Freud, Anna
(d. 3 Aralık 1895, Viyana -ö. 9 Ekim 1982, Londra), Avusturya asıllı İngiliz psikanalist. Çocuk psikanalizinin kurucusu ve önde gelen uygulayıcılarından biri olarak tanınır. Kişinin, acı veren düşünce, dürtü ve duygularla baş edebilmesini sağlayan benlik (ego) mekanizmalannın anlaşılmasına da önemli katkılarda bulunmuştur.
Sigmund Freud’un en küçük kızıydı. Kendini babasına ve onun çalışmalarına adadı; psikanalizin kuram ve uygulama açısından geliştirilmesinde onunla yakın işbirliğine girdi. Gençliğinde ilkokul öğretmenliği yaparken çocuklar üzerine gündelik gözlemleri, onu çocuk psikolojisine yöneltti. Viyana Psikanaliz Derneği’nin başkanıyken (1925-28), ana hatlanyla çocuk psikanalizine yaklaşımını özetleyen bir çalışması yayımlandı (1927).
D as leh und die Abwehrmechanismen (1936; Benlik ve Savunma Mekanizmaları) adlı yapıtı, benlik psikolojisinin gelişmesine önemli bir katkı niteliğindedir. Ama Freud’a göre insandaki en önemli savunma mekanizması bastırmadır; bilinçdışı bir süreç olan bastırma, küçük yaşta, çocuğun bazı uyanlara yanıt vermesinin kendisi için olumsuz sonuçlar doğurabileceğini öğrenmesiyle gelişir. Freud’un tanımladığı öteki savunma mekanizmaları arasında, kişinin kendi duygularını bir başkasına yansıtması; saldırgan
Anna Freud, y. 1970
Archiv für Kunst und Geschichte, Berlin
uyarılan kendine yöneltmesi (bunun en aşırı örneği intihardır); kendinden daha güçlü bir saldırganla özdeşleşme ve düşüncelerin duygulardan ayrılıp yalıtılması yer alır. Bu çalışma ayrıca, ergenlik psikolojisinin gelişmesine de öncülük etmiştir.
1938’de Anna Freud, uzun süredir bakmakta olduğu hasta babasıyla birlikte Nazi egemenliğindeki Avusturya’dan kaçarak Londra’ya yerleşti. 1945’e değin Hamp-stead’deki bir çocuk yuvasında çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında, ABD’li arkadaşı Dorothy Burlingham ile birlikte yürüttüğü çalışmaların ürünü olan Young Children in Wartime (1942; Savaş Sırasında Küçük Çocuklar), Infants Without Families (1943; Ailesiz Bebekler) ve War and Children (1943; Savaş ve Çocuklar) adlı kitapları yayımladı.
1947’de Hampstead Çocuk Tedavisi Eğitim Merkezi ve Kliniği’ni kurdu; 1952’den 1982’ye değin de yöneticiliğini yaptı. Ona göre oyun, çocuğun kendini gerçekliğe uyarlamasıydı, ama mutlaka bilinçdışı çatış-malan yansıtması gerekmiyordu. Freud,
analizin, çocuk üzerinde eğitici bir etkisinin olabilmesi için ana babalarla yakın ilişki içinde yürütülmesi gerektiğini savundu. Normality and Pathology in Childhood (1968; Çocuklukta Normallik ve Patoloji) adlı yapıtı düşüncelerinin özetini içerir.
Freud, Sigmund (d. 6 Mayıs 1856, Freiberg, Moravya, Avusturya İmparatorluğu [bugün Pribor, Çekoslovakya] – ö. 23 Eylül 1939, Londra, İngiltere), psikanalizin kurucusu olan AvusturyalI nörolog. Yalnızca psikolojiyi değil, sanat, eğitim, antropoloji gibi alanları da derinden etkileyen ve geniş tartışmalar yaratan psikanaliz kuramıyla 20. yüzyıla damgasını vuran düşünürler arasında yer alır.
