin ve bir etnoastronominin varlığını doğrulayabilir.
Bugünkü etnobilimsel araştırmalarda, büyük bir konu hâkim durumdadır: insan bedeni, hastalıkları (bedensel ve ruhsal) ve tedavi yolları. «İlkel hastalıklar»ın bütünüyle etnolojik yorumu (et-notıp) W. H. Rivers’ın (1864-1922) çalışmalarına kadar uzanır. «Tıp, Büyü ve Din» (Medicine, Magic and Religion, 1924) adlı eserinde, hastalıkların bakımının, inanç sistemleri ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin sonucunda oluştuğunu açıklar. «Büyü»yle ilgili yönleri (evreni kullanan insan) «dinî» yönlerden (doğaüstü bir gücün rolü) ayırt eder. Ama karşılaştırmacılık genelleşince, mutlak bir kültürel göreciliğe dönüşür. Bununla birlikte E. E. Evans-Pritchard’m («Azendelerde Büyücülük, Kâhinler ve Büyü», Witchcraft, Oracles and Magic among the Azande, 1937) veya V. Turner’in çalışmaları («Elem Davulları», 1972) şifa törenlerinin sadece hastalığın çerçevesi içinde kalmayıp, epeyce dışına taştığını ve bütün bir sosyal-kültürel alanın denetimini kapsadığım doğrular. Bu yüzde etno-tıp yerini bir hastalık antropolojisine bırakır; tıbbî antropolojiyse, sağlık uygulamalarının içinde bulunduğu durumlar üzerinde yoğunlaşır.
Avustralya Halk Sanatı. Avustralya toplumunda pazar alanı bulan yerli ürünleri çok enderdir.
Zihinsel hastalıklara karşı ilgi de aynı modelde bir etnopsiki-yatri yaratacaktır. Buna karşılık psikanalizin yazgısı bütünüyle farklı olacaktır: Fransız sosyoloji geleneği bundan habersizdir, Malinovvski ise Freud’u katı bir şekilde eleştirmektedir. Bununla birlikte, ABD’de, 1920’li ve 1930’lu yıllardaki psikanalitik uğraşlar çerçevesi içinde bir okul (Kültür ve Kişilik) oluşacaktır.
Etnosanatlar
«İlkel» bir sanat karşısında beliren estetik önyargıların ortadan kalkması için belli bir zamanın geçmesi gerekmiştir. XIX. yy’ın sonu ve XX. yy’ın başındaki resim ve müzik devrimleri, bu sanatın değer kazanmasına katkıda bulunmuştur. Ama bizzat etnoloji, teknik tipolojileri (resim, heykel, mimarî, müzik, dans) aşmak ve sanat üretimindeki gerçek alışkanlıkları, toplumsal çerçeveyle kültürel kodlar, bilişsel ve teknik mekanizmalar (düzeltmeler, biçimler, renkler, vb) arasındaki bağları göz önünde bulundurmak zorunda kalmıştır. Boas, bu konuyu bu haliyle ele alan ilk kişi olmuştur («İlkel Sanat», Primitive Art, 1927). Etnoloji, müzebilim-sel esinli bir fonksiyonalizmle (sanat eseri toplumsal ve kültürel olarak yararlı olmalıdır) zaten değişken ilkeleri olan bir estetizm (ortak eserler ancak ebedî ve kültürlerarası olabilir veya, «vahşî» ve «doğal» olduğu için, sadece yalın olabilir) arasında yine de kararsız kalır. Küçük el sanatlarıyla (ev-içi ve gündelik yaşamla ilgili) büyük sanatlar (temel anlamlar taşıyan) arasındaki ayrımların reddedilmesi, sanatçılara ve imalat veya «sipariş» uygulamalarına gösterilen ilgi, ne bir teknoloji, ne de sanatsal biçim ve değerlerin bir dökümü olan etnolojinin değişmesine yol açar.
