FUZUL
FUZULÎ ( ? . 1556)
!îl adı Mehmet, babasının adı Süleyman’dır. Oğuzların bir kolu olan ve Irak İnde yerleşmiş bulunan Bayat boyundandır. Tezkireciler, Bağdat’lı olduğudurlar; fakat Bağdat’ta mı, Kerbelâ ya da Hille’de mi doğduğu kesin bir “*0 bağlanamıyor. Kendisi, divanının önsözünde: «Mevlidim (doğum yerim) Arap olup temami-i ömrümde gayrı memleketlere seyahat etmedim» der. ’Mflnda, Kerbelâ üzerine dikkatimizi çok çekmiş olmasına; şiirlerinin Ker-tOprağmdan yoğrulduğunu, orada oturduğunu söylemesine bakılırsa, doğum
I bu kasaba olarak kabul etmek daha doğru olur.
usul!, iyi bir öğrenim görmüş, İslâm kültürünün her dalında bilgi sahibi olur. Şiiri.’, küçük yaşta başladığını; fakat köklü bir kültür edinmeden ger-»11. ‘İn ya/.ılamayacağma inandığım yine divanının önsözünde işaret eder: ,^’ra ki ilimslz şiir, esası yok diyar gibi olur ve esassız divar gayette bî-itibâr “der ve «İlimsiz şiirden ruhsuz bir kalıp gibi» nefret ettiğini söyler. rk<,x-, Arapça ve Farsça gibi üç dilde-ürünler veren Fuzulî, Kerbelâ’da veba-ıliştür.
lif, Divan edebiyatının büyük sanatçılarmdandır. Yaşamı, aşk ve acılarla OİRrak görünür. Şiirlerinin ana teması budur. Doğaya, topluma kendi acı ‘lc bakar. Bâki ve Nedim gibi, yaşamın güzel görünüşlerinden, tutku ve rlnden değil; acı çekmekten hoşlanır. Dünyası bunlarla kurulmuş gibidir, ‘ni «gam kervanının öncüsü» gibi görür. Dünyası bir «mihnet ve elem sah-
O, bu sahrada metin adımlarla yürüyen, bundan gurur duyan bir yol-Sanatımn bütün gücünü buradan alır. Dizelerinin yapısını düzenleyen, iç inm bu niteliğidir. Fuzulî, acılanyle birlikte gelmeyen aşkı tanımamıştır, ■a bağlı bu aşk, yer yer, platonik bir düzeye, maddesel tutkulardan uzak, rfî aşka kadar yücelmiş görünür. Bu, özellikle, «Leylî vii Mecnun» mesnevî-dikkati çeker. Bununla birlikte Fuzuli’yi, Tann ve kul anlayışı, evrene ba-^(lüncler:, gerçek anlamıyle tasavvufun, tasavvuf aşkının içinde görmek yer-
r.
filini ü/erine geniş bir bilgi yoktur. Necef’te, Hazret-i Ali’nin «ravza»smda »üre hizmet gördüğü, buradan aldığı ücretle geçindiği; bu görevine son ve-Kerbelâ’ya döndüğü biliniyor. Bağdat’ın Kanunî Sultan Süleyman tarafın-IV]ışında (1534), hükümdarın huzuruna çıktığı, Devlet adamlanyle ve ordu n şairlerle (Hayalî, Yahya Beyler gibi) tanıştığı; kendisine Kanunî’nin fer-‘ bağlanan, günde dokuz akçelik maaşı Vakıflar İdaresinden alamadığı tnâme»s inden öğreniliyor.
t, gönlü tok; yer yer sanatlı söyleme, hüner gösterme düşkünlükleri bir Takılırsa, dizelerinin lirizmine, düşünce zenginliğine, duygularının incelik Bllğine ulaşılması güç bir şair. Çağma ve çağından sonraki yüzyıllara el lk olmuştur.
TLARI :
1: Türkçe, Arapça ve Farsça. «Leylâ vü Mecnun» mesnevisi,
BAKİ
KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN HAN İÇİNMERSİYE
(Terkib-i Bent)
4. BENT
Olsun gamında lî^cllfeyin zâr ü bî-karar vcfaidUrÂfâkı gezsin ağlayarak ebr-i nev-bahar
Omlıltkstennv,^ Tutsun cihânı nâle-i mürgan subh-dem
—_________ J -kflwA MopLf Güller yolunsun âlı ii figan eylesin hezar
^ Q(*,’c ,s^atC Sünbüllerini mâtem edip çözsün ağlasın
Dâmâne döksün &M~i firâvânı kûhsar ete-fc Ç0* cjauf
kitfiu 4
Andıkça bûy-i hulkunu derdinle lâle veş Olsun derûn-i nâfe-i müşg-i Tatâr tar*»***^
Gül hasretinle yollara tutsun kulağını Nergis gibi kıyamete dek çeksin intizar
lijjiııA’- fcn-uwıi Ju İTO»P~’^\ .İa «J
tâktftHrı uvumİ, fce*’wöi&^>.)Deryalar etse âlemi çeşm-i güher-feşan , /Gelmez vücuda sencileyin dürr-i şâhvar
sana.lfi’ / , ,
«m
ö —- J Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes
Gel gİbi lnleyelim bâri Âheng-i âh ü nâleleri edelim bülend Ashâb-ı derdi cûşa getirsin bu heft-bend
5. BENT
Gün doğdu şâh-ı âlem uyanmaz mı hâbdan Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan
Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan
Piİok H’V-
Reng-i izârı gitti yatar kendi hûşg-leb Şol gül gibi ki ayrı düşüptür gülabdan
Gâhi hicâb-ı ebre girer Husrevâ felek Yâd eyledikçe lûtfunu terler hicâbdan
Tıfl-ı sirişgi yerlere girsin duam odur Her kim gamından ağlamaya şeyh ü şâbdan
Yansın yakılsın âteş-i hecrinle âftâb Derdinle kara çullara girsin sehâbdan
Yâd eylesin hünerlerini kanlar ağlasın Tiğm boyunca karaya batsın kırabdan
Derd ü gamınla çâk-ı giribân edip kalem Pirâhenini parelesin gussadan alem
(Bugünün diliyle: ı Bend:
İlkbahar bulutu, senin acınla, benim gibi ‘kararsız [ üzüntülü] olsun, inlesin, yarak ufukları gezsin.
vakti, kuşların iniltileri evreni tutsun, güller yolunsun, bülbül ah ve etsin.
|lar, yas tutarak, sümbüllerini çözsün ağlasın, bol göz yaşlarım eteklere
Ffctur miski, (O’nun) kokusunu andıkça, derdinden, lâle gibi içi (yüreği) ka-
[Nafe, misk ahusunun göbeğinden çıkarılan güzel bir kokudur. Buna misk, müsk ve mis de denir. Bu ahuların en ünlüsü Çin ile Türkistan arasında bulunan Huten’de, özellikle Tatar ülkesinde yetişen* İcrdir. «Müşg-i Tatar»la, şair, Kanunî’nin ahlâk güzelliği arasında bağ-luntı kuruyor. Tatar miski, O’nun güzel huyunun kokusunu anacak, onun özlemini duyacak, yüreği o yastan kararacaktır. Çünkü o güzel koku, artık yoktur. Lâlenin göbeğindeki siyahlıkla, siyah renkli misk arasında da ilgi kurulmuş.]