Ailesi ve çocukluğu. Orta halli Yahudi bir yün tüccarının, 40 yaşlarındayken, kendisinden 20 yaş küçük bir kadınla yaptığı
Freud, 1938
Emst I Freud
ikinci evliliğinden dünyaya geldi. Bu evlilikten doğan ilk ve yaşayan tek erkek çocuktu. Freud’un kapsamlı bir yaşamöyküsünü yazan İngiliz psikanalist Ernest Jones’a göre “mizah duygusunu, kurnazlığını, ahlak dersi vermek istediğinde Yahudi anekdotları anlatma alışkanlığını ve özgürlükçü düşüncelerini” babasından, “duygusallığını” annesinden almıştı; “aklı” ise tümüyle kendisinindi. Freud’un küçük yaşta yaşadığı ve hiçbir zaman unutmadığı dört olay, kişiliğinin biçimlenmesinde etkili oldu. Önceleri annesinin ilgisi hemen tümüyle kendisine yönelikken, erkek kardeşinin doğumuyla birlikte bu ilgiyi paylaşmak zorunda kaldı. Kendi deyimiyle çok kötü duygular beslediği kardeşinin sekiz aylıkken ölmesi, onda sürekli bir kendi kendini yerme huyunun yerleşmesine yol açtı. Freud, Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie (1905; Cinsiyet Üzerine Üç Deneme, 1962) adlı yapıtında da, küçükken annesini çıplak görmesinin kendisini cinsel yönden uyardığını anlatır. Böylece, psikanaliz kuramında en çok kafa yorduğu sorunlardan ikisini, kendisi de ilk yıllarında yaşamıştır. Anımsadığı bir başka olay da yedi yaşındayken ana babasının odasında kasten işemesi ve bunun üzerine babasının, “Bu çocuk asla adam olmaz” demesidir. Sonradan Freud, bu olaya göndermelerin düşlerinde şaşmaz biçimde yinelendiğini ve kendisini “bir şeyler başarırken” gördüğü sahnelerin buna eşlik ettiğini anlatır. Çocukluğunda onu etkileyen dördüncü olay ise babasının, Yahudi olduğu için kendisine hakaret eden bir adam karşısında sesini çıkarmamasıdır. Bu olay, 12 yaşındaki Sig-mund’un kafasında güçlü baba imgesinin yıkılmasına yol açmıştır.
Eğitimi ve bilime yönelişi. 1860’ta Freud ailesi Viyana’ya taşındı. Sigmund, dokuz yaşında girdiği Sperl Gymnasiumu’ndan (lise) en üstün başarı derecesiyle mezun oldu. Bu yıllarda okulda Latince, Fransızca ye İngilizce okudu; ayrıca kendi kendine İtalyanca, İspanyolca ve İbranice öğrendi. Kültür ve felsefe alanlarına derin bir ilgisi olan Sigmund, Darwin’den ve onun doğal seçme kuramından da çok etkilenmiştir. O dönemde Viyana’daki Yahudi gençlerin meslek seçimi dört alanla sınırlıydı: Hukuk, tıp, sanayi ve ticaret. Önceleri bunların hiçbiri ona çekici gelmediyse de, Goethe’ nin doğayı, “gözde çocuklarına gizlerini araştırma olanağı tanıyan cömert bir anne” olarak niteleyen denemesinin etkisiyle tıbbı seçti; bu seçimdeki temel güdü insanların acılarını dindirme isteği değil, insan doğasını tanımaktı.
Böylece Freud, 1873’te Viyana Üniversi-tesi’nde tıp okumaya başladı. Öğrencilik yıllarında, mekanikçi fizyolog Emst Brücke’ nin laboratuvarında bilimsel araştırmalar yaptı. Brücke, canlılarda genel fiziksel ve kimyasal güçler dışında başka hiçbir gücün etkili olmadığı görüşünü savunuyordu. Freud, mezun olduktan sonra da üniversitede Brücke Enstitüsü’nde çalışmayı sürdürdü. Yaşamındaki önemli dönüm noktalarından biri, bu sırada Martha Bernays ile tanışıp ona âşık olmasıdır. 1882 yazında evlenmeye karar verdiler. Ama, öğretim görevlilerinin aldığı ücretler çok düşüktü ve Yahudi olduğu için Freud’un ilerleme olanakları kısıtlıydı. Bu yüzden, özel hekimlik yapabilme yetkisi almak üzere enstitüden ayrılıp Viyana Genel Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Bir türlü ev geçindirecek kadar para kazanamadığından Martha’yla evlilikleri sürekli ertelendi. Bu arada Freud Martha’ya 900 tane aşk mektubu yazdı; bu mektupların Freud hakkında yaygın biçimde yerleşmiş soğuk bilim adamı imgesini çürüten sıcak ve coşkulu bir üslubu vardır.
