Genel

FLÖRESİN ANJİOGRAFİ

i       Virüsler ise farklıdır. Antibiyotiklerin onlara etkisi yoktur. Pekçok virüs hastalığından iyileşmek halâ vücudun kendi korunma mekanizması ile olmak­ta ve direnç kazanmak genellikle zaman almak­tadır. Son zamanlarda kimya, virüslerle savaşta yeni bir yöntem buldu: Bu, onları öldürmekle değil, aldatmakla olmaktadır.

Cöz, tıpkı vücudun başka kısımları gibi, bazı virüs hastalıklarına açıktır. Bunlardan en yaygını ve en kör edicisi saydam tabakadaki uçuklardır (herpes). Uçuk yapan virüs genel soğuk algınlı­ğında dudak veya burunda olan uçukları yapan virüs ile ilişkilidir.

Saydam tabakayı da sardığında, yüzeyde bir yara oluşturur. Daha da kötüsü bu yaranın olduğu gibi kalmayıp, kollar sararak çeşitli yönlerde büyümesidir.

Vücudun direnci iyice kırıldığı zaman da, bu yara öylesine yayılır ki, iyileşse bile devamlı kalacak izler bırakır ve görüşü ciddi şekilde bozar.

Kimya imdadımıza yetişinceye kadar bu gibi ülserleri (eğer hasta kliniğe erken başvurmuşsa), iyot veya eterle yara başlangıcını dağlamak suretiyle tedavi ediyorduk. Bu işlem de yüksek güçlü bir mikroskop ve anestezi altında yapılırdı.

Bugün virüsleri kimyasal olarak altediyoruz.

Virüsler, tıpkı diğer canlı organizmalar gibi, yaşamak için beslenmek zorundalar. Hücreleri­mizin içinde çoğalmakla (yavrulamakla)-bizim konumuzda gözün saydam tabaka hücrelerinde- hastalıklara sebep olurlar. Kimyagerler, mikrobi­yologlar ve göz uzmanları, yaptıkları ortak çalış­malarda virüslerin beslendikleri kimyasal madde­lerden birini, çoğalmayı durduracak fakat onun yabancı bir madde olduğu ve virüsün reddetme­yeceği şekilde değiştirmede başarılı oldular, “genocide” denilen bu kimyasal madde sayesin­de virüslerin çoğalması durmakta ve virüs ölmektedir.

Bugün, bunlardan I.D.U. harfleri ile tanımla­nan (iododexyuridine) ve bir diğeri, Vira-A (Vidarabine), göz damla veya merhemi şeklinde kullanılıyor ve saydam tabaka tarafından emili­yor. Eğer yara saydam tabakanın merkez kısmına varmadan önce tedavi başlarsa, gözbebeğinin yaralanması önlenebiliyor.

  1. 0.   FLÖRESİN ANJİOGRAFİ

Bu karmaşık tıbbi kelimeler, tek tek ele alınırsa pek de şaşırtıcı olmadığı görülür:

Bitkisel bir boya olan flöresin, çözüldüğünde yeşilimsi renk verir ve ışığa maruz bırakıldığında bir ışın yayar.

“Angio” kan damarları, “Graphy” fotoğraf demektir. Böylece “Kan damarlarının boyalı fotoğrafını almak” anlamı ortaya çıkmaktadır. Gözün içindeki damarlardan geçen kan hakkında daha çok şey öğrenmek istediğimiz zaman bu metoda başvurmaktayız. Şimdiye dek oftalmos­kop (göz doktorlarının kullandıkları özel alet) ile bu çeşit göz muayenesi yapılıyordu, fakat bazı hallerde yeterli olmuyordu.

Görme değişikliği, gözdeki atar, toplar damarlar ve kılcal damarlardan geçen kandaki herhangi bir değişiklikten ileri gelebilir ve bu sadece oftalmoskop ile anlaşamayabilir. Artık, bu damarlardan geçen kanın hızını ve hacmini, hastanın kol damarından vereceğimiz çok az miktarda flöresin ile kanı hafifçe renklendirmek suretiyle inceleyebiliyoruz. Kan dolaşımı içinde akan özel boya atar damarları, kılcal damarları ve nihayet toplar damarları belirlerken, gözün arka kısmının zincirleme resimleri genişlemiş gözbe- beğinden hızla çekilir.