özleminle, kulağını yollara tutsun ve nergis gibi kıyamete dek yolunu
İumun.
[«güb’le «kulak», «nergis» çiçeği ile «göz» arasındaki benzerliğe dikkat ediniz.]
(5. Bcntl:
Gün doğdu, cihan padişahı uykudan uyanmaz mı, gökyüzü kadar ulu çadırından yüzünü göstermez mi?
Gözlerimiz yollarda kaldı, Devlet-Meâb’m [Kanunî’nin] yüce kapışırım eşiği-nin toprağından bir haber gelmez mi?
[Devlet-Meâb, saygı belirten ve hükümdarlar için kullanılan bir sözdür. Devletin, mutluluğun sığındığı yer anlamına gelir.]
Yanağının rengi gitti, kendisi, suyundan ayrı düşmüş [suyu çekilmiş, solmuş) gül gibi, dudakları kurumuş olarak yatıyor.
Ey Husrev [hükümdar]! Gök, bazen bulut perdesine girer, lütfunu andıkça utancından terler.
Genç, ihtiyar, her kim ki senin için üzüntüden ağlamazsa, duam odur ki, göz yaşı çocukları yerlere girsin (çocuğu ölmüş gibi, değerli göz yaşı döksün).
Güneş, ayrılığının ateşiyle yansın yakılsın; senin derdinle, buluttan kara çullara girsin.
Kılıcın senin hünerlerini ansın, kanlar ağlasın, boylu boyunca kından [kınına girerek] karaya batsın.
Kalem, derdin ve acınla yakasını paralasın; bayrak, kederden, sıkıntıdan gömleğini parçalasın.)
Kanunî Sultan Süleyman’ın ölümünden duyduğu acıyı di-îe getiren ve «terklb-i bent» biçiminde yazılan bu «mersiye», BaM’nin ve Divan şiirinin en ünlü verilerindendir. Sekizer beyitlik sekiz «bent»ten meydana gelmiştir. Şair, dördüncü bendin «vasıta» beytinde, her ne kadar «heft bend» (yedi bent) diyorsa da, manzume sekiz bentliktir. Sonuncu bendin, sonradan, yazıldığı anlaşılıyor.
Kanuni, edebiyata, sanata, bilime değer veren bir hükümdardı. XVI. yüzyıl, siyasal alanda olduğu kadar, sanat, bilim ve uygarlık alanında da bir altın çağdı. Osmnlı İmparatorluğu, tarihinin en geniş sınırlarına ulaştığı gibi, edebiyat alanında da en usta sanatçılarını yetiştirmişti. Fuzulî, Hayalî, Yahya Bey, Nev’i, Bağdatlı Ruhî, Zatî gibi şairler içinde, Baki, çağının «Sultanü’ş-Şuara» (şairler sultanimsi idi. Kanuni, onunla övünüyordu. Kendisi de «Muhibbi» adiyle şiirler yazıyordu.
«Mersiye»de, Kanunî’nin büyüklüğü, savaşları, zaferleri, kişiliği anlatılır; ölümünden duyulan acı, dile getirilir.
1 — Dördüncü bentte, şair, bütün evreni, Kanunî’nin yasma katılmaya çağırıyor. Bu çağırışta, doğanın hangi görünüş ve niteliklerine dikkat edilmiş? Buna birkaç örnek veriniz.
2 — Şair, doğanın ve eşyanın gerçek görünüşlerini değiştirmiyor: Kuşların ötüşleri, güllerin yapraklarını dökmesi, bulutların gökyüzünde dolaşması, dökülen yağmur, bulutların güneşi kapaması birer gerçektir; fakat şair, bunların oluşlarını gerektiren «doğal nedenler»i ortadan kaldırıyor, onlan doğa dışı nedenlere Kanunî’nin ölümünden duyulan acıya bağlıyor.
Bu, nasıl bir doğa görünüşüdür? Sanatçıyı bu görüşe iten nedir?
3 — Şairin iç dünyası, bütün evrene vurmuş, onu etkilemiştir. Buna örnekler veriniz.
4 — Şair, Kanunî’yi, yalnız Osmanlı İmparatorluğunun değil, bütün dünyanın, canlı cansız bütün evrenin hükümdarı gibi görüyor. Bunu belirten sözleri bulup gösteriniz.
5 — Türk hükümdarının büyüklüğü, görkemliği, eşsizliği, cömertliği, şairliği
Yardımcı
Bilgiler:
Metin Üzerinde İnceleme:
ti beyitlerde anlatılmış? Bunları bulup açıklayınız.
— «Ebr-l nevbaharln ağlaması, dağların matem tutarak sümbüllerini çöz-, bulutun utançtan terlemesi», hangi doğa olayını anlatır?
– Olayları, kendi gerçek nedenleri yerine, gerçek dışı ve güzel nedenlere “ûinak. Divan şairleri, doğaya bu açıdan bakmak, onu bu görüş içinde değer-‘rmek eğilimindedirler. Bu sanata «hüsn-i tâlil» dendiğini biliyorsunuz. Do-böylece, kendi iç dünyalarının eğilimleriyle bakmak, duygusal bir aldanış-Metinden, bu sanata bir iki örnek veriniz.
8 — Manzumenin kuruluşunu, uyak düzenini bir şema ile gösteriniz. Bu bi-I, bir gazel ya da bir kaside ile karşılaştırınız, ti —■- Manzumenin ölçüsünü bulunuz.
1 — Baki’de de, öteki Divan şairlerinde görüldüğü gibi, dil, ağırdır. «Terkib-i Bend»inin ilk bölümü:
Ey paybend-i dâmgeh-i kayd-ı nâm ü neng Tâ-key hevâ-yi meşgale-i dehr-i bl-direng
(Ey şan ve şöhret tuzağına ayağı bağlanmış olan! Bu kararsız dünyanın işle-‘e uğraşmak ne zamana kadar sürecek).
Beytiyle başlar.. Büyükleri, hele bir hükümdarı böyle ağır, zincirleme giden Sça, Arapça tamlamalarla yüklü bir dille övmek, o çağların anlayışına göre jdan ileri gelirdi. Baki de böyle yapıyor. Düşünceden gelen söyleyişlerde dil çok ağırlaşıyor; duyguların anlatımında az çok bir sadeleşme göre çarpıyor genel görünüşüyle bu yapı içinde. Bunlara metinden örnekler veriniz.
Aşağıdaki tamlamaları bugünkü dile çeviriniz; hangilerinin isim:, hanginin sıfat tamlaması olduklarını söyleyiniz.
«Ebr-i nevbahar, nâle-i mürgan, derun-İ râfe-i müşg-i Tatar, çeşm-i güherfeşân, :-i gerdûn-eenâb, hâk-i cenâb-ı südde-i devlet meâb.»