1883’te Freud, döneminin en büyük beyin anatomisi ve nöropatoloji uzmanlarından olan Theodor Meynert’in yönetimindeki psikiyatri kliniğinde asistan (Sekundararzt) olarak çalıştı. Meynert’ten etkilenerek nö-ropatolog olmaya karar verdi. Bu dönemde üstünde çalıştığı ve Meynert’in tanımladığı varsanılı psikoz ona ilerde Die Traumdeu-tung (1900; Düşlerin Yorumu, 2 cilt, 1991-1992) adlı yapıtında geliştireceği doyurum mekanizması konusunda ilk ipuçlarını sağladı. Freud 1885’te nöropatoloji doçenti oldu. Aynı yıl kokain üzerine araştırmalar yapmaya başladı ve bu maddenin ağrı kesici, uyuşturucu, bağımlılık yapıcı etkilerini keşfetti. Uzun süredir ayrı kaldığı nişanlısı Martha’yı görmeye gittiğinde, başlamış olduğu deneyler başkalarınca tamamlandı. Böylece kokain konusundaki varsayımları doğrulandı, ama Freud, bu buluşun öncülüğünü de arkadaşı Cari Koller’e kaptırmış oldu. Aynı yıl, Paris’teki Salpetriere Hastanesi’nin yöneticiliğini yapan ve onun psikolojiye yönelmesinde de etkili olan dünyaca ünlü nörolog Dr. Jean Martin Charcot ile tanışma olanağı buldu. 1886’da Martha Bernays ile evlendi.
Psikanalizin gelişimi. Freud’un 1882’den beri dostu olan Viyanalı hekim ve fizyolog Josef Breuer’in hastası olan genç bir kadın, psikanaliz tekniğinin geliştirilmesinde önemli rol oynadı. Anna O. olarak tanınan bu kadın babasının ölümünden sonra histeri belirtileri göstermeye başlamıştı; görme ve konuşma yetilerini yitiriyor, kol ve bacaklarına felç geliyor, yemek yiyemiyordu. Breuer, Anna kendisine bu rahatsızlıklardan söz ettikçe belirtilerin yok olduğunu gözlemledi ve bunun üzerine hipnoz uygulamaya karar verdi. Freud, bu konuda Breuer ile yaptığı
419 Freud, Sigmund
tartışmalar sonucunda “hastayı konuşturarak tedavi” yöntemini geliştirdi. Bu arada Paris’e giderek Charcot ile çalışmaya başladı. Charcot’nun, histerinin bir nevroz olduğu, hipnoz durumuyla büyük benzerlik taşıdığı ve sanıldığı gibi yalnızca kadınlarda görülmediği yolundaki düşünceleri Freud’u derinden etkiledi. Ama Charcot, histerinin kalıtsal bir bozukluk nedeniyle beyindeki doku yıkımı sonucu ortaya çıktığını düşünüyor, Freud’un ruhsal etkenler üzerine düşüncelerini onaylamıyordu. Freud 1895’te Breuer ile birlikte Studien über Hysterie (Histeri Üzerine Araştırmalar) adlı yapıtı yayımladı. Bu yapıtta histerinin ruhsal acı veren bir olayın bastırılması sonucu geliştiği ve tedavinin bu acıya boşalım olanağı veren “katarsis” ya da hipnoz yöntemleriyle tedavi edilebileceği belirtiliyordu. Ama Freud, hipnozun her zaman işe yaramadığını ve ancak geçici iyileşmeler sağladığını görünce bu yöntemi bıraktı. Bir süre sonra psikanaliz tekniğinin temel öğesi olan serbest çağrışım yöntemini geliştirdi. Bu tedavi yönteminde hasta bütünüyle gevşeyerek ve çağrışım zincirlerini izleyerek düşünce ve anılan arasında dolaşıyor, sonunda kendisini rahatsız eden sorunla ilintili bir noktaya geliyordu. Ayrıca bak. psikanaliz.
1893-1902 arasında Freud Berlin’de kulak-burun-boğaz uzmanı olarak çalışan Wilhelm Fliess ile yazıştı ve onun insanın doğası ve ruhu konusundaki görüşlerinden etkilendi. Bu dönemde, ruhsal bozuklukların ortaya çıkış nedenleri arasında cinsel etkenlere ağırlık vermeye başladı. Breuer gibi destekçileri tarafından da eleştirilip yalnız bırakıldığı için Fliess’le yazışmaları ona büyük destek sağladı. Bu arada nöroloji alanından gittikçe uzaklaşmış ve klinik psikolojiyle ilgilenmeye başlamıştı. Hastalar üzerinde çalışmaları sonucunda, nevrozun temelinde cinsel çatışmaların yattığı konusundaki inancı pekişti. Histerinin ise çocuklukta yaşanan sarsıcı bir cinsel deneyimden, örneğin aile bireylerinden birinin cinsel saldırıda bulunması nedeniyle ortaya çıktığına inanıyordu; pek çok hastasından benzer bir öykü dinlemişti. Ama sonra çok önemli bir şey keşfetti: Hastalarının anlattığı öyküler tümüyle uydurmaydı ve böyle bir saldınya hiç uğramamışlardı. Böylece çalışmalarını çocukluktaki cinsel fanteziler üzerine yoğunlaştırdı.
