FARS DİLİ VE EDEBİYATI

FARS DİLİ VE EDEBİYATI

FARS DİLİ VE EDEBİYATI

FARS DİLİ VE EDEBİYATI

Farsça, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran kolunun İran öbeğindendir. Yaklaşık üç bin yıllık geçmişi olan ve farklı lehçeleriyle geniş bir coğrafyaya yayılan Farsçanın zengin bir edebiyatı oluşmuştur. Avesta, Kelile ve Dimne İslam öncesinin en önemli Farsça belgeleridir. Arap yayılmacılığının bir sonucu olarak VII. yy’dan sonra, Fars dili ve edebiyatı Arapçanm, İslam din ve kültürünün büyük ölçüde etkisinde kaldı. Ancak bir süre sonra yönetimin desteğiyle millî kimliğini bulan Farsça; Firdevsî, Nizamî, Camî, Hafız, Ömer Hayyam gibi ustaların eserleriyle zengin bir edebiyat dili durumuna geldi. XIX. yy’dan sonra Batı dünyasına açılan İran edebiyatı, yeni edebî türlerle (roman, hikâye, tiyatro) tanıştı. Son yıllarda İslam devriminin etkisiyle ideolojik bir nitelik kazandı.
Firüevsî’nin «Şehname»sinden Fars edebiyatı, İran’la sınırlı kalmış bir edebiyat geleneği değil-tezhip (minyatür). dir. Fars kültür ve edebiyatının zenginliği, özellikle Farsçanın şiirsel söyleme uygun bir dil olması, bölgede İslamlığı benimseyen devletlerde de Fars edebiyatına ve diline karşı bir eğilim başlatmış, Afganistan, Hindistan, Türkistan, Pakistan, Kafkasya, Anadolu yörelerinde bu gelenekten beslenen zengin edebiyatlar oluşmuştur.

Fars edebiyatı üç kültür potasında yoğrulmuştur. Eski İran kültürü, İslam kültürü, Batı kültürü. Özellikle, İslam ve Batı kültürü bir esinlenme ve öykünme olarak başladıysa da, zamanla bu kültürlerin özümsenmiş değerleriyle yerli öğeler arasında başarılı sentezler yapıldı. İran edebiyatı bu yolla özgün kimliğini kazandı.

İSLAM ÖNCESİ

İslam öncesi Fars edebiyatı hakkmdaki bilgilerin ve belgelerin tarihi MÖ VI. yy’a kadar gider. Bu döneme ait belgeler, eski İran’da şiir ve düzyazı geleneğinin varlığını kanıtlar. İran’da egemenlik kuran Medlerden (MÖ VII-VI. yy) ve bir süre İran’da hüküm süren Selefkîlerden bugüne hemen hiç belge kalmamıştır. Partlara ait olduğu bilinen bazı yazıtlar, mühürler, sikkelerle Mani diniyle ilgili belgeler, İslam öncesi dönemin en önemli kaynak-
ları olarak kabul edilir. Bu arada, Sasanî hükümdaı derlenen, Zerdütştçülüğün kutsal kitabı Avesta da tümelidir. Avesta’mn «gata»ları (Zerdüşt’ün olduğ-kılar veya İlahîler) Fars şiirinin ilk lirik örneklerini Sasanîler döneminde sarayda kâtipler görevlendi darların gerçekleştirdikleri kimi önemli olaylar k kaydedilmiş; özellikle, Yunanca ve Sanskritçede (Eski Farsça) bazı çeviriler yapılmıştır. Bunlar aras Hint masal derlemesi olan Kelile ve Dimne çevirisi bilir. (Bu Pehlevîce çeviriyi İbn Mukaffa, Arapçay; rak aktarmıştır.) Eski İran kültürünün en önemli mek’tir (Hudayname); İran hükümdarlarının efsane’ tan bu kitap, Ortaçağ İslam kültürünün oluşması bir rol oynamıştır. Ancak bu kitap günümüze ula lam öncesi Fars edebiyatının «lirik», «dinî» ve «de lerini bu eserler belirlemiştir.

İSLAM DÖNEMİ FARS EDEBİ

Sasanîler’in 651’de Araplara yenilmesinden so egemenliğine girdi; İslam dini İranlılar arasında y; yılmaya başladı. İranlılar sadece İslam dinini beni: madılar; Pehlevî yazısını bırakıp Arap yazısını, gı bırakıp ay takvimini kullanmaya başladılar. Kuran ler, kimi aydınlar eserlerini Arapça yazdılar; yönet: debiyat gibi çeşitli alanlarda Arapça kelimeler, teri: larak kullanıldı. Bu da çok doğaldı; çünkü bütün İs da Arap dili ve kültürü egemendi.

İran’da 200 yıl süren Arap egemenliğine tepkileı ğımsız devleder kurulmaya başlayınca arttı. Hüküı ri ve bilginleri destekleyerek Fars dilinin ve kültürüı sına çalıştılar. Ebu Hafs Sogdî (IX. yy), Abbas Meı bu dönemde şiirlerini Farsça yazarak yöneticilerin balarına destek verdiler.

Tahirîler döneminde, Arap dili ve kültürü ağırlığ ği için, Fars edebiyatı, bir iki şair (Hanzala Badgisî [ mud Verrak Herevî) dışında kendini geliştirebilece mı bulamadı.

Saffarîler dönemi (IX. yy)

Sistan’da bağımsız Saffarîler Devleti’ni kuran Ye şair ve yazarları eserlerini Farsça yazmaları konusu dirdi. Saray tarafından korunup kollanan şairler ve Süleyk Cürcanî, Firuz Maşrıkî [öl. 895], Muhammeı tanî, vb), hem Farsça’nın hem de Fars edebiyatının kavuşması yolunda çalışmalar yaptılar, eserler ver gazel ve kasideleriyle beğenildiler.