3 — Şair, doğaya seslenirken olsun, gezsin, tutsun, yolunsun, çözsün, ağlasın
fiiller kullanmış. Bu, sadece bir «dilek – emir» inidir? Yoksa, zaten var olan ve hareketlerde sürerlilik de dileyen daha geniş bir anlam da taşıyor mu? ‘an yağmura «yağsın», dolaşan birine «dolaşsın» dememiz gibi.
4. bendin 7. beytinde geçen hem-nefes sözündeki (hem-) öneki, burada ğe nasıl bir anlam katıyor? Hem-dert, hem-rah, hem-fikir, hemşehri bileşik ‘üklerin Türkçelerini söyleyiniz.
Türkçede (-daş) ekiyle yapılmış birkaç türemiş sözcük bulunuz ve bu ekin -) önekinin anlamını karşılayıp karşılamadığını inceleyiniz.
II
SEÇMELER
GAZEL
Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Düştü çemende berk-i diraht İtibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecride girdiler Bâd-ı hazân çemende el «İdi
Dİİ:
Her yaneden ayağına altun akup gelür Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûybârdan
Sahn-ı çemende durma salınsın sabâ ile Âzâdedür nihâi bugün1 berk ü bârdan
Baki çemende hayli perîşân imiş verak Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan
2 BEYİTLER
1. Sultana kayd-ı saltanat-ı dehr pây-bend Derviş kendi başma sultân olup gezer
2. Saltanat tâcın giyen âlemde amağrûr olmasın Nice sultan görkün almıştır beyim bâd-ı hazan
3. Biz tâlib-i teveccüh-i ikbâl-i rüzgâr Gülberk-i bâğ-ı ömr ise berbâd olup gider
4. Cihân efsânedir aldanma Baki Gam u şâdî hayâl ü hâba benzer
5. Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
6. Bâtıl hemişe bâtıl ü bîhudedir veli Müşkül budur ki sûret-i haktan zuhur ede
7. Ezelî böyledir âyine-i sipihr-i gaddar Ki gülün hâbgehi hâr ola hânn gülzar
8. Câm zehr-âlûd ise gelsin kef-i dildârdan Bakiya ağyâr elinden sâgar-ı Cem gelmesin
9. Güzeller mihribân olmaz demek yanlıştır ey Baki Olur vallahi billâhi heman yalvarı görsünler
10. Biz hâb-ı gaflet içre hayâl-i muhalde
Geçti nesîm-i subh gibi ömr-i nâzenin _
p—————————————–
| (Bugünün diliyle:
I 1. Gazel:
[ İlkbahar mevsiminden nam ve nişan kalmadı; bahçede ağaç yapraklan itibardan [yüksek yerlerinden, değerlerinden] düştüler.
Bahçede ağaçlar, tecrit (soyutlanma) hırkasma büründüler [yapraklarından ndular]; güz rüzgârı, çınardan el aldı.
[Şair, burada, doğayı, kendi gerçek görünüşü dışında da yorumluyor, ona jr tasavvufçu gözüyle de bakıyor: Doğa, canlı, yaşayan, ruh taşıyan bir varlık-ir; burada bir dergâh görünüşündedir; onun da müritleri, şeyhi vardır. Tari-,t yolunda olanlar, ilkin, ç i 1 e ’ye girer; soyunur, basit bir hırka giyerler; bu-hırka-i tecride girme denir. Ağaçlar da böyle yapmış, yapraklarını atarak, çıp-Jtlık hırkasına bürünmüşlerdir. Çınar, dergâhın ulu kişisi, şeyhidir. El almak, fdiği tarikatte olgunlaşan dervişe, şeyhin, elini uzatması, ona yetki vermesi; ırvişin, şeyhinin eline saygıyla sarılmasıdır. Bâd-ı saba, şeyhin müridi oluyor.] Derenin ayağına, her yandan altın akıp gelir; ağaçlar, [gönderdikleri bu al-arla] ondan yardım umarlar.
Çimenlikte, fidan, saba rüzgârıyle durmadan salınsın; çünkü, bugün yaprak-ve meyvesiz kalmıştır.
Ey Baki, bahçede yaprak(lar) bir hayli perişan imiş; rüzgârdan şikâyetçi ol-,ğu anlaşılıyor.)
(2. Beyitler:
Sultana, dünya sultanlığı tutkusu, ayağına köstek olur; derviş ise, kendi ba-ıa sultan olup gezer.
Sultanlık tacını giyen, hiç bir zaman gururlanmasın; hazan rüzgârı, birçok }ltanlarjn görkiinü (güzelliğini) alıp götürmüştür.
Biz, zamanın ikbaline kavuşma isteği peşindeyiz; oysaki ömür bahçesinin gül-, rüzgârda savrulup gitmekte, dağılmakta.
Cihan efsanedir, aldanma Baki; neşe ve keder, düşe, uykuya benzer.
Sesini bu dünyaya Dâvud gibi sal; bu kubbede baki kalan, bir hoş sada imiş. Bâtıl (temelsiz, çürük inanış, fikir), hep bâtıldır, boştur; fakat işin zorluğu, :n suret-i haktan görünmesidir.
Gülün yattığı yer, dikenliktir; dikenin ise güllük, gül bahçesidir; işte acımasız iyenin öteden beri görünüşü, aynası bu.
Ey Baki, içki kadehi zehirli midir; sevgilinin elinden geliyorsa ko gelsin! Dost yanın elinden gelen, Cem’in kadehi de olsa, istemem, gelmesin.
Güzeller dost olmaz demek yanlıştır ey Baki; olur vallahi billahi, hemen yal-görsünler.
Biz, gaflet uykusuyle, olmayacak düşler peşindeyiz; nazlı ömrümüz ise, sabah ;ân gibi gelip geçti.)
BAKİ
(1526 – 1680)
i İstanbul’da doğmuştur. Asıl cdı Mahmut Abdülbald. Babası Fatih Camii ıniiıv İrinden Mehmet Efendi. Küçüklüğünde saraç çıraklığı yapan Baki, somnlııı ı eşeye girmiş, çağının ünlü bilginlerinden ders almıştır, öftıvnlmlnl bilirimi’ Melerde görev aldı, müderrislik yaptı. Edirne, Mekke, tslaııbııl ltndılıkln bulundu; Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği y ti pli. O kudur İm mİ 1(11 ycylıilllk
lânılığa yükselemeden öldü. Ölümü, büyük üzüntü yaratmış, Fatilı Camimdeki cenaze törenine devlet büyükleri de katılmıştır. Cenaze namazını kıldıran Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi, onun şu beytini okumuştur:
Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf
Bir şair, ölüm tarihi için «Gitti ukbaya Baki (1008) de» dizesini söylemiştir.
