OTURMUŞ kabile halkıyla sohbet ediyordu. İftiharla
attığı durumunu bir daha aynı sevinç duygularıyla
rar etti:
– Rabbime şükürler olsun ki, İslâm’a girmekte geç
madım. İslâm nuruyla nurlanmakta hiç olmazsa orta
ecede yer almak şerefine nail oldum.
Yanında oturan kabile halkından çoğu buna itiraz et-
Nasıl oluyor da İslâm’a girmekte orta dereceyi almış
yorsun? Senin Medine’de Müslüman olduğunu biliyoHalbuki
Medine’ye gelinceye kadar herkes İslâm’la
eflenmişti. Sen olsa olsa orta derecede değil arka derele
İslâm’la şereflenmiş olman gerekir.
Tebessüm eden Âmir bin Abese, daha önceki durumu
bilmeyenlere şöyle bilgi verdi:
– Ben câhiliyye devrinde insanların puta tapacak ka•
dalâlete düştüğünü görüyor, eliyle yaptığı puta tapnın
ahmaklığını hissediyordum. Ancak bir çıkış yolu
tamıyordum. İşte o sırada Mekke’de bir zâtın çıktığını,
Lçuluğun saçmalığını ilân ettiğini duydum. Heybeme
azcık azık koyup hayvanıma binerek Mekke’ye doğru
a çıktım. Sıcakların insanları kebap gibi kavurduğu bir
ide Mekke’ye varıp, işittiğim* zatı gizlice araştırmayabaşladım. Nihayet bir fırsatını bulup huzuruna girmeye
de muvaffak oldum. Ne var ki, o sırada O’nu küçümseyen
bir duyguya kapılmıştım. Çünkü kavmi de O’nu küçümsüyor,
çeşitli dedikodular yayıyordu. Ancak huzuruna girip
de kendisini bizzat görünce bu duygu gitti. İlk konuş
mamız şöyle oldu:
– Sen kimsin?
– Ben Allah’ın Nebî’siyim.
– Allah’ın Nebisi ne demektir?
– Allah’ın gönderdiği peygamberi, demektir.
– Yani seni Allah mı gönderdi?
– Elbette.
– Ne ile gönderdi?
– Allah’ın birliğini ilân etmek, adam öldürmemek, insan
soymamak, puta tapmamak, akrabayı ziyaret etmek
ve bütün varlıkları yaratan Allah’a ibâdet etmekle gönderildim.
– Bu dâvada seninle beraber olanlar kimler?
– Hür insanlarla köle kimseler.
İşte tam o sırada bir de ne göreyim, hürlerden Ebû
Bekir’le, kölelerden Bilâl de çıka gelmezler mi? Meğer onlar
benden önce İslâm’a girmiş, imanla şereflenmişler. Artık
ben daha fazla araştırmaya lüzum görmedim. Hemen:
– Ben de sana tâbi oluyorum. Artık senden ayrılmayacağım,
ne emredersen onu yapacağım, dedim. Ancak
bu isteğimi erken bularak dedi ki:
– Bugün bana tâbi olman için durum müsait değildir.
Sen imanını içinde sakla. Yaratanına ibâdetini gizlice yap.
Ben dâvamı ilân edip de açıkça ortaya çıktığımda gel, bana
o zaman açıkça tâbi ol. İleride bu dâva temiz sinelerdeki
bütün gönülleri kaplayacaktır.
Amir bin Abese bu izahtan sonra çevresindekilere
şunları söyledi: – işte benim ıslam a girişim ooyıece ıvıeKKe ae nenuz
Ebû Bekir’le köle Bilâl’den hemen sonra oldu. Bu sebeble
kendimi orta derecede İslâm’la şereflenenlerden saymakta,
bununla ömür boyu sevinç ve şükür hissi duymaktayım.
Etrafını alan kabile halkı Âmir bin Abese’yi merakla
dinliyordu:
– Hepsi bu kadar mı? Resûlüllah dâvâsını ilân edince
sen ne yaptın? diye sordular.
Şöyle devam etti:
– Daha sonraki senelerde Resûlüllah Medine’ye hicret
etti. Ben de gece gündüz gelişmeleri takip ediyor, bu işir
sonu nereye varacak diye merakla bekliyordum. Bir ara
Medine’den gelen bir kervana rastladım. Hemen sordum:
– Size gelen Mekkeli zâtın durumu nedir? Neler oluyor?
Dediler ki:
– Vallahi iyi bilmiyoruz, bildiğimiz ise onu, kavm
Mekke’de öldürmek istemiş, o da kalkıp Medine’ye gelmiş
o sırada biz de bu tarafa geldik. Şimdiki durum nedir bil
gimiz yoktur. Ben hemen hayvanıma binip Medine’nin yo
lunu tuttum. Günlerce tozlu çölleri aştım, kumlu vahala
n geçtim, hayaller ve tasavvurlarla nihayet Medine’ye
ulaştım. Kolayca huzuruna girdim. İlk sözüm şu oldu:
– Beni tanıyor musunuz?
Tebessüm ederek bakan Resûlüllah:
– Tanımaz ölür muyum, Mekke’de iken gelen zat deği
misin?
Bundan sonra aklıma gelen sualleri sordum, bilmen
gereken hususları öğrenmek istedim. Kısa zamanda İs
lâm’la alâkalı bir çok mes’eleleri öğrenip kendimi ilimi*
dolu halde buldum. Kavmime döndüğümde bir âlim ol
muştum. Onlara da hakikatları anlatmakta güçlük çek
medim.Sözün burasında Bediüzzaman’dan bir tesbitle bahsi
bağlayalım:
“Sohbet-i nebeviyye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada
ona mazhar olan bir zat, senelerle seyr-ü sülûke mukabil
hakikatin envarına mazhar olur. Sohbet-i nebeviyye ne
derecede bir iksîr-i nuranî olduğu bununla anlaşılır ki,
bir bedevi adam kızını sağ olarak defnedecek bir kasaveti
vahşiyânede bulunduğu halde gelip, bir saat sohbet-i
nebeviyyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz
derecede bir şefkat-i rahimâneyi kesbederdi. Hem cahil,
vahşî bir adam bir gün sohbet-i nebeviyyeye mazhar
olur, sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Mütemeddin
kavimlere muallim-i hakâik ve rehber-i kemâlât
olur idi..”
ÂMİR BİN ABESE NASIL İSLÂM’A GİRDİ?
03
Mar