Samanîler dönemi (819-999)

Samanîler döneminde Fars edebiyatı hem şiir, he alanında büyük bir gelişme gösterdi; Buhara ve Sen kültür ve sanat merkezleri olarak ünlendi. Ebu Şe mesnevi şairi olarak ünlendi. Ebul Müeyyed Belhî r me türünün öncüsü oldu; ayrıca Yusuf u Züleyha ad de yazdı. Şehid Belhî (öl. 937), Ammare Mervezî, I’ Ebulfeth Bustî şiirleriyle Fars edebiyatının estetik g kıda bulundular. Bu dönemin en güçlü şairi Rudek Gazel, kaside, rubaî, mesnevî türlerindeki eserleri üslubu»nun temsilcisi kabul edilen Rudekî, ayrıcj fa’nın Pehlevîce’den Arapçaya çevirdiği Kelile ve L den şiir (mesnevi) biçimde Farsçaya çevirdi; Sindb ran-ı Afitab adlı mesnevileriyle bu türe yeni boyutl; türünü Rudekî’nin başlattığı ileri sürülmektedir. Bu ve şarabı öven önemli şairlerinden biri de Dakikî’diı kikî, İran milli destanım manzum olarak yazmaya b tasb’m hükümdarlık döneminden Zerdüşt’ün orta> darki olayları 1 000 beyitli bir manzumede anlatmı bu manzumeyi, Şehname’sinin başına olduğu gibi a

Samanîler döneminde düzyazı türünde de çeşitli kondu. Bu eserlerde eski İran tarihinin yeniden cani; İran kültür ve sanatının Araplara tanıtılmak istenme amaçlardandı. Yerli eserlerin (Mukaddime-i Şehname şitli çeviriler de (Ebu Ali Muhammed Belamî, Tercün bert, Terciime-i Tefsir-i Taberî), Fars dili ve edebiyatımı ğişik zenginlikler kattı.

Gazneliler dönemi (963-1186)

Gazneliler döneminde Fars edebiyatı biçim ve içe olgun bir düzeye geldi. Bunda, Türk kökenli Garının, şair ve yazarları koruyup desteklemelerinin payı bü-Gazneli Sultan Mesud tarafından Gazne’ye çağrılıp saray ‘ arasına katılan Minuçihrî (öl. 1040), özellikle, kasideleriy-ndi; musammat türüne yaygınlık kazandırdı, şiirinin büyükleri arasında sayılan Firdevsî (932-1020), li Mahmud’a sunduğu Şehname ile Iran mitolojisini ve tari-illî destan biçiminde aktardı, Farsçayı klasik bir dil durumu-irdi. Gazneli Mahmud ve kardeşince desteklenen Unsurî 40), özellikle, kasideleriyle büyük bir başarı kazandı, ayrı-snevî türünde de (Vamtk u Azra)eser yazdı. Yine saray şair-n Ferruhî (öl. 1038), Gazneli Mahmud için yazdığı kaside-ellikle, Somnat [Sûmenat] seferi için yazdığı kaside) ve mer-Esedî (öl. 1040 ?)de münazara türündeki şiirleriyle (Müna-anmdı.

ıriik Selçuklular dönemi (1038-1194)

eraünnehir, Horasan, Kirman, Irak, Azerbaycan ve Ana-j içine alan geniş bir coğrafyada egemenlik kuran Büyük ular döneminde İran edebiyatı çeşitlilik kazandı, iki şiir îtkinliğini bu dönemde de sürdürdü. Horasan bölgesi şa-dorasan üslubu (sebki Horasanî) veya Türkistan üslubu Türkistan!) adı verilen akımı benimsediler. Gazel, kaside, /î, rubaî türündeki şiirlerinde Farsçayı kullandılar, söz ve sanatlarından uzak durdular. Irak ve Azerbaycan’da yeti-s şairleriyse Irak üslubunu (sebki Irakî) daha da geliştirdi-lerinde Arapça kelimelere, Kuran’dan ayetlere, hadislere diler.

ik Selçuklular döneminde, bilimin yanı sıra (Belh, Herat, ta medreseler kuruldu), tasavvuf edebiyatı da büyük ge-österdi. Baba Tahir Üryan (öl. 1019), tasavvufla ilgili dü-rini anlattığı kitabının yanı sıra rubailer de yazdı. Ebu Sa-ıllah bin Ebülhayr (öl. 1049), tasavvuf! şiirin kurucusu ola-ul edildi; rubaileriyle Ömer Hayyam’ı derinden etkiledi, ıh Ensarî (öl. 1089), Iran edebiyatında kafiyeli düzyazının ıcüsü oldu. Fars şiirine rubaileriyle zenginlik katan Ömer n (1047-1122), yaşamı ve insanoğlunun temel değerlerini . Hakanî (1126-1199), zengin hayal gücünü, kültür biriki-side ve mesnevi türündeki şiirlerinde gösterdi. Fars şiirin-/vuf düşüncesini, İlahî aşkı ustalıklı biçimde işleyen şair-nda yer alan Ferideddin Attar (öl. 1221), özellikle, mesne-: (Uahiname, Esrarname, Musibetname, Mantıku’t-Tayr) ün-‘aside türünde Katran Tebrizî, Azrakî (öl. 1131). Muizzî

3), Reşideddin Vatvat, Enverî (öl. 1168?), gazel türünde E-ir (öl. 1151), Osman Muhtarî Gaznevî (öl. 1159), Abdül-aeli (öl. 1160); hiciv türünde Suzenî Semerkandî (öl. 1174), eserler verdiler. Fahreddin Esad Cürcanî, Vis u Ramin adlı îsinde Mervli Vis ile Horasanlı şehzade Ramin arasındaki Lsalsı serüvenlerle süsleyerek anlattı. Fars edebiyatında i türünün en yetkin temsilcisi, «hamse»nin başlatıcısı ola-ıceli Nizamî (1150-1214) gösterilir; beş mesneviden olu-mse»sinde (Hıısrev u Şirin, Leyla vü Mecnun, Mahzenü’l-Es-tdemame, HeftPeyker), özellikle «zaman-mekân-kişi» kuranda başarılı oldu; unutulmuş veya az kullanılan kelime, e atasözlerine canlılık kazandırdı; orijinal mazmunlar ya-rükleyici bir anlatım oluşturdu. Hem İran’da hem de Ana-büyük bir etki uyandırdı.

k Selçuklular döneminde, düzyazı da şiire paralel bir ge-isterdi. Edebiyatın dışında tarih, tasavvuf, ahlak, tıp kola pek çok eser yazıldı. Bu dönem yazarlarının dil kullanı-:şitlendi; kimi yazarlar anadilleri Farsçayı tercih ederken, 7.arlar Arapçanın sözvarlığma daha sık başvurdular, önce-nlere göre daha ağdalı ve secili bir yazı dili oluşturdular. r-Raduyanî, Tercümanü’l-Bdaga; Abdullah Ensarî, Müna-:amülmülk, Siyasetname; İbn Belhî, Farsname, Ömer Hay-vruzname; Ferideddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, vb).

jollar ve Timurlular dönemi

(III. yy’ın başında yaşadığı Moğol istilasından büyük za-i: şehirler yıkıldı; cami, medrese, kütüphane gibi yapılar kitaplar yok edildi; bilim ve sanat büyük ölçüde geriledi, m ve sanat adamları Hindistan, Irak ve Anadolu’ya kaç-süre sonra Moğollar, İran’da tutunabilmek için bilim, kül-nata önem verme gereğini duydular; yazar ve tarihçileri ır; Nasıreddin Tusî, Şemseddin Muhammed Cüveynî, Uaeddin Ata Melik Cüveynî, Reşidedin Fazlullah gibi bilimî görevler verdiler.

an kaçan sanatçılar, İran edebiyatını Anadolu ve Hindis-sine taşıdılar, eserleriyle sürdürdüler. İran’da kalanlarsa
FARSÇA
Farsça, Hint-Avrupa dillerinin Hint-Iran kolunun İran öbeğindendir. 3 bin yıllık geçmişi olan Farsça, zamanla Orta Asya, Hindistan ve Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.

Farsça tarihî açıdan üç döneme ayrılır: Eski Farsça, Orta Farsça, Yeni Farsça. Eski Farsça, Medler (MÖ IX.-VI. yy) ve Ahamenîler (MÖ VI.-IV yy) döneminde konuşulmuştur. Bu dönemden bugüne kimi yazıtlar, mühür ve sikkeler kalmıştır. Kirmanşah yakınındaki Bisütun Dağı’nda, Persepolis’in duvarlarında, Eivend Dağı’nda bulunan yazıtlar Ahemeni kralı I. Dara (MÖ 522-486) dönemine aittir. Yazıdann bazılarında Farsça metnin yanı sıra Elamca ve Akadca çevirileri de yer alır. Bisütun yazıtında 500 Eski Farsça kelime saptanmıştır. Bu yazıtların tümü çiviyazısıyla yazılmıştır.

Orta Farsça, Selefkîler (MÖ IV.-III yy) ve Partlar (MÖ III-MS II yy) döneminde gelişmeye başlamış, Sasanîler (MS II-VII. yy) döneminde yaygınlaşmıştır. Orta Farsçanın içine Sogdca, Harizmce, Sakaca, Partça, Pehlevîce gibi eski İran dilleri girer. Sasanîler döneminde yazı dili olarak gelişen Orta Farsçadan kalan en önemli eser, Zerdüşt dininin kutsal kitabı olan Avesta’dıt (Zend-Avesta). Ancak bu, özgün metnin tamamını değil, Sasanî hükümdarlarınca derlenen kimi parçalarını içermektedir. Kâmame-i Erdeşiri Pâpekân, Dirahî-ı Asurî adlı kitaplar da Orta Farsçayia
yazılmıştır. Bu metinlerde Pehlevî yazısı kullanılmıştır.

Yeni Farsça, VII. yy’da İran’da Arap egemenliği döneminde başlar ve bugüne kadar gelir. İslamlığın benimsenmesiyle birlikte, Pehlevî yazısı bırakıldı, Arap alfabesine geçildi. Yeni Farsça Kuran dili olan Arapçanın büyük ölçüde etkisinde kaldı; bununla birlikte, IX. yy’-dan sonra zengin bir edebiyat dili oiarak gelişme gösterdi. İran’ın dışında Afganistan ve Hindistan’da da yayıldı. Bölgede egemenlik kuran Türk asıllı devleder-den Gazneliler ve Selçuklular, hem devlet dili hem de edebiyat dili olarak Farsçayı kullandılar. Osmanldar döneminde gelişen Divan edebiyatı dili de Farsçadan büyük ölçüde etkilendi. Yeni Farsçanın sözvarlığma bu yüzyıllarda Arapça, Türkçe, Moğolca, Avrupa’yla ilişkiler kurulduktan sonra da Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyancadan pek çok kelime katılmıştır.

Farsça bugün İran İslam Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. Yeni Farsçanın zamanla çeşitli lehçeleri oluşmuştur: Kafkasya’nın dağlık bölgelerinde konuşulan Osetçe, Afganistan’ın doğusunda ve Pakistan’da konuşulan Peştuca, Belucistan yöresinde konuşulan Beluçça, Maveraünnehir’deki Zerefşan Irmağı’nm bir kolu olan Yağnub Çayı boyunda konuşulan Yağnub dili, Tacikistan’da ve Pamir’de konuşulan Tacikçe, Kürtçe, Orta İran’da ve Hazar denizi kıyılarında konuşulan lehçeler başlıcalarıdır.
Moğol baskısının etkisiyle tasavvufa yöneldiler; istilacılara karşı duygularını tasavvufun mecazlı anlatıma yatkın özelliğinden yararlanarak dile getirdiler. Türkistan üslubu bu dönemde de varlığını sürdürdü.

Horasan’ın Belh şehrinden Anadolu’ya gelip Konya’ya yerleşen Mevlana (1207-1273), Divan, Aîesnevt, FihiMa Fih gibi eserleriyle insanları sevgide birleşmeye çağırdı; İslam, Fars ve Türk kültüründen özgün bir sentez yarattı; mistik bir şair olarak büyük bir ün yaptı. Oğlu Sultan Veled (1226-1312), hem Mevlevîliğin bir tarikat olarak örgütlenmesine çalıştı, hem de babasının görüş ve ilkelerini yansıtan öğretici şiirleryazdı (Divan-ı Sultan Veled). Şiraz-lı Sadî (1213-1292), gazel türünde yazdığı şiirlerde ahlakı, insan ve Tanrı sevgisini yüceltti. Bostan adlı mesnevisinde İslam ahlakının ilkelerini öğüt verici fıkralar ve hikâyelerle anlattı. Gülistan adlı düzyazı eserinde de ahlak ve yaşama bilgisi üzerinde durdu. Humam Tebrizî (öl. 1314), özellikle Sadî yolundaki gazelleriyle tanındı. Felsefe ve tasavvuf konularında eserler veren Şebiste-rî’nin (öl. 1320), Gülşen-i Raz adlı mesnevisi büyük yankı uyandırdı. Hindistan’da yaşayan Hüsrev Dehlevî’nin (1253-1325), yaşamının çeşitli dönemlerindeki şiirlerini topladığı beş bölümlü Divan’mdan başka Nizamî’den aldığı esinle oluşturduğu «ham-se»si vardır (Matlau’l-Envar, Şirin u Husrev, Mecnun u Leyla, Aine-i Sikenderî, Fleşt Behişt). Yine Nizamî’den etkilenerek hamse (Flüma u Flümayun; Gü! u Nevruz, Kemalname, Ravzatü’l-Envar, Cevherna-me) oluşturan bir şair de Hacuyi Kirmanî’dir (1290-1352). Kasidede usta olan Selman Savecî (öl. 1376), özellikle Cemşid ü Flurşid mesnevisiyle tanındı. Hafız Şirazî (1325-1390?), İran şiirinde gazel türünün eşsiz ustası olarak gösterilir: geleneksel kalıpları bir yana bırakan Hafız, duygusal yönü ağır basan şiirlerine felsefî ve mistik bir hava da katmıştır (Divan). Doğu (İslam) dünyasının en lirik şairi olarak kabul edilen Hafız, Batı dünyasını da etkilemiştir (Goethe, onun şiirlerinden esinlenerek kitap yazmıştır). Gazel türünde başarılı şiirle yazan Kemal Hocendî’den (öl. 1401) sonra, dönemin en önemli mutasavvıf şairi olan Molla Camî (1414-1492), gazel ve mesnevilerinde din, tasavvuf ve sevgi temalarını işledi (Divan; mesnevileri: Silsiletü’z-Zeheb, Salaman u Absal, Tuh-fetü’l-Ahrar, Subhatü’l-Ebrar, Yusuf u Züleyha, Leyla vü Mecnun, Hı-redname-i IskenderT).

Bu dönemde düzyazı alanında siyasî sebeplerle önce bir durgunluk yaşandı, Moğolların yazarlara destek olmaya başlamaları üzerine tarih (Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa), tezkire (Camî, Nefeha-tü’l-Uns; Devletşah, Tezkiretü’ş-Şuara), hikâye derlemesi (Avfî, Cevamiü’l- Hikâyat), tasavvuf (Nasıreddin Tusî, Ahlak-t Nasırı) konularında değerli eserler ortaya kondu. Bu arada, Farsça’ya çeşitli Moğolca ve Türkçe kelimeler girdi.

Safevîler dönemi (1502-1736) «sebkihindî» akımı

İran’a Timurlulardan sonra egemen olan Safevîler döneminde edebiyat alanında gerileme başladı. Şiîlik resmî mezhep olarak
‘jv, • ** * . * ‘ “i .>! Sİ
p”j ‘ •
Şehname’den bir sayfa

(minyatür XV. yy; İstanbul Üniversitesi Kitaplığı).
Heral Okulu na ait bir minyatür örneği (Timurlulular dönemi).
YAZI VE FONETİK

Farsça’nın tarihî gelişimi içinde ortaya konan çeşidi eserlerde değişik yazı biçimleri kullanılmıştır. Ahamenîler dönemi yazıtlarında kullanılan çiviyazı-sında (hatt-ı mihî) 36 harf ve 8 işaret vardı. Avesta’dz kullanılan yazı biçimi (.Avesta yazısı) Samî-ler’den alınmıştır. 44 harfi bulunan, sağdan sola doğru yapılan Avesta yazısı, yazılış ve okunuş kolaylığı nedeniyle gelişmiş bir alfabe olarak kabul edilmektedir. Sasanîler döneminde benimsenen Pehlevî yazısının üç ayrı biçimi geliştirilmiştir. Bazen iki veya üç sesin aynı harfle belirtildiği Pehlevî yazısının okunması hayli güçtür. Farslar, İslam dinini kabul ettikten sonra Arap alfabesini kullanmaya başladılar; Farsça’daki kimi sesleri belirtmek için bazı harflere nokta veya çizgi ekleyerek yeni harfler yarattılar.

Arap alfabesini kullanan çağdaş Farsçada, Arapçada bulunmayan 4 ayrı ses görülür: p, ç, j ve g. Farsça’ya özgü olan bu sesleri belirtmek için Arap alfabesindeki «ba», «cim», «za» harflerine nokta, «kef» harfine de çizgi eklenmiştir.

Farsça yazıda; Arapça’da olduğu gibi sadece ünsüzler gösterilir. Çift ünsüzler için ilgili harfin üzerine «şedde» konulur. Kısa (a, e, i, o, u) ve uzun ünlüler (â, î, û) için farklı uygulamalar vardır: kısa ünlüler «esre» (i), «fetha» (a, e) ve «zamme» (o, u) denilen işarederle belirtilir. Ancak bu işaretler genellikle kullanılmaz. Uzun ünlüler için «elif» (ve medli elif) (â), «vav» (o. û) ve «ye» (î) harflerinden yararlanılır. Heceler de ünlülerin kısalığına ve uzunluğuna göre sınıflandırılır: a) uzun heceler {saye «gölge», hûb «güzel», bîmâr «hasta», çun «gibi, için»), b) kısa heceler.

Arapçadan alıntılanan kimi kelimelerde, ses değerleri yakın olan ünsüzler, Farsça’da tek ünsüz biçiminde geçer. Mesela, «sın», «sad» ve «se» harflerinin gösterdiği değişik s ünsüzleri veya «zal», «zı», «ze», «zad (dad)» harfleriyle gösterilen değişik z ünsüzleri, Farsçada tek bir s veya z olarak telaffuz edilir.
kabul edildiği için, edebiyata da sınırlama getirildi: şahlara ve devlet ileri gelenlerine kasideler; aşk? şarap veya tasavvuf konularını işleyen gazeller yazma yönetimce hoş karşılanmadığından bir yana bırakıldı. Hemen bütün şairler, peygamberler ve evliyalar hakkında naatlar; peygamber ailesine mersiyeler yazdılar. Böylece, edebiyat, Şiî mezhebinin hizmetine, daha doğrusu propagandasına tahsis edildi. Hz. Ali, Oniki İmam’a bağlılık ve özellikle, Kerbela olayı bütün nazım ve nesir türü eserlerin ortak konusu oldu. Bu sınırlandırma dilde de etkisini gösterdi; geçmiş dönemlerin renkli, canlı, sağlam üslubu yok olmaya başladı; yerine ayrıntıların, söz sanatlarının, saçma sapan mazmunların doldurduğu renksiz bir edebiyat dili oluşmaya başladı.

Bu olumsuz gelişme, bir süre sonra tepkiyle karşılaştı. Gerek yönetimden, gerek edebiyatın gerilemeye başlamasından yakınan şairler, yeni bir üslubun temelini de atmaya başladılar. Fakat, bunu İran’da geliştirip yaygınlaştırmayacaklarını anlayınca Hindistan’a gittiler. İran’da temeli atılan, ancak Hindistan’da gelişme olanağı bulan bu edebiyat akımı «sebki hindî» (Hint üslubu) adıyla anıldı. Aşırı süse ve sanat yapmaya dayanan bu akımda, anlaşılması güç anlatım Öğelerinden yararlanıldı; söz ve anlam sanatları çokça kullanıldı. Bu akımın temsilcileri arasında, Muhteşem Kâşanî (öl. 1588), Örfî Şirazî (öl. 1591), Talib Amulî (öl. 1627), Kelim Hemedanî (öl. 1651), Saib Tebrizî (öl. 1627), Bî-dil (öl. 1720), Hatif Isfahanı (öl. 1788), özellikle anılabilir.

Safevîler döneminde İran düzyazısı, özellikle, tarih ve tezkire yazıcılığında büyük bir gelişme gösterdi (Sam Mirza, Tuhfe-i Samı; Ali Kuli Han, Riyazü’ş-Şuara; Azad Hüseynî, Hizane-i Amire, vb).

Bazgeşt-i edebî

İran’da Kaçar Hanedam’mn hakimiyet (1779-1925) kurduğu dönemin başlarında edebiyat fazla önemsenmedi. İsfahan’da toplanan kimi yazar ve şairler, «sebki hindî»den uzaklaşıp yeni arayışlar içine girdiler, fakat yaratıcı olamadılar. Bir kısmı Horasan üslubunda, bir kısmıysa Türkistan üslubunda eserler verdiler. Bu sebeple bu dönem «bazgeşt-i edebî» (edebiyatta geriye dönüş) adıyla anıldı. Bu dönemin şairlerinden Neşat (öl. 1829) lirizmiyle dikkati çekti. Saba (öl. 1823), Firdevsî’yi taklit ederek Şa-hinşahname adlı bir eser yazdı. Visal Şirazî (öl. 1846) şiirde önceki döneme bağlı olduğu için büyük bir varlık gösteremedi. Ka’anî (öl. 1854) kasidelerinde gerçek sahnelere yer verdi. Yağma (öl. 1860) şiirlerinde Kaçarların zulmüne değinirken, Şeybanî (öl. 1888) de, hicivleriyle o döneme tepkisini yansıttı.

YENİLENME DÖNEMİ

(XIX. yy’ın ortaları – XX. yy)

XIX. yüzyıl Avrupası’ndaki siyasî, İktisadî ve teknolojik gelişmeler Kaçar Hanedanı’nın da dikkatini çekmişti. Batıya giden İranlı aydınlar, Avrupa’da gördükleri yenilikleri ülkelerine aktarabilmek için büyük çaba gösterdiler. Avrupa devletlerinin İran’a gönderdikleri askerî ve siyasî heyetler de, İranlıların eğitim, teknoloji ve yönetim konularındaki düşüncelerinin değişmesinde büyük rol oynadı. Batılı eğitim sistemine geçme çalışmalarına başlandı; Tahran’da ilk üniversite (Darülfünun) kuruldu (1852). Telgraf hattı döşenerek haberleşmede yeni bir adım atıldı. Yurt-dışına yüksek tahsil için öğrenci gönderildi. Üniversiteye yurtdı-şmdan yabancı öğretim üyeleri getirildi; çeşitli konularda kitapların çevrilmesine hız verildi, yerli çalışmalar desteklendi. XIX. yy’ın ilk çeyreğinde kurulmaya başlanan bas ime vle rinde birçok bilim, kültür sanat ve edebiyat eseri basıldı. Devletin resmî yayın organı olarak çıkan gazetelerin (Ruzname-i Vekayi-i İttifakiye, 1837; Ruzname-i Devlet-i Aliye, 1860; Ruzname-i Millet-i Seniye-i İran, 1866-1870), yanı sıra, sivil gazeteler de yayımlanmaya başlandı. Sivil gazetelerin bir kısmı İran’da (Ruzname-i Sada-yı Vatan, 1876; Ruzname-i Vatan, 1885-1888 vb), bir kısım da yurtdışmda (.Ahter, İstanbul, 1875; Kanun, Londra, 1889; Ruzname-i Hikmet, Kahire, 1892; Hablü’l-Metin, Kalküta, 1893; Molla Nasreddin, Tiflis, 1906; vb) yayımlanmıştır. Sivil gazetelerin yayımlanmaya başlamasıyla dilde de bir değişme gözlendi: aydınlar ve gazeteciler, eski süslü, ağdalı dili bir yana bırakıp, halkın diline yakın bir anlatımı benimsediler. Ancak sivil gazeteler hürriyet, kanun, meşrutiyet, eşitlik gibi kavramlardan söz edip, halkı bilinçlendirmeye başlayınca yönetimin tepkisi ve baskısıyla karşılaştı. Yönetimin baskısına dayanamayan kimi gazeteciler ve aydınlar ülkelerinde başlattıkları uyanış hareketini Türkiye, Mısır, İngiltere, İsviçre ve Hindistan gibi ülkelerde sürdürmeye çalıştılar. Özellikle, İstanbul’da çıkan gazeteler, İran halkının dışarıya açılmasında çok etkili oldu.
Mirza Akahan Kirmanı (öl. 1896), Mirza Melkur 1908), oyun, makale, roman türlerinde eserler yazar edebiyatından çeviri ve uyarlamalar yaparak yeni edet ni düşünce tarzının temellerini attılar.

İran’da 1909 meşrutiyetinden sonraki yıllarda dilde değişim yaşandı: eski ve az kullanılan kelimeler terk e diline dönüldü, atasözleri ve deyimlerden bolca yararla nelabidin Meragî (1878-1910), Abdurrahim Talibof (öl. Ekber Dihhoda (öl. 1955), dilde sadeleşme akımının öne

Batılı edebî türler: roman ve hikâye

Eski Iran edebiyatında roman ve hikâye kapsamına j şik türde eserler vardı: Şehname, Husrev u Şirin, Leyla vü, bi mesneviler buna örnektir. Çoğu manzum olan bu kahramanlar genellikle olağanüstü güce sahiptir; abartı dur; doğa tasvirleri gerçeklerle bağdaşmaz. Bazı mesne lam ve İran tarihinin ünlü kahramanları konu edilmişti name, Darabname-i Tarsusî, Darabname-i Bigamî, Ha Muhtamame, vb). Tutîname, Çihil Tutî, Hezar u Yek Şeb eserler de hikâye derlemeleri niteliğindeydi.

XIX. yy’daki yenilik hareketleri sırasında Avrupa İranlı aydınlar ve yazarlar yeni edebî türleri tanıdılar. B Avrupa klasiklerini Farsçaya tercüme ederken, öte yanc man ve hikâye türünün ilk örneklerini vermeye başladı

İran’da yazılan ilk romanlar tarihî roman kapsamına nun nedeni de İran’ın çok gerilerde kalan görkemli imp yıllarına duyulan özlemdir. Kaçar şehzadesi Muhamn Mirza Husrevî’nin, Şems u Tuğra’sı (Hülagu’nun İran’a s dan sonraki Fars eyaletinin sosyal durumunu işler), Ş sa’nın Aşk u Saltanat’ı, Sanatîzade Kirmanî’nin «Tuzak veya Alezdek’in İntikamcıları» (Damgusteran yâ İntikar Mezdek) ilk tarihî romanlar arasında yer alır.

Meşrutiyet döneminden 1941 yılma kadar geçen sü İran romanı ve hikâyesi, milli güvenlik ve kimlik arayışı di. Meşrutiyet devrimine bağlanan umutların söndüğü, yönetimi baskısının gittikçe arttığı dönemde (1931-1941 yatçılar, toplumsal, milli sorunlarla ilgilenemez duruma içlerine kapandılar, iyimserliklerini yitirdiler. Bu toplums

FARS DİLİ VE EDEBİYATI
kolojik koşullar altında yazılan roman ve hikâyeler ilk örnekler olmanın bütün eksikliklerini taşır.

Fars edebiyatında gerçek hikâyeye geçiş Seyyid Muhammed Ali Cemalzade’nin (doğ. 1891) «Bir Varmış Bir Yokmuş» (Yekî Bûd Yekî Nebûd, 1922) adlı eseriyle başladı. Cemalzade, halkın gün-luk yaşamım hikâyeye soktu, toplumsal düzeni yergili bir dille ■eleştirdi; din adamlarını ve zorba yöneticileri alaya aldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri milliyetçilerin önde gelenleri arasında yer alan Cemalzade, geçmişle bağları koparmaya çalıştı. Halk di-.me öncelik verdi, halk argosunu ve deyimlerini içeren bir eser yazdı («Halk Dili Sözlüğü», Ferheng-iLugat-i Amiyane). Öğrenimimi Paris’te tamamlayan Sadık Hidayet (1903-1951), İran edebiya-znda modem hikâyeciliğin kurucusu sayılır: «Dörtler» adlı edebiyat topluluğunun üyesi olan Sadık Hidayet, Diri Gömülen (Zinde 3egûr, 1930), «Üç Damla Kan», (Se KatreHûn, 1932) adlı hikâye kitaplarında, toplumun ezilen kesimlerini konu edindi. Kör Baykuş 3uf-i Kûr, 1936) adlı romanında Kafka’mn etkisiyle karamsar bir yaklaşım benimsedi; umutsuzluk ve korkuyu öne çıkardı, yeni bir anlatım tekniği kullandı. Halk diline dayandı, atasözleri ve deyimleri bolca kullandı. Gerçeküstücülerden de etkilenen Sadık Hidayet, Hacı Ağa (Had Ağa) adlı uzun hikâyesinde var olan toplumsal iüzen ile kapitalist düzene eleştiriler yöneltti; Aleviye Hanum’da ratıl inançları alaya aldı. Celal Âl-i Ahmed (1923-1969), İran kültürüne, gelenek ve göreneklerine bağlı kalarak yazdığı hikâyelerinde sade bir dil kullandı. («Ziyaret» Did u Bâzdid; «Istıraplar» Ez ?,encî ki Miberim; «Setar», «Okul Müdürü», Mudir-i Medrese).

İran’ın siyasal düzenindeki değişmelerden en çok etkilenen kuramlardan birini de edebiyat oluşturur. 1941’de Büyük Rıza şah’ın tahttan ayrılmasından 1953 darbesine kadar geçen on iki rJık dönemde idealist ve slogancı bir edebiyat anlayışı egemen :ldu; milliyetçilik ve sosyal adalet bu dönemin eserlerinin ortak ;onularını oluşturdu. Ancak, 1953’ten sonraki siyasî gelişmeler, :Dplumsal ve siyasî alanlardaki düzelme umutlarını ortadan kal-:mnca edebiyatçılar metafizik konulara yöneldiler, çeviri yapma-•a başladı. 1959-1979 arası, İran roman ve hikâyesinin biryandan :ış dünyaya açıldığı, halkın yaşamına gerçekçi bir anlayışla yöneldiği dönem oldu.

Gerçekçiliği benimseyen Sadık Çûbek (doğ. 1916) «Kukla Oyu-•„» (Heymeşebbazi, 1955) adlı hikâyesi ve Tengsîr (1963) adlı romanlarıyla tanındı. Muhammed Hicazî (1900-1973), klasik konu-•n tercih etti; insanlara kinin, çirkinliğin, huzursuzluğun bulunmadığı bir fazilet şehri ütopyası sundu. Ali Muhammed Efgânî, A-Destî, Dr. İslâmî Niduşen, M. Azin, Boz.org Alevî gibi romancı-ırîa Cemal Mîr Sadıkî, Feridun Tunkabunî, Nadir İbrahimî, Kasım âbeden, Gulam Hüseyn Saidî gibi hikayeciler, çağdaş İran roman ; hikâyesini biçim ve içerik yönünden zenginleştirdiler. 1979’dan ;nra İran hikâyesi ve romanı İslam devriminin güdümüne girdi.

Yeni şiir

Çağdaş İran şiiri, XIX. yy’da girişilen çeviri faaliyetleri sırasın-

i biçimlenmeye başladı. Türkiye, İran ile Avrupa arasındaki ;prü konumunda olduğundan, meşrutiyet yıllarında İstanbul’da
uzun süre kalan kimi İranlı şairler Türk şiirinden de esinlendiler. İran şiiri bu dönemde Türk şiirinin evrelerine benzer evrelerden geçti. Bu geçiş sürecinde üç değişik şiir anlayışı oluştu: birinci gruptaki gelenekselciler aruz veznine ve klasik şiir kalıplarına bağlı kalmayı tercih ettiler, ikinci gruptaki şairler şekil yönünden değişikliği savundular, kırık vezinli ve müstezat tarzında şiirler yazdılar. Üçüncü gruba giren şairler ayak bağı olarak gördükleri kafiyeyi ve vezni bir yana bıraktılar; eski şiirle ilişkilerini bütünüyle kestiler.

Çağdaş İran şiirinin kurucusu, Nima Yuşic adıyla ün yapan Ali İsfendiyarî’dir (1897-1953). Şiirde «mevc-i nev» (yeni dalga) adlı bir çığır açan Ali tsfendiyarî, şiire özgü bağlayıcı ve biçimsel öğeleri bir yana bıraktı, şairin içine doğduğu gibi yazması, anlatımın da doğal olması gerektiğini ileri sürdü.

İrec Mirza (1874-1924), Bahar (1887-1951), Pervin İtisamî (1906-1941), Hanlerî (1878-1942), Füruğ Ferruhzad (1934-1967), Tevellulî (doğ. 1909), Ahavan Salis (doğ. 1928), Ahmed Şamlu (doğ. 1926), Nadirpur gibi şairler Nima Yuşic’in başlattığı bu akımı geliştirmeye çalıştılar.

Tiyatro

İran’da geleneksel tiyatro kapsamında, Kerbala şehitlerini anma törenlerinde sahnelenen «şebihhanî» adlı trajedilerle düğünlerde ve çeşitli eğlenceli toplantılarda oynanan «rûhavzî» adı verilen gösterilerden söz edilebilir.

XIX. yy’da Fransız, Türk ve Kafkas tiyatrosunun tanınması, Moliere’in (1812-1878) oyunlarının Farsça’ya çevirilmesi modern İran tiyatrosunun oluşumunda belirleyici rol oynadı. Meşrutiyet (1909) yıllarından sonra Reşt, Tebriz ve Tahran gibi şehirlerde tiyatro toplulukları kuruldu. Çağdaş İran tiyatrosunun kurucusu Seyyid Ali Nasr’m «Komedi-yi İran» topluluğunda kadın sanatçılar da görev aldılar. Büyük Rıza Şah zamanında devlet tiyatro etkinliklerini destekledi; kültür bakanlığı bünyesinde tiyatro dairesi (İdare-yi numayişat) kuruldu. Sadık Hidayet, Said Nefîsî (1895-1966), Gîlanî, Sadık Çübek, Zebîh Bihrûz, Muhammed Hicazî, Cennetî Ataî gibi yazarlar oyunlarıyla Iran tiyatrosunun gelişmesine katkıda bulundular.

Çocuk edebiyatı

İran’da çocuk edebiyatı alanındaki ilk eser, Talibof’un (1834-1911) Kitab-ı Ahmed’idir. Dr. Muhammed Bakır Huşyâr (1903-1957) çocuklar için kitap yazılması ve çocuk kütüphanelerinin oluşturulması için çalışmalar yaptı; 7-12 yaş grubundaki çocuklar için 50’den fazla kitap yazdı. Subhî Muhtedî, İran masallarını derleyerek bunları hem radyodan yayımladı, hem de Eski Masallar (Efsaneha-yi Kuhen) adlı kitabında topladı. Sadık Hidayet, Hayat Suyu (Ab-i Zindegî), Aka Mûşe ve Şengûl u Mengûl adlı eserleriyle İran çocuk edebiyatına hizmet etti. Samed Behrengî (1938-1968), Azerbaycan’dan derlediği halk masallarını oldukça sade ve akıcı bir dille kaleme aldı: Kıssahâ-yi Behrengî (1977) adı altında toplanan hikâyelerinde alegorik anlatımla toplumsal eleştiriler yaparak çocuklara gerçekçi bir dünya görüşü kazandırmaya çalıştı. □
SÖZDİZİMİ

i W:ırs.,âr. ~ ‘. ~

kine benzer ■ ‘ -l-

oz”,e ha5‘i \ ~

nur. Tun’-e^er ce y ~ i y özne ile yüklem ” ■ -tirılır. Mese.a A ’ hâm.i Ahmed – ~’: .. _

Aleti ba J ez rz~ ; -(Ben. ondan ■■ “r- : r p : ~ gibi.