Baki, daha medresede okurken yazdığı güzel şiirlerle tanınmıştı. Yaşından umulmayacak değerde manzumeler yazıyor, şair Zâtî, onu takdirden kendini alamıyor, ona âdeta inanamıyordu. Şiire, sanata meraklı olan Kanunî Sultan Süleyman, zamanla, onu tanıyıp sevdi, takdir etti ve korudu. Varlıklı bir yaşayışa ula-şan Baki, çağının «Sultanü’ş-Şuara»sı (şairler sultanı) oldu. Kanunî’nin, yazdığı şiirleri ona göndermesi, ondan «nazire»ler beklemesi, Baki’nin, çağı içindeki yerini ve değerini belirtir. O, Osm anlı İmparatorluğu’nun sınırları dışında da, îr^n ve Hindistan’ın kültür merkezlerinde de okunan, beğenilen bir şairdi. Fakat Baki, Türk şiir dünyasının sultanlığıyle yetinmiyor, içinde bulunduğu sınıfın da en yüce makamına gelmek, şeyhülislâm olmak istiyordu. Bu tutkunun, ölünceye kadar, tedirginliğini duymuştur.
Şiirleri, yaşam ve doğa sevgisiyle doludur. Dünyaya bağlıdır: Yaşam, bütün güzellikleri, mutlulukları, renk ve kokularıyle, mevsimleriyle gelip geçmektedir. Zamanı durdurmak elimizde olmadığına göre, ondan bol bol yararlanmalı; yaşamı, arkasından yanıp yakılacak bir bahtsızlığa düşmeden tatmalı, yaşamalıdır. Bu bakımdan yaşamın güzel günlerinin ve gençliğin geçiciliğinden yakınır:
Zâyi geçürme fırsatı kim bâğ-ı âlemin Gül deyri gibi devleti de nâ-paydardır
Şiirlerinin ulaştığı değerden ve gördüğü saygıdan gurur duyar:
Bu devr içinde benim pâdişâh-ı mülk-i suhan Bana sunuldu kaside bana verildi gazel
Manzumelerinde ara sıra görülen, dünyadan ve zamandan yakınma, geçici üzüntülerinin izleridir.
Baki, biçim ve ahenge düşkündür. Söz sanatları ve sözcük oyunları yapmaktan hoşlanır ve bunları ustaca yapar. Aruzu, çağma kadar gelen sanatçılar içinde belki en iyi kullanandır. Dilinde İstanbul ağzının güzelliği vardır.
Baki, divanını, ilkin, Kanunî’nin emriyle düzenlemiştir. Arapçadan yaptığı çe-•«.’iriler dışında tek yapıtı «Divan»dır.
lânılığa yükselemeden öldü. Ölümü, büyük üzüntü yaratmış, Fatilı Camimdeki cenaze törenine devlet büyükleri de katılmıştır. Cenaze namazını kıldıran Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi, onun şu beytini okumuştur:
Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf
Bir şair, ölüm tarihi için «Gitti ukbaya Baki (1008) de» dizesini söylemiştir.
Baki, daha medresede okurken yazdığı güzel şiirlerle tanınmıştı. Yaşından umulmayacak değerde manzumeler yazıyor, şair Zâtî, onu takdirden kendini alamıyor, ona âdeta inanamıyordu. Şiire, sanata meraklı olan Kanunî Sultan Süleyman, zamanla, onu tanıyıp sevdi, takdir etti ve korudu. Varlıklı bir yaşayışa ula-şan Baki, çağının «Sultanü’ş-Şuara»sı (şairler sultanı) oldu. Kanunî’nin, yazdığı şiirleri ona göndermesi, ondan «nazire»ler beklemesi, Baki’nin, çağı içindeki yerini ve değerini belirtir. O, Osm anlı İmparatorluğu’nun sınırları dışında da, îr^n ve Hindistan’ın kültür merkezlerinde de okunan, beğenilen bir şairdi. Fakat Baki, Türk şiir dünyasının sultanlığıyle yetinmiyor, içinde bulunduğu sınıfın da en yüce makamına gelmek, şeyhülislâm olmak istiyordu. Bu tutkunun, ölünceye kadar, tedirginliğini duymuştur.
Şiirleri, yaşam ve doğa sevgisiyle doludur. Dünyaya bağlıdır: Yaşam, bütün güzellikleri, mutlulukları, renk ve kokularıyle, mevsimleriyle gelip geçmektedir. Zamanı durdurmak elimizde olmadığına göre, ondan bol bol yararlanmalı; yaşamı, arkasından yanıp yakılacak bir bahtsızlığa düşmeden tatmalı, yaşamalıdır. Bu bakımdan yaşamın güzel günlerinin ve gençliğin geçiciliğinden yakınır:
Zâyi geçürme fırsatı kim bâğ-ı âlemin Gül deyri gibi devleti de nâ-paydardır
Şiirlerinin ulaştığı değerden ve gördüğü saygıdan gurur duyar:
Bu devr içinde benim pâdişâh-ı mülk-i suhan Bana sunuldu kaside bana verildi gazel
Manzumelerinde ara sıra görülen, dünyadan ve zamandan yakınma, geçici üzüntülerinin izleridir.
Baki, biçim ve ahenge düşkündür. Söz sanatları ve sözcük oyunları yapmaktan hoşlanır ve bunları ustaca yapar. Aruzu, çağma kadar gelen sanatçılar içinde belki en iyi kullanandır. Dilinde İstanbul ağzının güzelliği vardır.
Baki, divanını, ilkin, Kanunî’nin emriyle düzenlemiştir. Arapçadan yaptığı çe-•«.’iriler dışında tek yapıtı «Divan»dır.
Şimdi gam-ı intizâra düştüm Bülbül gibi nev-bahâra düştüm Çok nân geçüp kenâra düştüm Sâgar gibi pâre pâre düştüm Mey-nûş-ı itâb-ı yâr idim ben
Cânân ile ayş ü nûş ©derdim Girdâb gibi hurûş ederdim Bezm-i meyi şu’le-pûş ederdim Bülbüllerini hamûş ederdim Galip gibi kâm-kâr idim ben
4
Tarz-ı selefe takaddüm ettim Bir başka lügat tekellüm ettim
Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz Erbâb-ı sühan temâm ma’lum îşte kalem işte kişver-i Rum
Gencînede resm-i nev gözettim Ben açtım o genci ben tükettim
(Bugünün diliyle:
1. Hüsn’ün Aşk’a mektubu:
Bu mektup o can sevgiliye gitsin; bu, öyle bir «ah» ki, gökyüzüne yükselsl [Gönülden gelen ve gönül ateşiyle tutuşarak çıkan «ah»ın gökyüzüne y‘ selmesiyle, çekilen acının büyüklüğü anlatılıyor. Burada Aşk’ın gökyüzünde, çeliklerde olduğunu düşündürecek bir anlam da seziliyor. Öte yandan mektu «ah» arasında, yakıcılık bakımından, benzerlik kurulmuştur.]
Gönül acısı, gerçi anlatılmaz, ama o, ateş gibidir, gizli de tutulamaz.
Bu mektup, bir yoksulundur; onun kâğıdı da, gönlü gibi perişan, kırık’ küktiir.
Nazlım, sana yalvarıp yakarıyorum, fakat kafesteyim, elden ne gelir. Yıllarca baharının gülü oldum; ne yazık ki güz erişti, sararıp soldum. Sen de, bir âfete düşer, ona tutulursan ve «ah»ım gibi alevler içinde kalırsın.