1896’da babasının ölümü üzerine yaşadığı bunalımdan sonra, 1897’de sistemli biçimde kendi kendini analiz etmeye başladı. Günümüzde de birçok psikanalistin neredeyse olanaksız diye nitelediği bu süreç ve histeri üzerine çalışmaları sonucunda, çocuk cinselliği üzerine önemli bulgular elde etti ve Oidipus karmaşası(*) kavramını geliştirdi. Bu yıllarda bir yandan da Düşlerin Yorumu adlı yapıtını yazıyordu. Yapıtında, rüyaların temel işlevinin isteklerin doyurulması olduğunu, bu isteklerin rüyalarda, yoğunlaşmış ya da yer değiştirmiş biçimlerde dışavurulduğunu ve bılinçdışı mekanizmalarla çeşitli simgeler biçiminde ortaya çıktığını öne sürdü. Rüyanın örtük içeriği olan bu simgelerin çözümlenmesiyle kişinin bilinçdışındaki arzuları ve çatışmaları hakkında önemli bulgular elde edilir. Dolayısıyla rüya yorumlan, psikanaliz tekniğinde önemli yer tutar.
Freud daha sonra yayımladığı Zur Psychopathologie des Alltagslebens’de (1901; Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, 1984), dil sürçmeleri, küçük unutkanlıklar gibi gündelik yaşamda önemsiz görünen davranışların ardında bilinçdışı süreçlerin bulunabileceği-
Freud’cu eleştiri 420
ni belirtti. 1902’de öğretim üyeliğine atandı. 1905’te yayımladığı Cinsiyet Üzerine Üç Deneme ’de cinsellik ve üremenin ayrı kavramlar olduğunu ele alarak insanlardaki cinsel dürtülerin bebeklikten başlayan gelişim evrelerini ortaya koydu. Buna göre insanda cinsel ve ruhsal gelişim ağızcıl, dışkıl, fallik, gizil ve üreyimsel olmak üzere beş döneme ayrılır. Her dönemin kendine özgü gelişim biçimi, özellikleri ve sorunları vardır. Örneğin, bir çocuğa uygulanan ilk psikanaliz olan ve 1909’da yayımladığı “Küçük Hans Vakası”nda Freud, fallik dönemdeki fobinin Oidipus karmaşası ile iğdişlik bunaltısından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Freud’un kişilik kuramı ise üç katmandan oluşan bir sisteme dayanır. Bu üç katman ilkel benlik (id), benlik (ego) ve üst benliktir (süper ego). Freud’un “haz ilkesi” kavramıyla ilintili olan ilkel benlik kalıtımla aktarılan biyolojik öğeleri içerir; toplumsal normları yansıtan ve “gerçeklik ilkesi”ni temsil eden üstbenliğin gelişiminde önemli rol oynar. Freud bu konudaki görüşlerini Das Ich und das Es (1923; Benlik ve İlkel Benlik) adlı yapıtında sistemli biçimde aktarmıştır. Ayrıca bak. kişilik.
Freud, Otto Rank, Ernest Jones, Sandor Ferenczi, Max Kahane, Wilhelm Stekel, Carl Gustav Jung, Alfred Adler ve Karl Abraham gibi izleyicileriyle 1902’den başlayarak her çarşamba günü çalışma odasında toplanırdı. Bu ünlü “Çarşamba Toplantıları” sonucunda Viyana Psikanaliz Derneği doğdu. 1909’da konferanslar vermek için ABD’ye çağrılan Freud, giderek uluslararası ün kazandı ve psikanaliz hareketi örgütlü bir yapıya kavuştu. Sonraki yıllarda, cinsel etkenlere ağırlık verilmesi ve libido kavramı nedeniyle topluluk içinde çelişkiler başladı. Adler ve Jung’un birbirini izleyen ayrılmalarına karşın hareketin önderliğini ve gelişmesini sürdüren Freud, 1913’te psikanalizi antropolojiye uyguladığı geniş kapsamlı bir çalışma olan Totem und Tabu’yu (Totem ve Tabu, 1942) yayımladı. Bu çalışmada, ilkel topluluklarda Öidipus karmaşasıyla ilintili suçluluk duygusunun bastırılmasının, tüm insan kültürünün, dinlerin ve sanatın kaynağı olduğunu öne sürdü.
