FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
BAŞLICA ESERLERİ
1935 Havaya Çizilen Dünya.
1940 Çocuk ve Allah.
1945 Çakırın Destanı. Taş Devri.
1949 Üç Şehitler Destanı.
1950 Toprak Ana.
1951 Aç Yazı. İstiklâl Savaşı: Samsun’dan Ankara’ya. İstiklâl Savaşı: İnönüler.
1953 İstanbul: Fetih Destanı. Anıtkabir.
1955 Asû (1956 Yeditepe Şiir Armağanı).
1957 Delice Böcek (1958 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü).
1958 Batı Acısı. Gezi-Mevlânâ’da Olmak.
1960 Hoo’lar. Özgürlük Alanı.
1961 Cezayir Türküsü.
1962 Aylam.
1963 Türk Olmak.
1964 Yedi Memetler.
1965 Çanakkale Destanı. Dışardan Gazel.
1966 Vietnam Savaşımız.
1968 Kubilay Destanı.
19 69 i 9 Mayıs Destanı.
1970 Hiroşima. Vietnam Körü.
1971 Malazgirt Ululaması.
1972 Kmah Kuzu Ağıdı.
1973 Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
1974 Arkaüstü. Yeryüzü Çocukları
1977 Balina ile Mandalina. Horoz. Hollandah Dörtlükler.
1979 Çukurova Koçaklaması. Anıtlarda Soluk Alan. Yaramaz Sözcükler.
1980 Şeker Yiyen Resimler. Yazıları Yiyen Ayt.
1981 Çıplak. Yunus Emre’de Olmak. Nötron Bombası. Güneşi Doğduran.
1990 Uzaklarla Giyinmek.
1992 Dildeki Bilgisayar.

ŞİİRİNDEN DAHA GENÇ BİR ŞAİR

Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1914’te İstanbul’da, Beşiktaş’ta doğdu. Kadriye Hanım ile I. Mızraklı Süvari Alayı komutanı Kaymakam (Yarbay) Haşan Hüsnü Bey’in oğludur. Trakyalı olan dedesi Mehmed Ali Paşa, uzun süre Erzurum komutanlığı yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşti. Haşan Hüsnü Bey, Trablusgarp’ta süvari subayı iken, Dağıstanlı Fazıl Paşa’nın aracılığıyla, Mısrata ilçesi kaymakamının kızıyla evlendi. Fazıl Hüsnü Dağlarca, dördü kız, altı kardeşten dördüncüsü olarak dünyaya geldi. Babasının Pozantı’ya atanması üzerine, kendisi bir aylıkken aile İstanbul’dan ayrıldı. Sonra, Haşan Hüsnü Bey geçici görevle uzak bir yere gönderilince, annesi Kadriye Hanım çocuklarıyla birlikte Konya’daki baba evine yerleşti. Dağlarca’nın ilk çocukluk yılları Konya’da geçti. Anaokuluna, ilkokula orada başladı. O sıralar (1920 yılı), İstanbul Hükümeti adına Millî Mücadele’ye karşı aynı yörede ayaklanan Delibaş Çete-si’nce birkaç defa evleri arandı. Kendisiyle yapılmış bir söyleşide, olayla ilgili anılarını şöyle anlatmıştır: «Bir gece 12’den sonra silah sesleriyle uyandık. Bütün Konya, bir gürültü denizinde yüzen sandal gibiydi. Yanımızdaki bitişik evde annemin halası, dayısı oturuyordu. Onlara sormuş annem, oradaki alçak duvarın ötesinden, ‘Konya halkı isyan etti’ demişlerdi. Garip rastlantı, o gün de bana yaşamımın ilk kol saati alınmıştı. Kol saatimi evin en güzel odası olduğu için, yatarken, misafir odasına bırakmıştım. Birdenbire kapıya o zamanki görüşümle söylüyorum 7-8 metre boyunda silahlı adamlar dayandı. Kapıyı çaldılar. Annem gitti baktı: ‘Açın kapıyı yarbayı alacağız’ demişler. Annem ‘siz Müslüman değil misiniz, başımı örteyim, durun’ diye kapıyı kapatmış. Hemen sokak kapısından beş metre geride, o zamanki evlerin çoğunda olduğu gibi, bir tahtaboş (kapalı giriş) vardı. Oradan bize seslendi. Hepimiz, tifodan yeni kalkmış büyük ablam bile, koştuk, tahtaboşun kapısını kapadık, arkasına dikiş makinesini filan koyarak sözde bir duvar, bir barikat kurduk. Kısa bir süre sonra, gelenler sokak kapısını kırdılar, içeri girdiler. Tahtaboşun kapısına dayandılar, ‘açın!’ diye haykırdılar, açmadık. Kapının iki yanındaki pencerelerden tavana ateşe başladılar. Camlar kırıldı. Biraz sonra kapıyı da baltaladılar, arkasından omuzlamanın olanağı kalmadı; çünkü baltalar omuzlarımıza değebilirdi. Çekildik. Kırdılar girdiler, evi talan ettiler. Bu arada benim kol saatimin de birçok değerli eşya ile birlikte gittiğini sonradan fark ettim. Birkaç kez daha geldiler. Öbür gelişlerinde talan yapmadılar, babamı aradılar, bulamadılar, gittiler. Bu isyandan sonra hükümet alanında günlerce asılan isyancılar uzun süre beni ölüm üzerine düşündürmüştür. Göğüslerinde koca ak kâğıtlar. Koca yazılarda, eğilmiş boyunlarda, sarkan dillerde ayrı ayrı durmuşumdur.»