Görüntünün ve özellikle sesin kaydedilmesi, bu çözümlemelerin gitgide daha kusursuz hale getirilmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Özellikle, hem çalgı aletlerini (organoloji) hem müzikleri (yazıya geçirilmemiş ve özgün ilkeleri olan) betimleyen etnomüzikolojinin çözümlemeleri bu ilerlemeden etkilenmiştir. Toplumsal yaşamın gündelik akışına veya olağandışı olaylara eşlik etmek için, neredeyse sistemli olarak şarkıya, hareketlere ve müziğe başvurulması, etnolojinin kalbinde yer alan bu bilim dalının önünde muazzam bir alan açar. Geleneksel müzik modasıyla bir gösteriye dönüşen bu müzik evrim geçirmekte ve etnik geleneklerden uzaklaşma eğilimi göstermektedir.
Papular (Yeni Gine). Ayna. r„ topluluğunun kullandığı süs arasına yeni giren tek nesne:. r
Timya’da (Nijer) Kuran kursa.
Afrika’ya dışandan gelen Issa” bertaraf edemediği atadan ka'”. inanışlann üzerine eklenmştfr
Geleneksel Moğol müziğinin kaydedilmesi. Modern teknolojiler, çoğu zaman notaya dökülmemiş olan müzikleri en iyi şekilde muhafaza etme olanağı vermektedir.
Bölgeler ve yaklaşımlar
Dünyanın bütün büyük coğrafî bölgelerinin kendi etnolojik tarihleri, konuları, gelenekleri ve hatta kendi deneysel veya kuramsal uzmanlıkları vardır: Afrika’nın siyasî sistemleri, Avustralya’nın akrabalık terminolojileri, Asya’nın Şamanizm, Amerikan kızılde-rililerinin potlaçı, vb. Önce yayılmacı, sonra da kültürcü yönelimler, kültürel bölgelerin belirlenmesi sonucunu getirmiş; ve bugün de halen, Afrika, Amerika veya Okyanusya’yı konu alan farklı etnolojiler söz konusudur.
Bununla birlikte alanların bu biçimde bölünmesi, göründüğü kadarıyla, örnekleri tanıtlamalarının gereklerine göre veya bilgileri elverdiğince ayıklamayı tercin eden kurucuların evrensel karşılaştırmalı bakış açısına ters düşmektedir. Şimdi etnoloji, Üçüncü Dünya ülkelerinde özerk bir biçimde gelişmektedir ve bu ulusal etnolojiler, öncelikle kendi yerel kültürlerine bağlanmaktadırlar. Bundan ötürü kültürel bölgelere göre uzmanlaşma, bu bilim dalının var olma nedenini, yani bizzat Batı üstünlüğünü yok eden harekede birlikte güçlenmiş bulunmaktadır. Etnolojinin sömürgecilik karşıtı eleştirileri de bu yeni kültürel kendine gelişe katkıda bulunmuştur. Böylelikle etnoloji, toplumsal denetim ideolojilerinin (Meksika yerlileri) veya etnik taleplerin (Amerika yerlileri, Kanaklar) dile getirilmesinde yardımcı olabilmektedir.
Amerika yerlileri etnolojisi, Yeni Dünya’mn keşfini ve sonra da sömürülmesini izleyen edebî, felsefî ve ansiklopedik düşünceden doğmuştur. Bilim cemiyederinin kurulması; önce uygulamalı, sonra da temel etnolojinin kendi ayakları üzerine oturtulması; Morgan veya Boas gibi kurucuların üzerine eğildikleri konular arasında olan, bu halkların yaşamında toplayıcılığın, balıkçılığın ve avcılığın oynadığı baskın rolü doğal bir şekilde açıklamaktadır. Yerli gruplarının kıyıma uğraması ve rezervlere sürgüne yollanması, kültürel bir antropolojiye doğru evrimin bir bölümünü açıklayabilir. Bundan ötürü bu toplumlann sınıflandırılması (1978’den beri yayınlanan bir yıllıkta), Amerika yerlileri etnolojisi için halen harekete geçirici bir hedef olarak kalmaktadır.
Latin Amerika etnolojisi ise daha geç ortaya çıkar. Amazon Havzası’ndaki ufak ve tecrit edilmiş durumdaki avcı-toplayıcı toplumlarla, bugünkü ulusal nitelikli köylü sınıflarının esasını oluşturan And veya Meksika halkları arasında önemli ayrılıklar vardır. Amazon Havzası’ndaki halklarda, etnolojik kuram, her toplumun kökenindeki modelleri araştırmada ısrar eder; And ve-
ya Meksika halkları ise, yeni arkeolojik oluşumlara yol açn ve değişim ve köylü topluluk biçimlerine karşı bir ilgi doğm neden olmuştur.
Afrika etnolojisi ise, genel hareketiyle çok daha yenidir v cak XX. yy süresince gelişmiştir. Bu her şeyden önce kara kı sömürgeciler tarafından fethedilme kronolojisine bağlıdır. S; Ingilizler ve Fransızlar bu konuya bir ilgi göstermişlerdir; A sömürgeciliğinin 1918’den sonra sona ermesi, gelecek vaat Alman arazi araştırmalarını büyük ölçüde sınırlandırmıştır.. tırmalar iki büyük kültürel alanda yoğunlaşmıştır: bir yand; Afrika, öte yanda Orta Afrika ve Bantu Afrikası.
Egemen konular siyaset (çünkü devleti kurmuş eski ve b toplumlar vardır), din (İslam da dahil) ve ekonomidir («ulu; rası» ekonomik bölgelerin varlığından ötürü). Fakat soruştu ların çoğunun temeli, akrabalık ve köy örgüdenmeleri olaral maktadır. Kuzey Afrika’da, bir yandan sömürgecilik koşı öte yandan da oryantalist incelemelerdeki önyargılar, etnoj
Okyanusya’da TrobriandAdatan.
Malinowski’nin özgün araştırmalan sonucunda ünlenen Trobriandlılar balıkçılık yapar, yam ve taro bahçelerini işlerler. Ekonomik ilişkileri ve dinî törenleri çok karmaşık bir kurallar sistemiyle yönlendirilir.
ETNOLOJİK SİNEMA
1893’ten itibaren Doktor Felix Regnault, farklı topluluklara basit davranışları kaydetmek için kronofcıtografıden yararlanır, 1912’de şunu yazar: «Elde yeterli sayıda film olduğu zaman, bunları karşılaştırarak genel fikirler yaratılabilir; etnoloji etnofotoğrafçılıktan doğacaktır». 1898’deki TorresBoğazı’ndaki adalara yaptığı seferinde, A. C. Haddon, bir Lumiere kamerasıyla ilk saha filmlerini gerçekleştirir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Dziga Vertov’la Robert Flaberty, etnolojik sinemanın gireceği iki büyük yolu keşfederler: kurgu belgeseli ve gerçeğin sahnelenmesi «Kuzeyli Nanouk» (Nanouk of the North, 1919-1922), Kuzey Kutbu’ndaki yaşamın gerçek bir dramlaştırılması-dır, M. Griaule’un Dogonlar arasında, Rahip O’Reilly’nin 1930’lu yılların Maienezyası’nda veya M. Mead ile G. Bateson’ın Balı ve Yeni Gine’de yaptıkları gibi, etnologlar sinemadan yararlanmaya başlar.
1945’ten sonra tekniklerin iyileştirilmesi, etnologa, araştırmalarına sinemayı da katma olanağı verir. 1968’de JeanRouch bunu açığa vurur: «Bir film, bilimsel araştırmanın tutarlılığıyla sinematografik gösteri sanatını birleştirirse, etnografik olur». Böylelikle, kültürel koruma işlevi gören bütünsel döküm anlayışına da, toplumsal yaşamın yığınsal kaydına da (Boşimanlar arasında J. Maıshall ve Yanomamiler arasında T. Asch) rastlanır; «doğrudan sinema» veya «sinema-gerçek» ise, filme çekilen insanların bakış açılan büyük bir yer tutar.
Karşılaştırılan ve paylaşılan bakışlar, etnolojik sinemaya bir kendini ifade etme ve kültürel açıdan kendi kendini yorumlama aracına dönüştü. Etnolojik sinema, arazi üzerindeki konulara daha çok söz hakkı tanıyarak, bilimsel olma iddiasındaki nesnelliğin sınırlarını da kanıtlamıştır.
ye duyulan ilgiyi fazla azaltamamıştır: girişilen incelemeler, kabile, bölümlü toplumlar, adlî ve siyasî işleyişi (E. Masqueray, R. Montagne, J. Berque) veya İslam’da tarikatlar konusunda anlamlı sonuçlar sağlamıştır.
Asya kıtası, Ortadoğu uzantısıyla birlikte, etnoloji tarafından çok ters gelse de bir biçimde en az araştırılan kıta olarak kalmaktadır. Yazılı kültürlerin ve bilim düzeyinde ilahiyatları olan yazılı dinî geleneklerin (İslam, Budizm, Hinduizm, Konfüçyüsçülük) önemi; özellikle metinler, dilbilimsel ve kültür açısından oryantalist geleneğin bugün de halen güçlü olan hâkimiyeti; dinî ve kültürel (Arap ülkeleri) veya siyasî ve ideolojik (eski SSCB, Çin) nedenlerle etnografik meraka (ister yabancı olsun, ister ulusal) kapalı kalmış birçok devletin varlığı; deneysel soruşturmaların gelişmesini geciktiren, hatta yasaklayan etkenler olmuşlardır. Kayda değer tek istisna, XIX. yy’ın ikinci yarısından itibaren İngiliz uygulamalı etnolojisinin uzmanlığını ve hedeflerini gösterebildiği Hindistan’dır. Toplumsal örgütlenme (kastlar ve kabileler) ve siyasî hiyerarşiler gibi klasik konular etrafında, İngilizler tarafından dayatılmış olan aşırı betimleyici ve monografik yaklaşımı modernleştiren zengin bir Hint sosyal antropoloji geleneği bugün gelişmektedir.
Okyanusya kültürlerinin çeşitliliği, Avrupalı deneyime her açıdan en uzak olan bu bölgeye eskiden beri gösterilen ilginin kaynağım açıklamaktadır: Okyanusya «iyi vahşî» mitosunun doğduğu yerlerden biri olarak kalır, ama saha etnolojisinin de doğum yeridir. Torres Boğazı’ndaki adalara 1898’de düzenlenen, A. C. Haddonyönetiminde gerçekleştirilen ve C. G. Seligman ile W. H. R. Rivers’ın katıldıkları sefer sırasında, Rivers, akrabalık çözümlemesindeki soykütüğü çıkarma yöntemini aydınlatır. Malinovvs-ki de, Trobriand Adaları’nda bulunduğu sırada katılımcı gözlemi keşfeder. Avustralya akrabalığın veya totemciliğin büyük kuramlarına esin kaynağı olacaktır. Malenezya ise birçok etnoloji ve e-konomik antropoloji (R. Firth) çalışmasına konu olacaktır. M. Mead, G. Bateson, M. Leenhardt, J. Guiart gibi araştırmacıların veya daha yakın bir zamanda, M. Sahlins ve M. Godelier gibi antropologların çalışmalarının, etnolojinin yönelimi üzerinde çok önemli bir etki yaptıkları kuşkusuzdur. Bu araştırmacılar, çalışmalan-nın nitelik ve önemim, belki de Okyanusya’ya yaptıkları ziyaretlerine borçludurlar.
Kırsal ve kentsel halk kültürlerinin, ayrıca bilgi kültürlerinin sistemli olarak araştırılması, sergilenmeye girişilen gelenekleri («Halk sanatı ve gelenekleri» müzelerinden «ekoloji müzeleri»ne kadar) tanıma olanağı vermiştir. Önce yerelci, geçmişçi veya ortak kültürel miras yanlısı olan bu kültürel yaklaşımın yerine, azar azar, daha etnolojik, hatta daha antropolojik bir perspektif gelmiştir. Modernlik ve sanayi toplumlarınm alışkanlıkları artık sorgusuz sualsiz dışlanmamıştır. Bununla birlikte, en çok araştırılan konular, köy toplulukları, etnik azınlıklar, beceri ve iş bilme ve eski meslekler olarak kalmıştır.
