MEDİNE’de Hazrec ile Evs kabilesi vardı. Aralarında
sık sık çatışmalar olur, karşılıklı vuruşmalar cereyan
ederdi. Yine böyle ihtimaller belirmeye başlamıştı. Bunu
önlemek için Evs kabilesinden Enes bin Rafı yanına birkaç
kişi daha alarak Mekke’ye gitti. Maksadı, iman etmediği
Resûlüllah’ı ve Kureyş’i görmek, kendilerinin tarafını
tutmalarını temin ederek Hazrec’e karşı bir ittifak sağlamaktı.
Mekke’de grup halinde otururken onların geldiğini
duyan Resûlüllah, hemen yanlarına gitti. Konuşmaya
başladılar. Enes bin Rafi arkadaşları adına söze başladı:
– Medine’de Hazrec kabilesi ile Evs arasında sık sık
geçimsizlik oluyor, savaşa giriyoruz. Bu savaşta bizim
Evs’in tarafını tutmanızı sağlayıp yardımınızı temin etmek
için geldik.
Halbuki, o günlerde Resûlüllah da kendi kavmi arasında
fikrî bir savaş içindeydi. Kavmi de Resûlüllah’la
âdeta savaş halindeydi. Mekkeliler Resûlüllah’ı dinleyecek
halde değillerdi. Anlaşmayı Kureyş’le yapmaları gerekti.
Resûlüllah Hazretleri bunlara şu karşılığı verdi:
– Gelin, siz beni dinleyin, size bundan daha hayırlısı
nı anlatayım. Onu kabûl ederek daha kazançlı çıkın bu
gelişinizden.
Dinleyen Medineliler meraklandılar.
Resûlüllah şöyle açıklamada bulundu:
– «e n Allah ın Kesuluyum. Bir olan Allah, beni insanlara
gönderdi. Kulların O’na ibâdet etmesi, hiç bir şeyi
O’na şerik koşmaması için tebliğde bulunuyorum. Allah
bu hususlarda bana Kitap da indiriyor, bütün bilgiler bu
Kitap’ta toplanıyor. İsteyen bu Kitab’ın gelen âyetlerini
dinler, hayatını buna göre tanzim eder. Şunu unutmayı
nız ki hayatın gayesi sandığınızdan ibaret değildir. Hayatı
yaratan Allah, onun gayesini de insanlara bu Kitabıyla
bildirmektedir. Bunu bilmek, gayeye uygun şekilde yaşamak,
herhalde Hazrec’e karşı galip gelmenizden de mü
him bir hâdisedir!
Bu açıklamaları dinleyenlerin içinde bir genç vardı.
Adı, İyâs bin Muâz’dı. Yani Muâz’ın oğlu İyâs. Bu sözler
İyâs’ın gönlünde akisler yaptı. İlk cevabı o verdi:
– Vallahi bu sözler bana te’sir ediyor, aradığımızdan
daha hayırlısını bulduğumuzu sanıyorum. Bu zatın izahlarını
kulak arkasına atmayalım!.
Ne yazık ki, kafilenin büyüğü olan Enes bin Rafı, yerden
bir avuç toprak alıp genç İyâs’m yüzüne fırlattı:
– Kes sesini cahil çocuk. Biz buraya ne için geldik,
sen neler sayıklıyorsun?
Küçük İyâs’ın sesi kısılmış, sözü boğazına tıkılmışü.
Ama söylenenler zihinde akisler yapmaya devam ediyordu.
Tebliğini yapmış olan Resûlüllah daha fazla beklemedi,
kalkıp gitti. Onlar da Kureyş’le bir takım konuşmalardan
sonra belli başlı bir anlaşma temin edemeden Medine’ye
döndüler. Çok geçmedi, Evs-Hazrec çatışması patlak
verdi. Buas harbi denen bu çatışmadan sonra masum
İyâs’m ölüm döşeğinde olduğu haberi geldi.
Henüz İslâm’ı bilmeyen akrabaları onun başı ucuna
toplanmış, çaresiz bekleşiyorlardı. Son anlarını yaşayan
İyâs’tan ise son cümleler şöyle işitiliyordu:
– Ben o zata iman ettim. O, hayatın gayesini biliyordu.
Çünkü O’na, var olmanın gayesini bildiren Kitap geliyordu. Bırakmadılar ki O’na açıktan iman edeyim, gayeme
uygun bir ömür süreyim. Ama siz şâhid olun ki, ben
Müslüman olarak ölüyorum. İşte isbatım.
Bir iki saniye duraklayan İyâs’ın bundan sonraki sözleri
şöyle oldu:
– Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve Resûlühû.
İyâs hayatının gayesini bilerek vefat etmişti böylece.
Resûlüllah ile bir defacık görüşmesi, bir iki kelimelik konuşması
O’na imanla gitmesi kazancını sağlamıştı. Sohbet-i
Nebeviyye böyledir zaten. Bir iki dakikalık sohbet
hayatın gayesini, var olmanın hikmetini anlatmaya kâfi
gelir. Yeter ki muhatap lâyık olsun, müstaid bulunsun,
hakkı arayan, bulunca sâhip çıkan olsun.