HALİD, Mekke’nin ileri gelenlerinden Âs’ın oğlu idi.
Babası ve kardeşleri de kendisi gibi henüz İslâm’la müşerref
olmamıştı. Zaten Müslümanların sayılan o sıralarda
dört kişiden ibaretti. Dikkatleri çekecek derecede İslâmî
hâdiseler cereyan etmemişti.
Halid bir gece korkulu bir rüya gördü. Yatağından fırladığı
sırada alnından ter damlalan dökülüyor, halen bedeninde
titremeler hissediyordu. Sabahın erken saatinde
iyi münasebet kurduğu dostu Ebû Bekir’e rast geldi. Gece
gördüğü rüyasından söz edince dostu Ebû Bekir alâka
duyup sordu:
– Anlat bakayım ey Halid, gördüğün rüya nasıldır?
Halid aynen anlattı:
– Beni derin bir uçurumun kenanna getirdiler. Aşağı
da müthiş alevler vardı, ucu bana kadar yükseliyordu.
Birden yanımda babam Âs peyda oldu. Baktım, beni ateşin
içine doğru itiyor, nur yüzlü bir zat da beni kucaklamış
vaziyette geri çekmek istiyor. İşte bu mücadele içinde
iken uyandım.
Hazret-i Ebû Bekir, Halid’in rüyasını şöyle tefsir etti:
– Senin baban seni Cehennem ateşine itmek istiyor.
Resûlüllah ise seni kurtarmaya çalışıyor. Yanından tutup
reken Allah’ın Resûlüdür. Tiz O’na git, konuş veHalid’in içine bir telâş ve heyecan düştü. Gizliden gizliye
ismi sohbetlerde geçmeye başlayan Muhammed Aleyhisselâm’ı
aramaya başladı. Derken Mekke’nin yanındaki
Ecyad denilen yerde O’na rastladı:
– Ya Muhammed, dâvet ettiğin şeyin aslı nedir? İnsanları
neye dâvet ediyorsun?
Resûlüllah Hazretleri:
– Allah’ın birliğine, benim de O’nun gönderdiği Resû-
lü olduğuma inanmaya dâvet ediyorum. Ayrıca işitmeyen,
duymayan, kimseye ne zarar, ne de fayda veremeyen putlara
tapmamaya da çağırıyorum, buyurdu.
Halid düşünmeye başladı. Bu dâvetlerin hiç biri akla,
mantığa aykırı değildi. Bilâkis Resûlüllah’da da, O’na, daha
önce iman etmiş olan Ebû Bekir’de de, pek güzel ahlâk
ve emniyetli hal dikkati çekiyordu. Kararını verdi:
– Ya Resûlâllah, siz şâhid olun ki, şu andan itibaren
Allah’ın birliğine, Zâtınızın da O Allah’ın Resûlü olduğuna
iman ediyorum. Yine iman ediyorum ki, insanların elleriyle
yapıp, bedenleriyle taptıkları putlarda ne hayır var, ne
de şer. Onlar taştan, tunçtan, topraktan yapılmış cansız
cisimlerdir. Ne ibâdet edenden anlar, ne de isyan edenden…
Resûlüllah Aleyhisselâm, Halid’in İslâm’a girişinden
pek memnun oldu. Çünkü henüz Müslümanların sayısı
bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar azdı. Bir topluluk
meydana getirmeye, iman edenleri korumaya muhtaçlardı.
Gariptir ki, bundan sonra Halid kayboldu. Onu kimse
göremiyordu. Babası As, diğer oğullarına onu aratıyor,
bulduğunuz yerde yakalayıp sürükleyerek de olsa getirin,
diyordu. Nihayet Halid’i kardeşleri buldular. Zorla babası
nın yanına getirdiler. Şüphelenen As sordu:
– Doğru söyle. Sen de mi Müslüman oldun?
Halid saklamadı. Gür ve tok bir sesle şöyle cevap verdi:
– E/şneau en ıa ııane ıııaııan ve eşneau enne ıvıunammeden
abdühû ve Resûlühû.
Âs’ın beynine sanki kan sıçramıştı. Elindeki bastonuyla
oğlunun üzerine çullandı. Kınlıncaya kadar vurdu.
Başını yardı, yüzünü kan revan içinde bıraktı. Halid’de
ise, asla pişmanlık eseri görülmüyor, ric’at hissi yer tutmuyordu.
Bunu anlayan, Âs, elinden bir kaza çıkacağını
düşünerek bağırdı:
– Defol huzurumdan hayırsız çocuk! Bundan sonra
bir daha bu eve gelmeyecek, bir tek lokma olsun yemeyeceksin.
Var, git, acından geber!
Halid, beni yaratan Rabbim nzkımı verir, diyerek oradan
ayrılıp Resûlüllah’ın yanına gitti.
İslâm’a karşı şiddetli husumet besleyen baba Âs, oğ
lunun İslâm’la müşerref oluşundan öyle bir kahırlandı ki,
kısa zaman sonra hastalandı. Hastalığı sırasında bir ara
şöyle konuşmaktan da geri kalmadı:
– Eğer bu hastalıktan iyi olursam, Muhammed’in Allah’ına
ibâdet eden kimse kalmaz Mekke’de.
Bununla, sâhip olduğu geniş nüfûzunu Resûlüllah’ın
yaydığı İslâm’ın aleyhinde kullanacağını, büyük bir taarruza
geçerek bu işi burada bitireceğini söylemek istiyordu.
İmansız babasının bu sözünü duyan Halid, ellerini
açıp Allah’a yalvardı:
– Ya Rabbi, bu adam böyle kötü bir teşebbüse geçecekse,
onu yattığı yatağından kaldırma!
Halid’in duası kabûl olmuştu. İslâm’a şedid düşmanlık
hissi besleyen baba Âs, bu hastalıktan kalkamamış,
kötü emeline de nâil olamamıştı.
* * *
Mekke’de müthiş bir terör havası estiriliyordu. Yer yer
Müslümanların bulunduğu muhitlere baskınlar yapılıyor,
kimsesiz insanlar dövülüyor, evlerindeki eşyaları talan
edilip, çoluk çocukları huzursuz kılmıyordu.Buna daha fazla tahammül edemeyen Halid, ikinci
hicret kafilesiyle Habeşistan’a hicrete karar verdi. Yanında
hanımı (Emiyme) de vardı. Halid’in Habeşistan’a tek
başına hicret kararı, kardeşi Amr’ı da harekete geçirdi. O
da Halid’le birlikte hicret kafilesine iltihak etti.
Habeşistan’da kalmaları seneleri buldu. Halid’in burada
oğlu (Saîd)’le, kızı (Emiyme) dünyaya geldi. İki kardeş
Habeşistan’da hamallık ettiler, buldukları ağır işlerde
çalıştılar, muhtaç olup da kimseye hallerini arzetmediler.
Resûl-i Ekrem Hazretleri daha sonra Medine’ye hicret
etmiş. Bedir, Uhud savaşlarını vermiş, Hendek gazasını
yapmış, nihayet Hayber’in fethi için sefere çıkmıştı.
İşte bu sıralarda Habeşistan’a gönderdiği hey’etin refakatinde
Medine’ye dönen bu Habeşistan muhacirleri
Medine’de bulamadıkları Resûlüllah’ın Hayber’de olduğunu
öğrenince beklemeye tahammül edemeyip doğruca
Hayber’e yürüdüler. Fethin vaki olduğu sırada Resûlüllah’a
kavuştular.
Allah’ın işine bakın ki, bir zamanlar Mekke’de kendi
canını, malını korumakta zorluk çeken bu insanlar, artık
hürriyetlerine tam kavuşmuşlardı. Nitekim Halid diğer
müminlerle birlikte vaktiyle kovulduğu Mekke’nin fethine
iştirak etti, daha sonra Tâif ve Huneyn’in de fethinde bulundu.
İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmakta olduğu sulh
zamanlarında ise Resûlüllah Hazretleri Halid’i, Yemen
Müslümanlarının zekâtlarını toplama memurluğuna tâyin
etti. Sonra Hazret-i Ebû Bekir’in Şam’ın fethinde ordu kumandanlığına
tâyin ettiği sırada Halid Şam civarında cihad
meydanında vefat etti.
HALİD BİN ÂS’IN İSLÂM’A GİRİŞİ NASIL OLDU?
03
Mar