1923’te Freud’a üstçene ve damakta kanser tanısı kondu ve sonraki yıllarda bu nedenle 33 kez ameliyat edildi. Sürekli bir protez takması gerekti; konuşurken ve yemek yerken çok güçlük çekiyordu. Ayrıca işitmesi de zorlaşmıştı. Bu dönemde yazdığı Die Zukunft einer Illusion (1927; Bir Yanılsamanın Geleceği, 1985), Das Unbehagen in der Kultur (1930; Uygarlığın Huzursuzlukları) ve Der Mann Moses und die monotheistische Religion (1939; Musa ve Tektannci-lik, 1976) adlı yapıtlarında, sosyoloji ve dini psikanaliz açısından inceledi. 1938’de Hit-ler’in Avusturya’yı ilhak etmesi üzerine Viyana’dan ayrılarak Londra’ya yerleşti. Bir yıl sonra da ilerleyen hastalığı sonucu öldü.
Değerlendirme. Freud bütün yaşamını, insan ruhunun yapısını kavramaya çalışmakla geçirdi. Wilhelm Reich, Karen Hor-ney, Erich Fromm, Melanie Klein ve R. D. Laing gibi, onun öğrencisi olan ya da ondan önemli ölçüde etkilenen birçok bilim adamı onun kuramlarını geliştirmiş ya da çeşitli biçimlerde değiştirmiştir. Sonraki dönemlerde geliştirilen kuramlarda Freud’un ağırlık verdiği biyolojik etkenler yerini toplumsal ve ekonomik etkenlere bırakmıştır. Bu arada psikanalizin temelde bilimdışı olduğu da savunulmuştur. Bununla birlikte bütün bu eleştiriler, Freud’un 20. yüzyıl kültürüne
yön veren önemli bir düşünür olarak konumunu değiştirmez. Freud, geliştirdiği kuramlar, tedavi yöntemleri ve insan ruhunun karanlıkta kalmış yanlarını anlamaya yönelik araştırmalarıyla psikolojide yeni bir alan açmıştır. Sonuçta, insan doğasına ilişkin egemen anlayışları kökten değiştiren bir düşünür olduğu söylenebilir.
Freud’un en kapsamlı yaşamöyküsü Ernest Jones’un The Life and Works of Sigmund Freud (1953-57, 3 cilt; yb 1981; Sigmund Freud’un Yaşamı ve Yapıtları) adlı kitabıdır. Freud üzerine yazılmış pek çok eleştiri ve incelemeden Türkçeye çevrilenler arasında Erich Fromm’un yapıtı, Greatness and Limitations of Freud’s Thought (1979; Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları, 1981) sayılabilir.
ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Der Witz und seine Beziehung zum Unbewussten (1905; Şaka ve Bilinçdı-şıyla İlişkisi), Zur Geschichte der Psychoanalytischen Bewegung (1914; Psikanalitik Hareketin Tarihi Üzerine), Vorlesungen zur Einführung in die Psychoanalyse (1917; Psikanalize Giriş Üzerine Dersİer), Jenseits des Lustprinzips (1920; Haz İlkesinin Ötesinde), Selbstdarstellung (1925; Hayatım ve Psikanaliz, 1944), Hemmung, Symptom und Angst (1926; Ket-vurma, Belirti ve Bunaltı), Gesammelte Werke (1940; Toplu Yapıtlar).
Freud’cu eleştiri, Sigmund Freud’un psikanaliz kuramını temel alan edebiyat eleştirisi. Bir yapıt bu eleştirel yaklaşımla yorumlanırken, yazarının bilinen psikolojik çatışmaları hareket noktası olarak alınır ya da yapıtında ortaya çıkan bilinçaltı öğelerden yararlanarak yazarın ruhsal yaşamı ortaya çıkarılır.
Freud’cu eleştirmenler bir yazarın yapıtlarını temel alarak onun ruhsal yaşamını ortaya çıkarmayı amaçlarken geleneksel eleştiri anlayışından uzaklaşırlar. Eleştirmen Edmund Wilson The Wound and the Bow (1941; Yara ve Boyunduruk) adlı yapıtında yazarın ruhsal yaşamını araştırırken, Van Wyck Brooks bu yaklaşımı The Ordeal of Mark Twain (1920; yb 1933; Mark Twain’in Çilesi) gibi yaşamöyküsü türündeki yapıtlarında kullandı. Psikanalistler aynı tekniği edebiyata da uygulamışlardır. Hamlet’in ünlü kararsızlık sorununu Shakespeare’in kendi Oidipus karmaşasına bağlayan Ernest Jones’un Hamlet and Oedipus (1910; yb 1949; Hamlet ve Oidipus) adlı yapıtı bunun dikkate değer bir örneğidir.