Dağlarca, Kayseri ve Adana’da sürdürdüğü ilköğrenimini Ko-zan’da tamamdı. Ortaokulu Adana ve Tarsus’ta okudu. Sekizinci sınıfta Kuleli Askeri Lisesi’ne geçti.

KULELİ YLE BAŞLAYAN ASKERLİK DÖNEMİ

Kuleli’ye girişi, asker kökenli bir aileden gelen babasının isteğiyle olmuştu. Orada ilk ilgisini çeken, öğrencilerin bir örnek giyinişleriydi. İzinli çıktığı ilk hafta sonu okula dönmeyip beş altı gün bir akrabalarının yanında kaldı. Araya giren büyükleri, cezalandırılmayacağı üzerine söz aldıktan sonra yeniden okula başladı. 1933’te Kuleli Askerî Lisesi’ni, 1935’te Harp Okulu’nu bitirdi. Piyade subayı olarak Türkiye’nin birçok yerinde görev yaptı.

Önyüzbaşı iken, 1950’de kendi isteğiyle askerlikten ayrıldı. Ayrılış nedenini, «Rütbe büyüdükçe çok sevdiğim askerliği ihmal etmek zorunda kalacaktım. Yetişemeyecektim iki çabaya. Askerlikte öyle bir yere geliyor ki insan, her ay değişen silahlarla değişen teknik bilgilerle kendini yenilemesi gerekiyor. Günün bütün saatlerini alıyor
bu çaba. Sevdiğin işe zaman kalmıyor. Şiirden aynlmam yaş-: bırakmam demekti. Yapamazdım. Bu yüzden, çok sevdiğim = ligi savsaklamamak için ayrıldım ordudan» diye açıklamaktan

KİTAP KİTABEVİ VE SONRASI

1952-1960 yılları arasında İstanbul’da Çalışma Bakanlığı j fettişi olarak görev yapan Dağlarca, aralık 1959’da, İstanbul. ray’da Kitap Kitabevi’ni açtı. Ardından, Türkçe adıyla bir de kardı (1960-1964, 43 sayı), kitap yayımcılığı yaptı, günceî şiirlerini büyük kartonlara yazdırarak «Karşı Duvar Dergis: ğı altında, belirli aralıklarla kitabevinin vitrin camında ser, «Kitap adını verdiğim dükkânı açınca önceleri sıkılmaya baş, Şiire aykırı bir çalışma gibi geliyordu bana. Düşündüm; bu -ni bir eğitim yeri yapamaz mıydım? Hemen o gün, toplum-cek bir şiirimi iki metre yetmiş santim boy ve eninde kartc: yük harflerle yazdırarak bir cama astırdım. Adını Karşı Duva gisi koymuştum. Sol köşesine o şiirle ilgili büyük boy bir re= yapıştırıyordum. Çok ilgi gördü. 15 günde bir değiştiriy-Ama bir keresinde geciktim. Bir yaşlı adam girdi içeri, ‘Ben t dıköy’den geliyorum, derginiz niye değişmedi?’ diye çıkı; daha geciktirmedim tabiî. Bu dergiler o yılların nabzıydı. Çc buraya yazdığım şiirlerden dolayı mahkemelere düştüm.»

Kitabevini kapattığı 1970 yılından bu yana tek uğraşı şı maktır. 1995 başlarında Dağlarca Eğitim Kurumu’nu kur; rumun ilk etkinliği ilkokul öğrencileri arasında bir yazı yar düzenleyip 25 öğrenciyi ödüllendirmek oldu.

ÇOĞALARAK ZENGİNLEŞEN ŞİİF

Dağlarca’da ilk şiir filizleri okul öncesi çocukluk dönemr şermeye başladı. Yunus Emre’yi ve başka derviş ozanları ez’t len Kadiri mezhebinden bir büyükanne; çok kitap okuyan.: le, şiirle yakından ilgilenen baba, eğitim görmüş anne ve c= den ablalar arasında büyüdüğü için edebiyatı, evde sürekli ■ lan bir nesne (kendi deyişiyle «eşya») gibi tanıdı. Tarsus’ta c öğrencisiyken manzum oyunlar yazdı; roman, hikâye derj kaleme aldı. Amerikan Koleji’nden ödünç aldığı çoğaltma e sini kullanarak, arkadaşlarıyla birlikte 100-200 arası basfci dergi çıkardı; başyazarlığını, ressamlığını kendisi yaptı.

Dağlarca’nın yayımlanmış ilk ürünü şiir değil, hıl* (1927’de Yeni Adana gazetesinin açtığı öğrenciler arası yar birincilik aldı). Çünkü o da çoğu büyük yaratıcılarda gö: gibi başlangıçta, hangisince tutsak alınacağını bilmeden, gelen engellenemez tutkuyla değişik dallarda denemeie: miş bir sanat gönüllüsüydü. İlk şiirini Kuleli Askerî Lisesi’ sınıfındayken yayımladı («Yavaşlayan Ömür», İstanbul
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Cumhuriyet döneminin bu en verimli şairi yüze yakın şiir kitabıyla bireysel temalardan evrensel temalara, mağara devri adamından modern çağın insanına kadar geniş bir perspektif sunan bir şiir dünyası yaratmış, bu şiir dünyasında insana, doğaya, yaşama ve özgürlüğe çok geniş bir açıdan bakarak yaşam-ölüm karşıtlığını yumuşatıp evrenin sonsuzluğunda özgürleşmek isterken öz Türkçe sözcüklerin şiirde kullanılma olanaklarını da en geniş ölçüde denemiştir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*