2. Aşk’ın mektubu:
Mektubun bu inleyen yaralı gönlüme ulaştı, ok değdi ve yara meydana «ol Cehennem dediğin şey, cana minnet; mektubunda bir söz var ki adı ayrıl |Ayrı]/k üleşinin cehenncm ateşinden daha yakıcı olduğu belirti1iyor.| Sanma ki gamdan harap olan scnsin, aydınlık günün güneşi semin.
Ferman senin, yerine getirilmesi senden; can verme benden, kabul il hmkIoii
3. Tardiyye:
Bu canın yurdu, öyle bir bahçe idi ki, oranın her goncası cenneti andırırdı; fakat fırsatı çıkınca hepsi yağmalandı gitti. Gönlümde hâlâ onun neşesi var. İti’ bar, saygı görme şarabının sarhoşu idim ben.
Şimdi bekleyiş kaygısına, bülbül gibi ilkbahar peşine düştüm; çok ateşleri çip kıyıya ulaştım, bir kadeh gibi düşüp parça parça oldum; sevgilinin darılıp ’arabım içendim ben. *
Sevgili ile birlikte yer, içer eğlenirdim; girdap gibi coşup taşardım; şarap edişini alevle örter, o meclisin bülbüllerini sustururdum; ben, Galip gibi, dileği ! eren kişiydim.
4. Benden öncekilerin tuttukları yolu aştım, onları geçmiş, bir başka dil ko uştum.
Bunu, şöyle böyle bir söz sanma, gel kolaysa sen de böyle bir söz söyle. Güzel söz söyleyenlerin [şairlerin] hepsi ortada; işte kalem, işte Rum di n [Türk ülkesi].
Hazînede [söz söyleme hâzinesinde, kaynağında] yeni bir yol, yeni bir an tim gözettim; o hâzineyi ben açtım, ben tükettim.
[Şeyh Galip, burada, çağının sanatçılarım, yarışmaya çağırıyor ve «Hüsn ü c» gibi bir yapıtın bir daha yazılamayacağını, benzerinin meydana getirileme eğini; bu alanda yeni bir dil yarattığını söylüyor.])
«Hüsn ii Aşk» mesnevisini Şeyh Galip 1782’de yazmıştır İçinde bulunan dört «tardiyye» ile birlikte 2101 beyitten meydana gelen mesnevi, bir edebiyat tartışması sonucu
Diyar-ı Kalb (Gönül Ülkesi) gibi. «Hüsün», kavuşulması gereken «Hüsn-i Mutlak», yani Tann’dır. «Aşk», ona ermek isteyen mürittir. «Molla-yi Cünun», «mürşid»i simgeler. Sonuç olarak Aşk, fenafillah düzeyine ulaşır; anlar ki «Hü-sün»le kendisi ayrı varlıklar değil, bir bütündürler.
«Hüsn ü Aşk», Divan edebiyatının son büyük mesnevisidir. Değerini, tasavvuf konusunu başanyle işlemiş olmasına değil; hayal yeniliğine, üslûbuna, duygularım anlatmadaki gücüne, yoğun anlatımına, çizdiği renkli minyatürlere borçludur.
Diyar-ı Kalb (Gönül Ülkesi) gibi. «Hüsün», kavuşulması gereken «Hüsn-i Mutlak», yani Tann’dır. «Aşk», ona ermek isteyen mürittir. «Molla-yi Cünun», «mürşid»i simgeler. Sonuç olarak Aşk, fenafillah düzeyine ulaşır; anlar ki «Hü-sün»le kendisi ayrı varlıklar değil, bir bütündürler.
Diyar-ı Kalb (Gönül Ülkesi) gibi. «Hüsün», kavuşulması gereken «Hüsn-i Mutlak», yani Tann’dır. «Aşk», ona ermek isteyen mürittir. «Molla-yi Cünun», «mürşid»i simgeler. Sonuç olarak Aşk, fenafillah düzeyine ulaşır; anlar ki «Hü-sün»le kendisi ayrı varlıklar değil, bir bütündürler.
C«Hüsn ü Aşk», Divan edebiyatının son büyük mesnevisidir. Değerini, tasavvuf konusunu başanyle işlemiş olmasına değil; hayal yeniliğine, üslûbuna, duygularım anlatmadaki gücüne, yoğun anlatımına, çizdiği renkli minyatürlere borçludur.
SEÇMELER
l ı Efendimsin cihanda i’tibârım varsa semdendir Miyân-ı âşıkanda iştihârım varsa şendendir
Metin Üzerinde İnceleme:
Benim feyz-î hayâtım hâsılı rûh-ı revâmmsm Eğer sermâye-î ömrümde kârım varsa şendendir
Verem bu sûret-î mevh ma revnak reng-i hüsnündür Gülistânn hayâlim nev-bahârım varsa şendendir
Felekten zerre mikdâr olmadım devrinde rencide Ger ey mihr-i münevver âh ü zânm varsa şendendir
Senin pervâne-î hicrânımm sen şem’-i vuslatsın Be-her şeb hahiş-i bûl û kinânm varsa şendendir
Şehîd-î aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sînem Çerâğ-ı türbetim şem-’î mezârım varsa şendendir
Gören ser-geştelikte gird-bâd-ı deşt zanneyler Fenâ ender-fenâyım her ne vânm varsa şendendir
Niçin âvâre kıldın gevher-î galtânm olmuşken Gönül âyînesinde bir gubârım varsa şendendir
Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâki Sabâh-ı sohbet-î meyde humânm varsa şendendir
Sanâdır ilticası Galib’in yâ Hazret-i Molla Başımda bir külâh-ı iftihânm varsa şendendir
Bir şûlesi var ki şem’-i cânm Fânûsuna sığmaz âsmâmn Bu sîne-i berk-âşiyanın Sînâ dahi-görmemiş nişânm
Erişip bahâra bülbül yemlendi sohbet-î gül Yine nevbet-î tahammül dil-i bî-karâre düştü
Bana dûzahtan ey meh dem urur gülzârlar sensiz Diraht âteş nihâi âteş gül âteş berk ü bâr âteş
Gele bir devr ki bu Galib’i yâd eylerler Fırsat-ı sohbeti ahbâp ganimet bilsin
(1757 – 1799)
İstanbul’da doğmuştur. Mevlevi tarikatından Mustafa Reşit Efendi’nin oftlu* dur. îyi bir öğrenim görmüştür. Yetişmesinde babasmın da büyük payı olduğu mi «Hüsn ü Aşk» mesnevisinde söyler.
Şeyh Galip, bir süre Divan-ı Hümâyun kaleminde çalışmış, bu sıralarda, yir mi dört yaşında iken «divamım; iki yıl sonra «Hüsn ü Aşk» mesnevisini bitirml ve genç yaşta, sayılıp sevilen, büyük değeri bütün edebiyat çervrelerince kabul edilen bir sanatçı olmuştur.