Kılcal damarlardan sızıntı görülürse hemen lazer ışını ile oraya bir “kaynak” yapılır. Bu metod şimdi, şeker hastalığı dolayısiyle hastanın gözün saydam tabakasında beliren bazı hastalık­larında kanamayı durdurmak için uygulanmak­tadır. Hastanın hastanede yatması veya anestezi verilmesi gerekmez. İlâcı vermek için kola batan iğneden başka acısı da yoktur. Yalnız beyin veya kalp anjiogramı ile karıştırılmamalıdır. (Beyinin veya kalbin, boyalı madde verilerek incelenmesi tamamen ayrı işlerdir, çok daha önemli ve rizklidir.)

Binlerce göz anjiogramı yapıldığı halde, flöresin enjeksiyonuna duyarlılığa çok az rastlan­mıştır.

On yıl önce bir yenilik iken şimdi bu metod rutin işlerdendir ama aslında son derece uzman­lık ve el alışkanlığı gerekmektedir. Bizlere, daha öpceleri körlük ile sonuçlanan pekçok göz hasta­lığının teşhis ve tedavi imkânını sağlamıştır.

  1. 1.  CAMSI CİSMİN TRANSPLANTASYONU

Gelişmemiz öyle bir noktaya ulaştı ki, dumanlı bir korneayı çıkartıp yerine yeni birini yerleştirebiliyor; donuklaşmış bir göz merceğini alıp (katarakt), onun yerini tutabilecek şekilde şeffaf plâstik sun’i gözmerceği takabiliyoruz. Vitrektomi denilen ameliyat sayesinde artık gözdeki katılaşmış camsı cisimi alıp yerine berrak olanını koyabiliyoruz.

Camsı cisim şeffaf, peltemsi bir sıvı olup, gözmerceği ile ağtabaka arasındaki büyük boşlu­ğu doldurur. Bu camsı çişimin donuklaşması saydam tabakanın donuklaşmasından veya göz- merceğinin kataraktından daha ciddi körlüklere yol açabilir.

Camsı cismin donuklaşmasının başlıca sebebi şeker hastalığına bağlı ağtabaka bozukluğunda da olduğu gibi, kan damarlarından olan kanama­dır. Gözün şu veya bu nedenle hasar görmesinden de ileri gelir. Bu kanamalar bazan kendi kendine iyileşir. Çoğu kez böyle olmaz, körlük kaçınıl­maz. Çok yakın zamanlara kadar camsı cismin katılaşmasının tedavisi yoktu. Şimdi, belirli vak’alarda, vitrektomi ile hastaya biraz görüş kazandın labiliniyor.

Ameliyat her hasta için ayni şansta olmadığı gibi, bütün vak’alarda da ayni şans yoktur. Halen bu uygulamayı sadece, camsı cisim çok donuk- laşmışsa, görüş azalması son derece azalmışsa, gözün kendi kendine iyileşme imkânı gerçekten yoksa, yapıyoruz. Bazan yeni konulan camsı cisim, eğer vücutta inatçı bir şeker hastalığı varsa ve yeni kanamalara neden oluyorsa, tekrar donuklaşıyor. Ameliyat başarılı olsa da, görüş mükemmel olmaktan uzak oluyor, fakat hastayı kendi kendini idare edebilecek duruma getirebi­liyor.

Bu konuda çok araştırma yapılıyor, kuşkusuz vitrektomi daha da geliştirilecek. Bu haliyle dahi, bir zamanlar hiç tedavi edilemeyen bu tip körlükler için bu ameliyat bir ümit kaynağı.

  1. 2.   BİLGİSAYARLI RÖNTGEN

Çoğu kimse, x ışınlarının herşeyi ortaya çıkardığı kanısındadır. Aslında bu böyle değildir. Modern röntgen ‘yoğun’ yapıları, örneğin kemik veya kalsiyum depolanmış kısımları en ince detayına kadar açıklıkla gösterir. Kas, yağ, kan damarları hatta pekçok tümör röntgende açıkça görülmez, sadece bir bulanıklık yapar.

