Dr. Ergin KORUR
D ilindiği gibi, evrim nazariyesini ortaya at-rnış olan Charles Darwin (1809-1882), türlerin yavaş bir evrim sonucu birbirinden oluştuğuna inanıyordu. Onu izlemiş olan yeni-darwinci-ler de canlıların ve canlı organlarının, üst üste yığılan küçük mutasyon (değişim)lar ve çevrenin ayıklaması (doğal seçilim) ile geliştiğini savunmuşlardır. Küçük mutasyonlar teorisine göre, ¡enetik kod’un; yani canlının kalıtımsal özelliklerinin nesilden nesle aktarılması sırasında bazen, mutasyon dediğimiz ufak tefek aktarma hataları olur. Eğer hata “yararlı” ise, mutasyonla ortaya çıkan yeni canlının çevreye uyumunu kolaylaştırır ve diğer kuşaklara aynen geçirilir. Eğer hata ‘‘zararlı” ise, yeni canlı çevreye uyamaz ve yok olur. Örneğin, yapraklar üzerinde yaşayan beyaz bir kelebeğin yumurtalarından, mutasyon sonucu yeşil rankte yeni bir neslin oluşması “yararlı” bir hatadır, çünkü kuş gibi düşmanları tarafından görülmesini zorlaştıracaktır. Buna karşın, aynı kelebekten mutasyonla emme hortumları kısalmış yeni bir nesil çıkması “zararlı” bir hatadır, çünkü çiçek özsula-rından beslenmeyi imkânsızlaştıracaktır. iste yeni-darwlncilere göre, en basitinden en karmaşığına kadar bütün canlılar, hatta insanoğlu bile, doğanın üst üste gelmiş “yararlı” hatalarının sonucunda oluşmuştur!
Şu var ki, küçük mutasyon teorisi, ancak bazı sınırlı hallerde fosil buluntularıyla doğru-lanabilmiştir. Örneğin elimizde, balık yüzgecinden sürüngen ayağına geçişi ve atın, beş parmaklıdan tek toynaklı bir hayvana dönüşmesini gösteren fosil örnekleri bulunmaktadır. Günümüzde bile, hem suda yüzebilen, hem de karada yüzgeçleri üzerinde yürüyebilen ve adeta canlı bir geçiş fosili sayılabilecek balık türlerine rastlıyoruz (Bilim ve Teknik, Dört ayaklı balıklar, Nisan 1984). Buna karşın, göz ve kanat-
İnsan ve diğer omurgalıların gözü, tabiatı bin bir renk ve ışık ayrıntısıyla görmeyi sağlayan olağanüstü bir yapıya sahiptir. Kuş kanatları da o çelimsiz görünüşlerine rağmen, uçma dediğimiz mucizeyi gerçekleştirirler. Gözlerin ve kanatların ortak özelliği; ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde görevlerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyimle; eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz- Bu organların nasıl oluştuğu, doğanın henüz iyi ay-dınlatılamamış büyük sırlarından biri olarak kalmıştır. Dilerseniz bu konuda on dokuzuncu yüzyıldan beri yoğunlaşan bilimsel açıklama çabalarına değinelim.
ların küçük mutasyonlarla yavaş yavaş oluştuğunu gösteren buluntulara rastlanmamıştır.
Küçük mutasyon teorisini yeterli görmeyen “sıçramalı mutasyon” teorisi taraftarlarına göre, göz ve kanat gibi, ancak bütünlenmiş şekliyle işleyebilen organları öyle küçük mu-tasyonlarla açıklamak imkânı yoktur, örneğin, insan gibi yüksek bir omurgalının gözünü ele alalım: Böyle bir gözün görevini yapabilmesi için, salgılanan gözyaşı sayesinde devamlı nemli ve temiz tutulması, gelen ışığın koruyucu kornea tabakasından süzülerek ışık şiddetinin pupilla tarafından ayarlanması, göz merceğinden geçerek, 130 milyon kadar ışığa ve rengi duyarlı koni ile çomak hücresinin bulunduğu retina (ağ tabaka)ya düşürülmesi gerekir. Burada ışık impulsları, fotokimyasal reaksiyonlarla elektrik impulsları haline dönüştürülerek, beyne iletilir. Gözün yepısı, yüksek ölçüde min-yatürize edilmiş, üstün bir fotoğraf makinesine benzer (Bilim ve Teknik, Görme gücü ve yaşam savaşı,’Temmuz 1982).
Şimdi kanatlara gelelim: Kanatların, kuşun göğüs kemiği çıkıntısına sağlam biçimde tutturulması; kuşu havaya kaldırmaya, havada dengesini ve her yöne doğru hareketini sağlamaya elverişli olması, biçiminin kuşun ağırlığına ve gövde yapısına göre ayarlanması, kuşun kanat
Ekim 1984
25
(a) Cephalaspis
(b\ Osteolepis.
(c) Ichthyostega
(d) Cryops
bauktan sürüngene geçİş
GÖZLER VE KANATLARIN SIRRI
27
Oca