Şeyh Galip, mevlevî tarikatının havası içinde, yetişmişti. Çokkez okuduft «Mesnevî»ye hayrandı. Mevlâna Celâleddin Rumî’ye duyduğu büyük sevgiyle, bir gün, ansızın, Konya’nın yolunu tuttu, Mevlâna Dergâhında «çile»ye girdi (1784) Babasının, üzerine çok düşmesi, ayrılığına dayanamaması ve çağırışı üzerine çil» sini Konya’da yarım bırakmak zorunda kaldı ve Isanbul’a döndü. Bin bir günlülı çilesinin geriye kalanını Yenikapı Mevlevîhanesinde tamamladıktan sonra (1787), Sütlüce’deki evlerine çekilerek kendini okumaya, tasavvufa verdi; yazılarım yat mayı sürdürdü. Birkaç yıl sonra, Galata Mevlevîhanesine şeyh oldu (179i). B radaki görevi ölümüne kadar sekiz yıl sürmüştür. Şair Sürurî, kırk iki yaşınd ölen genç şaire «Geçti Galip Dede candan yahu» dizesini tarih düşürmüştür.
Şeyh Galip’in asıl adı Mehmet’tir. Manzumelerinde kullandığı Es’at adını kc dişine, hocası Mevlevî Neş’et Efendi vermiştir. Şair, sonradan kendine Galip adı m aldı ve şiirlerinde bu adı kullandı.
Şeyh Galip’in şeyhliğini yaptığı Galata Dergâhı, aynı zamanda bir kültür v sanat ocağı, bir şür ve musiki mahfili idi. Şeyh Galip, yalnız sanat ve tasavvu çevrelerince değil, Saray tarafından da beğeniliyor, seviliyordu. Şair ve musikişl nas hükümdar III. Selim ve kız kardeşi Beyhan Sultan’m da takdir ve sevgilerin kazanmıştır.
Divan edebiyatı Şeyh Galip’le son büyük sanatçısını, «Hüsn ü Aşk»la son b’ yük mesnevisini vermiş olur. Yoğun anlatımı, zengin buluşları; ince, renkli, dır gulu hayalleri; mısralanna verdiği ahenkle Şeyh Galip, Divan şiirine yeni bir söy. leyiş getirmiştir. Bu gücü daha belirgin olarak «Hüsn ü Aşk»ta görünür.
Yapıtları: Divan, Hüsn ü Aşk.
Şairin ayrıca tasavvufla ilgili yapıtları ve sonradan Esrar Dede tarafından tu. marnlanan Mevlevî şairlerine ait bir «tezkire»si vardır.
SEMAİ
I
Gönül gurbet ile çıkma Ya gelinir ya geHnmez Her dilbere gönül verme Ya sevilir ya sevilmez
Yüğrüktür bizim atımız Yardan atlandı zatımız Gurbet ilde kıymetimiz Ya bilinir ya bilinmez
Bahçelerde nar ağacı Kimi tatlı ikimi acı Gönlümdeki dert ilâcı Ya bulunur ya bulunmaz
Deryalarda olur bahri Doldur da ver içem zehri Suna’m gurbet ilin kahrı Ya çekilir ya çekilmez
Emrah der ki düştüm idile Bülbül figan eder güle Güzel sevmek bir sarp kale Ya almır ya alınmaz.
II
Tutam yâr elinden tutam Çıkam dağlara dağlara Olam bir yaralı bülbül înem bağlara bağlara
Birin bilir binin bilmez Bu dünya kimseye kalma» Yâr ismini desem olma* Düşer dillere dillere
Emrah eder bu ünüındür Arşa çıkan tütiinümdür Yâre gidecek gününıdür Düşem yollara yollara
1 — I. manzumede işlenmiş olan temayı söyleyiniz.
2 — Gurbet, şaire neler düşündürüyor? Şair, nelerin uı|-sını seziyor? Sanatçının, en çok üzerinde durduğu nelc dir?
3 — «Bulunup bulunmayacağı bilinmeyen dert ilâcı» ne olabilir? Bunun «gır bete çıkma» ile ilgisi olabilir mi?
4 — Bu manzumenin son dörtlüğündeki bülbül ve gül motifi, şiirin temasın uygun düşüyor mu? Şairin, bundan söz etmesi nedendir?
5 — Emrah’ı dile düşüren nedir? Manzumede açıklanmış mı?
6 — Halk manzumelerinde, dörtlüklerin birinci ve ikinci dizeleri, konu i ilgisiz olabilir. Burada okuduğunuz semaide bu tip dizeler var mıdır? Bunları kendilerinden sonraki dizelere az çok bağlanıp bağlanamayacağını araştırınız.
7 — İkinci semaide neye karşı bir özleyiş anlatılıyor?
8 — Şairin, yaralı bülbül olmak isteyişi nedendir? Ona, bunu düşündüren olabilir.
9 — «Bağlara inme» isteği, yaralı bülbül motifinden sonra bir «gül» özlemi duyuruyor mu?
10 — Semai, varsağı, koşma gibi halk şiir türleri, birbirlerinden ezgilerind’* başlıklarla ayrılır. Bunların kendilerine özgü besteleri olur. Aldıkları adlar, bu bağlanır. Buradaki semaileri, nazım biçimleri bakımından daha önce gördüğün Karacaoğlan’m koşmalanyle karşılaştırınız.
1 —■ «Dile düşmek» deyiminin anlamı nedir? Türkçeınl de, «dîl» sözcüğünün çeşitli çekimleriyle kimi fiillerin l>t leşmesinden zengin anlamlı deyimler meydana gelmişll Siz bunlardan neler biliyorsunuz?
2 — «Yollara düşmek» sözüyle, «yola çıkmak» sözü arasında nasıl bir anl;ı ayrılığı var?
3 — Gelinir, sevilir, bilinir, bulunur, çekilir ne çeşit fiillerdir? Bunları ça lan bakımından inceleyiniz ve bu gibi fiillerin gelmek, sevmek, bilmek, bulma çekmek fulleriyle, özneleri bakımından, ayrılıklarını söyleyiniz.
ERCİŞLİ EMRAH
Halk edebiyatımızda tanınmış iki Emrah var: Ercişli Emrah, Erzurumlu 11
rah.
İkincisi Erzurum yakınlarında, Tambura köyünde doğmuştur. XIX. yy. şu lerindendir. iyi bir öğrenim görmüş, Divan ve tasavvuf alanında şiirler yazmıştı fakat daha çok halk şiiri geleneğine uyarak yazdığı koşma ve semaileriyle iin iniştir. Niksar’da ölmüştür (1854).
Öteki Emrah, Van’ın Erciş ilçesinde doğmuştur. Halk öyükülerimizden «H vi ile Emrah»m kahramanıdır. Bu öykü, Osmanlı – İran savaşları sırasında lıl sak edilerek İran’a götürülen Selvi Han’la şair arasındaki serüveni anlatır. II halk şairi gibi, Emrah için de çağının edebiyat tarihlerinde kesin bir bilgi yııkl öukiklfln orılumlılıttına, Hüre. Emrah. Aıık Mehmet adında birinin oiludur.
‘ ’ş: Emrah, bu beyin kızı Selvi Han’a âşık olmuştur. Bey, kızım Emrah’a ver-e razı olmuş, fakat Selvi Han, savaş sırasında tutsak edilerek Şah’a götürül-kızm güzelliğine vurulan Şah, onunla evlenmek istemiştir. Emrah’a gönlü-.eren kız, Şah’tan yedi sene mühlet alır. Bu sırada Emrah, yollara düşer, Is-’a varır. Yedi yıl olmuştur. Düğün zamanıdır. Selvi, Şah Abbas’la evlenecek-Emrah, fırsatını bulup düğüne girer, sazını çalar, şiirlerini okur, derdini dö-, Şah, her şeyi anlamıştır. Emrah’ın acısını duyar. İki sevgiliyi birleştirmek , Bu kez, Selvi Han’ın kardeşleri işe engel olurlar. Selvi’yi kaçırırlar. Emrah, yedi yü bu aşkın çilesini çeker. Tutsak edilir. Boynu vurulacaktır. Babası, Şahı’nın yardımını sağlar. Arada savaş başlar. Şah’m askerleri karşısındaki-yener; Emrah, ölümden kurtularak Selvi ile evlenir.
Ercişli Emrah’ın XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı sanılıyor. Manzumele-çağında, bir kitapta toplanmamış olması, şiirlerinin öteki Emrah’mkilerlo şmış olmasına yol açmış, birinin şiiri ötekinin sanılmıştır. Çektiği acıları, özleri, gurbet duygularım ustalıkla dile getiren Ercişli Emrah, Türk halk şiiri-usta sanatçılarmdandır. Dizelerine verdiği ses güzelliği, içtenlik, işlediği te-ra ayrı, kendine özgü bir güç katar.
KOŞMA
Vardım ki yurdumdan ayak çekilmiş Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı Câmlar şikest olmuş meyler dökülmüş Sâkiler meclisten çekmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o marali Hangi yerde görsem çeşm-i gazali Avcılardan kaçmış ceylân misali Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı-
Lâleyi sümbülü gülü hâr almış Zevk ü şevk ehlini ah ü zâr almış Süleyman tahtım sanki mâr almış Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar Vardım ,ki bağ ağlar bağban ağlar Sümbüller perişan güller kan ağlar Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
(Saz Şiiri Antolojisi, V. M. Kocatürk, 1963
î — Okuduğunuz koşmayı şair, 1828’da, Rus istilâsmdı sonra, memleketi olan Bayburt’un düştüğü durumu gÖ rek yazmıştır. Manzumede, yurdun perişanlığından duy lan acı var. Şair, bunu, yalm bir duygu diliyle değil; m cazlarla, yer yer küçük tablolar vererek anlatıyor: «Kınlan kadehler, dökülen ş raplar, meclisten ayağı çekmiş sakiler; avcılardan, ceylan misali kaçmış, dağda dağa göçüp gitmiş güzeller; lâle ve gül bahçelerini saran dikenler; Süleyman t tma saldıran yılanlar; ağlayan bağlar, bahçıvanlar» gibi.
Bu sözlerin mecaz anlamlan nedir? Şair ne anlatmak istiyor?
2 — Şair, yansız, objektif bir gözle değil, kendi iç dünyasından, sızlayan y reğiyle bakmış yurda; ona gönül acılanın katmış. Bayburtlu Zihni’nin bu ruh ! dirginliğini duyuran söyleyişleri bulup gösteriniz.
3 — Şairde bir aranış var. Bu, neleri arayıştır?
4 — Birinci dörtlüğün «Sâkiler meclisten çekmiş ayağı» dizesindeki son sı i elikte tevriye sanatı var. Bu sözcük kadeh ve ayak anlamlarına gelir. Dizeyi 1» iki anUımıyle düşününüz ve hangi anlamın, ınan/.umcniıı taşıdığı huvaya dalıa ıı
Gördüğü korkunçtur. Yurdu yağmalanmıştır. Kara bağrı sarsılır, göz-kan yaş dolar. Aşağıya alman küçük ağıtı, Zihni’nin koşmasıyle karşılaştıra-Saralarındaki duygu yakınlığım söyleyiniz ve benzer söyleyişleri gösteriniz:
Kulan (yaban eşeği) ile sığın (yabanî) geyiğe konşu yurdum Seni yağı (düşman) nereden darımış (dalamış) güzel yurdum Ağ ban evim (ağ, süslü otağım) dikilende yurdu kalmış Kançuk (yaşlı) anam oluranda (oturanda) yeri kalmış Oğlum Uruz oh (ok) atanda, puta (hedef) kalmış Oğuz Beyleri at çapanda meydan kalmış Kara mudbak dikilende ocak kalmış
6 — Bayburtlu Zihni, manzumelerini çoğunlukla Divan yolunda yazmış ve bir ‘van meydana getirmiş. Çabası daha çok o yolda. Buradaki koşmasında da o Meri, sözcükleri, söyleyiş biçimleri var. Bunlan bulup gösteriniz.
1 — Koşmada Divan şiirinden gelme ne gibi yabancı sözcükler var? Buna karşın manzume kolayca anlaşılıyor mu?
Dil:
2 — Üçüncü dörtlükte redif olarak yinelenen almış fiili-dizelerdeki değişik anlamlarını söyleyiniz.
– Ceylan, gazal, maral sözcükleri aynı varlığın adı olduğu halde neden bun-biri kullanılmakla yetinilmemiş?
BAYBURTLU ZİHNİ
XIX. yüzyılın ilk yansında yaşamıştır. Divan yolunda manzumeler yazmış, sahibi olmuş bir şair olmakla beraber edebiyatımızda bir halk şairi ola-‘teninmiş, sevilmiştir. Erzurum ve Trabzon’da medrese öğrenimi görmüş, uzun İstanbul’da kalmış, Anadolu’da, birçok yerlerde memurluk yapmış, memle-. olan Bayburt’a giderken yolda ölmüştür (1B89?
MEKTUP
Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan, Gözletme yollan, gel deyi yazmış;
Sivralan köyünden, bizim diyardan Dağlar mor menevşe, gül deyi yazmış.
Beserek’te lâle sümbül yürüdü,
Güldede’yi çayır çimen bürüdü.
Karataş’ta kar (kalmadı eridi,
Akar gözüm yaşı, sel deyi yazmış.
Eğlenme gurbette yayla zamanı,
Mevlâ’yı seversen ağlatma beni.
Benek benek mektuptadır nişanı,
Göz yaşım mektupta pul deyi yazmış.
Kokuyor burnuma Sivralan köyü,
Serindir dağlan, soğuktur suyu,
Yâr mendil göndermiş yadigâr deyi Gözünün yaşını sil deyi yazmış.
Veysel, bu gurbetlik kâr etti cana.
Karıştır göçünü ulu ‘kervana;
Gün geçirip fırsat verme zamana Sakın uzamasın yol deyi yazmış.
