Geç Kalan Adam
«Tolstoy, boyhundaki madalyonda, Jan Jak Ruso’nun resmî-.ni taşırdı.»
Aksaraydaki evinde Adnan, bu satırları oküduğu kitaptan başını kaldırdı; Seviniyordu, Çünkü, o da, bir vakitler Namık Kemal’in fotoğrafını göğsünde taşırdı, (Kemal) in Celâlettini Herzemşah’mı kopye ettiği zamanları düşündü: Cebinde bu tehlikeyle gezerken kendini gizli bir adamın karanlığında bulurdu; bu kitabı okumıyanların niçin dünyâya geldiklerini bir kaç sene, anlayamamıştı.
Demindenberi, Tolstoy’a benzediğine seviniyordu. «Fakat, o, bugün Maliye Nazırına gitmiyecek miydi?» Saatine baktı: Oooo… Geç kalmıştı! Zaten, o, daima geç kalan adamdır. Vapura, trene, yemeğe, hiçbir yere bütün hayatında vaktinde yetişmemişti; ve galiba, biraz da, istiye istiye geç kalıyordu: geç kalıp telâş edecek, bu telâş hayatındaki ittiradı azaltacak, vak’asız hayatında vak’a olacaktı. -Onun yaşayış tarzı, bazan san’at kadar güzeldi.
Kitap cebinde, evden acele çıktı. Tramvayda kitabı okumak istiyor, fakat okumuyordu. Okursa, tramvay, ona, yürümüyor gibi gelecekti.
Mâliyede, odacı, onu, mektupçunun paltosu asılı olan boş bir odaya soktu: «Biraz burada bekleyin, Beyefendi meşgul.» Odacı, efendisinin olmadığı yerde .efendisinin çehresile gezen her uşak gibiydi. Adnan, adama sinirlendi. O, çocuk-luğundanberi kibirliydi; fakat, bir müddettenberi, fukaralığın kibrile birleşen gençliğin kibri – gözlüğünün camile büyüyerek – gözlerinden taşıyordu. Ve zaten ötedenberi kendi talihsizliğine garazdı; ve bu garaz başkalarının yanında gurur oluyordu. Bu yüzden de talihsizliğinin ayrı bir hususiyeti vardı: Haberi olmadan düşman kazanmak!. Bu felâket en evvel
mektepte başlamıştı. Darüşşafakada, yetimimin hepsi kadar zavallı olduğu halde, onu klskanıriıştılâr: Niçin o da solgun değildi.? Niçin güzeldi? Bunu kendi şimdi acı acı döşündü; «Mektepte, güzelliği, herkesin satın alamıyacağı bir elmas çıplaklığıyla parlamış – yetimlerin arasında talihsizliğin müsavatını bozmuştu. Ve mektebin bahçesinde hergün yapyalnızdı. Yalnızlığın* hüznü içinde, yüzü etrafına bir daire çizilmiş gibi, göze fazla çarpıyor, ve bu hüzün ikinci bir kibir’gibi herkese batıyor, ondan büsbütün kaçıyorlardı. Bir gün (Salih) isminde bir çocuk tanıdı. Ufak bir vücut;’ başka türlü parlıyan iki göz: Bu, Salih Zeki di…»
Adnan duvarda asılı paltonun karşısında bu tahatturları bıraktı. Saatine baktı; yarım öaattenberi bekliyordu. Cebindeki kitabı çıkardı; bünu okursa bekletildiğini unutacak sanıyor, fakat kitabı okurken de bekletildiğine kızıyordu. Mektupçunun odacısı kapıyı yarım açtı, Adnâna : «Beyefendi sizi çağırıyor.» dedi Mektupçu Adnana ayağa kalkmamak .için ayaktaydı; ve Ad-nanm oturmasına imkân bırakmıyarak:
— Geç kaldınız efendim. Nazır Paşa Hazretleri gideli bir çeyrek saat oldu; Yarın geleceksiniz, dedi. Zile bastı, Kollaran* iki kulp şekline koyarak odacıya işaret etti: Paltosunu istiyordu, gidecekti. Adnan odacının kolundaki paltoyu tanıdı, demin boş odada bir saat bu pöltoyla karşı karşıya oturmuştu.
Geç kaldığını söylemek için, paltosuyla kendisini bir saat başbaşa^ bırakıp bekleten, mektupçunun yanından çıkarken, Adnan, kendinden utanıyordu. Sokakta, her adımda, mektupçunun odasından yeni çıkmış gibi yeni bir hınçla Aksaraydaki evine . dönerken, karar verdi: Maliye nazırının kızına* edebiyat hocası;
olmıyacak ve yarın mektupçunun suratını yine gidip görmiye-\cekti.
? \ • .
^ Aksaraydaki küçük evin toprak avlusunu geçerek merdiven-*
den çıkarken, anası Naciyenin öksürüğü üst katı dolduruyurdu; ev o kadar küçüktü… Adnan, merdivenden tekrar indi. Mahalle hekimini çağırmaya gitti.