Birkaç yıl önce röntgen tekniğinde ilerleme­ler kaydedilmişti, önce stereo-röntgen, tıpkı stereo-fotoğraf gibi, uzmanların üç-boyutlu görüntü almalarını sağladı. Çok daha yakınlarda ise, tomoğraf (tomo = dilim, tabaka) yapılmağa, yani vücudun bir bölgesinin farklı seviyelerden bir seri filmini almağa başlanıldı. Bunlar birer gelişmeydi fakat yine de katı ve yumuşak dokular arasındaki kesin zıtlığa dayanıyordu. Çok daha yakın zamanlarda ise, başarılı bir araştırıcı, tomoğraf ile bilgisayarı birleştirerek bizlere çok daha duyarlı alet kazandırdı. Bununla, yumuşak dokulardaki değişiklikleri ve anormallikleri orta­ya çıkarabiliyoruz.

Kafatasının veya göz boşluğunun, birbirini izleyen bir seri röntgeni alınarak, bir tomogram- da olduğu gibi fakat ondan daha eşsiz tamlıkta bir fotoğraf ortaya çıkıyor. Işınlar, binlerce ışığı tek bir sayı haline dönüştürecek olan bilgisayarın duyarlı elementlerini radyoaktif hale geçiriyor. Sonra, bilgisayar bu sayıları, herbir ‘tabaka’nın bir haritası demek olan aydınlık ve karanlıktan oluşmuş basılı bir doküman haline dönüştürüyor. Eşit aralıklarla birbiri ardına alınan tabakaların tümü kafatasını, sanki şeffaf bir madde imişce- sine gösterir. Röntgene kıyasla son derece duyarlı olduğundan, sadece katı ve yumuşak dokular arasındaki farkı değil, aynı zamanda aynı dokunun içindeki farklı yumuşaklıkları da belir­ler. Bu derece duyarlı olması nedeniyle de normal röntgene oranla daha az ışın gerektirir.

Üstelik bu sadece bir başlangıç: Röntgen 1910’larda ne idiyse, bugün bilgisayarlı röntgen de odur, yani henüz başlangıç safhasındadır. Aletin tam geliştirilip, şimdikinden daha detaylı görünüm edilecek şekilde eşsizliğe erişmesi için sadece biraz zamana gerek vardır. Bu haliyle bile, birçok zor teşhisleri kolaylaştırmaktadır. Kafatasının içinde veya göz boşluğunda, pata- lojik değişikliklere uğrayan kısımlar ancak ameli­yat veya hava veya boya verilmesi gibi bazı rahatsızlıkları hatta rizki gerektiren teknikler ile görülebiliyordu. Bilgisayarlı röntgen incelemesi veya CAT (Computerized Axial Tomography = Bilgisayarlı eksen tomografi, özel bir hazırlık veya anestezi gerektirmez. Normal röntgenden biraz daha fazla zaman alır, çünkü son derece kısa pozlu birkaç yüz resim birden alınmaktadır. Şimdilik tek engel çok pahalı oluşundadır. Bir seri film 250 Doların üstündedir. Aletin, bilgisa­yar ile birlikte 250.000 Doların üstünde, yıllık işletme masrafının da bir o kadar olduğu göz- önüne alındığında, bu miktar yine de az kal­maktadır.

  1. 3.  SESÖTESİ (ULTRASOUND) DALGALARI
  2. II.   Dünya Savaşı sırasında, denizaltı arama­ları, suyun içinde katı cisimlere çarpınca geri dönen yüksek frekanslı ses dalgaları gönderme prensibine dayanıyordu. Geri dönen ses dalgaları (yankı), duyarlı dinleme aletleri ile kaydedili­yordu. Bugün aynı teknik, çok daha fazla gelişti­rilmiş olarak, gözyuvarlarının sıvıları içindeki anormallikleri ortaya çıkarmakta kullanılıyor.

Normal gözbebeği şeffaf olduğu için, oftal- moskopdan oraya yansıyan ışık, doktorun gözün dibini ve orada herhangi bir anormallik olup olmadığını görmede yardımcı olur. Fakat gözbe­beği bulanık Olduğu zaman, tıpkı kanama ve katarakta olduğu gibi, bu görme imkânsızdır.

Hasta gözü ile nasıl göremiyorsa, doktor da o görmeyen gözün içini göremiyor demektir. İşte bu durumda, ‘sesötesi’ imdada yetişir ve tümör, ağtabaka kopuklukları, yabancı cisimler, kan tıkaçları, v.s. gibi bozuklukları tesbitte yardımcı olur.

Bu işlem hastaya acı vermez, güvencelidir, anestezi veya özel hazırlık gerektirmez, rizki yoktur. Son birkaç yılda, teknik daha da geliştiril­miş olup> daha duyarlı ve verimli hale getiril­miştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir