HATİM-İ ESAM

Evliyâmn büyüklerinden. Künyesi Ebû Abdurrahmân olup, adı Hâtim bin Unvan bin Yûsuf el-Esâm’dır. Belh şehrinde doğmuştur. Doğum târihi kesin belli değildir. Hâtim-i Esâm, Şakîk-i JBelhî’nİn talebesi, Ahmed-i Hadraveyh’in hocasıdır. 237 (m. 852) senesinde Vaşcer’de vefât etmiştir. Kendisine “Esâm” (kulağı duymaz) denilmesinin sebebi şudur: “Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esâm o şahıs utanmasın diye “Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşu1296 ‘da Kahire ‘de inşâ edilen tbni Tulun Câmii minaresi. Islâm alimleri Ansiklopedisi 1 8 5 HÂTİM-İ E8 ÂG3 “Mezardaki ölü, denizde boğulmak üzere olan kimse gibidir; babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşlarından gelecek bir duayı hep beklemektedir ” Hadîs-i şerîf Hive’de Seyyid Alaeddin türbesi çini sandukası. i lanlan duyabiliyorum” dedi. Bu yüzden ona Esâm denilmiştir. Âkil bâliğ olduğu andan itibaren, Şakîk-i Belhî’nin sohbetlerine devam etti. Onun talebesi oldu. Şakîk-i Belhî’den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu. Zahirî ve bâtını ilimlerin mütehassısı olan Hâtim-i Esâm birgün talebelerinden birkaçına, “İnsanlar size Hâtim’den ne öğrendiniz deseler, ne dersiniz?” buyurdu, “ilim öğrendik deriz” dediler. “Hâtim’in ilmi yoktur derlerse ne dersiniz?” buyurdu. “Hikmet öğrendik deriz” dediler. “Hikmeti de yoktur derlerse, ne dersiniz?” diye sordu, “elinde olana kanâat eder, başkalarından birşey beklemez deriz” dediler. Medîne-i münevvere âlim leri de Hâtim-i Esâm’ın ilmini takdir etmiştir. Medine âlimleri ona “Allahım bana nzık ver” duâsıyla ilgili olarak sorduklarında, Hâtim-i Esâm, hacet âmnda istenilmesini, eğer mevcutsa yenilmesini ve yedirilmesini, çünkü Allahü teâlânın bunların yerine daha fazla vereceğini belirtti. Bunun üzerine Medine âlimleri şöyle dediler. “Ey Abdurrahmân! Allahü teâlâya şükür ederiz, sizden bilm ediğim izi öğrendik.” Muhammed bin Mûsâ anlatır: “Hâtim-i Esâm insanlardan uzak yaşıyordu. Onlardan dünyâlık istemiyor, ba’zı mes’eleler haricinde kimseyle görüşmüyor ve kubbeli bir yerde bulunuyor diye halife Hârun Reşîd’e bildirdiler. Bunun üzerine Hârun Reşîd de, Hâtim-i Esârria, Muhammed bin Haşan, Kisaî, Ömer bin Bahr ve başka bir kişiden daha meydana gelen dört kişiyi gönderdi. İçlerinden biri, “Ey Hâtim! Ey Hâtim!” diye çağırmaya başladı. Hâtim, onlara cevap vermedi. “Ma’budun hakkı için, bize cevap ver” diye Allahü teâlânın ismini verince, o zaman başını çıkartıp şöyle dedi: “Hayret, bu mü’minin kâfire, kâfirin mü’mine yeminidir. Benim ilâhımı sizin ilâhınız dışında husûsî leş tirdiniz Bunu iyi bilin ki, Allahü teâlâya itâat etmek, Reşîd’e hizmet etmekten daha iyidir” buyurdu. Bizim Reşîd’m adamları olduğumuzu nereden anladın dediler O da “Siz dünyâ hâlinden râzı olanlardansınız. Dünyâ hâlinden râzı olan kimseler ancak Reşîd’in etrafında bulunur” dedi. Birgün Şakîk-i Belhî, Hâtim-i Esârria sordu. Ne kadar zamandır buraya geliyor, beni dinliyorsun? Otuzüç sene. Bu kadar zaman içinde benden ne öğrendin, neler istifâde ettin? Sekiz şey istifâde ettim dedi Şakîk, bunu duyunca yazıklar olsun sana ey Hâtîm! Bütün zamanımı sana harcadım, senin ise, sekiz şeyden fazla istifâden olmamış diye çok üzüldü. Hâtim dedi ki: Ey hocam, doğrusunu istiyorsan, böyledır. Bundan fazlasını zâten istemem. Bana bu kadar yetişir. Çünkü, iyi biliyorum ki, dünyâda ve âhırette felâketlerden kurtulup ebedî saâdete kavuşmak, bu sekiz bilgi ile olacaktır dedi. Hocası, söyle! Bunlan ben de anlayayım dedi. Hâtim dedi ki: Ey Hocam! Binncisi, insanlara baktım, herkes bir şeyi seçmiş, onu sevmiş gördüm ve bu sevgilerin çoğu, onlara ölüm yatağına kadar, ba’zılan öldüğü vakte kadar, ba’zılan da mezara girinceye kadar, arkadaşlık ediyor ve sonra onlan yalnız ve zavallı olarak bırakıp aynlıyorlar gördüm. Onunla berâber kimse mezara girmiyor, dert ortağı olmuyor. Bu hâli görünce, düşündüm ve kendime dedim ki, dünyâda öyle dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibâdetlerden başka, böyle sâdık bir sevgili bulunmadığını gördüm. Dost olarak onlan seçtim ve onlara sanldım. Şakîk, bunu duyunca, çok güzel yapmışsın yâ Hâtim, çok doğru söylüyorsun, ikinci faydayı da söyle, anlıyayım dedi. Hâtim dedi ki* Ey Hocam! İkinci faydam: İnsanlara baktım, herkesi, arzûlan, keyifleri peşinde koşuyor, nefsin istekleri arkasında yürüyor gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: uAllahü teâlâdan k o r k a r a k n e fşle rin e u y m ıya n la r, elbette Cennete g i d e c e k l e r d i r Çok düşündüm. Kur’ân-ı kerîmin baştan başa doğru olduğunu, bilgilerimle, tecrübelerimle, aklımla, vicdânımla anladım ve tam inandım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamağa, uymamağa karar verdim ve mücâdeleye başladım. Nefsimin arzularım ve isteklerini yapmadım. Nihâ1 @@ İslâm âlimleri Ansiklopedisi HÂTİM-İ ESÂM yet teslim olarak, ibâdetlerden kaçan o nefsin, şim di A llahü teâ lây a itâ a ta koştuğunu, isteklerden vazgeçtiğini gördüm. Şakîk bunları işitince, Allahü teâlâ sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın, üçüncü faydayı da söyle dinliyeyim dedi. Hâtim dedi ki, üçüncü faydam, insanların hâline baktım, herkes dünyâda bir sıkıntıya girmiş, böylece dünyâlık toplamağa uğraşıyorlar gördüm, sonra şu âyet-i kerimeyi düşündüm: “Dünyâ malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalm ıyacak, sizden ayrılacaktır. A ncak A llah rızâsı için ya p tığınız iyilikler ve ibâdetler sizinle berâber kalacaktır ” Dünyâ için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım, fukarâya dağıttım. Ya’riî bâkî kalmaları için, Allahü teâlâya ödünç verdim. Şakîk bu sözleri işitince, ne güzel yapmışsın ve ne güzel söylüyorsun yâ Hâtim, dördüncü faydayı da söyle dinliyeyim dedi. Hâtim dedi ki, dördüncü faydam, insanlara baküm, herkesin başkalarını beğenmediğini gördüm. Buna sebeb, birbirlerine hased etmeleri, birbirlerinin mevkilerine, m allarına ve ilimlerine göz dikmeleri olduğunu anladım ve şu âyet-i kerîmeye dikkat ettim: “D ü nyâdaki maddî, m a9nevî bütün n zıkların ı aralarında taksim e ttik 99 Herkesin ilim, mal, rütbe, evlâd gibi nzıklannm, dünyâ yaratılmadan evvel, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde birşey olmadığını ve çalışmağı, sebeblere yapışmağı emrettiğinden, O’na itâat etmiş olmak için, çalışmak lâzım geldiğini ve haset etmenin büyük zararlarından başka, zâten lüzumsuz olduğunu anladım ve Allahü teâlânm ezelde yaptığı taksime ve çalışınca Rabbimin gönderdiğine râzı oldum. Bütün müslümanlarla sulh üzere olup herkesi sevdim ve sevildim. Şakîk bunlan işitince, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun; beşinci faydayı da söyle dinliyeyim yâ Hâtim! dedi. Hâtim dedi ki: Beşinci faydam: însan lara baktım, birçoklarının insanlık şerefini, kıymetini, âmir, müdür olmakta, insanların kendilerine muhtâc olduklarım ve karşılarında eğildiklerini görmekte zannettiklerini ve bununla iftihar ettiklerini, öğündüklerini gördüm. Ba’zılan da, kıymet ve şeref, çok mal ve evlâd ile olur sanarak, bunlarla iftihâr ediyorlar. Bir kısmı da insanlık şerefi, malı, parayı, insanların hoşuna gidecek, herkesi, eğlendirecek yerlere sârfetmektir sanarak, Allahü teâlânm emrettiği yerlere ve emrettiği şekilde hare edemiyorlar ve bununla öğünüyorlar gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: “En şerefliniz ve en kıym etliniz. Allahü teâlâdan çok korkam m zdır.” İnsanların yanıldıklarım, aldandıklarını anladım ve takvâya sarıldım. Rabbimin affına ve ihsânlarına kavuşmak için, O’ndan korkarak dînin dışına çıkmadım, haramlardan kaçtım. Şakîk bunlan işitince, ne güzel söylüyorsun yâ Hâtim! Altıncı faydanı da söyle dedi. Hâtim dedi ki, altıncı faydam: İnsanlara baktıjn. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikerek, fırka fırka, parti parti ayrılarak, birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: “Sizin düşm anınız şeytandır. Ya’m sizi, A llah yolundan, m üslüm anlıktan ayırm ak için uğraşanlardır. Bunlan düşman bilinizV9 Kur’ân-ı kerîmin doğru söylediğini bildim ve şeytam ve onun gibi müsltimanlarla uğraşanları düşnıan bilip, sözlerine aldanmadım, onlara uymadım. Onların tapındıklarına tapmadım. Allahü teâlânm emirlerine itâat ettim. Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldan ayrılmadım. Kurtuluş yolunun, doğru yolun, yalmz Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. Nitekim, Allahü teâlâ: “E y Âdem oğullan! Ş eytana tapm ayınız. O sizin en belli düşm anm ızdır, diye sizden söz almadım mı idi, bana itâat, ibâdet ediniz! Kurtuluş yolu, ancak budur.99 Onun için müslümanlan aldatmağa uğraşanları dinlemedim. Muhammed aleyhisselâmın yolunu gösteren Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım deyince, Şakîk; ne güzel yapmışsın ve ne güzel söylüyorsun, yedinci faydayı da söyle dedi. Kâhire’de Kansu Ebû Sa’îd türbesinin kubbesi. İslâm âlimleri Ansiklopedisi 1 8 7 HÂTlcaJ e s â k i i * » – ,« % $ SI * * * * 1? *>«! • ^ # * # i ¥ 4 t § – 5t t-. # •.% ? T ^ ‘*** % -I * ^ f 4 * ^ ^ 1 * % v ,* i£. -■■ <*• * ^ , „■ # % * – – V ■ * ‘ ’ <*«*• < » . * * * ‘ * / # » a*,’%> *”* ‘9‘~ss~“ *’% & ’* “” * % « 4. f- \ –^’ *. * « 4 «- 4 İ * € * V * <* – \; . 3”-= ^ ‘&! |; % \ İ 4 -%; # $? * .fj H? •^:” /5. asır sonu ile 16. asır başlarında Buhâra ‘da inşâ edilen Bülend Mescid. Hâtim dedi ki, yedinci faydam: insanlara baktım. Gördüm ki, herkes yiyip içmek, para kazanmak için uğraşıyor. Bu yüzden harâm ve şüpheli şeyleri de alıyorlar ve zillete, hakâretlere katlanıyorlar. Şu âyet-i kerîmeyi düşündüm. “Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilm eyen y e ryüzünde bir canlı y o k t u r Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve elbette doğru olduğunu ve o canlılardan biri olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, O’nun emrettiği gibi çalıştım deyince, Şakîk, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun, sekizinci faydayı da söyle! dedi. Hâtim , dedi ki, sekizinci faydam: insanlara baktım. Herkesin, bir kimseye veya birşeye güvendiğini, sırtını ona dayadığım gördüm. Ba’zılan altınlarına, mal ve mülküne ba’zılan san’atma ve kazanana, ba’zılan mevki ve rütbelerine, ba’ zılan da kendi gibi bir insana güveniyor. Sonra şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: “Allahü teâlâ, yaln ız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeblere yapıştım. Fakat yalnız O’na güvendim. O’ndan istedim ve O’ndan bekledim. Şakîk bu sözleri işitince, yâ Hâtim! Allahü teâlâ, her işinde imdâdma yetişsin! Hz. Mûsâ’mn Tevrâtına, Hz. îsâ’nın İnciline, Hz. Dâvûd’un Zebûruna ve Hz. Muhammed aleyhisselâmm Kur’ân-ı kerîmine baktım. Bu dört kitabın bu sekiz temel üzerinde bulunduğunu gördüm. Bu sekiz esâsı ezberleyip bunlara uyanlar, hayatlarını bunlann üzerine kuranlar, bu dört kitaba uymuş, emirlerini yapmış olurlar dedi. Rebâh bin el-Hirevî şöyle anlatır: îsâ bin Yûsuf bir mecliste konuşan Hâtim-i Esâm ’ a uğradı ve şöyle sordu: “Ey Hâtim! Sen namazını güzel kılıyor musun?” Hâtim, “Evet” dedi. O, “Nasıl kılıyorsun?” diye sordu. Hâtim şöyle buyurdu: “Emre uyuyorum, korku ile yürüyorum, niyetle giriyorum, büyük bilip tekbir alıyorum, tertil ve tefekkürle okuyorum, huşû’ ile rükü’ ediyorum, tevâzu ile secde ediyorum, tam teşehhüd içinde oturuyorum, sünnete göre selâm veriyorum ve selâmı Allaha hâs kılarak veriyorum. Namazımın kabûl olunmayacağından korkarak, korkuyla nefsime dönüyorum. ölm ek k ad ar onu m uhafaza ediciyim.” Bunun üzerine îsâ bin Yûsuf. “Sen namazım güzel kılıyorsun” buyurdu.” Bir adam, Hâtim’e tevekkül hakkında sordu, o da tevekkülün dört hasletten ibâret olduğunu söyledi; “Rızkımı, başkasımn yiyemiyeceğini bildim ve nefsim buna mutmain oldu. Allahü teâlâmn herşeyi gördüğünü bildim ve onun için devamlı hayâ ettim.” Birgün Belh’deki meclisinde; “Yâ Rabbi! Bu meclistekilerden bugün kim günah işlemiş, kimin defteri siyah olmuş, kim günaha cesâret etmiş ise onu bağışla” dedi. Orada mezar açıp, devamlı kefenleri soyan birisi vardı. Gece olunca, eskisi gibi kabristana gitti. Bir mezan açarken mezarın içinden, “Utanmaz mısın ki, Esâm’m huzûrunda bağışlandın ve şimdi aynı günahı işlersin” sesini duydu. Kalktı ve Hâtim’in huzûruna geldi. Başından geçenleri anlattı ve tövbe etti. Kendisi anlatır: “Harbteydim. Bir düşman beni yakaladı, öldürmek için yere yatırdı. Kalbim onunla hiç meşgûl olmadı. Allahü teâlâmn, haklamdaki hükmünün ne olacağını bekliyordum. O ise belinden bıçağı çıkarmakla meşgûlken, nereden geldiğini görmediğim bir ok geldi, onu HÂTİM-I ESÂM öldürdü. Adam üstümden yana yıkıldı ve ben de kurtuldum.” Muhammed Râzî anlatır: “Senelerce Hâtim-i Esâm’m hizmetinde bulundum. Sadece bir kere hariç, hiç kızdığını görmedim. O da, pazardan geçerken bir bakkal talebesini yakalamış, “Malımı alıp yedin, parasını ver” diyordu. Hâtim bunu görünce, “Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı” dedi. Fakat bakkal “Olmaz” diye dayattı. Bunun üzerine çok sinirlenen Hâtim-i Esâm, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu. Bir anda pazann ortası altınla doldu. Hâtim-i Esâm bakkala: “Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur” dedi. Bakkal alacağını aldı. Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca derhal eli kurudu ve çolak oldu. Şöyle naklederler: “Birisi birgün Hâtim-i Esâm’ı evine da’vet etmişti. Fakat o bunu kabûl etmemişti. Isrâr edince ona: “Gelirim ama üç şartım var. Nereye istersem oraya otururum, istediğimi yerim. Ne dersem onu yapacaksınız” dedi. Adam kabûl etti. Hâtim-i Esâm da’vet edenin evine gitti ve ayakkabıların konulduğu yere oturdu. Senin yerin orası değil dediklerinde, “Ben önceden şart koştum” dedi. Sofra gelince, yanında getirdiği ekmeği çıkanp yedi. Efendim burdan yiyin dediklerinde, “Ben ne istersem onu yerim diye şart koşmuştum” dedi. Sofra kalktıktan sonra hizmetçiye “Demir tavayı ateşte kızdır getir” dedi. Hizmetçi söyleneni yaptı. Hâtim-i Esâm demir tavamn içine ayağını koydu ve “Somun yedim” dedi. Sonra oradakilere “Yarın Kıyâmet günü yaptığınız her işten ve yediğiniz her şeyden Allahü teâlânın sizden hesap soracağına inanıyor musunuz?” diye sorunca oradakiler “Evet” dediler. “Diyelim ki, burası Arasat meydanı, her biriniz sırayla gelip şu tavaya ayağınızı koyarak, burada yediklerinizin hesâbım veriniz” dedi. Bunun üzerine oradakiler, “Buna gücümüz yetmez” dediler. “Yann kıyâmet günü Allahü teâlâya nasıl cevap vereceksiniz. Arasat meydanının kızgın zemini üzerinde nasıl duracaksınız? Halbuki Allahü teâlâ “H er ni’m etin şükründen m uhakkak sorulacaksınız (Tekâsür/8) buyurmaktadır” dedi. Bunun üzerine orada bulunanların hepsi ağlamaya başladılar.” Kendisi şöyle anlatın Her sabah şeytan bana vesvese verip şöyle diyor: “Bugün ne yiyeceksin?” Ben de ona “ölümü” diyorum “Ne giyeceksin?” diyor. Ben de “Kefeni” diyorum. “Nerede yatacaksın?” diyor. Ben de, “Mezarda” diye cevap verince, bana [“Sen hiç hoş bir adam değilsin diyor” ve defolup gidiyor. Birisi Hâtim-i Esâm’a “Nasıl namaz alarsın?” diye sordu. 0 da şöyle buyurdu: “Namaz vakti gelince temiz bir kalb ile niyet ederek abdest alınm. Abdest uzuvlanmı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Mescid-i Harâm’ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı îbrâhim’i iki kaş arasında tutar, Cenneti sağımda, Cehennemi solumda, sıratı ayaklanırım altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, kalbimi Allahü teâlâya ısmarlar, sonra ta ’zimle Allahü ekber der, hürmetle kıyam, heybetle kırâat, tevâzuyla rükü’, tazarru ile (kendini alçaltarak) secde, hilm ile cülûs (tehıyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir.” Abdullah Hevvas anlatır: “Hâtim-i Esâm ile berâber hacca gidiyorduk. Yanımızda üçytizyirmi kişi vardı. Rey şehrine vannca, orada misâfiri seven bir tüccann evine misâfir olduk. Tüccar Hâtim-i Esâm’a “Sizden bir riçâm var, izin verin, burada bir fıkıh âlimi var. O hastadır, onu ziyaret edeyim” dedi. Hâtim-i Esâm, “Mâdem fıkıh âlimi hastadır. Ziyâretine ben de gideyim. Fıkıh âliminin yüzüne bakmak ibâdettir” dedi. Hasta olan fıkıh âlimi, Rey şehrinin kadısı Muhammed bin Mukâtil idi. Tüccarla berâber Mukâtil’in evine gittik. Hâtim-i Esâm, evi görünce tefekküre daldı* Sonra, nasıl olur da bir âlimin evi saray gibi olur, dedi, tçeri girince Mukâtil’in çok lüks eşyâlar içinde ve çok kıymetli yastıklar üzerinde yattığını gördü. Tüccar oturdu. Hâtim-i Esâm oturmadı, ayakta durdu. Mukâtil oturmasını isteyince, yine oturmadı. Mukâtil bunun üzerine, “Benden bir isteğin mi var?” dedi. “Evet benim senden bir isteğim var, fa k a t b u n ların y an ın d a söyliyemem”dedi. Orada bulunanlan dışan çıkardılar. Hâtim-i Esâm, Mukâtire “Bu ilmi nereden öğrendin” dedi. O da, “Bizden öncekiler, bize bildirdiler” dedi. Hâtim-i Esâm “Kimler size haber verdiler?” dedi. Mukâtil: “Peygamber efendimizin (s.a.v.) Eshâbı” dedi. Hâtim-i Esâm “Yâ Mukâtil, Cebrâil (a.s.) Allahü teâlâdan Peygamberimize (s.a.v) getirdi. Resûlullah (s.a.v.) Eshâbına öğretti. Eshâb-ı kirâm da Tâbiîne öğretti. Tâbiîn de sana öğretti. Sen Resûlullahm (s.a.v.) ve Eshâbmdan sâlih kimselerin böyle süslü ve güzel evlerde oturduklannı işittin mi? Böyle lüks eşyâlan kullandıklannı duydun mu? Peygamberimiz ve Eshâbı böyle yaşamamışlardır. Benim bildiğim âlimler, Peygamber efendimize (s.a.v.) ve O’nun Eshâbma tâbi olurlar” dedi ve oradan çikü. Hâtim-i Esâm israf konusunda çok titiz idi. Bir âlimin çok israf ettiğini duydu. Onun evine giderek, “Ben Acemli bir kimseyim, bana dînimi öğret” dedi, “önce ne öğrenmek istiyorsun?” diye sorunca, Hâtim-i Esâm “Bana abdest almayı öğret” ” Saçını, sakalını m üslüm an olarak ağartan afvolunur, ” Hadls-l şerîf İslâm âlimleri Ansiklooedisi 1 89 HEtö&SA© BİM S IR I “Ömrü uzun, İbâdetleri de çok olana müjdeler olsun” Hadîs-i şerîf 1 © O İslâm pimleri Ansiklopedisi dedi. O zât bütün uzuvlarını sırayla ve üç defa yıkadı. Abdesti tam am layınca Hâtim-i Esâm “Ben senin huzûrunda bir abdest alayım da, benim yanlışlarımı düzelt” dedi. Hâtim-i Esâm abdest alırken kollarına gelince dörder defa yıkadı. Bunun üzerine o zât “Suyu israf ettin” deyince, Hâtim-i Esâm “Ben nerede israf ettim?” dedi. O zât da “Kolunu üç kere yıkayacağın yerde dört defa yıkadın” dedi. Hâtim-i Esâm da “Ben bir avuç suyu israf ettim. Sen ise çok ve güzel şeyleri israf ediyorsun” dedi. O zât anladı ki Hâtim-i Esâm dîni bilgi öğrenmeye değil, ders vermeye gelmiş. Evine girdi ve kırk gün kimsenin yüzüne bakmadı. Nükteli ve hikmetli sözler söyleyen Allah dostu Hâtim-i Esâm buyurdu ki: “Dünyâ için üzülmen kötü, âhıret için üzülmen iyidir.” “Kim, dört şeyi doğru olarak yaparsa, Allahın rızâsına kavuşur: Allaha bağlılık, tevekkül, ihlâs ve ma’rifet.” “Tövbe, gafletten uyanmak, günahı hatırlamak, Allahü teâlânın lütfunu, hükmünü zikretmektir. “Tövbekâr dört şeyi yapar: Lisânını gıybetten, yalandan, hasedden, boş sözden korur. Kötü arkadaşlardan ayrılır. Günahım hatırladığı zaman, Allahü teâlâdan hayâ eder, ölüme hazırlanır. Böyle olup da Allahın rızası dışında iş yapmayan kimseyi, Allahü teâlâ sever. Şeytandan korur ve Cehennemden emin kılar.” “Tâatm aslı üçtür: Korku, recâ, sevgi. Günahın aslı üçtür Kibir, hırs, hased”. “Her söz için doğruluk, her doğruluk için iş, her iş için de sabır gerekir.” “Şu beş şey hariç, acele şeytandandır: M isâfir geldiğinde yemek yedirmek, ölüyü gömmek, bâliğ olan kızı evlendirmek, borcunu ödemek, günah işleyince tövbe etmek.” “Nefsinden dört şey iste: Riyâsız olarak iyi bir iş yapmayı, tamahsız olarak almayı, başa kakmadan vermeyi, cimrilik yapmadan yardım etmeyi.” “Zühdün başı Allaha itimâd, ortası sabır, sonu sabırdır.”

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*