Çağdaş Parsaca j ,r “.-çanın kısa

karmaşık yap— zjrr.„z-z- z_r ” tır. BileşikcurrLe-er^e “.£.r leler temel cum_eve ~zz

laçlarla’ıh _ ……;ji

vb.) bağlanır ” -.

beste est «görüverir- -1.. ■ ;r.. palıdır veya Kar,r_r. .•’It:… : duğunu gonîyzr^n ~r. •

reft tâ kumâş almak içm çarşıvE zud be-v-ây: l’-z

«eğer erken ge_rssn r.:…..

gideriz.» g:K 5 –

malarda sozdız^n: / _n._.zr. pek uyulmamak^ devrik cümlelerden ■:/5.rE.’.ır. -maktadır.
MORFOLOJİ
-arsça’da Hint-Avrupa dillerinin ba2iiannda görülen eril-dişil ayırımı /oktur. îsmin durumları, isimlerin önüne ve sonuna «edat» adı verilen ’içimbırimierin getirilmesiyle oluşturulun yalın durum (eksiz: defter), be-ırtme durumu (ra-. khab-ra «kitabı»), yönelme durumu (be-: be-men «ba-:a»), bulunma durumu (der–. der-Tehran «Tahran’da»), çıkma durumu(ez* ez-medrese «okuldan»), araç durumu (bâ-: bâ-pede.r «babasıyla»).

^oğul biçimi, isimlerin sonuna getirilen -kâ ve ~ân ekleriyle oluşturulur: âne-hâ (evler), tnerdân (adamlar), vb.

Farsça tamlamada, tamlanan birinci öğe, tamlayan ikinci öğe durumundadır. kitâb-ı men (benim kitabım), râh-i Tehran (Tahran yolu), gibi, amlama sesini veren ve izafet kesresi denilen «-i» yazılmaz, fakat öylenir.

Kelime yapımında iki yöntem vardır: a) önekler ve soneklerle kelime apma: be-nam (ünlü), ser-amed(önder), ber-geşten (tekrarlamak), div-âsâ iev gibi), did-ar(yûz), pûş-âk (yiyecek), merd-ânt (mertçe), bâg-bân )ahçıvan), gol-istan (gül bahçesi) vb. b) bileştirme yoluyla kelime yapma: ileşik kelimeler genellikle belirtme öbeği kalıbında (râz+nâme «gazete», ıru+kâne «eczane» vd), veya mülkiyet öbeği kalıbında (âhu+çeşm «cey-n gözlü», gol+reng «gül renkli» vb) oluşturulur. Çeşitli bağlaçlarla (o /e») kurulan bileşik kelimeler (kot o şelvar«takım elbise») ile tamlama çiminde kurulan bileşik kelimeler de sayıca fazladır (gayr-i kanunî, su-i ısd, vb).

Fiiller, yapılışlarına göre basit fiil (frûhten «satmak»), önekli fiil (ber-dâhten «yıkmak»), bileşik fiil (rene borden «zahmet çekmek») deyim fiil
(ezhar-i şeytan yâyin âmeden «inadı bırakmak»), dönüşlü fiil (hoş-i kesiâme-den «hoşlanmak») gibi adlar aiır. Yabancı kelimelere yardımcı fiiller eklenerek de bileşik fiiller oluşturulur: cevâb dâden (cevap vermek); keşik dâ-den (nöbet tutmak), vb.

Farsça, Türkçe gibi çekimli bir dildir. Fillerin iki kökü vardır; çekimlerini yapabilmek için bu iki kökü bilmek gerekir: a) geçmiş zaman kökü, sonu – ten ile biten mastarlardaki -n kaldırılarak bulunur: gozeşten (geçmek) > gozeşt, vb. b) geniş zaman kökünü bulmak için farklı kurallar oluşmuştur: perakenden (dağıtmak) > yemken, şomorden (saymak) > şomâr, îstâden (dikilmek) > îst, gûşûden (açmak) > goşâ, numûden (göstermek) > nümâ, âferîden (yaratmak) > âferm, endâhten (atmak) > endâz, dâşten (sahip olmak) > dâr, vd. Bunların yanı sıra kuraldışı fiiller de vardır. Fiiller, geçmiş zaman kökü (belirli geçmiş zaman, şimdiki zamanın hikâyesi), ve geniş zaman köküyle (geniş zaman, şimdiki zaman, istek, emir) çekimlenir, Gelecek zamanın çekimi de hâsten «istemek» fiilinin geniş zamanının (hâh)sonuna esas fiilin geçmiş zaman kökü getirilerek yapılır: hâkem reft (gideceğim), hâhî reft (gideceksin), hâhed reft (gidecek) gibi. Gereklik kipi çekiminde bâyesten (gerekmek), fiilinden yararlanılır; fiilin . istek kipinin önüne bu fiilin geniş zamanı (üçüncü tekil kişi: (bâyed) getirilerek oluşturulur: bâyed berevem (gitmem gerekir), vb.

Yeterlik kipinin çekiminde tevânisten (muktedir olmak) yardımcı fiilinden yararlanılır. îiiîin istek kipinin önüne yardıma fiilin istenilen zamanı getirilir (imîtevânem berevem «gidebilirim», tevânistem berevem «gidebildim», eger betevânem berevem «gidebilsem», vb).
AYRICA BAKINIZ

► İMİ İran

– İPiüD İslam

► |b.a£sli Mevlana

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*