Etnolojinin geleceği
Etnoloji, tarihinin eskiliği, coğrafî ve kültürel alanlarının dağıl-mışlığı, konularının zenginliği ve çeşitliliğiyle, kendini kanıtlamış sosyal bilim olduğu izlenimini vermektedir. Bununla birlikte,
ETNOLOJİ
1970’li yıllardan beri bunalımda olduğunu da gizlememektedir: yöntemlerinin, yakın ve gündelik olanın mikrososyolojisi tarafından kullanılmasıyla, devraldığı mirasın, önemli kuramsal ve ev-renselci yankıları olan bir antropoloji konusuna dönüşmesi arasında kalmıştır. Birçok çözümlemeci, etnolog ve antropolog (G. Balandier, D. Hymes, M. Panoff, M. Auge), siyasal ve kuramsal koşullara bağlı olduğu kadar, tematik ve metodolojik yeniden yapılanmalara da bağlı olan bu evrimdeki etkenleri aydınlatmışlardır. Buna karşın, etnolojinin kendisini, konusuyla mı (sözel gelenekli küçük «ilkel» toplumlar), yoksa aksine yöntemleriyle mi (bizzat o toplum veya kültürün içersinde uzun süreli niteliksel araştırma) tanımlayacağı her şeye rağmen henüz bilinmemektedir. Etnolojinin sahasına değişimin ve modernliğin girmesi, önce bir karmaşık toplumlar antropolojisine, sonra da etnologun «kendi yeri»nin incelenmesine geçilebilmesini açıklamaktadır. Bizzat bu bilim dalının dışında olan yöntemlerin genelleşmesine gelince, bu hem insan ve toplum bilimlerinin birleştirilmesi eğiliminin; hem de etnolojinin, sadece nesnelere bakan ve toplayan basit bir tekniğe indirgenmesinin kanıtıdır.
Bununla birlikte etnoloji, bir şimdiki zaman bilimi olarak kalmaktadır: alışılmış biçimlerin dışında kalan sözellikleri dinlemesi, zımnî olan veya dile getirilmeyen şeylere karşı merakı, kitlesel görünümleri (tüketim toplumu veya televizyon dünyası gibi) kavramadaki inceliği, ona, sosyal veya kültürel bir antropolojinin temel yöntemi olarak kalma olanağını vermelidir. Bu sosyal veya kültürel antropoloji, kültür ve uygulamalarda sürekli olduğu iddi-a edilen yapılarla ilgilenme eğilimindeki bilişsel ve simgesel tercihli bir antropolojiden ayrılacaktır. □
BELGEDEN MONOGRAFİYE
Beige ve bilgi toplama yöntemi, sergileme ve çözümleme düzenleri, etnolojik soruşturmanın sonuçlarını belirler. Gerçekten de etnolog, çalışması için zemin oluşturacak belgelerin çoğunu kendi başına oluşturmak durumundadır. Birçok durumda, o toplumun etnolog yokken ürettiği belge veya tanıklıklar söz konusu değildir; oysa tarihçi veya sosyologlar için bu böyledir. Söyleşiler, toplu tartışmaların kâğıda dökümü, sözlü gelenekler, uygulama ve ibadederin inceden inceye betimlenmesi, ses ve görüntü (fotoğraf, film, video) kayıtları, âlet koleksiyonları, âyin veya ev eşyalarının hepsi de toplanan malzemenin zenginliği hakkında bir fikir vermektedir.
Uzun zaman boyunca, sonuçların sunuluşunu yönlendiren tür, monografi olmuştur. Herhangi bir toplumun faaliyederini değişmez bir şemaya (ekolojik çevre, yerleşme biçimi, toplumsal örgüdenme ve akrabalık, hukuk, dinî kurallar, değerler ve kültür) göre parçalara ayıran standart smıflamalı bir plana göre düzenlenen monografi, bütünsel bir panorama sağlama, karşılaştırmaları teknik olarak kolaylaştırma ve bir topluluk hakkındaki bilgileri gözden geçirme gibi avantajlar sunuyordu. Böylelikle o topluluk, etnologun özel sahası haline geliyordu. Bu çalışma şeklindeki çok açık fonksiyonalizm eleştirisi, daha sorunsal veya tematik yönelimlerin gelişmesi, bugün monografik yöntemin neredeyse terkedilmesine yol açmıştır.