(Deyişler,
II
TOPRAK
Dost dost diye nicesine sanldım Benim sadık yârim kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım,
Ne bir vefa gördüm, ne fayda buldum, Her türlü isteğim topraktan aldım, Benim sadık yârim kara topraktır.
Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi, Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi; Kazma ile döğmeyince kıt verdi,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Adem’den bu deme neslim getirdi,
Bana türlü türlü meyva yetirdi Her gün beni tepesin/de götürdü,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Karnın yardım kazmayman, belinen; Yüzün yırttım tımağınan, elinen,
Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yârim ıkara topraktır:
İşkence yaptıkça bana gülerdi,
Bunda yalan yoktur herkes de gördü. Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi; Benim sadık yârim kara topraktır.
Havaya bakarsam hava alırım,
Toprağa bakarsam dua alırım; Tçpraktan ayrılsam nerde kalırım? Benim sadık yârim kara topraktır.
Dileğin var ise, işte Allah’tan,
Almak için uzak gitme topraktan; Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan, Benim sadık yârim kara topraktır.
Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın, kul da Allah’a. Hakk’ın gizli hâzinesi toprakta;
Benim sadık yârim kara topraktır.
Bütün kusurumu toprak gizliyor, Merhem çalıp yaralarım düzlüyor, Kolun acmıs yollarımı gözlüyor.
Her kim ki olursa bu sırra mazhar,
Dünyaya bırakır ölmez bir eser.
Gün geÜr Veysel’i bağrına basar;
Benim sadık yârim kara topraktır.
(Deyişler, 1944
1 — «Mektupsun konusu nedir? Kısaca anlatınız.
2 — Bu manzumede mektubu gönderenin duygulanyl şairinkini belirten sözleri bulup gösteriniz. Hangi dörtlü lerde şairin duygularına geçiliyor.
3 — Âşık Veysel’in, yedi yaşında, geçirdiği hastalık yüzünden gözleri görnr olmaştur. Aldığı mektupta, doğup büyüdüğü Sivralan köyüne baharın geldiği, e rafa lâle sümbül yürüdüğü, Güldede’yi çayır çimen bürüdüğü, Karataş’ta karlan eridiği anlatılıyor. Bunlar, gören bir kişi için söylenecek sözler. Oysa Veysel gö mekten yoksun. Öyleyse mektupta bunlardan nasıl söz edilebiliyor? Bunu nas yorumlarsınız?
4 — Sivralan köyü ve çevresinden Veysel’in hayalinde neler kalmış olabilir Bu, metinden az çok sezüiyor mu?
5 — Üçüncü dörtlüğün son iki dizesinde anlatılan özleyiş duygusunun içte ligine dikkat ediniz ve buradaki mecazları açıklayınız.
6 — İkinci metinde toprak sevgisini, ona bağlılığı anlatan sözleri bulup g” teriniz.
8 — Âşık Veysel, toprağı, dost bir insan gibi düşünmüş; toprakla insan smda sürekli bir ilişki kurmuş; şair, böylece «İnsan» görüşünü de açıklamı Şairin, buradaki görüşünün temel düşüncesi nedir? Onu bu görüşe iten ne gi nedenler olabilir? (Şairin yaşamım göz önünde tutunuz).
9 — «Hakk’ın gizli hâzinesi toprakta» dizesindeki gizli hazine sözüyle ne de mek istendiğini söyleyiniz.
10 — Manzumeleri nazım biçimi bakımından inceleyiniz.
1 — Bir köy çocuğu olan Âşık Veysel’in dilinde, çevre nin ağzı var. Bu iki manzumede gördüğünüz ağız baş lıklarım bulup gösteriniz.
2 — Kazma-yman, bel-inen, tımağ-man, el-inen, gül-ü sözcüklerindeki -yrnan, -inen, -man, -ünen takıları (-le, -ile) edatlarının halk ağ/.ı daki karşılığıdır. Bu edatlar, tümecde hangi sözcüklerle anlam ügisi kuruyo Bunlar ne zaman «bağlaç) görevinde olabilirler? Buna örnekler veriniz.
3 — Çoğu yerde, (-i) hal takısının görevi başka sesle sağlanmıştır: Kar yardım gibi. Buna başka örnekler bulunuz.
4 — «Lâle, sümbül yürüdü. Eğlenme gurbette. Merhem çalıp» sözlerinde yürüdü, eğlenme; çalıp sözcükleri hangi anlamlardadır?
5 — Kokuyor burnuma. Kâr etti cana. Gün geçirip deyimlerini açıklayım/.
AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU Sivai’m Şarkışla İlçesi, Agcakifla nahlyetlnln Sivralan köyünde dogmuştur.
Genç yaşımda felek vurdu başıma, Aldırdım elimden iki gözümü.
Yeni değmiş idim yedi yaşıma, Kayıbettim baharımı, yazımı.
Yedi yaşında, doğayı, çevresini, ana babasını, her şeyi görmekten yoksun ka-küçük Veysel’e, babası, on yaşın gelince, avunsun diye bir saz ahp verir. Ço-İC, sazım, bir daha elinden bırakmaz. Alâ adlı bir âşıktan ders alır, bağlama çalasım öğrenir:
On, on beş yaşıma girince heman,
Yavaş yavaş düzen ettim sazımı.
İlk saz hocasından ve köyüne gelen âşıklardan Karacaoğlan, Emrah gibi ünlü şairlerim dinleyen Veysel’i, elinden tutsun, yaşam arkadaşı olsun diye Esma ıda bir kızla evlendirirler; fakat o da bir gün bahtsız Veysel’i bırakıp gider, acısını bir koşmasında dile getirmiştir:
Bir vefasız zalim yâre bağlandım Tarih üç yüz otuz üçte evlendim.
Sekiz sene bir arada eğlendim,
Zalim kâfir yetim kodu kuzumu.
t Bir süre sonra bir daha evlenir, altı çocuk babası olur.
1931’de, şair ve öğretmen Ahmet Kudsî Tecer’in öncülüğüyle Sivas’ta kurulan Şairlerini Koruma Demeği», birçok halk şairleri gibi Veysel’i de bulup çı-Bu tarihten sonra, daha geniş çevrelerde tanınmağa başlayan Âşık Veysel, arkadaşıyle birlikte, yürüyerek, Sivas’tan Ankara’ya gelir (1933). Cumhuri-onuncu yılında bulunur. Şiirleriyle kendini tanıtır. Daha sonra geniş bir yurt line çıkar. Hemen bütün Anadolu’yu dolaşarak sazmı ve sözünü dinletir. Bir yıl Arifiye, Hasanoğlan ve Eskişehir’in Çifteler Köy Enstitülerinde halk tür-öğretmenliği yapar.
|JLşık Veysel, içten duyan, duyduğunu verebilme gücüne sahip olan, düşünen, jlyı ve insanları seven, çağımızın en ünlü halk şairidir. Şürlerinin, sıcak, dü-ücü bir yanı; bununla birlikte kapalı dünyasından gelen ve için için duyu-Ir acılığı var.
Coşmalarını plaklara da okumuştur, kitapları:
eyişler (1944), Sazımdan Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (bütün şiir-1970).